HUD SÛRESİ TEFSİRİ(11.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1253 Okunma
117 VE 119.AYETLER

HÛD SÛRESİ - 30. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117) وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ (118) إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (119)

 

***

 

وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117)

Va MAv KAvNa RabBuKa Li YuHLiKa elQuRAy BiJuLMin Va EaHLuHAv MuÖLiXUvNa

“Ehli muslih iken Rabbin karyeleri zulüm ile helak eder değildir.”

Kur’an’ın şiddetle karşı çıktığı varsayım “şirk” varsayımıdır, “küfür” varsayımıdır.

Tanrısızlık anlayışının varlığı kanıtlanmış ama Tanrı’yı kabul etmeyenlere karşı kâfir ve müşriklere karşı çıkıldığı kadar karşı çıkılmamıştır. Kâinat zıtlıklar içindedir. Yaz var kış var, gündüz var gece var, kurt var kuzu var, sağlam var hasta var, katil var maktul var. O halde kâinatın sahipleri, yönetenleri veya var edenleri çok kimsedir. Bunlar arasında çatışma esastır ve biz de bunlara katılıp sürekli çatışma içinde yaşamak zorundayız.

Bu anlayış “şirk” anlayışıdır.

Diğer taraftan bu çatışma dünyasında ben kendi çıkarımı düşünürüm, yenersem alırım ve ben yaşarım, yenilirsem de o yaşar. Görev ve hak diye bir şey yoktur.

Bu da nankörlüktür, “küfür”dür.

Kur’an diyor ki; önce Kâinat tek gücün eseridir. Yaz-kış, gece-gündüz, mikroplar ve diğer canlılar hep O gücün ürünüdür. O Kâinatı böyle yaratmıştır yahut Kâinat böyle oluşmuştur. Çelişki yoktur. Denge vardır. Kâinat evrim içindedir.

Bunun manası şudur, sürekli olarak değişmektedir. Yani eskiyenler yok olmakta, yerlerine yenileri ve daha ileri olanları gelmektedir. Yani ölüm yok olma demek değildir. Ölüm yenilere, daha iyilere yer açmaktır. Bunlar arasındaki çatışma gelişmeyi ve evrimi sağlamaktadır. Yine Kur’an’a göre Kâinatta boş bir yaratılış yoktur, gereksiz bir yaratılış yoktur. Helak da gerekli olduğu için vardır.

İstanbul, Bahçelievler, Yenibosna’da sokaklardaki beş katlı binaları yıkıyorlar ve yenilerini yapıyorlar. Çünkü eski binalar o zamanki tekniğe ve imkâna göre yapılmıştır. Zelzeleye dayanıklı değildir. Zelzeleye dayanıklı yeni binalar yapıyorlar. Yıkanlar ile yapanlar aynı kimselerdir. Yıkma konusunda mal sahibi ile müteahhit anlaşmışlardır, kendi rızaları ile eskilerini yıkıyorlar ve yenilerini yapıyorlar.

İşte, kentlerin yıkılmasına, devletlerin çökmesine Kâinatın sahibi ve haliki Allah karar verip yıkmaktadır; yenisini yapmak için daha iyisini yapmak için yıkmaktadır.

Müteahhidin gayesi daha sağlam bir yapıyı inşa etmektir. Gayesi olmadan Yenibosna sokaklarındaki apartmanları yıkarsa, bu zulüm olur, yıkıcılık olur. Yahut yıkılacak durumda olmadığı, daha iyisi de yapılmayacağı halde, sırf devleti soymak, içindekileri çıkarmak için yıkarsa zulüm olur. Allah da eğer bir karyeyi zevk olsun diye helak ederse, o zaman zulüm etmiş olur. Ama daha iyisini, daha güzelini yapmak için yıkarsa o zulüm olmaz.

Van zelzeleyle helak olmadı. Aksine devlet orada yeni yeni yatırımlar yaptı. Böylece Van kendisini yeniledi.

İnsanlar mevcut durumu terk etmek istememektedirler. Onları yeni ve ileri hamlelere götürmek ancak oradaki felaketle olacaktır. O da yine zulüm değil nur olmaktadır.

Bu durumda zulme biraz farklı mana verebiliriz. Zulmü kötülük, nuru da iyilik kabul edebiliriz. Allah bize şer gibi görünenleri yaptıkça veya yapmaya izin verdikçe onu kötülük olsun diye değil iyilik olsun diye yapmaktadır. Bir ağacı budarsanız kolunu kanadını kırmış olursunuz ama koparılan dalların yerine meyveler verir. Dalını kesmezseniz üretilen madde dalları beslemeye gider. Oysa keserseniz aynı güneşten yararlanılır ama artan ürün ile insanların ve hayvanların yiyeceği ürünler ortaya çıkar. Bunun gibi yeryüzündeki afetler, hatta savaşlar hep bu yenilik ve iyilik için meşrudur. Hiçbirisi zulüm değildir.

Bir karyenin iki varlığı vardır. Biri toprağı, toprak üzerindeki canlı topluluğu, altyapıları ve binaları; ikinci varlığı ise orada yaşayan halkı, onların oluşturduğu topluluk, sosyal gruplar, ailelerdir. Bu ikisi birden karye olmaktadır.

Karye = Özel Toprak * Orada Yaşayan Halk

Bunların toplamı değil çarpımı karyeyi oluşturur. Biri yoksa, sıfırsa, öbürü de hiçbir işe yaramaz. Bunlardan birisinin helaki diğerinin de helaki anlamına gelir.

Ne var ki halk muslihse, kentin maddi yapısı çoksa bile, arkasından halk yeni kentler oluşturur. İkinci Cihan Savaşı’nda Almanya ve Japonya yıkıldı ama çok kısa zamanda en müreffeh ülkeler haline geldiler. Biz galip geldik ama hâlâ onların seviyesine gelemedik. Bizden ülkemizi terk edip Almanya’ya taşınmış olanlar vardır.

