YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1691 Okunma
52 VE 54.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-18

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

ثُمَّ قِيلَ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ (52) وَيَسْتَنْبِئُونَكَ أَحَقٌّ هُوَ قُلْ إِي وَرَبِّي إِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (53) وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْأَرْضِ لَافْتَدَتْ بِهِ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ(54)

 

***

 

ثُمَّ قِيلَ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ (52)

(ÇümMa QIyLa LilLaÜIyNa JaLaMUv ÜuQUv GaÜaBa eLPuLDi HaL TuCZaVNa EilLAv BiMAv KuNTuM TaKSiBUvNa)

“Sonra zulmedenlere huldun azabını zevk edin diye kavl edildi. Kesp ettiklerinizden başkası ile mi cezalandırılıyorsunuz?”

Birkaç noktaya işaret edilmektedir. Birincisi “Sümme” gelmiştir. Demek ki şimdi mi sorusunun sorulduğu günden itibaren zaman geçecektir. Yani hep birden dirildiğimizde kısa zamanda muhakeme edilip cennete veya cehenneme gitmeyecek, orada da uzun zaman yaşayacağız, orada da imtihan geçireceğiz. Muhakeme esnasında iyi halimiz olursa bazı günahlarımız affedilecektir. Bu dünya hayatına benzeyen ama ölümü olmayan geçiş dönemimiz olacaktır. Buradaki “Sümme” kelimesi bunu ifade eder.

Cennet ve cehennem hayatı Kur’an’da tasvir edilmektedir, dolayısıyla az veya çok bilgi sahibiyiz. Ama geçiş dönemindeki hayatımız hakkında bugün bilgimiz azdır. Ne yiyeceğiz, ne giyeceğiz, çalışacak mıyız? Bu dünya hayatında olduğu gibi ağrılar duyacak mıyız? Bu geçiş yaşamımızda toplu olarak mı hareket edeceğiz, ayrı ayrı mı hareket edeceğiz? Kur’an’da bunlara ait bilgiler vardır. Ancak kitaplarda bu dönem açıklanmamıştır. Ben de bunun üzerinde durmuş değilim. “O gün kişi annesinden, babasından ve diğer yakınlarından firar eder. O gün herkesin onlarla meşgul işleri vardır.” (80/34-37) âyeti bu hususta ana bilgileri vermektedir.

Âyette işaret edilen başka bir nokta da huldun azabıdır; halid azab değil, huldun azabıdır. Yani bir de uzun kalma sıkıntı meydana getirmekte, insan tebdili mekân istemektedir. Hapishane bunun için bir ceza yeridir. Cehennem için huld azabından bahsetmektedir. Cehennemi bir hapishane olarak düşünebilirsiniz. Onun ateşi de huld ateşidir. Yani insanın orada hapsedilmiş olmasıdır. Yakan bir ateş olmasa bile orada tutuklu olmanın verdiği bir azab vardır.

Bu âyette başka bir husus “küfür etmiş olanlar” demeyip “zulmetmiş olanlar” denmiş olmasıdır. İnsanlar fikirlerinden değil fiillerinden sorumlu olacaklardır ve bunu teyit eden başka bir ifade de sonunda kesb ettiklerinden dolayı cezalandırılacaklarını beyan etmektedir.

Kur’an tam bütünlük içinde hep aynı noktalara çelişkiye düşmeden vurgu yapar. Maturidi’nin göçebe Türkleri cennete götürmek için seçtiği “iman esastır” varsayımı eksiktir.

İnsanlar cennete bugün yapmış olduğumuz namaz ve oruç benzeri ibadet denen hareketlerle değil, salih amelle gideceklerdir. Yoksa sadece biz inandık demekle cennete gidilmez. İyi insan olmak demek salih amel yapmak demektir. Yani başkasıyla uyumlu işler yapıp ortak ürünü oluşturma demektir. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecektir ama yaptıkları hareket başkaları ile uyumlu olacak, birlikte iş yapılacaktır. Hemen sorulmaz mı? Hem kendi içtihadımla hareket edeceğim, hem de başkaları ile uyumlu iş yapacağım. Bu nasıl mümkün olacaktır?

Bunun için şeriat birtakım müesseseler geliştirmiştir. Örnek olarak arz ve talep kanunlarına göre hareket ederseniz bu iki zıt şeyi uzlaştırırsınız. Hicret demokrasisi ile bu iki şeyi uzlaştırmış olabilirsiniz.

ثُمَّ

(ÇümMa)

Sonra

Atıf harfinde “ve” esas harftir. “Beyn” kelimesi topraktaki yarıktır. Bir tarafı “B” diğer tarafı “N”dir. Ortası ise çukur harf şekli ile “Y”dir. “V” “Y”ye dönüşerek ikisini birleştiren anlamında kullanılmaktadır. “Fe” olarak söylendiğinden hemen bitişik demektir. “Ve” ise genel olarak kullanılmaktadır. Birbirinden uzak da olabilir, yakında olması söz konusu değildir. “Ev” de böyledir. Ne var ki “ev”de ikisinden birisinin olması yeterlidir. “Ve”de ise ikisi birden olmalıdır. Sümme beyn”deki “Nun” “Lam” olmuş, o da “Se”ye dönüşmüş, başa alınmış, “B” harfi dudaktan çıktığı için “M” olmuş ve idgam olmuştur. “Semme” “orada” manasında olduğu halde “Sümme” “ve” manasındadır.  Sonra manası “Se”” harfinin başa alınması ile uzaklık manasıyla gelmiştir. İki “ve” ile de uzaklık sağlanmıştır.

Kelimeler uzun zaman içinde adım adım değişerek bugünkü hâlini almışlardır. Her kelime aynı zamanda bir tarihtir. İnsanın düşünce mantığını tahlil ettiği gibi tarihi aşamaları da içerir. Dilin bu incelikleri içermesi sayesinde bizden öncekilerin en az bizim kadar zeki olduklarını öğreniyoruz.

“Sümme”nin özelliği sonra ama kısa zamanda olup bitecek değil de sonra olacak olayın aynı zamanda sürekli olmasıdır.

قِيلَ

(QIyLa)

“Kavl edildi”

“Qavl” kelimesi burada meçhul sigası ile getirilmiştir. Onlara söylenmesi de gerekmez. “Bir şeyi murat ettiği zaman ona ‘Kün’ diye kavl eder, o da olur” âyetinde Allah ‘Kün’ demeyecek, kün/olmasını irade edecektir. Burada onlar huld azabına konacaktır demektir. “Qıyle” lafzı söylenmeyecek, “Qıyle”nin gereği olacaktır demektir. Bununla beraber cehennemin yöneticileri onlara ‘burada kalın, size dışarı çıkmak yasaktır’ der.

Şimdi “Huld” kelimesinin manasını biraz daha açıkça anlarız. Hapishaneye konan kimse müebbet hapis cezasına çarptırılmış olmaz, geçici hapis cezasına mahkûm olur. Ama o esnada dışarı çıkamadığı için huld cezasına çarpılmıştır. Yani huld cezası bizzat hapis cezasıdır, dışarı çıkmama cezasıdır. Cennetteki huld ise oradan ayrılmayı istememe, orada kalmaya devamlı sahip olma demektir. Cehennemde girme ve ayrılmama azabı vardır. Cennette ise orada kalma zevki vardır. Orada haliddirler demek, orada kalmak istemezler ama kalmak zorundadırlar demektir. Cennette haliddirler demek, oradan ayrılamazlar değil, oradan ayrılmak istemezler demektir. Biri azab, diğeri zevk.

