YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1224 Okunma
101 VE 104.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-32

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا تُغْنِي الْآيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ (101)فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ إِلَّا مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ قُلْ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ (102) ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِنِينَ (103) قُلْ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي شَكٍّ مِنْ دِينِي فَلَا أَعْبُدُ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلَكِنْ أَعْبُدُ اللَّهَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (104)

 

قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا تُغْنِي الْآيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ (101)

(QuL uNJuRUv MAv ÜAv Fıy elsAMAvVATı Va eLEaRWı Va MAv TuĞNıy elEAvYAvTu Va elNuÜuRu GaN QaVMın LAv YuEMıNUvNa)

“Kavl et. Nazar ediniz. Bu semavat ve arzda olanlar nedir? Âyetler ve inzarlar iman etmeyen kavma iğna etmez.”

Bu sûre Hazreti Nuh peygamber kıssası ile Hazreti Musa peygamber kıssasını içerir. Bir de sadece Hazreti Yunus’un kavminden bahseder.

Bu sûrede yeni şeriat uygarlığının oluşması anlatılmaktadır.

Tarihte böyle yeni şeriat üç defa kurulmuştur. Hz. Nuh, Tevrat ve Kur’an uygarlıkları insanlığın yapısını kökten değiştirmiştir. Hazreti Yunus peygambere temas etmesi de bu konuda bazı ipuçları vermektedir.

Ninova tarihi gelecekte aydınlanacak, onların uygarlığı bize örnek hükümleri içerecektir. En önemlisi barış içinde uygarlaşmasıdır. Kur’an uygarlığı da sonunda Arabistan helak olmadan kurulmuştur. Bizim uygarlığımızın da barış içinde kurulması beklenmektedir.

Devlet başkanımızın “faizsiz sisteme” karar verdiğini uzaktan duyuyoruz. Bunu Akevler’siz yapmasına imkân yoktur. Akevler’le de işbirliği hâline gelince oluş tamamlanmış olur.

Kur’an uygarlığı 23 senede oluştu. Bunun 13 senesi Mekke’de geçti, on senesi de Medine’de geçti. Medine’de birinci Kur’an uygarlığının bütün temelleri atıldı. Medinelilerle Mekkelilerin ittifakına benzer bir ittifak Ak Parti ile Akevler arasında olabilir. Bu takdirde bu on sene içinde de insanlık hak uygarlığı kurulabilir. Yani Hazreti Yunus kavmi gibi insanlık çağımızda da helâk kafilesini vermeden üçüncü binyıl uygarlığına girebilir.

Hazreti Yunus peygamberin kıssasına temas ettikten sonra bize hitap etmeye başlamıştır. Yani helâk olmadan acaba üçüncü binyıl uygarlığına nasıl girebiliriz? İnşaallah bize bunu öğretecektir. Kur’an’ı insanlığa tebliğ etmekle görevli olduğumuzu bu “Kul” bildirmektedir. Nitekim Erbakan’ın dünyaya yaptığı konuşmalarla bu duyurulmuştur.

“Semavat ve arza nazar ediniz.”

“Nazar etmek” demek, orada olanları yakından görmek demektir. Basar kuşbakışı genel olarak görmektir, külli görmektir. Oysa nazar küllün cüzlerini görmektir. Basarla genel görünüş kavranır ama incelikleri bilinemez. Nazarda ise genel görüş görülmez, incelikleri kavranır. Ekonomide nazar mikro ekonomidir. Basar ise makro ekonomidir. Allah bize nazar etmemizi söylemektedir. Arapçada emir sigası nazar edelim anlamına da gelir.

Semavat ve arzda ne var?

Bugün azami hızın ışık hızı olduğunu biliyoruz, parçacıkların da dalga özelliği vardır. Bunları çözmekle arzda bulunan bütün maddelerin özelliklerini bilmekteyiz. Doppler Kanunu ile de çok uzaktaki yıldızları artık yakından tanıyoruz.

Demek ki bu âyetin nazar edinizi ancak yirminci yüzyılda mümkün olmuştur. O halde âyet şimdiye kadar müteşabihti, şimdi muhkem oldu.

Âyet önce soru edatı olan “Mâ”yı getirmekte ve yerin ve göklerin incelenmesini, cüzlerine inilmesini emretmektedir, sonra da “ve” harfiyle bağlanarak nefy manasını getirmekte “ve” ile atfetmektedir. Soru edatına nefy edatını katma fasih olmadığına göre buradaki “ve” mahzuf cümleye atıf yapmaktadır. Hazf olan cümleyi şöyle yorumlayabiliriz.

Nazar ettiğiniz zaman orada âyetler bulacaksınız. Yani geçmişte oluşan olaylar ile bıraktığı izler âyetlerdir. Gelecekte olacak olayların habercisi olan da “nuzur”dur. Bunlardan yararlanabilmemiz için geçmiş olayların bıraktığı izler, geleceğin bulut var yağmur yağacak kabilinden hazırlayıcısıdırlar.

قَوْمٍ   انْظُرُوا   يُؤْمِنُونَ   قُلِ   تُغْنِي   السَّمَوَاتِ َالْأَرْض   الْآيَاتُ َالنُّذُر

عَنْ فِي ذَاوو و لَامَامَا

Âyette 18 kelime vardır. 9’u murab, 9’u mebni kelimedir. Murab demek son harfi cümledeki yerine göre değişmektedir. Mebni olan değişmemektedir. Murab olanlardan dördü fiildir. Dördü harfi tariflidir. Beş tanesi harfi tarifsiz isimdir. 3 “ve” vardır. 2 harfi cer, 2 nefy harfi, bir soru harfi, biri de işaret ismidir. Fiillerden ikisi emirdir, ikisi muzaridir; iman ile iğna muzaridir. Bu âyette “iman” “iğna” ile karşılaştırılmıştır.

Bir âyette böyle kelimeler karşılaştırılır ve bize onun üzerinde düşünme yolunu açar. Bu âyette “nüzür” ile “ayât” bize ilim için önemli iki dayanağa işaret ettiği gibi; “iman” ve “iğna” ile iradi hareketleri ifade etmektedir.

Geçmişten geleceğe gidiyoruz. Geçmişe ait bilgimiz vardır. Geleceğe ait bilgimiz vardır. Biz bu bilgilere dayanarak iman edersek gani yani zengin oluruz.

قُلِ

(QuL)

“Kavl et”

“Kavl” kelimesi sözleşmeyi içerir. “Kelime” sözü sözleşmeyi içermez. Bu sebepledir ki roman kelimedir ama kavl değildir. Sözleşme iki kişi arasında olacağı için dil kuralları içinde söyle dendiği zaman başkalarına söyle anlamı çıkmaktadır.

Kur’an içtihat müessesesini getirdiği için bir kimsenin kendine söylemesi de kavl içine girer. Böylece karar almış olursun. Ağzından çıkmadığı müddetçe bir şeyi düşünmen sana bir yükümlülük getirmez.