Süleyman Demirel başbakan olduğu zaman ülkeyi onlar seviyesine çıkarma yerine Avrupa’ya işçi gönderdi; o ileride Türkiye’yi işgal edecek olanlara yani bunu planlayanlara yol, su, elektrik getirdi. Necmettin Erbakan ise yerli sanayi kurmaya kalkıştı ama kısa zamanda devre dışı bırakıldı. Turgut Özal da ihracat ve ithalata yönelip ülkeyi Batı’nın pazarı haline getirdi, ona rağmen yaranamadı. R. Tayyip Erdoğan yerli sermayeyi güçlendirdi. Eskiden kamu borçlanıp yatırımlar yapıyordu. Erdoğan yerli sermayeyi güçlendirdi, onlar borçlandı, yatırımları onlar yapmaya başladı, yine yaranamadı.

O halde asıl olan halkın muslih olmasıdır yani birinin yaptığını diğeri yıkmamalıdır.

AK Parti’nin takip ettiği iyi siyasetlerin başında seleflerinin başlattığı işleri tamamlamasıdır. Başlayıp da yolsuzluk sebebiyle bitmeyenleri bitirdi. Bolu Tüneli’ni açtı. Karadeniz Otoyolu tamamlandı. Başka bir iyiliği olarak da devletin sürekliliğini kavradı ve eskilerin borçlanıp ödeyemedikleri tüm devlet borçlarına sahip çıktı. Böylece müfsit değil muslih olarak devreye girdi.  Başka ne yaptı? Eskiden halka baskı yaparak oy almaya çalışılır, ‘yol getireceğiz, elektrik getireceğiz’ diye oy alırlardı. AK Parti belediyeler arasında, halk arasında ayrımcılık yapmadı, eşitlik içinde davrandı. Başka ne yaptı? Özgürlük sağladı. Devletin iplerini gevşetti. Bunu zafiyetinden yapıyor zannettiler. Ama sonunda PKK’yı acımadan bitirdi. İşte, 1 Kasım 2015 seçim zaferi bunun mahsulüdür. Yirmi seneden fazla iktidarda kalma potansiyeli buradan gelir. Çünkü muslih davrandı.

Demek ki, Erzincan’da zelzele olacaktır ama eğer halkı muslih ise daha iyi Erzincan oluşacaktır. Buradaki halkın helak olması zulüm değil midir?

Burada bahsedilen kişilere zulmedilmesi değildir, karyelere zulmedilmesidir. Hattâ bir karyenin değil de karyelerin yani devletlerin helak edilmesinden bahsetmektedir. Demek ki yeni bir şey öğreniyoruz. İller karye ise ülkeler de karyelerdir. Devleti helak etmez demiyor. Bu ayette harfi tarifle getirilen “el-kura” iller topluluğudur yani devlettir.

Yani… Devletlerin yıkılmaması için halk “MUSLİH” olmalıdır. Ne var ki halkın muslih olması için devletin de “muslih düzen” içinde olması gerekir. Önce ilim adamları araştırma yaparak insanlığa “SALİH” olan amellerin neler olduğunu ortaya koyarlar. Çünkü insanlar çoğu zaman “ISLAH” ediyoruz diye “İFSAT” ediyorlar.

- AK Parti köylüyü destekliyor, onları tembelliğe alıştırıyor. Köylüler köydeki işleri ve üretimleri bırakıp kentte yaşayıp geçiniyorlar; köylerimiz boşaldı, üretim çöktü!

- AK Parti yap-işlet sermayesi ile büyük yatırımlar yapıyor. Bu tarımımızı batırıyor. Bu sanayimizi çökertiyor. Çünkü yabancılar onlara daha çok ücret veriyorlar. Halk yani köylüler tarlaları ekmiyor. Halk yani işçiler fabrikaları terk ediyor. Diğer asıl işler duruyor!

- AK Parti küçük esnafı güçlendireceğim diye karşılıksız para veriyor. Herkese vermediği için diğerleri iflas ediyor. Alan da işi bilmediği için sonunda o da iflas ediyor!

- AK Parti Suriye mültecilerine iyilik edeceğim diye Suriye halkını devlete karşı kışkırtıyor. Devlet de kendisini koruyor. Suriyeli milyonların ölümüne AK Parti sebep oluyor!

O halde Sermaye’ye satılmamış ilim adamları devreye girmeli ve gerekçeleri ortaya koymalıdır. Akevler işte bu ilim adamlarını yetiştirmeye çalışmıştır; hâlen çalışmaktadır...

Sonra din adamları ortaya çıkacaktır. Bunlar ilim adamlarının ortaya koyduğu gerçekleri halka anlatacaklar, onlara inandıracaklar, böylece ilmî gerçekler o halk tarafından benimsenecektir. Bu sayede dinler tarafından eğitilmiş ve bilinçlendirilmiş “MUSLİH HALK”, partiler kuracak, işyerleri kuracaktır. Partiler siyaset yapacaklar, iş adamları ekonomi ile ilgili işleri yapacaklar. İşte, bir ülkede böyle bir düzen varsa o devlet yıkılmaz.

Akevler 1960’larda bu yöndeki çalışmalarına başladı. Siyasette Necmettin Erbakan’ı, dinde Fethullah Gülen’i, ekonomide Ahmet Tahir Satoğlu’nu, ilimde önce Süleyman Tunahan cemaatini, muhatap bulamayınca Hayrettin Karaman’ı destekledi. Bugün Türkiye’nin geldiği yer burasıdır. Devlet bu çalışmalar sayesinde yaşamaktadır.

Devletimizin yaşayabilmesi için yeni bir hamleye ve yeni muslihlere ihtiyaç vardır.

وَمَا كَانَ رَبُّكَ

Va MAv KAvNa RabBuK

“Ve Rabbin, değildir”

Burada atıf “Rab” kelimesinin tekrarı ile “Leyuvaffiyennehum Rabbuke amalehüm” ifadesine atıftır, Allah onların amellerini ifa edecektir. Herkesin amellerini ifa edeceğiz diyor. Orada kişilerin amellerinden bahsediyor.

Bu dünyada adalet yoktur. Savaşta nice iyi insanlar şehit olur. Kimi hasta yaratılmıştır. Kimi kördür. Allah âhirette bunlara ona göre makam verecektir. Burada uğradıkları haksızlıları orada kat kat giderecektir. Âhirette herkesin amelleri ve uğradıkları zulümlerin kefaretini ikramları ile giderecektir. Bu dünyada ise kişilere değil topluluklara adil hükümler uygulanmaktadır. Halkı muslih iken helak edilmemektedir.