“Yukâlu” denmesi gerekirken “Qıyle” denmiştir. “Sümme”den sonra “Qıyle” denmektedir. Olaylar bizden önce cereyan etmiştir, geçmişte böyle oldu, böyle dendi şeklinde ifade edilecektir. Bu olayların adeta geçmişte mi olduğu, gelecekte mi olacağı hususunda belirsizlik durumunu ortaya çıkaracaktır. Başta bir “İzen” mahzuftur. Yani o zaman böyle denmiş olacaktır dendikten sonra azab başlayacak. Azabdan sonra denmeyecek.

Bu şekildeki ifade bize gösteriyor ki lâfzî kavil değil kazai kavildir.

لِلَّذِينَ ظَلَمُوا

(LilLaÜIyNa JaLaMUv)

“Zulmetmiş olan kimselere”

Evet, bu dünyada zulmetmiş olan kimselere denecektir.

“Zulmetmek” ne demektir?

Kural dışı hareket etme zulmetme demektir. “Zalam” karanlık oldu demektir. Ortalığı karartmak zulümdür. Karanlık olma zulümdür.

Bir kimse içtihatsız, şeriatsız, kuralsız hareket ettiği zaman kendisi zulumat olur, sis olur, ortalığı karartır. Demek ki kendi içtihadı ile oluşturmuş olsa bile kurallara dayanarak hareket eden ittika etmiştir. Artık kuralların ışığından yararlanmaktadır. Başkaları onun ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmektedir. Kuralları oluşturduğu için kişi karanlıklar içinde değildir. Çevresini karartmamaktadır.

Kur’an’ın manalarına tam nüfuz etmemiz için ilk manalarını bilmemiz bunun için gereklidir. “Kaç”dan “kaçmak” yaptığımız gibi “par”dan “parmak” yaparız. “Par” kökü neyi ifade eder? Ona göre “parmak” kelimesi ortaya çıkar. Balkonun etrafındaki korkuluğa da parmak diyoruz. Duvar bitişik yapıdır. Parmak ise aralıklı duvardır. “Paralamak” ayırmak demektir. “Parmak” demek bağımsız serbest yapı demektir. İşte, bir kelimenin ilk söylenişinden bugünkü manaları kazanmaya doğru gidersek o kelimeyi daha iyi kavrarız.

“Zulüm” kelimesini “karanlık” kelimesi ile irtibatlarsak açık bir manaya ulaşabiliriz.

“Haksızlık” deriz, bu ne demektir?

Haksızlık, şeriat kurallarına uymama demektir. Başka türlü hakkı tesbit edemeyiz.

Zulmetmiş olanlara denecektir. İçtihatla değil de keyfi hareket edenlere denecek, hakem kararlarına uymayanlara denecek.

ذُوقُوا

(ÜuQUv)

“Zevk edin”

“Azab” ile “Zevk” aslında aynı kelimelerdir. “Azab” zevkin zıddıdır, acı anlamındadır; “Zevk” ise tatlı anlamındadır. Bununla beraber tatlının karşılığı vardır. Bununla beraber “zake” fiili vardır. Ama “azabe” sülasi fiili yoktur. Fiil olarak da zevk edin kelimesini getirmektedir.

İnsan ruhunun “dört melekesi” vardır. Bunlardan biri “şuur”dur, “bilinç”tir. Diğeri “zekâ”dır. İnsanın yeni şeyleri keşfetme kabiliyeti vardır. Bu kabiliyet insanın sorunları çözme kabiliyetidir. Bunu bedenle değil ruhla yapar. Bir diğeri de “diyalog kurma”dır yani başka ruh ile karşılıklı ilişki kurma kabiliyetidir. Bunun için sesleri veya şekilleri kullanır. Ama sadece ruhlara mahsus özellikleri vardır taşıyanların. “Üç” kelimesi bir sestir ama bunun taşıdığı sayı anlamı yalnız ruha hitap eder. İşte bunlardan biri de “zevk”tir, acı veya tatlı olabilir. “Haz ve elem” diyorlar. Ayrıca ruh yoktur, fonksiyon vardır diyenler de insandaki bu “dört melekeyi” görmemektedirler. Bilgisayara diğer her şeyi yaptırabilirsiniz ama zeki bilgisayarı yapamazsınız, acı duyan bilgisayarı yapamazsınız.

O halde cennet ve cehennem hayatı bedenleri yakan veya bedenlere farklı hayat kazandıran bir yer olmaktan ziyade, ruha farklı zevk veya acı veren yerler olarak düşünebiliriz. İnsan acıktığı zaman yediği yemekten büyük zevk alır, doyduktan sonra ise artık yiyemez, zorlarsa kusar.

عَذَابَ الْخُلْدِ

(GaÜaBa eLPuLDi)

“Huldun azabı” 

‘Yeşil elma’ diyebilirsiniz. Manası vardır. Rengi yaprak renginde olan elmadır. Ama yeşilin elması olmaz. Bunun gibi ‘tatlı su’ olabilir ama tatlının suyu olmaz.

Burada “huld azab” denmiyor, “huldun azabı” deniyor.

“Beşer için senden önce huld kılmadık, sen öleceksin de onlar halid mi olacaklar?”

“Huldun azabını zevk ediniz.”

“Size huldun şecerini göstereyim mi?”

“Muttakilere vaad edilen huldun cenneti.”

“Nârın içinde huldun dârı vardır.”

“Selametle girin, bu huldun yevmidir.”

“Huldun zamanı var, mekânı var, şeceri var, azabı var, nârın içinde huld var.”

“Huldun günü” dendiği zaman sonsuz zaman anlamında olmadığı anlaşılmaktadır. Demek ki “huld” hurma gibi tadı olan bir varlıktır; cennette ve cehennemde olabilen bir varlık; bu dünyada olamayan bir varlık. “Ahlede mesken” gibi bir kelime. Mesken vardır, sakin vardır. Halid, huldu olan varlık demektir.

Bu dünya hayatı fani hayattır, sonunda yok olmaya mahkûmdur. Oysa orada huld vardır. Fena yoktur. “Huld” entropinin karşılığı olan bir kavramdır. Bu dünyadaki hayat enerjinin ifnası ile sürmektedir. Âhiret hayatı ise huld enerjisi ile var olacaktır. Batılıların diliyle söylersek, entropinin küçülmesi ile hayat devam edecektir. Oysa âhirette “huld” denen bir varlık vardır, o varlık bizim hayatımızı sürdürme enerjisini verecektir.

هَلْ تُجْزَوْنَ

(HaL TuCZaVNa)

“Cezalanıyor musunuz?”

“Ceza” karşılık demektir. İyiliğin karşılığındaki iyilik ceza olduğu gibi kötülüğün karşılığında da kötülük vardır. Bunlar birer cezadır. Âhirette insanlar bu dünyada yaptıklarının karşılığını bulacaklardır. Cehennem ile cennet arasındaki fark konusunda şöyle yapabilir. Askeri yönetim cehennem yönetimidir. Kişi kendi özgür iradesiyle hareket etmez, üstü ne emrederse onu yapar. Askerlikte gözlerimi kapar ve emredileni yaparım düzeni vardır. Hâlbuki cennet ise tamamen özgür hayatın sürdüğü bir yaşayıştır, özgürlüğün huldu varsa.