Mesela, ‘ben yarın oruç tutayım’ diye zihninden karar verdin ama sonra vazgeçebilirsin. Sana yarın oruç tutmak farz olmamıştır. “Rabbim, ben yarın oruç tutacağım” diye ağzınla söylediğin andan itibaren sana oruç tutmak farzdır. Artık bunu değiştiremezsin. Tutamadığı zaman da kaza etmekle yükümlüdür.

Bu bakımdan başkalarına söyle anlamında olduğu gibi kendi kendine söyle, nazar et anlamında da olabilir.

انْظُرُوا

(uNJuRUv)

“Nazar edin”

“Nazar etmek” bir şeyi parça parça, ayrı ayrı inceleyip sonuçlara varmak demektir. Olayları tek tek sebepleri ile incelemek nazar etmek demektir.

Bir konunun tartışılmasına “münazara” denir.

Kâinat bundan 13,7 milyar yıl önce yaratılmış, değişik dönemler geçirerek buraya gelmiş, bizim geçmişte olan olayları bilebilmemiz için âyetler bırakmıştır.

Gelecekte olacaklar için de nüzür vardır.

Bunları ilmen tesbit edip üzerinde durmak insanlara farzdır. Emir çoğuldur. Farz-ı kifaye şeklinde anlayabiliriz.

Müsbet ilim demek denemeye dayalı ilim demektir. Bir şeyi düşünürsünüz. Böyle yaparsam şu sonuçları alırım dersiniz. Sonra yaparsınız ve görürsünüz ki hesap ettiğiniz olacaktır veya olmuştur.

Fıkıhta yapılacaklara “illetler” denir, sonuçlara ise “hikmetler” denir. Müsbet düşünce budur. Müslümanlar bu metodu fıkıhta ve dilde kullandılar. Batılılar bunu teknikte ve ilimde geliştirdiler. Nazar ediniz emri ile ilmin imkânları ortaya çıktı. Şimdi artık nazar edebiliyoruz. Üçüncü binyıl uygarlığının illetlerine nazar edeceğiz. Onları yapıp sonunda hikmetlerine ulaşacağız. Emir sigası bunun içindir.

Nazar ediniz emrinin iki manası vardır.

Biri; siz nazar edin şeklinde mana verebilirsiniz.

Diğeri de; biz birlikte nazar edelim şeklinde mana verebiliriz. “Kul” emrinin de kendimize söylendiğini kabul edersek manayı bu şekilde vermek durumundayız.

مَاذَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ

(MAv ÜAv Fıy elsAMAvVATı Va eLEaRWı)

“Semalarda ve arzda neler var?”

Nazar edelim de. Semalarda ve arzda neler vardır, bunların cüzlerine ve inceliklerine birlikte nazar edelim de, deniyor. Böylece bu âyet tüm insanlığı uygarlıkta bir olup kâinatı öğrenmekle yükümlü kılıyor.

Biz Akevler olarak önce ahşap evler imalathanesini kurmalıyız. Bu bizim birinci işimizdir. Allah ne zaman imkân verirse o zaman kurarız. Ama bizim işimiz bunun için çalışmaktır. Sonra yüz villalı dinlenme evlerini kurmalıyız. Böylece inanmış olanların buralarda buluşmalarını sağlarız. Ondan sonra yüz lojmanlı apartmanları kurup kendi kendimize yaşayabilecek hâle gelmeliyiz. Bu arada mala-mal marketlerini oluşturup insanlığın birbirleri ile ekonomik ilişkiler sağlamalarını gerçekleştirmeliyiz. En sonunda bin dil üniversitelerini kurup bu âyetin emrini tüm insanlıkta ortak olarak yerine getirmeliyiz.

Neleri öğrenmeliyiz?

Astronomi ile tüm kâinatın yapısını ve geçmişini öğrenmeliyiz.

Coğrafya ile yeryüzünün yapısını ve yeryüzünde olanları öğrenmeliyiz.

Biyoloji ilmiyle bitkileri ve hayvanları yani bütün varlıkları öğrenmeliyiz.

Nihayet psikoloji ve sosyoloji ilimleri ile insanı ve topluluğu öğrenmeliyiz.

Semavat ve arzda olanlar bunlardır. Şimdi bu âyet bize geldikten sonra her birimiz bir ilmi ele alıp çalışmaya başlamalıyız. Sonrasını Allah verir.

وَمَا تُغْنِي

(Va MAv TuĞNıy)

“Ve igna etmez”

Semavat ve arzı incelikleri ile işbölümü içinde öğrendikten sonra, âyetleri ve nüzürü değerlendirip gelecekte yapacaklarımız için projeler hazırlamalıyız.

“Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” bir projedir. Ortaklık ekonomisinde muhasebe bir projedir. Ahşap evler, dinlenme evleri, yüz lojmanlı işyeri apartmanları bir projedir. Mala-mal marketleri ve bin dil üniversiteleri birer projedir. Kooperatifçilik ana projedir. Kur’an bunları yapacaksınız demiyor; burasını hazf ediyor, bize bırakıyor.

“Ve” harfi ile atfederek igna etmez, zengin etmez diyor.

“Gani” demek ihtiyaçları gideren imkânlara sahip olan kimsedir. Acıkan insanın yiyeceği varsa o ganidir.

“Fakir” ise ihtiyacı olduğu halde onu giderecek yeterli imkânı olmayandır.

“İgna emek” demek ihtiyacı gidermek demektir. Batılılar “üretim” ve “tüketim” diyorlar. İşletmede “infak” girdilerdir, “igna” çıktılardır.

O halde yer ve göklere nazar edip öğreneceksiniz. Âyât ve nuzura dayanarak projeler hazırlayıp yapacaksınız. Unutmamanız gerekir ki bu bilgiler “güven” yoksa ve “anarşi” varsa, orada bir işe yaramaz.

الْآيَاتُ وَالنُّذُرُ

(elEAvYAvTu Va elNuÜuRu)

“Âyât ve nuzur”

“Nazar etmek” demek âyât ve nuzuru değerlendirmek demektir. Yani geçmişte olanları öğrenip gelecekte neler yapacağınızı tesbit etmek demektir.

Ancak bunun yararlı olabilmesi için orada yani o toplulukta güven olması gerekir; fitnenin, fesadın, hızyın ve isyanın olmaması gerekir.

Bu da ancak müslim olup hakemlerden oluşan yansız, bağımsız, etkin ve saygın yargı kararlarının olmasını gerektirmektedir.

O yargı kararlarının bekçiliğini yapan silahlı güç olmalıdır.

عَنْ قَوْمٍ

(GaN QaVMın)

“Bir kavimden”

Burada imanın kavme olan yararı anlatılmaktadır. Yani emniyet kuruluşlarının kavim içinde gerçekleşeceğini de ifade etmektedir.

Beşeri devlet veya imani devlet yerine kavmi devlet vardır. Güvenlik teşkilatını kavmi devlete yüklemiş oluyor.