“Rabbin” diyor. Topluluk insanlar için vardır. Bu dünya insanların eğitim dünyasıdır. Bütün bunlarda gaye insanları daha ileri yere yani âhirete taşımaktır. “Rabbin” diyerek insanlığın gayesine işaret ederek tüm olanların ona göre açıklanması gerektiğini bildirmiş oluyor. Sonra yaptığı atıf çok geçmişte kaldığı için kelimeyi tekrar ederek atıf yapmıştır.

“Mâ Kâne” ya ‘değildir’ manasında veya ‘olmadı’ manasındadır. Değildir manasındadır. Yani Allah’ın varlığı karyeleri helak etmek için değildir, ıslah etmek içindir. Ehli muslihse o devletler helak olmazlar. Muslih olmaktan çıktıkları zaman Allah helak eder.

“Rabbin” diyerek insanın şahsına hitap etmektedir. İnsan tanrısını kendisinde bulmalıdır. Ben yoktum, var oldum. Ben acizdim, büyütüldüm. Ben bilgisizdim, bilgilendirildim ve bugünkü duruma geldim. Beni bu duruma getirtmişse, işte O benim rabbimdir. Bu dağsa dağ rabbimdir, inekse inek rabbimdir, bu güneşse güneş rabbimdir. İnsan değildir. Allah da her insana ayrı ayrı hitap ederek çevre ile olan ilişkiler hakkında bilgiler vermektedir.

İnsanlık geçmişten bugüne dek hep uygarlaşa uygarlaşa gelmiştir. Mikroplarla savaşan canlılar hep zafer kazana kazana geldiler. Yoksa milyarlarca yıl içinde helak olup giderlerdi.

Bana “Rabbin” diyen Rabbimi can kulağıyla dinlemeliyim.

لِيُهْلِكَ الْقُرَى

Li YuHLiKa elQuRAy

“Karyeleri helak etmek için”

Allah vardır. Kimse O’nu var etmedi, O da kendi kendisini var etmedi. Kâinatı ve tüm insanları O var etti. Bizim O niye var deme salahiyetimiz yoktur. Bizim olanları olduğu gibi öğrenip bize düşen görevi yapmamız gerekir.

Bizim onu beğenip beğenmeme şansımız olmadığı gibi bizim seçeneklerimiz de yoktur. Cehennem olmasaydı daha iyi kâinat olurdu gibi bir düşünce imkânına sahip değiliz.

Böyle olmuş ama başka türlü olabilir mi idi?

Olmayan olanla kıyas edilemez, olanla kıyas edilir. Kaldı ki, biz var etmiyoruz ki şöyle yapalım böyle yapalım diyebilelim. Bizim yapacağımız şey bize ne görev verilmişse, verilen imkânlarla onu yapmaktan ibarettir.

Allah kendisi bildiriyor ve diyor ki; zulmetmek için değilim, zulüm yapmıyorum, adalet içinde iyisini yapıyorum. Allah’ın zalim birisi olmadığını bize bildiriyor. Dolayısıyla yaptıkları işlerin zulüm olmadığını söylüyor.

بِظُلْمٍ  

BiJuLMin

“Zulümle”

Zulüm aracıyla helak etmek için değilim.

“Zulüm” kelimesi “Nur” kelimesi ile karşılaştırılır.

“Nur” aydınlıktır, ışıktır. Kurallı hikmetli hareket etmek “nur” olarak, kuralsız ve gelişigüzel hareket etmek “zulüm” olarak ifade edilmektedir.

Senin Rabbin karyeleri helak etmek için var değildir.

وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117)

Va EaHLuHAv MuÖLiXUvNa

“Ve ehli muslih iken.”

Buradaki “Vav” hal vavıdır.

Karyelerin halkı yani devlet halkı millet muslih iken helak edecek değildir.

Burada çok dikkatle üzerinde durmamız gereken bir husus vardır. Ehli salih iken demiyor. Ehli salih olmasa da eğer ehli ıslah etmeye çalışıyorsa o devlet yıkılmaz.

“ADİL DÜZEN” karyeleri ıslah çabasıdır. Halkımız buna katılmıştır. Bu sebeple Türkiye devleti helak olmamıştır. Islah etmiş değildir, ıslah çabasındadır. Islah çabasında olduğumuz müddetçe karyeleri helak etmez.

Hazreti Nuh ve Hazreti Musa artık bunlar uslanacak değildir, azabından başka yapacağın bir şey kalmadı dedikten sonra helak edilmiştir. Biz daha Türkiye halkından ümidimizi kesmiş değiliz. 2002 seçimleri, 1 Kasım 2015 seçimleri bu hususu teyit etmiştir. 7 Haziran’da uyarısını yapmış, 1 Kasım’da da yeniden fırsat tanımıştır.

AK Parti bu uyarılara da kulak vermez ve yine Kur’an düzenine cephe almaya devam ederse ve Allah da uyarılardan sonra yola gelmeyen devleti helak etmezse, zalim olmaz mı, üçüncü binyıl insanlarına zulmetmez mi?

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ (118)

Va LaV ŞAvEa RabBuKa La CaGaLa elNavSa EümMaTan VaXıDaTan Va LAv YaZAvLUvNa MuPTaLiFIyNa

“Ve Rabbin isteseydi nâsı vahid ümmet yapardı. İhtilaf olarak zeval olmazlar.”

Hiçbir şey yapmayan bir tanrı elbette tanrı değildir. Böyle bir tanrı yok demektir. Bir şeyler yapıyorsa ve onu kendi gücüyle yapıyorsa o tanrıdır. Bir başkasına muhtaç değil ama başkalarını var edebiliyor. Onun ihtiyacı var etmedir. Ne var ki bunu veya şunu var etmek değil de herhangi bir şeyi var etmek Tanrı’nın ihtiyacıdır. O halde bir Halik var bir de mahlûk var. Mahlûkun var olması için Halika ihtiyacı vardır ve onu değiştirme imkânı yoktur. Hilkat yalnız bir mağazada vardır, başka mağazada yoktur. Allah mahlûku çeşitli mağazalarda bulmaktadır ve o mağazaları da kendisi var etmiştir.

