YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1440 Okunma
3 VE 4.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-2

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلَّا مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (3) إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ (4)

 

إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلَّا مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (3)

(EinNa RabBaKuM elLAHu elLaÜIy PaLaQa elsSaMAvVAvTı Va eLEaRWa FIy SitTaTi EayYAvMın ÇumMa iSTaVAy GaLay eLGaRŞı YuDabBiRu eLEaMRa MAvMıN ŞaFIyGın EilLAv MiN BaGDi EiÜNıHIy ÜaLıKuMu elLAvHu RabBuKuM FaGBuDUvHu EaFaLAv TaÜakKaRUvNa)

“Rabbiniz, semavat ve arzı altı eyyamda halk eden, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Emri tedbir eder, izni olmadan bir şefi yoktur. Rabbiniz olan Allah budur. Öyleyse O’na ibadet ediniz. Tezekkür etmeyecek misiniz?”

Bundan önceki âyetin birinde kitaptan, ikinci âyette ise o kitabı getirenden bahsetti. İman etmiş olanlar için Rablerinin yanında sıdkın kademi vardır dedi. Orada rablerini iman etmiş olanlara izafe etti. Oysa Allah göklerin, yerin ve bütün insanların Rabbidir. Şimdi bu âyette de kâinattan ve onu var edenden bahsedecektir.

“Rabbiniz” diyorken tüm insanların Rabbidir, Hz. Muhammed’in de Rabbidir. Söyleyen de diğer insanların içindedir. O Rabbin adı Allah’tır. O bu kitabın söyleyenidir. O herkesin Rabbidir. O Allah’tır. Biz yani bu Kur’an’ın mütekellimi, Rabbiniz, sizi var eden ve yetiştiren ve bu kâinatın haliki o Allah’tır.

 Bu âyetlerde rab ile halik arasındaki farkı da ortaya koymaktadır.

Bir arabayı yaparken değişik parçaları imal edersiniz, sonra o parçaları monte edersiniz ve araba çalışır hâle gelir. Araba bitmeden önce hiçbir işe yaramadığı gibi araba bittikten sonra da yavaş yavaş yaşlanır ve işe yaramaz olur. İşte, araba bitmeden önce yapılanların hepsi halikiyettir. Araba bittikten sonra rabvet devri başlar.

Kâinatımız yaratılmadan önce her şey planlanmış ve kâinatımız birden var olmuştur.

Kâinat var olduktan sonra iki şey değişmemektedir.

Bunlardan biri madde parçacıklarının sayısıdır, ilk yaratıldıkları zaman sayıları ne ise şimdi de odur. Buna “madde sakımı kanunu” denmektedir. Bu parçacıkların özelliği şudur, bir yerde iki parçacık birleşmez.

Kâinatta değişmeyen ikinci şey ise parçacıkların hızlarının karelerinin toplamıdır. Buna enerji ve kudret denmektedir. Toplam enerji dün ne idiyse bugün de odur. Parçacıklar enerjilerini birbirlerine aktarırlar. Birinden eksilir, diğerinde artar. Dolayısıyla parçacıkların hızları devamlı değişir ama hızlarının karelerinin toplamı değişmez. Buna “enerji sakımı kanunu” denmektedir.

Birçok parçacığı bir araya getirelim. Bunların hızları değişik istikamette dağılmışsa buna bozulma veya entropi denir. Eğer bütün parçacıkları aynı doğrultuda birlikte hareket ediyorlarsa buna tropi/düzgünlük diyoruz.

Kâinatta değişmeyen bir kanun daha vardır. Kâinat en büyük düzgünlükte yaratılmıştır. Başlangıçta parçacıklar ışık hızı ile aynı istikamette akarlar. Buna ışık diyoruz. Zamanla bu düzgünlük kaybolur, parçacıklar aynı istikamette akmazlar, değişik istikamette akarlar, böylece entropi gittikçe artmaktadır. Buna ısı diyoruz. Kâinatta depo edilen ışık ısıya dönüşmekte, dolayısıyla entropi büyümektedir. Tam verimli bir makine yapılamaz. Verim daima birden küçüktür.

Son kanun sayısal kanundur. Parçacıklar enerjilerini birbirine aktarırken bunu sürekli değil ancak bir sayının katları olarak aktarırlar. Başlangıcı da yarımdır, 1/2 3/2 5/2 7/2 şeklinde aktarmalar yapabilmektedir.