Bu sebepledir ki biz “Adil Düzen Anayasası”nda iç güvenliği sağlayamayan illerde ulusal gücün sıkıyönetimle bu güveni sağlamasını meşru gördük.

Buradaki nekre “kavim” kelimesi ulusal devlet hükmünü ortaya koyar ve beşeri devleti teşri etmez.

لَا يُؤْمِنُونَ (101)

(LAv YuEMıNUvNa)

“İman etmezler.”

“Emine” güven içinde olmak demektir.

“Âmene” demek güveni tesis etmek demektir. İf’âl babındandır.

Her kavim kendi ülkelerini güven altına alacak, ordularını kuracak, hakemlerin kararlarını kabul etmeyenleri etkisiz hâle getirecektir.

Kur’an nazil olduğu zaman Arabistan’da devlet kavramı yoktu. İnsanlık 60 000 yıldır vardı ama devlete beş bin yıl önce tanık oldu, ancak yirminci yüzyılda tamamladı.

Bugün devletsiz bir yer kalmadı ama bu devlet düzeni daha tam olarak oturmuş değildir, henüz güven sağlayamamıştır. Kur’an şimdi “Adil Düzen” ile tamamlatıyor.

فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ إِلَّا مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ

(FaHaL YaNTaJuRUvNa EilLAy MiÖLa EayYAvMı elLaÜINa PaLAV MiN QaBLıHıM)

“Kendilerinden önce halvet etmiş kimselerin eyyamının mislinin başkasını mı intizar ediyorlar?”

Güvenin ve adil yargı sisteminin tesis edilmediği bir ülkede âyetler ve nuzurun faydasının olmayacağı çok açık bir şekilde ifade edilmektedir.

AK Parti ekonomik başarılarından bahsetmekte, ülkeye getirdiği güvenden söz etmemektedir. Bir bakanın, bir MİT müsteşarının telefonu dinleniyorsa, suçu olmadığı halde bir bakanın oğlu sırf o bakanın oğlu olduğu için hapishaneye atılabiliyorsa, bir eşkıyayı yenemeyip ona teslim olunuyorsa, orada güven var mıdır? Bu durumda ekonomideki başarıların hiçbir yararı yoktur. Devletin ilk işi halkın refahını sağlamak değildir, devletin esas işi güveni sağlamaktır, adaleti tesis etmektir, bürokrasiye halkını ezdirmemektir.

Bu hususa işaret ettikten sonra, bugünkü iktidarın muhalefeti ile bekledikleri nedir?

Geçmişte olanların aynısının geleceğidir. Mesela geçmişte ne zaman ne oldu? Sevr bir geçmiştir. Dersim katliamı bir örnektir. 1960 ihtilâli bir örnektir. 12 Eylül 1980 bir örnektir. 28 Şubat 1997 bir örnektir.

Türklerde bir söz vardır: Karnı doyan acıkmayacağını zanneder, acıkan da doymayacağını sanır. “Eyyamı nahısat” (kötü günler) gelince insanlar sanır ki bu günler artık gitmez, kurtuluş yoktur. İyi günler gelince de artık eski günler gelmez sanıyor. Örnek olarak, ordumuzu yendik, artık bizimle savaşamaz diyor. Ordu yenilseydi Türkiye olmazdı. Ordu yenilmiş görünerek olayların olgunlaşmasını bekledi. Ordu müdahale yapmıyor, yapamıyor değildir. İç güveni sivil yönetim sağlar; sağlayabiliyorsa ordu müdahale etmez, zaten etmeye de hakkı yoktur. Ama devlet yıkılıyorsa, o zaman müdahale eder ve etmelidir de.

Bu âyetin açıkça ifade ettiği budur.

Geçmişte ne olduysa gelecekte de benzeri olacaktır.

Dikkat edilirse “Misle” kelimesini getiriyor.

“Misle Mâ Kâne” demiyor, “Misle Eyyami” diyor. Yani olayların hepsi tarihi akışın bir parçasıdır. Gökler ve yer değişmemiştir. Aynı kanunlar devam edip gidecektir.

Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa, Hazreti Muhammed (selâm üzerlerine olsun) dönemlerinde neler olmuşsa aynı şey olacaktır. Sonunda Allah nurunu tamamlayacak ve yeryüzüne “Adil Düzen” gelecektir.

فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ

(FaHaL YaNTaJıRUvNa)

“İntizar mı ediyorlar?”

“Eyentezirûne” derseniz, intizar etmiyorlar anlamında bir sorudur. İntizar ediyorlar mı şeklinde tercüme ederiz.

“Hel Yentazirûne” derseniz, intizar ediyorlar mı anlamı çıkar ve tercümeyi intizar mı ediyorlar şeklinde çeviririz.

Burada intizar etmekte olduklarını bildirmektedir.

“İntizar etmek” gözetlemek anlamındadır. Bir şeyin geleceğini bilirsiniz, yolunu beklersiniz, gözetlersiniz. İnsanlığın güvenliğini sağlayacak bir düzeni benimsemeyip kuvvetle veya para ile sorunlarını çözeceklere Allah; siz başka bir şey mi bekliyorsunuz diyor. Sizden öncekiler sizden daha güçlü idiler ama günü gelince bir saat bile ertelenmediler.

إِلَّا مِثْلَ أَيَّامِ

(EilLAy MiÖLa EayYAvMı)

“Eyyamın misli dışında”

Evet, onların başına neler neler geldi ise sizin başınıza da o gelecektir.

Hazreti Yunus kavmi ve Mekkeliler yola geldiler ve kurtuldular. Ama Hazreti Nuh ve Hazreti Musa’ya direnenler helâk oldular.

Ya “Adil Düzen”in gelmesi için çalışacaksınız ya da siz helâk olacaksınız ama “Adil Düzen” yine gelecektir. Bu Allah’ın sünnetidir, değişmez.

الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ

(elLaÜINa PaLAV MiN QaBLıHıM)

“Sizden önce huluv etmiş olan kimselerin”

Burada “Men” yerine “Ellezîne”yi getirmiş olması her topluluğa kendisinden öncekini hatırlatmaktadır.

AK Parti 28 Şubat’ı hatırlayacak...

Millî Görüş Demokrat Parti’yi ve Adalet Partisi’ni hatırlayacak...

Demokrat Parti CHP’yi hatırlayacak...

CHP’liler Osmanlı İmparatorluğu’nu hatırlayacak...

Bugünkü Avrupa uygarlığı Bizans’ı, Yunan’ı, Mısır’ı hatırlayacak...

Müslümanlar Hıristiyanları, İbranileri, Mezopotamyalıları hatırlayacak...

Kendilerine hangileri daha emsal ise onların başına gelen gelecektir. Bu sebeple “Misle Eyyam” denmektedir.

قُلْ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ (102)

(QuL FaiNTaJıRUv EinNIy MaGaKuM MiNa eLMunTAJıRIyNa)

“Kavlet: İntizar ediniz. Ben de sizinle beraber muntazırlardanım.”