Buradaki “Hel” tasdik anlamında bir “Hel”dir, “Kad” anlamındadır. “Hevn boğazdan, “Kevn” ve “Teyn” ortadan çıkar. “Beyn” ise dudaktan çıkar.

Türkçede “Ben, Sen, O” vardır. “Ben” dudaktan görüneni gösterir. “Sen” yakın olana, sana hitap eder. “O” da uzaktakini veya görünmeyeni anlatır. “Bu, şu, o” da öyledir.

“Hel” kelimesi “hevl” kelimesinden dönüşmüştür. Yani görünmüyor. Nedir anlamındadır. Olumlu soru sorar. “Ea” harfi de “He”den dönüşmüştür. Hepten kaybolmuş, kalmamış demektir. İnkâr sorusudur.

إِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ (52)

(EilLAv BiMAv KuNTuM TaKSiBUvNa)

“Sadece kesb etmekte olduğunuz.”

Yani sadece zalimken kesb etmiş olduğunuzdan dolayı cezalanıyorsunuz.

Bir kimsenin zulmetmesi cezalanması için yeterli değildir. Suç karşı tarafa ne kadar etki etmişse o kadar cezalanır. Bir kimse hırsızlık yapsa, ancak çaldığı şey dışarı çıkarmadan kırılsa, dökülse, cezası verilmez. Tazmin ettirilir ama kolu kesilmez. Çünkü kesb etmemiştir. Ceza hukukunun iki kuralı vardır. Yaptığı işte kasıt bulunmalıdır. Kasdın olmaması cezayı düşürür. Kurda silah atarken adama isabet etse ve adam ölse, faile ceza verilmez. Silah attı, adama çarptı ama kişi zırhlı olduğu için kişi zarar görmemişse, silah atana ceza verilemez. Zulüm ve kesb birleşmelidir.

Burada onlara denir. Kesb ettiğiniz deniyor. Burada cezanın şahsiliği ilkesini içermemektedir. Ne var ki çoğul çoğula tekabül edince herkesin kendi yaptığı anlamı çıkar. “BiHi” zamirinin getirilmemesi bundan dolayı olabilir. “Ma kesebuhu lehum” dediğinizde, kesb ettikleri bir şey olur. “Ma kesebu lehum” derseniz, kesb ettikleri onlardan, her birinin kesb ettiği kendisinindir anlamı verilebilir.

Bu kural bir varsayımdır.

Tüm Kur’an buna göre okunup değerlendirilmelidir.

وَيَسْتَنْبِئُونَكَ أَحَقٌّ هُوَ قُلْ إِي وَرَبِّي إِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (53)

(Va YaSTaNBıUvNaKa Ea XaqQun HuVa QuL EIy VaRabBIy EinNaHUv LaXaqQun Va MAv EaNTuM BiMuGCiZIyNa)

“Senden o hak mı diye istinba ediyorlar. ‘Evet’ de ve Rabbim için o haktır ve siz icaz edemeyeceksiniz.”

Bundan önceki âyetlerde bu vade ne zaman demişlerdir. Onun üzerinde cevaplar verilmiştir. Acele olmasını istemişlerdir. Şimdi istinba’ ediyorlar, öğrenmek istiyorlar; o hak mıdır; “Adil Düzen”in geleceği gerçekten hak mıdır, Kur’an düzeninin geleceği gerçekten hak mıdır? Yani onu istinba’ ediyorlar, öğrenmek istiyorlar.

Yukarıda bu vade ne zaman dendiği zaman bu dünyada vaad edilen iyi veya kötü idi; şimdi de yine şüphe içinde gerçek midir diyorlar. Bu âyet Mekke’de nâzil olmuştur. Kur’an ne iddia ediyordu; evet, nur tamamlanacaktır.

Buradaki zamir saate yani yeryüzünün sonunda yıkılacağına işaret edebilir. Sonra kıyamete işaret edebilir. Sonra hulda işaret edebilir; huld hak mıdır? Bu manalar verilebilir. “Adil Düzen”in geleceğine işaret edebilir. Tabii ki hepsi haktır.

“Hak” kelimesi tekrar edilmiştir. Eğer cevapta “Le” getirecekseniz onun ismini tekrar edersiniz; “E Hâzâ Ahmedu; Iy Hüve Le Ahmedu” dersiniz.

Burada kaç tekit vardır?

“Iy” neam/evet demektir. Ama eğer vurgu yapılacaksa “Iy” dersiniz.

“Ve Rabbi” denmekte; burada atıf “Ve”si değil “Yemin “Ve”sidir. Rabbe yemin edilmektedir.

“İnne” kelimesi getirilerek tahkik edilmektedir.

“LeHakkun” diyerek hem “Le” hem de “Hak” kelimesinin iadesi ile tekit edilmektedir.

Evet, “Adil Düzen”in geleceği bu kadar tekitle haktır. “Adil Düzen”in gelmesini isteyen veya istemeyen kimseler duysun ve işitsin, o haktır, gelecektir.

“Adil Düzen” dediğimiz zaman elbette sadece Süleyman Karagülle’nin söyledikleri değildir, elbette sadece Necmettin Erbakan’ın vurgulaya vurgulaya anlattıkları değildir. “Adil Düzen” Kur’an düzenidir. Bizim söylediklerimiz Kur’an düzeni ise o gelecektir. Bizim söylediklerimiz Kur’an’a uygun ise gerçekleşecektir; uygun değilse biz hata yapmışız demektir. Biz kimseyi bizim “Adil Düzen”e davet etmiyoruz, biz sizi Kur’an’ın Adil Düzenine davet ediyoruz; Kur’an onun gerçekleşeceğini söylemektedir.

Bizim kırk senelik yazdıklarımızı okuduğumuz zaman bizim savunduklarımız hep bir bir gerçekleşmiştir...

Biz Risale-i Nurları destekledik, Kur’an’ın çağımızda yorumuna uyuyor diye; şimdi dünyaya yayılmaya başladı...

Biz Süleyman Tunahan’ı destekledik, Kur’an Arapçasını öğretiyor diye; bugün Osmanlı Türkçesi ders olarak okullara konmak isteniyor. Yıllar sonra bizim söylediklerimize doğru adımlar atılıyor...

Biz Erbakan’ı destekledik, “Adil Düzen”i dünyaya tanıttı diye; şimdi onun Millî Görüş’ten uzaklaşmış takipçileri bile dünyaya etki ediyorlar...

Biz 1970’lerde “yeni anayasa”yı savunduk; şimdi insanlığın konusu olmaya başladı; Bu arada biz “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı hazırladık…

Biz kapitalizmin ve sosyalizmin çökeceğini söyledik; birincisi (komünizm/sosyalizm) çöktü, ikincisi (kapitalizm) ölüm döşeğinde...

Demek ki eksiklerimiz ve hatalarımız vardır ama hepten de yanlış değildir.

“İcaz etmek” demek, onu aciz bırakmak, onu geçmek demektir, arkaya bırakmak demektir yahut etkisiz hâle getirmek demektir. Kesilmiş hurma kütüğüne “acuz” denmektedir. Yaşını doldurmuş olduğunda doğurmayan kadına “acuz”, kısır kadına “akur” denmektedir.