Kâinat bundan 13,7 milyar yıl önce patlamış ve ışık hızıyla büyümektedir. Parçalanarak galaksiler oluşmaktadır. Galaksiler arası mesafe devamlı artmaktadır. Büyüyen kâinat sebebiyle aralarındaki mesafeler artmaktadır. Aynı galakside toplanan yıldızlararası mesafe ise artık büyümektedir. Hidrojen atomu etrafında dönen elektronun belli hızdaki denge mesafesi değişmemektedir. İşte kâinatın büyümesini bu birimle ölçüyoruz.

Atomdaki elektronların merkezden uzaklıkları bir katsayı ile belirlenmiştir. Maddeler uzaklığın karesi ile birbirlerini çekerler. Buna “çekim katsayısı” diyoruz. Elektronik parçacıklar ise aynı gruptakiler aksi gruptakileri çekerler. Ayrı iki çekim katsayısı vardır. Bu çekim katsayılarının değişmediğini varsayıyoruz. O zaman kâinat büyüyor olur. Yoksa atomlar küçülüyor. İşte bu da izafiyeti ortaya koyar.

Şimdi elinizde her gün değişen zaman var, büyüyen mekân var, artıp eksilmeyen madde var, enerji var. Işıktan ısıya dönüşmektedir.

Şimdiye kadar anlattıklarım hilkattir. Bir inşaatın yapılması için malzeme hazırlamanız, arsa hazırlamanız, işçiler hazırlamanız gerekir. Ondan sonra inşaat yapabiliriz. Bütün bunları var etti ama sadece bunlar var edenin hiçbir işine yaramaz. Köşk yapmışsınız ama içinde kimse oturmuyor, dışarıdan bakıp gören bile yoktur. İnşaat malzemesinden maksat bina yapmaktır. İşte bu da ikinci safhadır.

İnsanlar veya melekler veya cinler veya ruhlar bunları yerli yerine koyarak bina yapacaklardır. Ne var ki bunların yani meleklerin, ruhların, cinlerin ve insanların da Allah tarafından yapılması gerekmektedir. Çünkü istihdam eden bir varlık yoktur.

Melekler yaratıldıktan sonra artık kâinata onlar hükmedecekler, Allah onlara yaptıracaktır. Zaten kâinatı onlar için yarattı. Bunlar yapan ustalar gibidir. Evsiz yaşayabilmektedirler. Çünkü henüz ev yapılmamıştır.

Ev yapılıp bittikten sonra, bundan sonrasında o evlere yerleşecek kimseler söz konusudur. Bundan sonra buralara canlılar yerleştirilmiştir. Bitki ve hayvanlar yaşamaya başlamışlardır. Bunların var edilmeleri hilkattir. Ama bunların yaşamaları hilkat değil rabvettir. Canlılar doğarlar, gelişirler, yaşlanırlar ve ölürler. Yerlerini kendilerine benzer varlıklara bırakırlar. Bunların görevleri vardır. Bu görev kâinatın değerlendirilmesidir.

Bu âyette işte bu iki kelime karşılaştırılmıştır.

“Rabbüküm” denmiş, sonra da “halk etti” denmiştir.

Allah’ın isimleri vardır, sıfatları vardır. “Allah” kelimesi ile halik olan zat ifade edilmiştir. “Rabbiniz” deyince O’nun sıfatı belirtilmiştir. Kâinat yaratılmadan önce yalnız O vardı. O durumda bir adı yoktu. Çünkü henüz kelimeler mevcut değildi. O durumda onu “O” ile adlandırıyoruz. Sonra kâinatı var etti ve ismi “Allah” oldu. Canlıları var edip onlara evrimleşme ve gelişme imkânı verince de “Rab” oldu.

Âyette, işte bu sizin Rabbiniz olan Allah’tır diyerek, insanın yaratılmasından sonraki Rab olan Allah tekrar edilmiştir. Artık insanlar var, cinler var, melekler var, ruhlar var. Bunlar bilinçli varlıklardır. Kâinatın manası bunlarla başlar. Artık şeytan Tanrı ile cebelleşmektedir. İnsan Tanrı’sına karşı gelebilmektedir. Allah adeta kendisine muhalefet edecek tanrılar var etti. Ayrı ayrı bunların O’nun yanında bir değerleri yoktur. Ama tüm kâinatı ele aldığımızda Tanrı’nın muhatabı var, O’nunla tartışan ve onunla yarışan varlıklar vardır.