Kur’an hadiseyi çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Uygarlaşmanın gerçekleşmesi ancak güven içinde olur. Güvenin olmadığı bir yerde maddi refah hiçbir şey ifade etmez. O halde herkes önce güvenliği tesis edecektir.

Güvenlik neye dayanır?

Adalete dayanır.

Yapılacak işler nelerdir?

a) Hakemlik müessesesi getirilecektir. Çekişmeli olanlardan biri bir hakem seçecek, diğeri de bir hakem seçecek. İkisi birleşip ittifakla bir hakem seçeceklerdir. Böylece oluşmuş hakemler heyetinin aldığı kararlar kesindir. Taraflar kendi rızaları ile kararlara uyarlar.

b) Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı silahlı güç devreye girer ve hakem kararlarını mutlaka yerine getirirler.

Hakemler kurulunu oluşturmak ve hakem kararlarının yerine getirilmesini sağlamak insan için farzdır. İlk iş olarak bunlar yapılmalıdır.

İşte… Eğer bunu yapmazsanız, başınıza gelecekler sizden öncekilerin başına gelenler olacaktır.

Demokrat Parti tek başına iktidar olunca anayasayı değiştireceğine, bozuk anayasa ile CHP’nin yerine kendisi geçti ve on sene oturdu! Askerler ise anayasaları değiştirdiler. AK Parti tek başına iktidar oldu, Demokrat Parti’nin yaptığını yapıyor, anayasayı değiştirip ülkeye adalet getireceğine, %10’luk barajlarla iktidarda kalmakla meşguldür! Misli gelecektir.

Burada da “Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim” deniyor. Önce bekleyelim diyor. Bu gidişin sonu ne olacak? Ben de sizinle beraber deyince birlikte bekleyeceğiz demektir.

Biz “Adil Düzen”in gereklerini hazırlayacağız. Kooperatifler içinde kendi düzenimizi uygulayacağız. Siz de ne tedbir alacaksanız alın diyor.

Bekleyen yalnız biz değiliz, bizden başka bekleyenler de var; bunu “Min” ifade eder.

قُلْ

(QuL)

“Kavlet”

Evet, bizim başımıza gelecekler, geçmişteki insanların başına gelecekler olacaktır. Bu din/düzen için pek çok şehit verdik. Kişiler cihatta öleceklerdir. Katlederler ve katl olunurlar. Ama zafer müminlerin olur. Bugünkü Türkiye ve dünya buna şahittir.

Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarını çıkaranlar zulümlerini sonuna kadar götüreceklerini sandılar ama mağlup oldular. Hıristiyanlar, ilk yüzyıllarında çektiklerinden daha beterini yirminci yüzyılda yaşadılar. Ama sonunda zafer inananların olmuştur.

İnsanlık henüz “Adil Düzen”i getirememiştir ama zihnen hazırlanmış durumdadırlar. ABD’de bir Müslüman çocuğu zenci olduğu halde başkan yapılmıştır. Rusya’da Putin’in Müslümanlığından bahsedilmektedir. Sabah yakındır.

فَانْتَظِرُوا

(FaiNTaJıRUv)

“İntizar edelim”

Kur’an söyleyeceğini söyledi. Burada anlattık. Siz de kulak verdiniz veya vermediniz.

Diyoruz ki; “Adil Düzen” gelmeden yaptıklarınızın hepsi boştur. Eşkıya ile yüzleşmek çözüm değildir. Önce “Adil Düzen”i getirirsiniz. Ondan sonra hepsini affeder ve uzlaşırsınız. Ondan sonra devam edecek olurlarsa, siz değil “Adil Düzen” onların hesaplarını görür.

Hayır diyorsunuz! Biz bu düzende de bu sorunları çözeriz diyorsunuz!

Serap peşinde koşuyorsunuz...

Anayasayı değiştirecektiniz... Şimdi bize yeniden anayasa ekseriyeti veriniz diyorsunuz... Komisyon çalışmalarında hangi çözümü getirdiniz de reddedildi?!.

Devlet başkanını halk mı seçsin, meclis mi? Ne fark eder? Aynı oylar seçmeyecek mi? Ha önce yaz topla, ha sonra yaz topla, ne değişir?  Yapılanlar oyalanmadan başka bir şey değildir. Serap peşinde koşmadır. AK Parti’ye halk oy vermesin bakalım, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bir işe yarayacak mı?

Yarar; istikrar bozulur, ülkenin huzuru bozulur.

إِنِّي مَعَكُمْ

(EinNIy MaGaKuM)

“Ben de sizinle”

“Ve” harfi getirmeden bende sizinle diyerek, “intaziru”daki “intizar ediniz” değil de “edelim” şeklinde olduğunu ifade ederdi. Yoksa “ve” kelimesi getirilirdi “meaküm” denmemiş olurdu “ve ene mine’l-müntazirin” derdi.

مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ (102)

(MiNa eLMunTAJıRIyNa)

“Muntazırlardanım.”

Yine “Ve” harfi getirmediği için başka muntazır olması gerekmez. Bununla beraber bu ifade geniş bir intizarın olduğunu, tüm dünyanın gebe olduğunu, yeni bir düzenin geleceğini haber vermektedir.

“Yeni düzen nedir?” dediğimiz zaman bu da çok açıktır; yerinden yönetim, hakemlik sistemi, karşılıklı para, çalışana kredi ve tabii ki genel güvenlik.

ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِنِينَ (103)

(ÇümMa NuNacCIy RusUvLaNAv VaElLaÜIyNa EAvMaNUv KaÜAvLıKa XaqQan GaLaYNAv NuNCı eLMuEMiNİyNa)

“Sonra resullerimizi ve iman etmiş olanları inca edeceğiz. Böylece müminleri inca etmek üzerimize haktır.”

“Bekleyelim, ben de bekleyenlerdenim de” diyerek, olacakları haber verdikten sonra “Sümme” kelimesi gelmektedir. Yani bu oluşlardan sonra demektir.

Demek ki “Adil Düzen”in gelmesi için fırtınalı günlerin gelmesi gerekmektedir.

İnsanlık sosyalizm, Nazizm, faşizm, Maoizm, Kemalizm gibi aşamaları geçirdi.

Türkiye’de İnönü dönemi, Celal Bayar dönemi, Süleyman Demirel dönemi, Turgut Özal dönemi, R. Tayyip Erdoğan dönemi gibi dönemler geçti.

Bediüzzaman ve Erbakan gibi görevliler geldi, insanlığa İslâm düzenini anlattılar. Asıl olması gerekenin günü gelmediği için başarısız gibi göründüler. Sonra onların halifeleri dünyada en güçlü hâle geldiler ama “Adil Düzen”i unuttular. Şimdi kavgadadırlar.