Buna göre siz onun gelmesini durduramazsınız demektir. Demek ki tekidin beşincisi veya altıncısı da budur. Evet, “Adil Düzen” gelecektir, siz onun gelişini durduramayacaksınız demektir. Bununla burada kastedilen âhiret değil bu dünyadır, âhireti durduramazsınız bir anlam taşımaz. Ölecek olan insan artık neyi durduracaktır?

وَيَسْتَنْبِئُونَكَ

(Va YaSTaNBıUvNaKa)

“Ve senden istinba’ etmektedirler”

“Nebe” gelecekten haber vermek demektir. “Haber” doğurmadan evvel devenin memesinde görülen süt demektir, sütün geldiğini haber verir. Geçmişteki olayları anlatır.

“Nebi” tepe üzerinde oturan gözcüye denir. Gelecekte olacakları haber vermek üzere oturur, geliyor der. Daha gelmiş değildir.

İstifal bâbı ise sormak veya istemek anlamındadır. Türkçede sormak ve istemek ayrı ayrı fiillerdir. Arapçada sormak ve bir şeyi istemek iki manaya gelir; bir şeyi sorarsınız, bir şeyi istersiniz. Dönüşmede istemeden gelişmiş bir manadır.

“İstinba’ etmek” demek, geleceğin haberini isteme demektir.

Gelecekte bu olacak mı diye soruyorlar.

Yarın saat sekizde (yirmide) akşamın olacağı gayb haberi değildir. Bu hesabi bir olaydır. Gayb haberi ihtimaliyata dayanan haberdir.

Bir parayı attığınız zaman yazı mı tura mı geleceğini biz bilemeyiz. Çünkü ona etki eden pek çok etken vardır. Verileri bilmemiz mümkün olmadığı için sonucu bilememekteyiz. Allah ise her zerrenin hareketini kendisi tayin ettiği için bilebilmektedir.

İstinba’ ilme dayalı hususlardır. Biz bir şeyi söylüyorsak kendiliğimizden söylemiyoruz. Uygarlıkların ömrü vardır, biner senedir. İki uygarlık peş peşe gelir. Kuvvete dayalı uygarlık ile hakka dayalı uygarlık gece ile gündüz gibi birbirini takip eder. Doğu’da gündüzken Batı’da gecedir. Bugün Batı uygarlığı tepededir, yaşlanmıştır ve çökmeye başlamıştır. Alexi Karel bunu çok beliğ şekilde anlatmaktadır. Hak uygarlığı da çökmüştür, şimdi yeniden doğmaktadır. Doğan çocuğun büyüyeceğini bilmek gayb haberi değildir.

Peki, acaba onlar neden istinba’ ediyorlar?

Bazen akılları başlarına geliyor ve acaba gerçekten olacak mıdır diyorlar.

أَحَقٌّ هُوَ

(Ea XaqQun HuVa)

“O hak mıdır?”

Evet, o hak mıdır?

Buradaki “O” zamiri nereye gitmektedir?

Bundan önce geçen müfred müzekker kelimelerden birisine raci olacaktır. Âyet “Ve Yekulûne”ye atfedildiğine göre; onun içinde geçen herhangi bir müfret kelimeye racı olabilir. En yakınından başlarsak; Huld, Azab, Ecel ve Vaad. Demek ki huld hak mı,  azab hak mı, ecel hak mı, vaad hak mı olabilir. “Ve” ile atfedildiği için vaada raci olması, hulda raci olması kadar muhtemeldir.

Hak kelimesi gerçekten vaki olacak mı demektir.

Atfı her birine ayrı ayrı yapar ve ona göre mana verebiliriz.

Bin yılda bir yeni uygarlığın ortaya çıkacağını söylüyor, “Adil Düzen”in şimdi geleceğini söylüyoruz. Gerçekten hak mı, gerçekten bin yılda bir yeni uygarlık mı gelir demektedirler. Biz de Kur’an’dan aldığımız metni tekrar ediyoruz ve o haktır diyoruz. Bizim kıyasla tesbit ettiğimiz gelme tarihi 2033’tür. Bu tarihte Türkiye’de “Adil Düzen” resmen kabul edilecek, bu yorumlar ele alınıp incelecektir ve devlet yönetimi “Adil Düzen”e göre olacaktır. Burada biz yanılmış olabiliriz. Çünkü önümüzde hangi olayların cereyan edeceğini bilmiyoruz. Kıyasımızı neye göre yapıyoruz?

Diyoruz ki;

Türkiye’de dinsizlik resmen 1900 yıllarında başladı ve gittikçe şiddetlendi. Meşrutiyet, Sevr ve inkılâplarla peş peşe dinsizlik en yüksek seviyeye çıktı.

1933’de Mustafa Kemal’in nutku ile inkılâpların tamamlandığı beyan edildi ve ondan sonra duraklama devri başladı.

Mustafa Kemal’in ölümü, İsmet İnönü’nün gelmesi, Şemsettin Günaltay’ın başbakan olması, Demokrat Parti ve Adnan Menderes, Süleyman Demirel 1967’ye kadar 33 sene sürdü.

1967’de biz Akevler’i resmen kurduk. Arkasından Necmettin Erbakan Millî Nizam Partisi’ni kurdu. Arkasından Gülen vakıf kurdu. Birden İslâmî hareket durgunluktan aktif hâle geldi. 1973 yılında Halk Partisi ile koalisyon (CHP-MSP Koalisyonu) yaptık. Daha sonra Turgut Özal’ın partisi (ANAP) tek başına iktidar oldu. Necmettin Erbakan başbakan oldu. Müslümanlar siyasette, ekonomide ve dinde etkin odular. Ne var ki bunları mevcut Batı düzeni içinde yaptılar. 

2002 yılı gelince Millî Görüş gömleğini çıkaranlar iktidar oldular; anayasa ekseriyeti ile iktidar oldular. Akevler İstanbul’da ikinci dönem ilmî çalışmalarına başladı. İstanbul’da hazırlıklar yapıldı. Bu dördüncü 33 yıl içinde Türkiye’de İslâm modeli partiler kurulacak, kooperatifler kurulacak, cemaatler oluşacak, medreseler açılacak ve Türkiye “Adil Düzen”e geçmiş olacaktır.

Ondan sonraki 33 yılda Türkiye örnek alınarak İslâm ülkeleri “Adil Düzen”e geçecekler diyorum; asrın sonunda dünya “Adil Düzen”i benimsemiş olacaktır.

Nasıl 20. yüzyılın başında krallık ve imparatorluklar yıkılmış ve bugün dünyada ekseriyet demokrasisi gelmişse…

21. yüzyılın sonunda insanlık hicret demokrasisine geçmiş olacaktır...

قُلْ إِي

(QuL EIy)

“Kavl et, evet”

“Evet de” diyor, Allah.

“Evet” diyoruz, “Adil Düzen” gelecektir. Bu haktır.

“Adil Düzen” nedir?