İnsan yaratılmadan önce Rab olan Allah, insan yaratıldıktan sonra Rab olan Allah değişik şekilde tecelli etmektedir. Başbakan olmadan önceki Ahmet Davutoğlu ile Başbakan olduktan sonraki Davutoğlu farklı olacaktır.

Evet, bu muhalif olan insan ve cinlerin yanında, muvafık olan insanlar ve cinler de vardır; hiç muhalefet etmeyen melek ve ruhlar da vardır. Bu kâinat asıl onlar için yaratılmıştır. Onlar rablerine ibadet edeceklerdir. Emrolunan budur. Canlılar da O’na ibadet etmektedirler. Ne var ki canlılar bunu bilinçli bir şekilde değil, fıtri bir şekilde yapmaktadırlar. Oysa insan ve cin bilerek isyan etmekte veya ibadet etmektedir.

Burada “İbadet” ile “Tezekkür” eşleştirilmiştir.

Hilkat, Rabvet, İbadet, Tezekkür.

Şimdi bu karşılaştırmaları daha sistematik şekilde yapabilmek için kelimeleri tasnif edelim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

مِنْ مِنْ عَلَى ثُمَّ فِي

فَ فَ وَ

إِنَّ أَ لَا إِلَّا مَا

ذَلِكُمُ الَّذِي

إِذْنِهِ رَبُّكُمْ رَبَّكُمُ

اللَّهُ اللَّهُ

يُدَبِّرُ اسْتَوَى خَلَقَ تَذَكَّرُونَ اعْبُدُوهُ

شَفِيعٍ أَيَّامٍ سِتَّةِ

بَعْدِ

السَّمَوَاتِ الْأَرْضَ الْأَمْرَ الْعَرْشِ

5

3

5(6)

2

5(3)

5

4

4

8

8

8

8

 

Semavat Arz ile, Emr Arş ile, İstiva Tedbir ile, Hilkat Rabvet ile, İbadet Tezekkür ile, İzin Şefaat ile karşılaştırılır. Allah kelimesine Eyyam kelimesi kalmaktadır yahut Ba’de kelimesi eşleşmektedir. Özel bir ilişki kurulamaz. Hilkat Eyyama tekabül eder. Eyyam değişmeyi, Hilkat ise birden oluşu ifade eder. O zaman Rab kelimesi Allah kelimesi ile karşılaştırılır.

Âyetin birinci kısmında kâinattan, ikinci kısmında ise insandan bahsetmektedir. Ardından kâinatı tedbir etmesinden bahsetmekte, sonra insanlara o rabbe ibadet ediniz denmektedir. Arştan tedbir etti demek, insanlara cüzi irade vermiştir demektir. İnsanların cüzi iradelerini kullanmaları gerekmektedir. Dolayısıyla arşta yani uzakta durmakta, doğrudan yönetmemektedir. İnsanların cüzi iradesini ortadan kaldıran bir durum meydana gelirse işte o zaman müdahale etmektedir.

İslâm ekonomisi liberalizmdir. Ne var ki liberalizm kendi kendisini yer, kapitalizme dönüşür, tekelleşir ve liberalizm ortadan kalkar. Oysa İslâm ekonomi sistemi tekelleşmenin önlendiği bir liberalizm düzenidir. Kâinatta da Allah insanları ve cinleri serbest bırakmıştır, bunlar kendi iradeleri ile yaşarlar. Bu iradeyi yok etmek isteyen olursa o zaman arştan müdahale eder. Sosyalizm bunun için çöktü. Kapitalizm bunun için çöküyor.

İzni olmadan şefaatçinin olmadığı belirtiliyor. Bunun için de iki takım kurulmuştur; iyilerin takımı ve kötülerin takımı. Bunlar oynuyorlar, eşitlik içinde yarışıyorlar. Hiçbirinin koruyucusu yoktur. İyilerin galibiyeti Allah’ın onları özel olarak desteklemesi sonucu değildir. İyilerin galip gelmesi kâinat düzeninin böyle olması sebebiyledir. 