Bunlar hep takdiri ilâhidir. Böyle olması gerektiği için böyle olmuştur. İnsanlık bu dönemleri geçirmeseydi “Adil Düzen”i hazmedemezdi. O sebepledir ki “Sümme” diyor, “sonra resullerimizi necata erdiririz” diyor.

Şimdi âyete dikkat ediniz; Kur’an nâzil olduktan sonra diyor, “resullerimizi” diyor, “resulümüzü” demiyor. O halde burada kastedilen resul Hazreti Muhammed değildir. Sonra “necceyna” demiyor, “nüneccî” diyor. Demek ki necata erdirecek hem de birçok defalar erdirecektir. Burada “tenciye” kelimesini getirmekte çünkü burada resuller vardır. Her resul ayrı ayrı zamanlarda necata erdirilecektir. Sonra müminleri inca edeceğiz diyerek if’al babından getirilmektedir. Çünkü her müminler grubu bir defa necata erdirilecektir.

Resullerimiz ve iman etmiş olanları diyerek bir dönemin cihat edenleri kastedilmektedir.

“Hakkan Aleyna” diyor. Bizim üzerimize farzdır diyor. Görevdir diyor, vazifedir diyor. O halde sorun bizim mümin olup olmadığımız sorunudur. Yoksa zaferin bizde olacağı kesin vaat ile vaat edilmektedir.

ثُمَّ

(ÇümMa)

“Sonra”

“Sümme” zaman aralığını ifade eder. Birlikte veya peş peşe olanları değil de birbirinden kopanları, uzakta olanları ifade eder. Bunun gibi birincisi ikincisinin sebebi ise “Fa” harfi getirilir. Birincisi ikincisinin şartı ise “Sümme” kelimesi getirilir.

“Kapı kapandıktan sonra oda ısınır” dediğinizde kapı kapansa da oda ısınmaz, başka şeyin ısıtması gerekir. Ama kapı açıksa o ısıtan da ısıtmaz. Buna illet deniyor. Burada “Sümme” kullanırız. Sobayı yakarsa oda ısınırda ise “Sümme” değil “Fa” kullanılır. Isınma geç de olsa uzun da sürse “Fe” kullanılır. Bu “Sümme”ye şart “Sümme”si diyoruz, bu “Fa”ya da sebep “Fa”sı denmektedir.

Resuller bu olaylardan sonra tenciye edilecektir.

Son asırlarda olmuş olan olaylar hep takdiri ilâhidir, olması gerektiği için olmuştur. Bundan sonra olacaklar da olması gerektiği için olacaktır.

نُنَجِّي رُسُلَنَا

(NuNacCIy RusUvLaNAv)

“Resullerimizi tenciye ederiz”

Bunu bize büyük müjde olarak kabul etmek durumundayız.

Bugünkü AK Parti’nin meseli 28 Şubat meselidir yahut uzun zaman iktidarda kaldığı için Demokrat Parti meselidir.

Her türlü imkânlar eline geçtiği halde “Adil Düzen Anayasası”nı getirmezse, AK Parti’nin akıbeti Demokrat Parti’nin akıbeti gibi olacaktır.

Ondan sonra Nursiler ve Erbakanlar gelecektir.

Demek ki “Tenciye ederiz” dediğine göre gelecekler demektir.

Bugün bizim görevimiz resullük görevi değildir, nebilik görevidir.

Beklememiz gerekir; gelecek resulleri beklememiz gerekir.

“Söyle, ben de muntazırım” demek bu demektir.

وَالَّذِينَ آمَنُوا

(VaElLaÜIyNa EavMaNUv)

“İman etmiş olanları da”

“Müminleri” demiyor “iman etmiş olanları” diyor.

Mekke’deki Müslümanlar mümin idiler, örgütlenmeye başlayınca iman etmiş oldular, Medine’de iman etmiş olarak toplandılar.

Biz şimdi müminiz. Kooperatiflerimizi kurup örgütlenince o zaman iman etmiş olacağız. Demek ki kooperatifler şeklinde örgütlenecek olan müminleri de Allah necata erdirecektir. Hem ekonomik bakımdan krizlerden kurtulmuş olacaklar hem de güven bakımından yüz lojmanlı apartmanlarda kendi güvenliklerini kendileri sağlayarak terör olaylarına karşı kendilerini korumuş olacaklardır. O halde şimdi bize Allah’ın emrettiği kooperatifler şeklinde organize olup iman edenler arasına girmemiz gerekmektedir.

كَذَلِكَ

(KaÜAvLıKa)

“Böylece / Bunun gibidir”

Bu cümleyi iki türlü tercüme edebiliriz.

İman etmiş olan kimseleri tenciye etmemiz müminleri inca etmemiz üzerimize hak olması gibidir. Yahut müminleri necat etmemizin üzerimize hak olması iman etmiş kimseleri tenciye etmemiz gibidir.

Bu konu mübteda haberlerin hangisi olduğu kabulüne dayanır. Bu hususta söz uzar. Takdir okuyuculara kalmıştır.

حَقًّا عَلَيْنَا

(XaqQan GaLaYNAv)

“Üzerimize haktır”

Hak ve deyn harfi cersiz kullanıldığı zaman alacak ve borcu ifade eder. “Li” ve “Alâ” ile kullanıldığı zaman ikisi aynı manaya gelir, lehine hak ile lehine deyn alacak demektir. Aleyhine hak ile aleyhine deyn de borç demektir. Kur’an’da deyn fiili düzene girme anlamında kullanıldığı için borç ve alacak fiil olarak “hak” kelimesi kullanılır. Bunu kendisine borç kabul etmiştir. Allah müminleri necata erdirmeyi taahhüt etmektedir.

Kişilerin ayrı ayrı ölmeleri başka şeydir, müminlerin mağlup olmaları başka bir şeydir. Bunu biz birinci “Adil Düzen” uygulamasında gördük. Hiç beklemediğimiz ve o gün söyleyecek kimseyi akıl hastası kabul edecekleri olaylar geçmişti. Bağımsız adaylıklarımızı koyarken biz kazanacağımızı aklımızdan bile geçirmiyorduk. Sadece Allah’ın emridir diye adaylıklarımızı koyduk. Adım adım buraya kadar geldik.

Şimdi “Adil Düzen” gelmektedir.

Şimdi bundan şüphe etmek göz göre göre inkâr etmek olur.

نُنْجِ الْمُؤْمِنِينَ (103)

(NuNCı eLMuEMiNUvNa)

“Müminleri inca etmemiz.”

Allah müminleri de inca edecektir.

Müminler kimlerdir?

Örgütlenmemiş olsalar da “Adil Düzen” için cihat edenler mümindir.

Örgütlenme dediğimiz zaman Adil Düzene göre örgütlenmedir, İslâm düzeni içinde örgütlenmedir. Batı düzeninde parti kurmak, Batı düzeninde şirket kurmak örgütlenme değildir. “Hizmet Kooperatifleri” kurdukları zaman örgütlenmiş olurlar. O zaman da iman etmiş olurlar. Kendi sitelerini kurup korurlar. Ama eğer iktidara gelirlerse, artık hakemlerin kararlarını silahları ile korurlar. Onu da Kur’an “Ey iman etmiş olanlar” diyerek ayırır.