İşte, Rab O’nun için meşieti olan varlıktır, bunu veya şunu yapmak zorunda değildir. O kendisine muhatap bir varlık var etmek zorundadır. Tanrılık bunu gerektirir. Yoksa hiçbir şey yapmaz biri olurdu. O dört çeşit muhatap seçmiştir. Melekler ve ruhlar evrime tabi değildir, küçükten doğup büyümezler, kırk yaşında var olurlar, sonra da değişmezler, onlar için ölmek de yoktur. Allah önce cansız malzemeyi var etti. Madde parçacıklardan ibaret idi. Bunları birleştirip cisimler yaptı ve cisimleri kullanarak melekleri ve ruhları görevlendirdi. Onları istihdam ederek insan ve cinlerin yaşaması için gerekli olanları hazır ettiler. En son insanın yaşayabileceği hale getirdiler. Kâinat yaratıldı ve sonunda insan var edildi. Bundan sonra insandan daha ileri varlık var edilmeyecek, insan mahlûkatın ahseni olacaktır.

Evrim çatışmaya ve yarışmaya dayanır. Tüm canlılar sürekli olarak çatışma ve dayanışma içindedirler. Ya bir olup dayanışma içinde işbirliği yapar, ortak savunmaya geçer ve başkalarına saldırıp yerler yahut kendileri yem olurlar. Beslenirler ve besin olurlar. Diğer canlılarda çatışma vardır, dayanışma vardır. İnsanlarda ise bir de yarışma vardır. Yeryüzünde kötüler vardır, iyiler vardır. Bunlar arasında çatışma mevcuttur. İnsanlarla çatışabilecek başka varlık olmadığı için insanlığın mikrobu yine insanlardır.

Çatışmanın karşısında dayanışma vardır. Böylece diğer canlılar gibi tek millet hâline gelirler. İnsanlara özgü bir de yarışma vardır. Çatışma ile yarışma arasındaki temel fark, yarışma başkasından daha iyi yapma çabasıdır, başkalarının zararına iyi olma değildir. Yarışmada çıkar paralelliği vardır. Zenginler çok kazanırlarsa, üretim çok olursa fakirler de yararlanırlar. Onlara iş verilir. Mallar ucuzlar, daha fazla mal alabilirler. Ayrıca onlardan alınan vergilerle ortak işler yapılır, bizim için daha rahat yaşama imkânı sağlanır. Bir de yeryüzündeki arazi paylarının kirası vardır. Bu yarışmadır.

Çatışma ise diğerlerinin zararına, başkalarının zararına kazanmadır, hatta onu besin yapıp yok etmedir. Buna ihtilaf denmektedir.

Yarışanlar ihtilaf içindedirler, çatışanlar ise adavet içindedirler.

“İhtilaf” iftial babından getirilmiştir. Çünkü onlar birdirler ama sadece görüşlerinde ayrılmaktadırlar, kendi kendilerine ihtilaf etmektedirler.

Sonuç olarak yeryüzünde iki millet vardır; biri İslâm ümmeti, diğeri küfür milleti. Bunlar arasında cihat vardır, kıtal vardır. Ayrıca her iki millet içinde alt gruplar vardır. Bunlar ümmettir. İslâm ümmeti arasında çatışma yoktur. Onlar ihtilaflarını hakemler nezdinde hallederler. Herkes hakemler kararına -idam da olsa- kendi iradesi ile uyar.

Allah isteseydi elbette çatışmaya ve yarışmaya dayanan bir düzen oluşturmazdı. O böyle oluşturmuş. O’ndan daha iyisini yapabildiğimiz zaman O’na caka satabilirdik, bak sen beceremedin, biz ise becerdik diyebilirdik. Oysa bizim böyle bir gücümüz ve imkânımız olmadığına göre demek ki ondan daha akıllı değiliz. Değiliz, çünkü bu aklımızı da O verdi. Hangi cüretle kalkıp O’na akıl vermekte olabiliriz.

Bu açıklamalarla Allah bizlere şunları söylemektedir.

1- Kâinatta olan her şey benim takdirimledir ve benim istediğim olmaktadır. Siz bu oluşlardan sıkılmayın.

2- Siz, ben size ne vazife vermişsem onu yapın. Sizin amellerinizi asla boşa çıkarmayacağım. Bu dünyada haksızlığa uğrasanız bile âhirette size hakkınızı bire on vereceğim.

3- Küfür milleti ile çatışın, aranızda yaraşın. Topluluklar olun, oyununuzu iyi oynayın. Görevinizi yapmazsanız ben sizi cezalandırırım.

4- Hiç kuşkunuz olmasın, ben sizinle beraberim, sonunda siz galip geleceksiniz.

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ

VaLaV ŞAvEa RabBuKa

“Ve Rabbin meşiet etseydi”

“Va Ma KAvNa RabBuKa” dedikten sonra “VaLaV ŞAvEa RabBuKa” demektedir. Buradaki “Şae” “Kâne”ye atfedilmiştir. Rabbin öyle değildir. “Rabbin meşiet etseydi” diyerek “Rabbin” kelimesini tekrar etti. Sadece “Şae” diyebilirdi. “Şae Rabbuke” dedi. “Kâne” olan Rab kendisinin de iradesi dışında olan Rabdır. O öyledir. O’nu öyle yapan kendisi değildir. O ezelden kendi iradesi dışında öyledir. O halde Allah zulmetme gücüne sahip değildir. O zulmeder değil adleder durumdadır.

Tarihte uzun tartışmalar vardır. Allah’ın dışında O’nun yaptıklarını doğru veya yanlış diyecek bir akıl var mıdır? Mutezile böyle bir aklı kabul eder ve Allah’ı o aklın kuralları içinde hapseder. Ehli Sünnet bunu şiddetle reddeder. Allah’ın dışında hiçbir şey yoktur, akıl da yoktur, akıl da onun mahlûkudur. O halde Allah layüseldir. İyilik diye bir şey yoktur, kötülük diye bir şey yoktur. O bir şeye iyi dediği için iyidir. O bir şeye kötü dediği için kötüdür. Bugün bu tartışma hukukta mevcuttur. Pozitif hukukçular bir şeye kanun iyi demişse o iyidir, kötü demişse kötüdür derler. Kanunun üstünde bir akıl yoktur. Anayasa Mahkemeleri kanunların Anayasa’ya uyup uymadığını kontrol ederler.  Hâkimler kendileri değiştirmez.

Bizim Anayasamızda "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." Kanunların Anayasa dışında ölçülülük ilkesine aykırı olmaz demek suretiyle pozitif hukuktan doğal hukuka kaymıştır.