Arşın emrini tedbir etmektedir. İzni olmadan şefi’ yoktur. Şefaat edene izin verecektir.

Burada işaret edilen şefi’ meleklerdir. Melekler kurallara göre insanlara yardımcı olurlar. Farklı muamele söz konusu ise izin alınması gerekir. Kıyas yoluyla hükümet farklı işlem yapmaz, kurallar ne ise ona uyulur. Özel durum ortaya çıkarsa farklı muamelenin yapılabilmesi için meclisten izin alınması gerekmektedir. İzin bir defaya mahsustur, özel bir uygulama içindir. Kuralların istisna ettiği hususlar izin değildir.

Meclis nasıl izin verecektir?

Başkan istişare eder ve karar alır. Şura üyeleri bu karara karşı hakemlere gidebilirler. Hakemlerin kararı kesindir.

Bundan önceki sûrenin son kelimeleri “azim arş” olmuştur. Burada onu açıklamaktadır. Bundan önceki sûrenin son âyetleri resulden bahsetmişti. Burada da resulden bahsetmektedir.

إِنَّ رَبَّكُمُ

(EinNa RabBaKuM)

“Rabbiniz”

Muhatabın bilgisi yanlışsa o cümlenin başına “İnne” gelir.

İnsanlar kendilerini küçük görmekte, âlemlerin rabbi Allah ile doğrudan ilişki kurmayı düşünmemekte, aracılarla bu işi yapmaktadır. Hazreti Muhammed Kur’an’ı getirmiştir, onun herhangi bir temsilcilik veya şefaat yetkisi yoktur. O sadece bize Kur’an’ı getirmektedir. Cebrail onun için ne ise bizim için de Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı bize ulaştıranların durumu odur. Kur’an doğrudan bizi muhatap almaktadır. Onların kazandıkları onlara, bizim kazandıklarımız bize ait olmaktadır. Kur’an bugün bize nâzil olmaktadır dediğimizde bunu kastediyoruz. Postacıların görevi sadece emaneti yerine teslim etmedir, işi o gün biter. Biz resulün sünnetine uymak zorundayız, çünkü o bize yaparak göstermiştir. Şahsının bizim üzerimizde hiçbir üstünlüğü veya şefaati yoktur.

Burada doğrudan söyleyen Allah bize söylemiştir veya bundan önceki âyette geçen inzar edin içinde olabilir. Bunun anlamı şudur. Tüm insanlara bu âyeti ulaştırmak biz müminlere farzdır. Evet, buradaki “siz” tüm insanlığı göstermektedir. Çünkü bundan önce onların adları geçmiştir.

İnsanlık uygarlaşmada en büyük hamleyi asrımızda yapmıştır. İnsanlar nebati hayat yaşarken bilgisayarla hayvani hayata geçmişlerdir. Bu ne sayesinde mümkün olmuştur? İnsanlığın evrimleşmesi ile mümkün olmuştur. “Rabbiniz” diyerek bugünkü uygarlaşmış nâsı muhatap almaktadır.

Bugünkü insanlar uygarlığın nimetlerinden yararlanırken ‘Tanrı yoktur’ diyerek kendi kendine uygarlaşmanın olduğunu iddia etmişlerdir. “Hilkat” için Tanrı’yı gerekli görüyorlar da “Rabvet” için gerekli görmüyorlar!

Bir kimsenin bir işi bir sene içinde yapması veya yüz sene içinde yapması bir şey değiştirmez. O yapmıştır. Bugünkü uygar hâlimizin Rabbi kâinatı var eden ve arştan yeryüzünü tedbir eden kimsedir. Biz uygarlığı O’nun sayesinde elde etmiş bulunuyoruz.

“Rabbeküm” sözü “İnne”nin ismidir, haberi de bundan sonra gelen Allah’tır.

اللَّهُ

(elLAHu)

“Allah’tır”

Rabbimiz Allah’tır. Allah kâinatın aynı zamanda haliki olan Allah’tır. O kâinatı bizim için var etti. Biz O’nun doğrudan muhatabıyız. Vahyin doğrudan gelmeyip Cebrail vasıtası ile gelmesi Hazreti Muhammed’in sadece elçi olduğunu ifade etmesidir. Cebrail yalnız Kur’an’ı getirmemiş, bazı uygulama bilgilerini de vermiştir. Kâinatın haliki olan Allah doğrudan bizim muhatabımız olmaktadır, bize ilham etmektedir, dualarımızı duymaktadır. İnsanın bu yüksek makamını bilmesi gerekmektedir.