قُلْ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي شَكٍّ مِنْ دِينِي فَلَا أَعْبُدُ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ

(QuL YAv EayYuHa elNAvSu EiN KuNTuM FIy ŞakKın MiN DNIy Fa LAv EaGBuDu elLaÜIyNa TaGBuDUvNa MıN DUvNı elLAvHı)

“Kavlet: Ey nâs, dinimden şüphe ediyorsanız, Allah’ın dununda ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem.”

Daha önce sadece “Kavlet, ey nâs” diyerek hitabın tüm insanlığa olduğuna işaret etmektedir. Çünkü Türkiye’dekilerin ibadet ettiği Batılılar tüm dünyanın mabudu durumundadır.

Buradaki “dinim”den kasıt “Adil Düzen”dir. Benim size tebliğ ettiğim düzen demek istemektedir. Düzen elbette onun değil Allah’ındır ama benimsediği için “dinim” de diyor.

İslâm düzeninin özelliği; insanlar kendi iradeleri ile bu düzene tabi olurlar. Her bucağın ayrı düzeni vardır. Her bucak kendi düzenini kendisi seçer. Bucak içinde yaşayanlar da bucağın düzenini kendileri seçerler. Düzeni beğenmeyen ayrılıp gider, kendisine yeni bir düzen bulur veya yeni bir düzen kurar.

Biz kimsenin kendi düzenimize girmelerini istemiyoruz. Nasıl herkes kendi içtihadı ile yaşarsa, her bucak da kendi icmaları ile düzenini kurar. Bucakların birbirine tahakküm etme yetkileri yoktur. Merkezi bucaklar vardır, ancak bu bucaklar hâkim değil hadimdir.

Şöyle diyelim.

Ankara bucağının kanunlarını ülke illerinden seçilip gönderilen meclis yapar yani tüm Türkiye yapar. Onlar merkez illerini yönetirler, o illerde o kanunlar geçerlidir. Ama taşra illerinde merkezin hazırladığı kanunlar geçerli değildir. Her il kendi kanununu kendisi hazırlar. İl kanunları illerde öncedir. Bu husus insanlık merkez bucağının hazırladığı kanunlar için doğrudur. Tüm insanlığın temsilcileri insanlık kanunlarını hazırlar ama o kanunlar devletler içinde geçerli değildir. Her devletin kanunları vardır, onlar geçerlidir.

Bütün bunları “dinim/düzenim” ifadesinden istidlal ediyoruz. Kişi dinini/düzenini kendisi seçer ve orada yerleşir. İstediği zaman ayrılabilir. Hicret demokrasisi vardır.

Bizim seçtiğimiz ve herkese önerdiğimiz düzen insanlığın düzenidir, peygamberlerin düzenidir, mukaddes kitapların düzenidir, “Kur’an düzeni”dir.

“Böyle olmadığı hususunda şek içinde iseniz” denmektedir.

“Şek” yol ayırımı demektir. Yolcu oraya vardığı zaman ne tarafa gideceğine karar vermez. Her iki taraf eşit ihtimal dâhilindedir. Zannetmek, bir tarafa karar vermekle beraber, o tarafın doğruluğunda kuşkuya düşmektir. Reyb ve şibh de konunun belirsizliğidir. Zan ve şekte konu açıktır. Düşünenin bilgisizliği tereddüde götürmektedir.

“Şek” bu sûrede iki defa geçmektedir. Birinde, bundan önce sana nazil olandan şek içinde isen denmiştir. Burada da nâsa, eğer düzenden yani “Adil Düzen”den şek içinde iseniz de deniyor. Bizim ortaya koyduğumuz düzen çok sade ve basittir. Düzende şek içinde olmak için herhangi bir tereddüde mahal yoktur.

Bizim “Adil Düzen” dediğimiz, insanlığın ilk yaratıldığı günden beri şeytana karşı savunduğu düzendir. Önerdiklerimiz çok basittir. Yerinden yönetim, hakemlik sistemi, faizsiz karşılıklı para sistemi ve zina değil evlilik düzenidir. Çalışana kredi sistemidir. Bunun mekanizmasını getiriyoruz. Siz “demokrasi” demiyor musunuz, “laiklik” demiyor musunuz, “liberallik” demiyor musunuz, “sosyallik” demiyor musunuz? Tamam, işte biz size bunun nasıl yapılacağını söylüyoruz. Başka bir şey istemiyoruz.

Bugün (31.03.2015) Türkiye çapında elektrikler kesildi, saatlerce çalışamadım…

Biz İzmir’de Akevler Sitesi’ni kurduğumuz zaman bir traktör aldık, ona jeneratör bağladık. Belediye elektriğimizi kestiği için onunla atölyemizi çalıştırdık. Sitemizde su kuyusu açtık, belediye sularımızı kestiği zaman biz oradan tedarik ettiğimiz kuyu suyu ile yaşadık. O su kuyusu hâlâ durmaktadır.

Bizim yüz lojmanlı işyeri apartman projesinde vardır. Her apartmanımızda en az altı aylık yakıt, yangın tehlikesinden korunmak için su depomuz olacaktır. Elektrik kesildiği zaman kendi santralini çalıştıracak, altı ay yaşayabilecek. Su kuyusu bulunacak, suyunu oradan temin edecek. Ayrıca bir senelik de yiyecek yedek stokumuz olmalıdır.

“Semt Kooperatifi” önerimiz işte budur. Elektronik devrelerinin yanında her semt kendi sitesinde mahsur olarak en az bir ay dayanabiliyordu. Bizim yarım asır önce düşündüklerimizi bugün bile düşünen yoktur. Elektriğin bir ay kesildiğini kabul edin. 20 milyon İstanbullu hayatta kalabilir mi? “Yerinden Yönetim” dediğimiz işte budur. Her semt kendi başına yaşayabilmeli. Bizim bu söylediklerimizin neresinden şek ve şüpheniz vardır?

قُلْ

(QuL)

“Kavlet”

Buradaki emir bugün Adil Düzen Çalışanı herkese ayrı ayrı emretmektedir. Daha biz birleşip bir topluluk oluşturmamış ve birimizi başkan yapmamışızdır. Bu hususta daha önce Erbakan bu emre muhatap idi. Bizim adımıza o söyleyecekti. Biz resul görevini yapmadığımız için temsilcimiz yoktur. Yarın biri çıkacak ve “Adil Düzen”e sahip çıkacaktır.