Bu ayet bize diyor ki; senin Rabbin layüseldir, dolayısıyla istediği zaman zulüm de yapabilir. Ama O Kâinatı var etme iradesini ortaya koymuş ve orada adil olacağını, zulmetmeyeceğini takdir etmiştir. Allah da kendi kendisini tekzip etmeyeceği için Allah kendisinin var ettiği aklın dışına çıkmaz. Çıkamaz değil, çıkmaz.

Demek ki Ehli Sünnetin dediğini temel olarak kabul ediyoruz. Bilfiil Mutezilenin dediği doğrudur diyoruz. Buna da delilimiz buradaki “Rabbuke” kelimesinin iadesidir. O yerde bir ilahtır, o gökte bir ilahtırdaki farklılık gibi bir farklılık vardır. Allah tektir ama görüntüsü farklıdır. İlahi taraftan baktığınızda Allah zulüm de yapabilir ama beşeri tarafından baktığınızda Allah zulüm yapmaz.

لَجَعَلَ النَّاسَ

La CaGaLa elNavSa

“Nâsı ca'l ederdi”

Burada “LeHaLaka el-Nâse” dememiş de “LeCeale el-Nâse” diyor.

Başlangıçta insanlar ayrı ayrı tek başına yaşayacak şekilde yaşamaya başladılar. İlk canlılar gibi tek hücreli olmuşlardır. Sonra zamanla birleşerek topluluklar oluşturdular, ümmetler oldular. Bu sonradan olmaları sebebiyle “haleka” kelimesini değil de “ceale” kelimesini kullanmaktadır. “Nâs” kelimesi “ins” kelimesinin müfret olanıdır. “el-ünas” de “en-nas” olarak da okunabilir. El-ünas Kuran’da marife olarak geçmemektedir. Ancak eğer Arapça’da marife kullanımı varsa bu çoğul diğer çoğuldan farklı şekilde kullanılmaktadır. Hitap ettiğiniz insan topluluğuna “ey nâs” dersiniz; ey sizler demektir. “İnsan” tek kişinin ismidir. Karine yoksa “en-nâs” da yeryüzündeki tüm insanları içermektedir. “İnsan” göklerdeki gezegenlerde olan insanı içerdiği halde, “nâs” yalnız dünyadaki insanları içerir. “Unas” da böyledir.

Burada zikredilen bütün insanlardır. Yeryüzündeki insanlardır. Başka gezegenlerdeki insanlar da tek ümmet olarak düşünülebilir ama yerdekilerle oradakiler arasında tek ümmetlik söz konusu olmaz. Onun için sadece yeryüzündeki insanlıktan söz edilmektedir.

أُمَّةً وَاحِدَةً

EümMaTan VaXıDaTan

“Vahid ümmet”

Kur’an insanların tek ümmet olarak yaratıldığını, sonra ihtilaf ederek ümmetler olduğunu beyan eder.

Darwin türlerin zamanla seleksiyon (seçicilik) yoluyla oluştuğunu söylemektedir. İnsan da başlangıçta topluluk değilken, sonra topluluklar haline geldiğini kabul eder.

Marks buna dayanarak topluluk sonradan icat edilmiş bir şeydir diyerek, devletsiz bir insanlık istemektedir.

Oysa Kur’an insanın başlangıçta ümmetsiz değil tek ümmet olduğunu söylemektedir. Bugün insanın tek anne babadan türediği kesin olarak ispatlanmıştır. Hatta ilk topluluğun yeri bulunmuş ve oradan dağılma ve çoğalma yerleri bulunmuştur.

İnsanın diğer toplu yaşayan canlılardan başka bir farkı, bir ferdin değişik topluluklara üye olabilmesidir. İnsan beldesinin ayrı sakinidir, devletinin ayrı vatandaşıdır. Kendi ulusundan başka insanlığın ferdidir. Böylece tek ümmet olan insanlık ortadan kalkmış değildir. Onun içinde değişik ümmetler oluşmuştur. İlk ümmet ortadan kalkmadığı içindir ki ülkeler varken insanlık da vardır. İller varken ülkeler de vardır. İller varken bucaklar da vardır. Buna delil Zuhruf Suresi’ndeki ayettir. İnsanlar tek ümmet olsaydı kâfirlerin tavanlarını altın yapardık diyor. Yapmadığına göre tek ümmetiz.

Demek ki insanlar hem bir millettir hem de çok millettir. “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” bu esasa dayanmaktadır. Yerinden yönetim sistemi bunu gerçekleştirmektedir. Ortak işlerde insanlık kademe kademe tek millettir. Kendi içlerinde bağımsız olmaları nedeniyle insanlık, ülkeler, iller, bucaklar, hattâ ocaklar ayrı ayrı ümmettir.

Buradan anayasada önemli hukuk ortaya çıkar. İl bucaklar birliği değildir. Bucak ayrı ümmettir. İl ayrı ümmettir. Merkez bucakların halkı illerin merkez bucağını oluştururlar. Tüm taşra bucaklarının halkı da ayrıca il halkıdır. Yani bir kişi bucağına, iline, ülkesine ve insanlığa ayrı ayrı üye olup bucağa üye olduğu için ilin üyesi değildir. Bu sebepledir ki ilde nöbetli olanlar ülkede bedelli olabilirler.

وَلَا يَزَالُونَ

Va LAv YaZAvLUvNa

“Ve zeval bulmazlar”

“Zeval” öğle vaktinde Güneş’in en yüksekte olduğu yer, “zail” olmak çökmeye başlamak, gücünü kaybetmek, “tezevvül etmek” dağılmak demektir.

İnsanlar kıyamete kadar ihtilaf içinde olacaklar. Bu insanlara has bir özelliktir. İttifakları ile merkezi topluluklar oluşturacaklar, ihtilaf ettikleri ile de ayrı ayrı taşra toplulukları oluşturacaklardır. Kişi istediği toplulukta bulunabilecektir. İlin merkez bucaklarında bulunursa il halkı ile ittifaktadır. Kendi taşra bucağında bulunduğunda il taşra bucaklarının halkı ile ihtilaf halindedir.

Bunun dışında herkes kendi içtihadı ile amel edecek, istediği sözleşmeyi yapacak, istediği ocakta ve bucakta yaşayabilecek, her zaman dayanışmasını ve bucağını değiştirebilecek, aralarında çıkan ihtilafları hakemlerle çözecektir. Hakem kararlarına uyanlar hak toplulukları oluşturacaklardır, hakem kararlarına uymayanlar batıl toplulukları oluşturacaklardır. Aralarında yarışma değil çatışma vardır.

“ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” yeryüzünde mevcut anayasaların konularını ele almıştır. Mevcut yapı günün uygulamasından öğrenilmiştir. Sonra kitaba, sünnete, icmaya dayanarak fukahanın geliştirdiği usulü fıkıh içinde içtihat edilmiştir.

İtiraf etmek gerekir ki fıkıhçıların metodunu alıp uygularken onların Kur’an’a aykırı içtihatlarını bulup ayıklamak çok zor olmuştur. Yıllarca yapılan hatalar ancak sonraları düzeltilmiştir. Bizim fıkhımız böyle oluşmuştur. Kooperatifte yaptığımız ve uyguladığımız içtihatlarımızdır ve bizim fıkhımızdır.

Tekrar edecek olursak; ihtilaflarımızı çözerken:

a) İhtilaf ettiğimiz hususlarda birbirimize karışmamak, herkese kendi içtihadı ile amel etmek gerekir. Demek ki ekseriyet kararı yanlıştır. İttifak ettiğimiz hususlarda merkezi ümmet olalım, ihtilaf ettiğimizde taşra ümmeti olalım.

b) Özgürlük içinde sözleşmeler yapalım. Bu bizi taşra ümmeti yapsın. Sözleşmeyi sona erdirme hakkımız olsun ama sözleşme yürürlükte iken onunla yükümlü olalım.

c) Birlikte iş yapabilmemiz için aramızda birini sorumlu yapalım ve işte ona uyalım. O topluluk içinde kaldıkça ona muhalefet etmeyelim. Ama her zaman ayrılma imkânımız olsun. O halde kendi seçtiğimiz başkanımızın koordinasyon görevindeki yetkililerine uyalım.

d) Aramızda niza olursa hakemlere gidelim, birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçsin, başhakemi de hakemler seçsin, onların kararı kesin olsun.

مُخْتَلِفِينَ (118)

MuPTaLiFIyNa

“İhtilaf edenler olacaktır”

Fransa’da benim yaptıklarıma benzeyen bir davranış muhalefet değildir. Muhalefet aynı toplulukta aynı yerde farklı yöne çekmedir. Bir ipi iki taraftan çekerseniz o ip gerilir ve üzerine asılmış olan eşya yukarıya kalkar. İşte bu iki kimse birbirine muhalif hareket etmektedir. Ama sonunda ortak bir ürün ortaya çıkmaktadır. Toplulukta da farklı içtihatlar birbirine muhaliftir ama sonuçta hepsi bir bütünü oluşturur.

Kâinat da böyledir. Güneş Yer’i çeker, Yer ise kaçmaya çalışır, denge oluşur ve biz yerimizde kalırız. Yer Güneş’e muhaliftir ama bu sayede denge oluşmakta ve biz yaşamaktayız. Eğer Yer Güneş’e muhalif olsaydı Güneş düşer ve kaybolup giderdi.

“Muhtelifîn” kurallı erkek çoğul getirilmiştir. Çünkü muhalefet aynı topluluk içinde olur. Hattâ diyebiliriz ki muhalefet varsa topluluk vardır. Birisinin dediklerini yapmak topluluğu dağıtır.

Erdoğan ‘ortak akıl’ diyerek sürekli istişareler yaparak kararlar aldı.

Sonra herkes ona cephe alınca istişareden vazgeçti.

Kur’an istişareyi sürdürmeyi ama karar alırken kendi aklıyla almasını emretmektedir. Sorumlu olmayanların görüşleri kararda doğru olduğu için etki etmelidir. Kararı sorumlu almalıdır. İlgililer hakemlere gidebilirler.

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (119)

EilLAv MaN RaXıMa RabBuKa Va LiÜAvLıKa PaLaQaHuM Va TamMaT KaLiMaTu RabBiKa LaEaMKaEanNa CaHanNaMa MiNa eLCinNaTi Va elLNAvSı EaCMaGIyNa

“Rabbinin rahmet ettikleri dışında... Ve onları öyle halk etti ve Rabbinin kelimeleri tamamlanmıştır. Cehennemi insan ve cinden olanlarla birlikte imla edeceğim.”

“Allah’ın rahmet ettikleri dışında” diyerek bunların ihtilaftan kurtulacaklarını bildirmiş oluyor. İhtilafa düşecekleri değil de her zaman ihtilaf içinde olacakları beyan edilmektedir. Bu rahmet de hakemlerin kararıdır.

Bir işin sorumlusu vardır. Namaz kıldırırken imam benzeridir. Herkes ona uyar ve ona göre hareket eder. İş yapanlar arasında bir ihtilaf olursa sorumlunun geçici hükmü ile ihtilaf sona erer. Sorumlunun işe katılanı işten uzaklaştırma yetkisi vardır. Kişi de işi terk edebilir. Ne var ki sonra mağdur olan hakemlere gider. Hakemlerin kararı ile mağduriyet giderilir.

Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer, başhakemi de hakemler seçer ve onların kararlarına taraflar rızaları ile uyarlar.

Burada hakem kararları “Rabbin rahmeti” olarak zikredilmiştir. Hakem kararlarını Allah ve resulünün kararı olarak görmektedir. Kur’an’da bu tabir çok geçmektedir ve biz bunu böyle manalandırıyoruz. Uyum vardır.

“Rabbin” kelimesi bu ayette iki defa tekrar edilmiştir. Daha önceki tekrarla dört defa tekrar edilmiştir Hepsi “Rabbin” olarak belirlendiğine göre adeta Tanrı insanı var etsin diye vardır. Halik Tanrı’dır, tektir ama mahlûk içinde insan merkezdedir, ahsen-i mahlûkattır.