Allah’ın muhatabı olma şerefine ulaşan insan O’nun kitabını okudukça O’nunla iletişime geçmektedir. Her yaptığı işte O’nu hatırlar ve ona göre davranır. O’nun rızası dışında hiçbir şey onu ilgilendirmez. İnsanlar O’nun muhatabı oldukları için sevinirler, huzur içindedirler, her hareketlerini O’nun kontrolüne vermişlerdir.

Kur’an’la ilişkimiz sürmedikçe bizim hidayette olmamız mümkün değildir. Günde en az yirmi sahife Kur’an, mealiyle birlikte okunmalı, ayrıca iki saat de Kur’an üzerinde tezekkür edilmelidir. İnsan böyle yaparsa işleri kendiliğinden o kadar düzgün gider ki kendisi de buna şaşırır.

الَّذِي خَلَقَ

(elLaÜIy PaLaQa)

“Halk etmiş olan kimse”

Evrimciler Tanrı’nın olmadığını, doğada kendiliğinden evrimleşerek buraya gelindiğini ileri sürer ve hâlâ bunu savunurlar. Diyelim ki evrimleşme ve uygarlaşma kendiliğinden olmuştur. Maddede öyle özellik vardır ki zamanla evrimleşe evrimleşe bugünkü hâle gelmiştir. Peki, bu maddede bu özellikleri var eden kimdir? Rab değil Allah’tır.

İşte, kâinatı, canlıları ve insanı evrimleştiren de O’dur. Hilkat evrimi sağlamıştır.

Evet, bitkiler doğa kanunlarına uyarak gelişiyorlar. Önce yaşıyorlar ve çoğalıyorlar. Bu onlara verilen özelliktir. Öyle bir Rab ki canlıları halk etti, terbiye etmesini de onların genlerine yükledi. Türden türe geçmede genler de var mıdır?

Varsayalım ki daha ilk hücre bütün canlıların genlerini taşıyordu, bütün türlerin genleri onda vardı. Belli bölünmeden sonra yeni türü o DNA’lar oluşturdu. Olabilir. Yahut yeni tür yeni DNA dizisi ile mümkün olmuştur. Bu da olabilir. Kur’an’ın bu husustaki beyanlarına bakarak değişik teoriler geliştirebilirsiniz. Mevcut faal olmayan genler bir gün geldi faaliyete geçti ve yeni tür meydana geldi. Yahut ilk canlı DNA ve genleri kim koymuşsa, bir gün geldi, genlerde değişme yapıldı ve yeni tür ortaya çıktı.

Burada şu da sorulabilir: Canlıların DNA’larını Allah kendisi mi dizdi, yoksa meleklere mi dizdirdi?

Her ikisi de Allah için kolaydır. Ama Allah bunu meleklere dizdirdi. Çünkü bu kâinatı onlar için var etti. O halde Rabbimiz halik olan Allah’tır. Halikiyeti zatındadır. Rabveti ise kulları tarafından tecelli ettirmektedir.

السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ

(elsSaMAvVAvTı Va eL EaRWı)

“Semavat ve arzı”

Semavat ve arzı halk etmiştir.

“Semavat ve Arz” üç boyutlu uzayımızın adıdır. Arz parçacıkları, Semavat ise yükseklikleri yani parçacıkların birbirine uzaklıklarını ifade eder.

İki cisim birbirine bitişik iken bunlar arasında bir bağ vardır. Bu iki parçacığı birbirinden ayırdığımız zaman biz ona enerji veririz. Sonra bunları serbest bıraktığımızda birbirine yaklaşırlar. Sema uzaklık, arz ise merkezlerdir. Başlangıçta enerji ile parçacık bir idi. Sonra parçalandı. Işık ortaya çıktı, maddeden ayrıldı. Bugün yer kütle merkezleri var. Onun dışında uzay vardır, o semadır.

Semavat kelimesi dişi kurallı çoğuldur. Burada miktarından bahsetmemektedir.

Yedi tabaka semamız şöyledir.