Onun ne yapması gerekir?

a) Adil Düzen Çalışanlarını Cebrail yerine koyacak ve onların ittifak ettikleri hususlarda onların dediklerine uyacaktır. İhtilaf ettikleri hususlarda da kendisi içtihat yapacaktır.

b) Yönetim kadrosunu Adil Düzen Çalışanlarından oluşturacaktır. Adil Düzen üzerinde çalışmayanlarla o görüşmeyecektir. Onlardan gözlerini ayırmayacaktır.

c) Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen”e karşı olanlarla işbirliği yapacaklardır.

d) “Adil Düzen”e karşı olanlarla onlar ilişki kuracaklardır. Böyle örgüt olduğu zaman “Kul” emrine muhatap olan bucak başkanları ve merkez bucak başkanları olacak, bizim temsilcilerimiz ise kooperatif başkanları olacaklardır.

يَاأَيُّهَا النَّاسُ

(YAv EayYuHa elnAvSu)

“Ey nâs”

Nâs olarak bir toplantıda hazır bulunanlara hitap etmiş olur.

Beş vakit namaz kılanlar nâstır.

Cuma namazını birlikte kılanlar nâstır.

Merkez bucaklarda askerlik yapanların halkı bir nâstır.

Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret edenlerin halkı bir nâstır.

Demek ki bu ifade önce aşiret halkına, sonra kabile halkına, sonra şa’b/il halkına, sonra kavme ve sonunda tüm insanlığa hitap etmektedir.

إِنْ كُنْتُمْ فِي شَكٍّ

(EiN KuNTuM FIy ŞakKın)

“Şek içinde iseniz”

Hakkı bulmak istiyorsunuz, çözüm üretmede samimisiniz ama benim önerilerimin doğru olup olmadığında şek içindesiniz.

Bugün insanların bir kısmı dinlerin hak olduğuna kanaat getirmedikleri için İslâm dinine karşıdırlar. Bunlara hitap edecek söylemimizin olması gerekir.

Demek ki bize emirdir; onların şeklerini gidermemiz gerekmektedir.

İşte bizim çalışmamız da buradan gelmektedir.

Şek içinde olanlara delillerimizi koyma durumundayız.

مِنْ دِينِي

(MiN DINIy)

“Benim dinimden”

Burada çok önemli bir husus vardır. Dinden yani düzenden söz etmektedir.

Biz başkalarının düzenlerine karışmıyoruz. Biz diyoruz ki; herkesin kendi düzeni olsun, kendi düzeni içinde yaşasın.

Her ferdin ayrı düzeni olabilir mi?

İşte, İslâmiyet her fert için ayrı düzen ayrı din kabul eder. Herkes içtihadı ile kendi düzenini kuracak ve kendi düzenine göre yaşayacaktır. Herkes kendi içtihadına göre amel etme durumundadır. Sadece bilmeyenler bilenlere sorarak bu düzeni tesis ederler.

Sonra ocakta dinlerimizi sentez ederiz, böylece ocak dini ortaya çıkar. Halk kendi dininde yaşar. Sadece ocakta ortak olarak oluşturdukları düzende yaşarlar.

Ocaktan sonra bucak, sonra il, sonra ülke, sonunda insanlık dini ortaya çıkacaktır.

İnsanlar kendi dinlerini yani kendi düzenlerini kendileri oluşturacaklar, herkes kendi dinine/düzenine göre hareket edecektir. Ama bunu herkes duyacak ve herkes onunla ilişki kurarken onun dinini yani düzenini bilerek ilişki kuracaklardır.

فَلَا أَعْبُدُ

(Fa LAv EaGBuDu)

“İbadet etmem”

“İbadet etmek” demek o düzende yaşamak demektir. Kendini onun kölesi yapmadır.

Topluluk kişilerin hayatlarını tekeffül etmiştir, kişiler de topluluğun işlerini yaparlar. Yani kişi topluluğun kölesidir.

Yanlış anlaşılmasın, topluluğun yöneticilerine değil, topluluğun kendisine kölelik ederler. Bunu nasıl yaparlar? Herkes topluluk adına içtihat yapar. O zaman halifedir. Sonra da abd olarak topluluğun emirlerini yerine getirir. Kişi kendi kendisinin kölesi olur.

الَّذِينَ تَعْبُدُونَ

(elLaÜIyNa TaGBuDUvNa)

“İbadet ettiklerinize”

Burada “Mâ Ta’budûn” veya “Men Ta’budûn” denebilirdi. Kast edilenin putlar olmadığı çok açık şekilde ifade edilmiştir. Bir toplulukta emredenler varsa, emir alanlar varsa, onlar emir alanlara ibadet ediyorlar demektir. İşte o zaman insanlar başkalarının emir ve içtihatları ile hareket ederler demektir.

Ak Parti hâlâ Avrupa Birliği’ne girmekle meşguldür!

“Ellezîne Ta’budûnehum” şeklindedir. “Hum” kural olarak silinir. Bugünkü Avrupa Birliği’dir bunlar. Bugünkü sermayedir bunlar. Yani ABD dâhil kimselerdir bunlar. Bugünkü BM Güvenlik Konseyi devletleridir. Batı’nın sömürü düzenini sürdürenlerdir. NATO’dur.

مِنْ دُونِ اللَّهِ

MıN DUvNı elLAvHı

“Allah’ın dışında.”

Allah’ın dışında kaydı ile ne sermaye inkâr ediliyor, ne de siyaset inkâr ediliyor. Beş büyükler beş büyük olarak kalsınlar. Onlardan istenen Allah’ın şeriatına göre hareket etmeleridir. Kimse kimseye kendi içtihadını dayatmamalıdır. Kimse ben yöneticiyim diye hükmetme yetkisine sahip değildir.

Herkes içtihadına göre hareket eder ve herkes hakemler kararına kesin olarak uyar.

Allah insanlardan yapılarını değiştirmelerini istemiyor. Allah insanlardan yapılarını şeriata uydurmalarını istiyor, hem de kendi içtihatları ile kurdukları şeriata uydurmalarını istiyor.

وَلَكِنْ أَعْبُدُ اللَّهَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (104)

(Va LAvKiN EaGBuDu elLAvHa elLaÜIy YaTaVafFAyKuM Ve EuMiRTu EaN EaKUvNa MiNA eLMuEMiNİyNa)

“Velâkin ben sizi vefat ettiren Allah’a ibadet ederim. Ve ben müminlerden olmakla emrolundum.”

“İbadet etme” yani Allah’ın dışındaki kapitalizme, sosyalizme, faşizme, liberalizme, Kemalizme, Avrupa Birliği’ne, stratejik ortağımız ABD’ye ibadet etme diyerek onların düzenine dedikten sonra, kendi düzenini ortaya koydu.

“Ve ben sizi vefat ettiren Allah’a ibadet ederim” de diyor.

Bundan önceki “Allah” kelimesini tekrar ederek getirmiş olması, ibadetten kastın topluluk olmasıdır. Bir toplulukta eğer sınıf yoksa, bütün insanlar eşit kişiliğe sahip iseler, o zaman o topluluk Allah’ı temsil etmektedir. Çünkü herkes Allah’ın halifesidir ve O’na yani kendisine hizmet etmektedir. Oysa bir toplulukta iki sınıf varsa, birileri diğerlerine ibadet ediyorsa, onlar şirk içindedirler. Topluluk da kâinatın var edicisi Allah’ı temsil ettiği için ibadet ediyoruz. “Yeteveffaküm” diyerek burada kastedilen Allah’ın kâinatı var eden Allah olduğuna işaret etmektedir.