TANRI’NIN DÖRT GÖRÜNÜŞÜ VARDIR yani biz Tanrı’yı dört ayrı yönde görürüz. O’nun ciheti yoktur ama biz O’nu cihetsiz düşünmeyiz. Bu ayette dört defa tekrar edilmesi bu dört tezahür yönünü belirler.

a) TANRI’NIN VARLIĞI, VACİBU’L-VÜCUT OLMASI. Sonradan var olmamış olması. Kendisinin de kendisini var etmediği yönüdür. Bu yönüyle O’nun dışında hiçbir şey yoktur. Tasavvuf ehli “Lâ mevcude illellah” demektedirler; Allah’tan başka hiçbir şey yoktur, mevcut değildir, zaman içinde değildir.

b) HALİK OLAN RAB. Mahlûku var etmiştir. Etmektedir. Bizim üç boyutlu uzayımızın, kürsinin ve arşın rabbi, canlıların ve cansızların rabbi, meleklerin ve ruhların, cinlerin ve insanların rabbi. Halikin yanında mahlûk da var. Rab burada herkesin rabbidir, iyilerin ve kötülerin de rabbidir, hepsini O var etmiştir, O yaşatmaktadır.

c) İYİLERİN RABBİ. İyiler ile kötüleri var etmiş, onlara hep imkânlar sağlamıştır. Ama kıyamete kadar iyileri kötülere galip getirecektir. Sonra da iyileri cennete götürecektir. Burada taraf olan Rab vardır. İyilerin yanında Rab vardır. Burada görünüşü de farklıdır.

d) HERKESİN RABBİ. Rabbin yukarıda zikredilen üç yönü, üç farklı rab oluşu daha önceleri de açıklanmıştı. Bu ayette ise rabbin dördüncü görünüşünden bahsedilmektedir, bu da cehennemdekilerin de rabbi olmasıdır. Yani cehennem bir işkence merkezi değildir, cehennem bir eğitim merkezidir. Cennet gibi cehennem de ayrı âlem olarak var edilmiştir, orada da rabdir.

Bir bidona yukarıdan bakarsanız daire olarak görürsünüz. Yandan bakarsanız dikdörtgen olarak görünür. Görünüş farklıdır ama bidon tektir. Tanrı da bize Kur’an’da farklı olarak anlatılır ama gerçekte birdir. “Rabbin, Rabbin, Rabbin, Rabbin” demesi ile Onun tek rab olduğu belirtilmiştir. Ama zamir yerine zikredilmesi O’nun farklı rab olarak tezahür ettiği ifade edilmektedir.

Sûre bize Hazreti Nuh’tan başlayarak değişik inkılâplara, 20’inci yüzyıla nasıl geldiğimizi anlatmaktadır. Sona yaklaşırken inkılâbın hikmetlerini sıralamakta, Kelam İlmi yapılmaktadır. Kavramadaki zorluk buradadır. Zulüm etmeyen Tanrı var ama cehennemde yakan Tanrı var. Cehennemi doldurmayı da kendisi planlamıştır.

İblis; ‘ben insandan daha iyiyim, çünkü beni ateşten yarattın, onu topraktan’ diyor. Demek ki yaratılış bakımından ateşteki hayat topraktaki hayattan daha ilerdedir. İnsan cehenneme gittiği zaman cennetten daha üstün bir alana gidecektir. Kendisi büyük ıstırap çekecektir ama burada eğitildikten sonra belki cennettekilerden daha ileri bir hayat yaşayacaktır.

Bu âyet çok önemli bir hususu beyan etmektedir. Cehennemde cinler ve insanlar birlikte olacaklar yani insanlar da cinlerin hayatına dönüşeceklerdir. Bu hususta orada ne ölürler ne yaşarlar ayeti açıklanırken açıklanmıştır. Cehennemden cennet hayatına geçerken ipek böceğinin başkalaşımı gibi koza dönemini geçirirler. “GÜNEŞ’TE HAYAT” makalemde cinlerin nasıl yaşadığı açıklanmıştır.

“Ecmeîn” diyerek orada cinlerle insanların birlikte yaşayacakları ifade edilmiştir. Bugün biz cinlerle görüşemiyoruz. Görüştüklerini iddia edenler vardır. Ama cehennemde onlarla beraber olunacaktır.

“Rabbin böyle yarattı” diyor. Yani onların hareketleri yaratılışları sebebiyledir. Bizim onları değiştirmemiz mümkün değildir. Yeryüzünde fesat kalkmayacaktır. Nasıl mikropları da Allah yarattı ve dengenin sürmesi için görevli iseler, kötüler de yeryüzünde böyledirler, görevlerini yaparlar. Ama galip gelen daima iyilerdir.

“Böyle yarattı” demek, ihtilaf etsinler ve hakem kararlarına gönül rızası ile uymasınlar şeklinde yaratmıştır. Sonunda tüm Arabistan Kur’an’a teslim olmuştur. Çünkü görevleri bitmiştir. Sermaye de şimdiye kadar görevli idi. Faizli sistemde sanayi inkılâbı yapacaktı. Şimdi görevleri bitti, onlar da Mekke ehli gibi çekilip gideceklerdir. Bu süreç kanlı mı kansız mı olacak? Bunun kararını kendileri vereceklerdir.

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ

EilLAv MaN RaXıMa RabBuKa

“Sadece Rabbinin rahmet ettikleri”

İnsanlar en gelişmiş ve güçlü varlıklardır. Onları yenecek canlı yoktur. Onların dengesi aralarındaki çatışma ile oluşur. Sadece Allah’ın rahmet ettiği kimseler aralarında çatışarak ve yarışarak dengeyi oluştururlar. Yarışmada kazanan çevresine de kazandırmış olur. Bir şeyi ucuz elde ediyorsa ondan herkes kazanır. Pahalı elde eden de kazanır. Çünkü pahalı elde eden de o işi bırakıp başka iş yapar, onu daha ucuz elde eder. İktisatçılar buna “fırsat maliyeti” diyorlar.

“Rabbin kime rahmet ederse” denmiştir. Bu rahmet ettiklerini seçerken kimisinin ameline bakar. Salih amel eden ihtilaftan ancak Rabbinin rahmeti ile kurtulur.

“Rabbin” deniyor. Çünkü ihtilaf da insanlığın uygarlaşması içindir, ittifak da.  Bu sebeple “Rab” kelimesini iade etmiştir. Cehenneme gidenler de Allah’ın Rab iradesi ile gidiyorlar, cennete gidenler de Allah’ın Rab iradesi ile gidiyorlar. Sonu hepsi için hayırdır. Aralarında fark vardır.

وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ

Va LiÜAvLıKa PaLaQaHuM

“Ve onları öyle halk etti”

Cümle fiil cümlesidir. Meful takdim edilmiştir. Onlara muhalefet görevi verdi. Onları kendi iradelerinde serbest bıraktı. Onlar orasını tercih ettiler. Kendi istekleri ile kötülük yapacak şekilde var etti.