Kolayca aklınızda tutabilirsiniz.

a) SİYASETTE “ekseriyet demokrasisi”nin yerini “hicret demokrasisi” alacaktır.

b) EKONOMİDE “faizli sistem”in yerine “faizsiz kredileşme sistemi” gelecektir, “merkezi ekonomi”lerin yerini “halkın ortaklık ekonomisi” alacaktır.

c) AHLAKTA “dinler arası çatışma” yerine “dinler arası uzlaşma” ve “lâik düzen” (‘lâ ikrahe fi’d-dîn’ ile ‘leküm dînüküm ve liye dîni’ esaslı lâik düzen) gelecek, “dinleri dışlayan” değil, “dinlerle bütünleşen bir düzen” gelecektir.

d) İLİMDE “fen ilimleri”nin yanında “sosyal ilimler” de ilmîleşecek ve matematikleşecek, kurulacak “bucaklar” birer “araştırma merkezi” olarak bu yeniden ve yerinden yönetim yapılanmasına kaynak teşkil edecektir.

SONUÇ olarak “yerinden yönetimli hakemlik sistemi” bu asrın sonunda tüm insanlık tarafından benimsenmiş olacaktır. Kanunların yerini “sözleşmeler” alacaktır. Bürokrasinin yerini “genel hizmetliler” yani serbest meslek erbabı alacaktır.

On sene sonra ben aranızda olmayabilirim; siz bakın bakalım, bu söylediklerime doğru bir yakınlaşma mevcut mudur?

وَرَبِّي

(Va RabBIy)

“Ve Rabbim”

Allah yarattıklarına yani kendi doğa kanunlarına yemin eder; nasıl onlar gerçekse benim bu söylediklerim de gerçektir. Biz ise Rabbimize yemin ederiz. Allah’a değil de Rabbe yemin edilmektedir. Yani ben şimdi buradayım değil mi, ben bunları söylüyorum değil mi?

Bunları söyleyen ben değilim, O söyletiyor. Dolayısıyla O’nun adına söylediğim haktır. Benim bunları size iletmem kadar bu da doğrudur. Eğer bizim yorumumuz doğru çıkarsa demek ki biz doğru söylemişiz, gerçekten bu sözleri O söyletmiştir. Diğer sözlerimize ona göre önem verin.

Tam tersi, İslâmî faaliyetler durdurulmuş, kilise yeniden Vatikan’a çekilmek zorunda kalmış, ateist sosyalizm yeniden canlanmış, Halk Partisi (CHP) iktidara gelmiş yeniden ateizmi dayatmaya başlamış. O zaman demek ki ben Kur’an’ı yanlış anlamışım. Size vaad ettiklerim yanlış imiş, “Adil Düzen” yanlış imiş demektir.

“İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri” isimli yetmişlerin başında yayımlanmış kitabım vardır; okuyun ve deyin ki amma da saçmalamış. Biz o zaman İslâmiyet’te lâiklik vardır derken herkes bize saldırıyordu. Biz o zaman Mustafa Kemal’in inkılâplarını ve Nutuk kitabını oluruna yorumladığımız zaman bizi kimse saymıyordu ama 1980’de süngünün ucunu görünce lâik oldular. Bugün de kimse zorla insanları dindarlaştıralım demiyor.

إِنَّهُ لَحَقٌّ

“EinNAHUv LaXaqQun)

“O haktır”

Buradaki “Hu” zamiri yukarıdaki zamire racidir.

O hak mıdır diye soruyorlar.

Biz de Allah’tan aldığımız emre dayanarak söylüyoruz. Biz size kendi kanaatimizi değil Kur’an’ın söylediklerini aktarıyoruz. Bu kadar kesin ifadelerine rağmen ya yanlış anlıyorsan diye kuşkudan kurtulamıyor. Aynı kuşku âhiret için de zamanla gelip geçer. İnsan reybden kurtulamıyor. Ama ilmen ve aklen biliyorum, asıl hayat âhirettir. Ben eğer öldükten sonra var olmayacaksam, şimdi varlığımın ne gereği var, bu sıkıntıları ne diye çekeyim, sizinle niye kavga edeyim? Biraz sonra yok olacağım. Çocuklarım da yok olacaklar. Evlenip çocuk yapmamın hapishaneye insan doldurmadan başka ne manası olabilir? Bundan dolayıdır ki duygular imanın kaynağı olamaz, ilim imanın kaynağı olur.

Ben bunu niye yazıyorum?

Siz de zamanla böyle reyb rüzgârları içinde olabilirsiniz. Amelinizde sabit kaldıkça bu reyb size zarar vermez. Namaz kılmaya devam ediyorsanız sizin imanınız tamdır. Ama böyle reyb rüzgârlarının tesiri ile namazı bıraktığınızda artık helâk olmaya adım attınız demektir.

Namaz imanın bekçisi ve senedidir. Yarın sen niye böyle şüphelere düştün diye sordukları zaman cevap verirsiniz; o düşüncelerimi dışladım ve kararlarımı iman tarafına verdim ve namaza devam ettim dersiniz ve savunmanızı yaparsınız.

وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (53)

(Va MAv EaNTuM BiMuGCiZIyNa)

“Ve siz icaz edecek değilsiniz.”

“İcaz etmek” demek yarışta rakibi arkaya bırakmak demektir. Acz kişinin koşarken en arkada bıraktığı, sıranın son tarafıdır. Çizgiye giren değil, çizgiden öne çıkan yarışı kazanır. Kaçıp yakalanmaktan kurtulmak da icaz olduğu için kaçamazsınız anlamı da çıkar. Yahut sizinle yarışanı geri bırakırsanız o da icazdır.

Evet, “Adil Düzen”den kaçamayacaksınız, herkes eninde sonunda Allah’ın düzenine girmiştir. Bugün dünyada devlet aşamasının dışında kalan yoktur. Herkes istese de istemese de bir devletin tabiiyetine girmiştir. Artık Kur’an düzenini tüm insanlık kabul edecektir. Kâfir olanlar bile küfürleri içinde, müşrik olanlar şirkleri içinde “Adil Düzen”in hükümlerine gireceklerdir. Beraat suresi müşriklerle nasıl bir arada yaşayacağımızı anlatmıştır.

Burada iki isim cümlesi birbirine bağlanmıştır. O haktır ve siz ondan kaçamayacaksınız veya engelleyemeyeceksiniz demektir.

وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْأَرْضِ لَافْتَدَتْ بِهِ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (54)

(Va LaV EnNe Li KulLi NaFSin JaLaMaT MAv FIy eLEaRDı La iFTaDaT BiHIy Va EaSarRu elNaDAvMaTa LamMAv RaEaVuv elGaÜABa Va QuWıYa BaYNaHuM Bi eLQiSOi Va HuM LAy YuJLaMUvNa)

“Arzda olan zulmetmiş olan her nefse ait olsaydı onu iftida ederdi. Azabı rey edince nedameti israr ettiler. Aralarında kıstla kaza edildi. Onlara zulm edilmeyecek.”

Bu sûrede 12 defa “zulüm” kökü geçmekte, 7 defa “şirk” kökü geçmekte, 4 defa “küfür” kelimesi geçmekte, 1 defa da “fasık” kelimesi geçmektedir. Demek ki sûre zulüm üzerine vurgu yapmaktadır. Bu âyette iki defa “zulüm” kelimesi geçmektedir. Bundan on âyet önce de yine iki defa “zulüm” kelimesi geçmektedir. Sûrede “aralarında kıstla kaza edilecektir ve onlara zulmedilmeyecektir” iki defa geçmektedir. Allah’ın kimseye zulmetmeyeceği, adaletle hükmolunacağı ifade edilmektedir. Birincisinde resulleri geldiği zaman adaletle hükmolunacağı ifade edilmiştir.