Eğer ölüm olmasaydı, eğer açlık olmasaydı, Tanrı’nın varlığı ve hayatın gerçekliği inkâr edilebilirdi, rüya gibidir denirdi. Ama acıkıyorum. Sonra da geliyoruz ve gidiyoruz. Hiçbirimiz ölümden kaçamıyoruz. O halde O’ndan başkasına ibadet etmenin manası nedir?

Burada ayrıca siz beni öldüremezsiniz diye meydan okumaktadır. Öldürseniz bile, O izin verdiği için öldürmüş olursunuz.

Demek ki Tanrı’dan başkasına ibadet etmemek yeterli değildir. Tanrı’ya ibadet etmek gerekir. Müslimlerin görevi budur. Ama Kur’an’ın görevlendirdiği kimseler Adil Düzen Çalışanları ise sadece Allah’a ibadet etmekle yetinmezler, müminlerden olur, yeryüzünün barışını ve güvenini sağlarlar yani bununla da emrolunmuşlardır.

“Müminlerden olmam emrolundu” diyerek söyleyenin de bir fert olduğu ve her müminin bunu söylemesi gerektiğini ifade eder. Yani burada kastedilen kimse sadece Hazreti Muhammed olsaydı, daha oluşmamış müminlerden nasıl olacaktı?

Demek ki burada hitap edilen bugünkü Adil Düzen Çalışanlarıdır. Her biri ayrı ayrı söyleyecek ama birlikte mümin olacaklardır.

وَلَكِنْ

(Va LavKiN)

“Velâkin”

Allah’tan başkasına ibadet etmem.

Vefat ettiren Allah ibadet ettirir mi de deniyor.

İki yapılan şey zıttır. Onun yerine onu yaparım demek olur.

Demek ki “velâkin” demek yapılmayanın yerine yapılacağını ifade eder. Yapmamak başka yapmak başka olduğu için “ve” harfi getirilmiştir.

“Lâkin” 6 yerde, “Lâkinne” de bir defa geçmektedir. Başka yerlerde “Velâkin” şeklinde geçmektedir.

“Ahmet gelmedi velâkin İzmir’e gitti” dersin. “Ahmet gelmedi lakin kardeşi geldi” derseniz başka kişilerden bahsetmiş oluyorsunuz, o zaman “velâkin” kelimesini kullanırsınız. Yani velâkinde mezkur olan değişmemektedir.

Burada “ben ibadet etmem, aksine Allah’a ibadet ederim” dediği için “velâkin” getirilmiştir.

Bu benim ilk görüşümdür. Kesin değildir. Birileri çalışıp söylediklerimin doğru olup olmadığını tesbit etmelidir.

أَعْبُدُ اللَّهَ

(EaGBuDu elLAvHa)

“Allah’a ibadet ederim”

Demek ki Allah’tan başkasına ibadet edilmeyecek, Allah’a ibadet edilecek.

“A'buduHu” denebilirdi.

“Allah” lafzını izhar etmesi ile ben topluluğa ibadet etmiyorum, Allah’a olan borcumu O’nun emrettiği yere havale ettiği kimseye ödüyorum. Topluluğa değil O’na ibadet ediyorum.

Buna vurgu yapmak için “Allah” kelimesini izhar etmiş, izmar etmemiştir.

الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ

(ealLaÜIy YaTaVafFAyKuM) 

“Bizi vefat ettiren”

Buradaki “Küm” biz manasınadır. Sonunda O’nun mahkûmuyuz. Yaşatırsa da O yaşatsın, öldürürse de O öldürsün. Bu ifade ile kimsenin kimseyi O’nun izni olmadan öldüremeyeceği de ortaya çıkmaktadır.

Bununla beraber topluluğumuzu yıkacak olan manası da verilebilir.

Bugünkü Batı düzeni şirk düzenidir. Meclis’te toplanıyorlar. Yarısından fazlası istedi mi o şeriat olmaktadır! Bu şirktir. Meclis kanunları yapmalıdır ama Meclis bunu yaparken Allah’ın sünnetine ve emirlerine dayanmalıdır. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te tüm kanunlar yargı denetimindedir. Tabii ve sosyal kanunlara uymayan hükümleri hakemler iptal edebilmektedir. Meclis şeriat koymaz, Meclis şeriatı ortaya çıkarır.

وَأُمِرْتُ

(Ve EuMiRTu)

“Ve emrolundum”

Ayrıca ibadet etmenin dışında bir görev daha vardır, o da güveni sağlamaktır.

Evet, her mümin tüm insanlığın güvenini sağlamakla emrolunmuştur.

Bunu nasıl sağlayacak?

Önce “Adil Düzen”i ortaya koyacak, bunun için ilmî çalışmalar yapacaktır.

Ondan sonra da “Adil Düzen”e göre kooperatifler kurulacak ve güven düzeni oluşturulacak. Gelenleri kooperatife alacak, böylece isteyenler kendilerini şeriat düzeni içinde emin olarak göreceklerdir.

Burada “Ve” harfi ile “emrolundum” diyor. Demek ki mümin olmak ibadet etmek içine girmez. Görülüyor ki Kur’an bize kooperatif kurmamızı ve yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapmamızı emretmektedir. Böylece mümin olacağız.

Fıkıhçılar işin kolayını bulmuşlar, “Lâilaheillallah” demek iman etmek demektir diyorlar. Doğrudur; ben kooperatifin ortağı oldum, oraya taşınacağım demek mümin olmak için yeterlidir! Benim bu yorumumu doğru bulmayanlar varsa bana söylerler mi ki kooperatifsiz ve yüz lojmanlı işyeri apartmansız nasıl mümin olacaklardır?

أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (104)

(EaN EaKUvNa MiNA eLMuEMiNİyNa)

“Müminlerden olmakla (emrolundum)

Müminlerden olmakla emrolundumun manası, kooperatif ortağı olmakla emrolundum demektir.

Evet, Allah bize nasıl mümin olacağımızı da öğretmiş oluyor.

Kooperatif iç güvenliği sağlayacak, apartman da dış saldırılara karşı koruyacaktır.

Allah bize bunları yarım asırlık zaman içinde öğretmiştir.

Artık uygulama zamanı gelmiştir.

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1631 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1433 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2167 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1372 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1255 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1409 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1529 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2149 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1497 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1299 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1318 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1447 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1253 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1237 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1340 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1361 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1214 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1685 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1295 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1326 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1559 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1296 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1326 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2025 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1357 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1302 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1839 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1604 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1309 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1329 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1298 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1224 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1269 Okunma
34-109.AYET
1508 Okunma