1- Yağmur tabakası: 10 kilometreden biraz az mesafedir. İçinde su damlaları vardır. Bulutlar vardır. Rüzgâr vardır. Bugün uçaklar bunun üzerine çıkarak uçarlar.

2- Hava tabakası: Yağmur tabakasının üstündedir. 100 kilometreden biraz azdır. Basıncı oluşturarak suların uzaya kaçmasını önler. Yağmur tabakasının bulutunu korur. Uzaydan gelen taş yağmurlarını eriterek yeryüzünü taşlanmaktan korur.

3- Elektrikli tabaka: Bin kilometre kalınlığından biraz azdır. Hava tabakasının kaçmasını önler. Uzaydan gelen zararlı ışığı filtre eder.

4 - Ay tabakası: Yerçekiminin bulunduğu yerdir. Taşı orada bıraksak yere düşer. Kalınlığı atmosferin yer çapının 100 katıdır. Tam ortasında Ay bulunur. Atmosfersi yer çapının 60 katı uzaklıktadır. Yer’in kendi etrafında 24 saat içinde dönmesini sağlar. Yeryüzünde gelgitlere sebep olarak havanın ve suların çalkalanarak temiz kalmasını sağlar. Geceleri aydınlatarak canlılar arasında dengenin kurulmasına yardımcı olur.

5- Güneş tabakası: Güneş’in bulunduğu tabakadır. Boşlukta taş bıraksak Güneş’e düşer. Ay uzaklığının 400 katı kadardır, ay semasının 200 katı kadardır. Gezegenler buradadır. Güneş çevresine ışık gönderir. Yeryüzü onunla hayat bulur.

6- Birbirini çeken, dolayısıyla yaklaşan veya yaklaşmış olan uzaydır (dünya sema). Yıldızlar oradadır. Bizim Güneş’in bulunduğu uzayla galaksiler arası mesafeler 2’şer milyon ışık yılıdır.

7- Üç boyutlu uzay: Çapı 13,7 milyar ışık yılıdır. Galaksiler birbirini çekmezler.

Arz da benzer tabakalara sahiptir; canlı tabaka, sulu tabaka, topraklı tabaka, taş tabaka, gazlı tabaka, sıvı tabaka ve katı tabaka.

Kâinatımızın bu düzen içinde oluşması için altı dönem geçmiştir.

فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ

(FIy SitTaTi EayYAvMın)

“Altı yevmde”

“Yevm” zamandan bir dönemdir.

Kur’an’da “فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ (5)Miktarı sizin saydığınız bin sene kadar olan bir yevmde” denmektedir. Altı yevm altı dönemdir.

Kur’an’ın başka yerinde semavatın iki yevmde ve arzın da iki yevmde var edildiği bildirilmiştir. Arzın dört evkat içinde düzenlendiği bildirilmiştir. Jeologlar birinci zaman, ikinci zaman, üçüncü zaman ve dördüncü zaman olarak zikretmektedirler.

Demek ki kâinatın yaratılması iki dönem geçirmiştir.

1- Uzay ilk dönemde bir bütündü. Gaz hâlinde idi. Henüz yıldızlar teşekkül etmemişti. Sonra yıldızlar oluştu ve birbirine yaklaştı, birbirinin etrafına dönmeye başladı. Kâinatın birinci dönemi gaz dönemidir. Yer gök ile beraberdir. Birinci dönemde galaksiler henüz teşekkül etmeden yıldızlar ve gezegenler teşekkül etmeye başladı.

2- Kâinatın ikinci dönemi yıldızların ve çevrelerinde gezegenlerin oluşmasıdır. Yıldızlar oluştu, gezegenler meydana geldi. Gezegenimizde denizler ve karalar oluştu, su döngüsü başladı. Kırmızı toprak oluştu. Henüz canlı yoktur. Gerek semanın gerekse arzın iki yevmde yaratıldığı bildirilse de bunların günleri aynı değildir. Semadaki iki gün galaksilerin oluşmasından önceki dönem ve galaksilerin oluşmasından sonraki dönemdir. Arzdaki dönem ise karaların teşekkül edip su döngüsünün başladığı dönem ile ondan önceki dönemdir.