Âyet âhiretten mi yoksa dünyadan mı bahsetmektedir?

Azabı gördüklerinde nedameti israr edeceklerdir denmektedir. “Yevme tüble’s-serair” âyetinde kimsenin âhirette sirr olmayacağını beyan ettiği halde, burada israr ederler deniyor. Demek ki bu olay âhiretteki olayı anlatmaktadır. Âhiret azabını da anlatmaktadır, bu dünya azabını da anlatmaktadır.

Yine burada “Beynehüm” demekle aralarındayı ifade etmektedir.

İzmir’de 1960’larda kurduğumuz kooperatifin içinde sonradan Millî Görüşçü olanlar vardı, sonradan Fethullahçı olan Nursiler vardı. Onlarla usulde anlaşamamış olanlar bizden ayrıldılar ve biri “dinî cemaat” oluşturdu, diğeri ise “siyasi parti” oluşturdu. Biz ikisini de destekledik. Sonra sömürü sermayesi bunlara yem attı ve bunların bir kısmını “Adil Düzen”den uzaklaştırdı, şimdi birbirlerini vuruyorlar. Bu âyet bize bir şeyi bildiriyor. İkisi de Akevler ve “Adil Düzen”den ayrıldıklarına pişman olacaklar, nadim olacaklar ama itiraf etmeyecek ve bu pişmanlıklarını gizleyeceklerdir.

Bugün hâlâ seslerini yükseltip bizim “hakemliğimizi” kabul etmiyorlar. Zaman Gazetesi (ve Samanyolu TV) benim hakemlikle ilgili konuşmamı sonuna kadar kaydetti ama bir kelime bile ne Zaman’da ne de Samanyolu’nda bahsetmedi. Hâlbuki onların büyük puntolarla ve sesli olarak AK Parti’ye meydan okumaları ve bizim “hakemlik önerilerimizi” dikkate almaları gerekirdi. Akevler’in tarafsız olduğunu çok iyi bilmektedirler, Akevler’in zulmetmeyeceğini çok iyi bilmektedirler ama...

Kıst ile aralarında hükmolunacak.

Dikkat edecek olursak her iki âyette “Allah kaza edecek” denmiyor, “kaza olunacaktır” deniyor. Yani bunlar bir gün “hakemlik sistemini” kabul edip Akevler’e veya Akevler benzeri bir kuruluşa teslim olacaklardır ve aralarında adaletle hükmolunacaktır. Haberi gelmektedir.

Evet, bunlar her ikisi de sonunda diyecekler ki; gerçekten “Adil Düzen” gelecek mi, o hak mı? Biz onlara ne öneriyoruz? Biz onlara diyoruz ki; siz Kur’an’a inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz? Bizim burada verdiğimiz manalarda ne gibi hatalar vardır? Siz de yorumlayın, bizden daha doğru mana verin, biz ona uyalım.

Evet, “Adil Düzen” gelecek ve sizin aranızdaki ihtilafı çözecektir, aranızda kıst ile kaza edilecektir. “Adil Düzen” gelinceye kadar bu çatışma devam edecektir. Çünkü sizi çatıştıran bugün can çekişmekte olan sömürü sermayesidir. Bu sermaye devletlerle yaptığı savaşlara karşı Müslümanları ayaklandırmak istemektedir. Bunun için paralel güçler oluşturmakta, sonra onları birbirleri ile çatıştırarak sonunda dünyayı bu yolla teslim alacağını sanmaktadır ama sömürü sermayesinin bütün bu çabalarının ecele faydası yoktur.

Öyle sıkıntılı günler gelecektir ki bir taraf yeryüzü hazinelerine sahip olsa, karşı tarafı yenmek için bu hazineleri feda edecek hâle gelecektir. Yani Ak Parti ve Gülen Cemaati arasındaki çatışma kolay kolay bitmeyecektir.

Fethullah Gülen’i Türkiye’ye getirmekle ve onu hapse atmakla zannediliyor ki paralel yapı yok olacak. Tam tersine, bundan yararlanan sermaye daha çok ve daha güçlü Gülenler çıkaracak, savaş daha da büyüyecektir. Öcalan Türkiye’ye geldi, PKK bitti mi? Tam tersine, devlet ondan sonra PKK’ya teslim oldu, şimdi onunla pazarlık etmektedir! Oysa Öcalan evet dese bile birkaç yıl sonra daha güçlü bir Öcalan çıkar ve sorun devam eder.

Paralel yapı Fethullah Gülen’e ait değil ki; sömürü sermayesine aittir.

Sermaye bu yaptıklarına yeni kişilerle ve yeni paralel yapılarla devam edecektir.

Çözüm nedir?

Çözüm “Adil Düzen”dir. “Adil Düzen” geldiği zaman onları oynatan sermaye çökmüş olacak, artık onları oynatamayacak ve Cemaat ile Ak Parti arasında kavga “Adil Düzen”in adaleti ile bitecektir.

Yine buradan anlıyoruz ki “Adil Düzen” geldiği zaman barışmış olarak Cemaat de AK Parti de orada yer alacaktır.

Daha önce başka sûrede yaptığımız yorumu bu âyet teyit etmektedir. Bunlar Allah’ın görevlendirdiği cemaatlerdir. Hata yapmaktadırlar. Ama bu hatalarını düzeltecekler ve gelecekte hem “Adil Düzen”e hem Risale-i Nurlara hem de Millî Görüş’e hizmete devam edeceklerdir. Akevler’le birlikte yola çıktılar, yine Akevler’de birleşeceklerdir. Kaza eden Akevler’in hakemleri olacaktır.

Bundan önceki buna benzer âyette; her ümmetin resulü vardır, resulleri geldiği zaman aralarında kıst ile hükmolunacak ifadesi bu kazanın bu dünyada olduğunu göstermektedir. Birinci resul vârisi Erbakan olmuştur. Burada da bir resul vârisinin olmasını bekleyebiliriz. Hazreti Ömer misali biri “Adil Düzen”i benimseyecektir. Hazreti Ömer Müslüman olmadan önce en büyük muhalefeti yaptı ama sonunda en âdil bir hükümdar oldu. Belli olmaz, “Adil Düzen”e karşı olan ve gömleği çıkaran zat birden bize katılır ve siyasi gücü ile “Adil Düzen”in bir an evvel Türkiye’ye gelmesini sağlar. Fethullah Gülen de onun yanında yer alır ve bir başka resule gerek kalmaz. Onlar böyle yapmasalar bile sonuç mutlaka “Adil Düzen”in galibiyeti ile bitecektir.

“Adil Düzen”in ordusu mu var, nasıl galip gelecektir?

Medineliler nasıl muhacirlere arka çıktılar, nasıl ensar oldular? Mekkeli Müslümanlar sadece 100 (yüz) hane civarında idiler. Bugün biz Adil Düzen Çalışanları olarak gerçi bir arada değiliz ama bugünkü haberleşme ve çalışma araçları ile bir arada gibiyiz. Sayımız da 100 (yüz) civarındadır. Günü gelince birileri bizimle olacaklardır.

Bu dediklerimiz ne zaman olacaktır, “Adil Düzen”e ne zaman teslim olacaklar biliyor musunuz?