Bu husus en zor anlaşılan husustur. Müteşabih…

Bizim mantığımız buna akıl erdirememektedir. İnsanın aklı her şeye ermez. Mesela, sonsuz kavramını insan kavrayamaz, tanımlar ama kavrayamaz. Dört ve beş boyutlu uzayları üç boyutlu uzay kadar matematikle biliyoruz ama onu düşünecek bir beyne sahip değiliz.

وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ

Va TamMaT KaLiMaTu RabBiKa

“Ve Rabbinin kelimesi tamamlandı”

Ne ile tamamlandı?

Onları onun için yaratması ile tamamlandı.

“Kelime” proje demektir, plan demektir. Allah’ın meşietidir.

Projeyi yaparsın, beklersin, günü gelince uygulanır.

Rabbinin kelimesinde uygarlaşma vardı. İnsanların kendi iradeleri yarışarak Rablerine yaklaşmaları vardır. Bunun içinde onları geri çeken bir kuvvetin olması gerekir. Sürtünme olmasaydı gemi denizde hiçbir kuvvet harcamadan giderdi. O zaman da Güneş enerjisine gerek kalmazdı ve hayat olmazdı. Sürtünme olduğu için biz yürüyebiliyoruz, konuşabiliyoruz. Cehennemlikler var oldukları için biz mümin olabiliyoruz. İyilerin iyiliği kötülerin var olması ile olmaktadır. Dolayısıyla onlar da bize rahmettir.

لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ

LaEaMLaEanNa CaHanNaMa

“Cehennemi imla edeceğim”

Cennet var, cehennem var. İnsanların bir kısmı cennete gidecek ama insanın cennete gitmesi için sırtlarına basılacak kimilerinin olması gerekir, onlar da cehennemliklerdir.

Adil Düzen Çalışanları Kur’an düzenini getirecekler, böylece onlar âhirette büyük mertebeler alacaklardır. “Adil Düzen” üzerinde çalışmak için sermayenin sömürüsünün ve bürokrasinin zulmünün olması gerekir. Yoksa bizim işimiz ne olacaktı?

Allah insanı ve kâinatı böyle yaratmış. Allah kâinatını bize beğendirme durumunda değildir. Biz sadece O’nun nasıl yaptığını öğreniriz, niye böyle yaptı diye sınava çekmeyiz. Bizim O’nu sorgulama yetkimiz yoktur.

مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ

MiNaeLCinNaTi Va elLNAvSı

“Nas ve cinlerden”

Bu dünyada cinler vardır, Güneş’te ve yıldızlarda yaşıyorlar. Moleküler kimyaya göre değil de atom fiziğine göre yaşıyorlar. Onlar bizi görebiliyorlar, buralara gelebiliyorlar ama biz oraya gidemeyiz.

Bir su buharı suyun içinde vardır, buzun içinde de vardır. Ama buz buhar içinde olursa hemen erir.

Onların atomları bizim moleküllerden 100 000 defa küçüktür. Dolayısıyla aramızda rahatlıkla dolaşabilmektedirler. Âhirette ise onlar ve insanlar bir arada yaşayacaklar. Çünkü insanlar da cinleşecek, atom yapılarına döneceklerdir. Bu sebepledir ki burada mine’l-cinneti ve mine’n-nâs olarak zikretmedi.

Cehennem esas cinler için var edilmiştir. İnsanlar oraya konuk olarak gideceklerdir. Bu sebeple önce cin sonra nâsı zikretti.

أَجْمَعِينَ (119)

EaCMaGIyNa

“Birlikte”

Evet, bu dünyada birbirinden ayrı yaşarken, hattâ yerleri de ayrı iken, cehennemde birlikte yaşayacaklardır. Onların uzayı ayrı olacaktır. Cehennemde olanlardan bazıları orada eğitimlerini tamamladıktan sonra bir krizalit dönemini geçirerek moleküler yapıya kavuşacak ve cennete gidebileceklerdir. Bir kısmı ise ikinci zamanın sonuna kadar orada kalacaktır.

Bu konular ancak Matematikle bilinir, beyinde tasavvur etme zordur.

Mekân dışı olma, zaman dışı olma ne demektir?

İnsan için bu mümkün değildir, Allah için mümkündür.

A=A’dır. 1=1’dir.

Dolayısıyla A+A=A’dır.1+1=1’dir.

 

 


HUD SÛRESİ TEFSİRİ(11.SÛRE)
1-1 VE 3.AYETLER
1397 Okunma
2-4 VE 6.AYETLER
1317 Okunma
3-7 VE 9.AYETLER
1363 Okunma
4-9 VE 12.AYETLER
1672 Okunma
5-13 VE 16.AYETLER
1221 Okunma
6-17 VE 22.AYETLER
1278 Okunma
7-23 VE 24.AYETLER
1261 Okunma
8-25 VE 27.AYETLER
1314 Okunma
9-28 VE 31.AYETLER
1423 Okunma
10-32 VE 36.AYETLER
1328 Okunma
11-37 VE 40.AYETLER
1320 Okunma
12-41 VE 44.AYETLER
1397 Okunma
13-45 VE 47.AYETLER
2077 Okunma
14-48 VE 49.AYETLER
1338 Okunma
15-50 VE 52.AYETLER
1365 Okunma
16-53 VE 57.AYETLER
1287 Okunma
17-58 VE 60.AYETLER
1342 Okunma
18-61 VE 63.AYETLER
1315 Okunma
19-64 VE 68.AYETLER
1622 Okunma
20-69 VE 73.AYETLER
1730 Okunma
21-74 VE 78.AYETLER
1427 Okunma
22-79 VE 83.AYETLER
1505 Okunma
23-84 VE 86.AYETLER
1317 Okunma
24-87 VE 89.AYETLER
1404 Okunma
25-90 VE 95.AYETLER
1227 Okunma
26-96 VE 101.AYETLER
1441 Okunma
27-102 VE 108.AYETLER
1463 Okunma
28-109 VE 113.AYETLER
1521 Okunma
29-114 VE 116.AYETLER
1395 Okunma
30-117 VE 119.AYETLER
1253 Okunma
31-120 VE 123.AYETLER
1313 Okunma