Ülke tam uçuruma giderken, herkes artık canını kurtarma dışında bir şey düşünmediği zaman, birileri “Adil Düzen”i benimseyecek ve “Adil Düzen Kadrosu” ile birleşeceklerdir. Bunun olması için biz Adil Düzen Çalışanlarının çalışmamızı tamamlamış olmamız gerekir.

1) “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” hazırlanmıştır.

2) “Genel Hizmetler” (25 Genel Hizmet) kitabı basılmıştır.

3) “Genel Hizmet Kooperatifleri” üç ilimizde kurulmaktadır.

4) “Muhasebe Çalışmaları” devam ediyor, tamamlanması gerekiyor.

5) Bir “Dinlenme Sitesi”ni ve bir “Yüz Dairelik Apartman”ı yapmamız gerekir.

Bunları başardığımız zaman şartlar gelmiş demektir. Allah insanlığa o kadar sıkıntı verir ki insanlar her şeylerini feda edecek hâle gelirler. Onlardan birileri bizim yanımızda yer alır, fetih başlar, kısa zamanda “Adil Düzen” iktidar olur.

Bu savaşla mı seçimle mi olacak; buna insanlık karar verecektir.

وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ

(Va LaV EnNe Li KulLi)

“Hepsi için olsaydı”

“Lev” geçmiş zaman için kullanılır. Olmamış olsaydı anlamında getirilmiştir. Kıst ile kaza olunduktan sonra gelecekte geçmişin hikâyesi olarak anlatılmaktadır. Artık her şeye razı olur teslim olurlardı diyor. Kaza edenlerden olmadan bir şey istemeyecek, aralarında kıst ile hükmedeceklerdir. Ama o halde olacaklardır ki artık tam teslim olmuş olacaklar.

Âdil Düzenciler ise sadece adaletle kaza edecekler. Onlardan hiçbir şey istemeyecekler, onların yaptıkları saldırılardan dolayı intikam almayacaklar ama durumları intikam alınmaya müsait olacaktır.

Alpaslan, Romen Diyojen denen imparatoru Malazgirt Meydan Muharebesi’nde (26 Ağustos 1071) yendiğinde ona sordu; sana ne yapacağımı düşünürsün? İmparator cevap verir; öldüreceksin ve sokak sokak süründürüp dolaştıracaksın!

Alpaslan cevap verir; hayır, ben seni affettim, geri gönderiyorum, git imparatorluğunun başına geç!

Düşmana bu muameleyi yapan neslin temsilcileri elbette ne Ak Partililere, ne de Cemaat’e en küçük eziyette bulunmayacaklardır. Ama onların her birinin durumu tam teslimiyet durumundadır, olanın tamamını vermeye hazır olacaklardır.

Hayır; Adil Düzen Çalışanları onların bir kuruşlarını bile almayacaklardır.

Bu yalnız onlar için gelen bir âyet değildir.

Bugün “sermaye” ile “siyaset” çatışmaktadır. Yarın bunlar da “Adil Düzen”e teslim olacaklardır. Aralarında kıst ile hükmedilecek ve asla zulmedilmeyecektir.

نَفْسٍ ظَلَمَتْ

(NaFSin JaLaMaT)

“Zulm eden nefis”

Evet, zulmetmeyen nefisler olacak…

Ama zulmeden nefisler olacak ve kötü duruma düşeceklerdir...

Cemaat bugün servetlere sahiptir? Bu servetleri nereden ve nasıl edindi? Bugün onu indirmek için düşmanları ile birleşip saldıranlar o saldırdıkları kimseler sayesinde bu zenginliğe ulaştılar...

AK Parti de Akevler’in desteklediği Millî Görüş ve “Adil Düzen” sayesinde iktidar oldu ama gömlek çıkardı, Akevler’i ve “Adil Düzen”i küçük görmeye başladı...

İçlerinden böyle olanları vardır.

Bunlar zulmeden kimselerdir.

مَا فِي الْأَرْضِ

(MAv FIy eLEaRDı)

“Arzda olanlar”

“Arzda olanlar onun olsa” denmektedir.

“Arz onun olsa” denmiyor, “arzda olanlar onun olsa” denmektedir.

İlk yaratılan insan gibi yeryüzü size verilse ne yararı vardır?

Ama bugün on milyara yaklaşan insanlık nüfusu ile yeryüzü o kadar kıymetlidir.

“Mâ” meni de içerir. Yani yeryüzünde ne ve kim varsa anlamındadır. Yani o kadar büyük olsa, varsayalım ki Obama, Putin veya Erdoğan artık galip gelmiş, her yere hâkim durumdadır. Dünyada varsayalım ikinci tanrı olsun. İşte o durumda öyle olaylar olacaktır ki, “Adil Düzen”e sığınıp kendisini kurtarmaya çalışacak ve bütün bu hükümranlığından vazgeçmek isteyecektir. Bu herkes için böyle olacaktır. “Adil Düzen” bu durumda aralarında hükmedecek, kıst ile hükmedecek, kimseye zulüm edilmeyecektir. Ne varsa yine kendilerinin olacaktır. Sadece onları şeriat içinde kullanmalarını isteyecektir.

Burada çok önemli bir ihtar da bizedir: Siz iktidara talip olmayın, siz tekel sömürü sermayesine talip olmayın. Siz kooperatifler kurun ve “Adil Düzen”i getirin. Onlardan sizi rahat bırakmalarını isteyin. Her iki taraf da saldırabilir. Siz galip geleceksiniz ama yine onlar arasında kıst ile hükmedecek, bir şey istemeyeceksiniz. Çünkü bir düzen birden değişmez. Siz onların elinden varlıkları alırsanız işletemezsiniz, hepten çöküş olur. Onları silahla değil düzenle, ekonomik kurallarla yola getirin. Düzende zorlama yoktur.

لَافْتَدَتْ بِهِ

(La iFTaDaT BiHIy)

“Onu iftida eder”

Onu feda eder durumda olacaklardır. Mukavemet edecek hiçbir güçleri kalmayacaktır. Nesi varsa nesi yoksa vermeye hazır durumdadır.

Yenilen bir kimsenin bedel vererek canını kurtarmasıdır.

Bedir Savaşı’nda onlar 900, Müslümanlar 300 kişi idiler. Çok kanlı savaş gerçekleşti. Sonunda mağlup oldular. Müslümanlar esirlerle birlikte Medine’ye gittiler. Hayatları karşılığı onlardan ne istenirse vereceklerdi. Belki de memleketlerindeki tüm varlıklarını satıp karşılığını vereceklerdi.

Hazreti Peygamber aleyhisselâm ne yaptı?

On kimseye okuma yazmayı öğreten serbest olsun dedi.

Zulmetmedi, onların mallarına dokunmadı.

Adil Düzen Çalışanları yarın iktidar olduklarında onlardan böyle ihsanlar isteyecek, belki de diyecek ki; sen yine başbakan kal, sen yine genelkurmay başkanı ol ama şunları yap.

Kur’an’ın bu talimatlarını ortaya koyarsanız insanlar Kur’an düzeninden korkmazlar, bu sayede zaferimiz o kadar erken olur.

وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ

(Va EaSarRu elNaDAvMaTa)

“Ve nedameti israr ettiler”

Bu âyetleri şimdi okuyoruz, böylece gelecekte olacakları geçmiş hikâyesi olarak anlıyoruz. O gün geldiği zaman bu âyetin haber verdikleri gerçekleşmiş olacak, o zaman geçmiş anlatılacak. Onlar pişmanlıklarını gizleyeceklerdir.

“Redm” kumaşa dikilen yama, “Nedm” arkadaş, içki arkadaşlığı demektir. İçki arkadaşlığından doğan pişmanlıktan dolayı “pişmanlık” anlamı kazanmıştır.

Pişman olurlar ama pişman olduklarını da beyan etmez olurlar.

Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşları ve Fethullah Gülen’in yakın arkadaşları bu olaylardan sonra içlerinde nedamet hissini duymuş olmalılar.

Ne gibi günahları vardır?

1- Kur’an’a hizmet ve Kur’an düzenini getirmek üzere yola çıktıkları halde, varlık ve iktidar ellerine geçince Kur’an’a hizmeti unutarak dünyaya hükmetmeye kalkıştılar.

2- Bunlar yola Akevler ile beraber çıktılar ama sömürü sermayesinin iddialarına kapıldılar, Akevler’i bir kenara atarak Akevler’e karşı başarılarının cakalarını sattılar!

3- İktidarlarında adaletle hükmetmediler. Diğer zalimler gibi bunlar da başkalarına zulmettiler. Haksız yere atamalar yaptılar. Haksız yere ihaleler yaptılar. Başkalarının haklarını Müslümanlara aktardılar, onlara da haramlarla yaşama zevkini verdiler.

4- Sen çok yedin, ben az yedim deyip ortak imkânları bölüşmede ve yağmalamada anlaşamadılar ve şimdi de kendi aralarında savaşıyorlar.

Bu âyetin verdiği haber gerçekleşmişse, şimdi iki taraf da yaptıklarına pişman olmaya başlamışlardır ama bu pişmanlıklarını gizlemektedirler. Yahut şimdi pişman değiller ama ilerde pişman olacaklardır. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu ancak kendileri bilmektedir.

لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ

(LamMAv RaEaVuv elGaÜABa)

“Azabı gördüklerinde”

“İzâ Raevu’l-Azabe” denmemiştir, “İn Raevu’l-Azabe” denmemiştir.

“Lemmâ Revu’l- Azabe” denmiştir.

“İz” şarttır. “Lemmâ”da şartlık yoktur. Yani ne “İn” gibidir, ne de “İz” gibidir, kural olarak bu böyledir. Azabı görürlerse pişman olurlar.

Azabı görecekler midir?

Evet…

Azabı her gördükçe pişman olacaklardır ama pişmanlıklarını hep gizleyeceklerdir.

Peki, biz azab etmeyeceğiz de onlara kim azab edecektir?

Kendi “zalim düzenleri” kendilerine azab olacaktır. Bizim feryat ettiğimiz durum olacak, onların başlarına sıkıntılar gelince azabı göreceklerdir.

1- Köyler boşalıyor. Toprak altındaki varlıklar da bitiyor. Yarın enerji ve gıda krizi doğacaktır. O zaman yaptıklarına ve “Adil Düzen”i kabul etmediklerine pişman olacaklardır. “Yüz Daireli Lojmanlı İşyeri Apartmanları” köylerde yapmadıklarına, arazilerdeki mülkiyeti “Yararlanma ve İşletme Mülkiyetine” çevirmediklerine nadim olacaklardır.

2- Karşılıksız faizli para ile enflasyonlu çalışma sistemi şimdilik yürüyor ama bir gün yürümeyecek ve tıkanma meydana gelecektir. Gün gelecek “Emek Karşılığı Faizsiz Para” çıkarmadıklarına pişman olacaklardır.

3- “Yerinden Yönetimi” kabul etmediklerine pişman olacaklardır.

4- “Hakemlik Sistemini” kabul etmediklerinden dolayı pişman olacaklardır.

Bu pişmanlıklarını açıklamayacak, saklayacaklardır yahut saklamaktadırlar.

وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ

(Va QuWıYa BaYNaHuM Bi eLQiSOi)

“Ve aralarında kıst ile kaza olunacak”

Kim kaza edecek?

-Adil Düzen Çalışanları kıst ile hükmedecek.

Ne ile hükmedecek?

-Çağımızın fıkhı ile hükmedecek.

Çağımızın fıkhını nerden bulup da hükmedecek?

-İstanbul-Yenibosna’da kurulmasına çalışılan “Araştırmacı Müçtehit Yetişme Merkezi”nde yapılmakta olan çalışmalarla çağımızın fıkhı ortaya konacaktır.

Allah her şeyi takdir etmiş, biz insanların önünü açarak bunları yaptırmaktadır. Yenibosna’da bir hücre çalışması yapılmaktadır. Her şey ilkel, her şey basit, her şey çok az ama her türlü mütevazı imkânlar seferber edilerek çalışmalar ona göre yürütülmektedir.

Aranızdan ayrıldığım zaman da bu çalışmaların daha hızlandırılacağına inanıyorum. Olaylar beni bazen ümitsiz hâle getiriyor ama sonra aklıma geliyor; bunları ben mi yapıyorum ki böyle endişelere düşüyorum. Bütün bunlar takdir-i ilâhidir. Allah insanlığı “Adil Düzen”e hazırlıyor. Ben de bunlardan yani hazırlayanlardan biri olduğum için hamd ediyorum. Ama kimse bu bensiz olmaz demeyecektir. İçinizde bazen bu gibi düşünceler geçer, nitekim peygamberlerin de geçmiştir, ama Kur’an bunları düzeltmektedir.

Evet, onların aralarında kıst ile yani Adil Düzen Çalışanları tarafından “Adil Düzen Fıkhı” ile kaza olunacaktır.

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

(Va HuM LAy YuJLaMUvNa)

“Ve onlara zulmedilmeyecek.”

Aralarında adaletle hükmolunacak ama ayrıca onlara haksızlık yapılmayacaktır.

Ak Partililer de Gülenciler de hizmetlerine devam edeceklerdir...

Sermaye de devletler de işlerine devam edeceklerdir...

Üçüncü binyılın aktörleri belli olmaya başlamıştır. Türkiye’de Millî Görüş ve Risaleler, dünyada sermaye ve siyaset. Şimdi aralarında çatışıyorlar ama öyle zor günler yaşayacaklardır ki; Akevler “Adil Düzen”ine sığınacaklar ve kurtulacaklar, onlara zulmedilmeyecektir. Hiçbir şeyi feda etmeyecekler, çünkü “lev” harfi bunların bunu feda etmeyeceklerini bildirmektedir.

“Adil Düzen” onların çökmesini değil, zulmetmekten vazgeçip sağlıklı bir şekilde hizmet yapmalarını istemektedir.

Akevler Çalışması bu hususta ağır görevler almıştır;

Akevler Mensupları bunu idrak etmelidirler.

 

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1635 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1439 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2174 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1376 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1260 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1413 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1534 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2158 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1501 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1304 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1324 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1452 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1257 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1243 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1347 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1366 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1219 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1691 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1301 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1333 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1565 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1301 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1333 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2030 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1362 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1309 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1850 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1614 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1317 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1335 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1304 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1231 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1276 Okunma
34-109.AYET
1516 Okunma

© 2024 - Akevler