Kısaca su döngüsü şudur. Güneş denizleri ısıtır, sular buharlaşır, gökte bulut olup dağlara çarpar ve yağmur olur. Kar şeklinde depolanır. Toprak altına girer ve yeraltı sularını oluşturur. Irmaklar olup sonunda denize döner. Böylece Güneş enerjisi ile bir su döngüsü oluşur. Bu döngüde kayalar parçalanır ve kırmızı toprağa dönüşür.

Bundan sonra Kur’an’ın “kutlar” dediği dört dönem gelir. “Kut” besin demektir. Canlılar çalışarak yeryüzündeki kırmızı toprağı siyah toprağa dönüştürür. Yeryüzünün canlı havzası değişir ve artar. Burada da dört oluşma vardır.

1- Suda yaşayan tek hücreli hayattır. Koloni hâlinde birlikte yaşama varsa da canlı bölündüğü zaman hayatını kaybetmektedir.

2- İkinci dönemde ise canlı bir bütün olmuştur. Koparılan parça ayrı canlı olarak yaşamaktadır. Belli büyüklükte hasar gördüğü zaman canlı varlığını yitirmektedir.

3- Üçüncü dönemde omurgalılar ve böcekler oluşmuş, kan dolaşımı başlamıştır. Merkezi bir kalb vardır. O durduğu zaman canlı ölmektedir.

4- Dördüncü dönem ise insanın yaratılmasıdır. Türlerdeki evrim durmuş, yerine insanların uygarlaşması başlamıştır.

Altı dönem bu dönemler olmaktadır.

ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ

(ÇumMa iSTaVAy GaLay eLGaRŞı)

“Sonra arşa istiva etti”

Öyle bir kâinatı yarattı ki kendi kendisine yeterli olsun. Her şeyi kanunlara ve kurallara bağladı. Plan herkesin kendi iradesiyle gitmektedir.

 Artık Allah günlük işleri kendisi takip etmemektedir. İşler meleklere ve insanlara havale edilmiş durumdadır. İşleri uzaktan tedbir etmektedir.

Buradaki “Sümme” kelimesi zamandan çok evrimin belli bir seviyeye ulaşması durumudur. Artık varlıkların düzen ve sebep-sonuç ilişkileri içinde yaşamaları durumudur.

İstiva demek seviye almak demektir.

Arşa istiva etmek demek yüksek yere yükselmek demektir.

İşte, materyalistlerin kâinat Tanrı’sız da yönetilir, o halde Tanrı’ya gerek yok iddiaları buradan gelmektedir. Tohum atıyorsunuz, tarla müsaitse çimleniyor, değilse başka canlılara yem oluyor. Genel doğa kanunları ile kâinatı kendi kendine oluşturabiliriz sanılmaktadır. Oysa genel düzen ancak onu koruyan varsa, bekçisi varsa korunur.

Gözetlemek… Yüksek yere çıkarsınız ve oradan gözetlersiniz. Burada da onu ifade etmektedir. Yani her yeri görecek bir yere çıkmış, oradan her tarafını gözetlemektedir. Bu manasıyla arş mecaz olarak zikredilmiş olmaktadır.

يُدَبِّرُ الْأَمْرَ

(YuDabBiRu eLEaMRa)

“Emri tedbir eder”

“Tedbir etmek” tedvir etmek demektir. “Dübür” arka demektir, işleri arkadan takip etmek demektir. İnsanı ve diğer canlıları eğitmiş ve onları salmıştır. Arkadan da onları takip etmekte ve kendi tedbirini de almaktadır.

“Haleka” mazi sigasıyla getirilmiştir. Çünkü hilkat madde ve enerjinin yaratılmasına, zamana ve mekâna hareket emri verildikten sonra halikiyet bitmiştir, artık rububiyet söz konusudur, işlerin tedbiri söz konusudur. Hem muzari fiildir hem de tef’il babındandır. Sürekli ve çokça anlamındadır.

مَا مِنْ شَفِيعٍ

(MAv MıN ŞaFIyGın)

“Hiçbir şef’i yoktur”

“Şefi’ yoktur” denmemiş de “şefi’den hiçbir tür cins yoktur” denmiştir.

Şefi’de mevcut düzende işlerin yürümemesi hâlinde yetkiliye haber veriyorsunuz, o kural dışı olarak sizin sorununuzu çözüyor. Allah kurallar koydu. O kurallar içinde işler yürürken normal olmayan bir durumda ya kuraldan istisna edilmesi yahut kuralın değişmesi gerekir. İşte kural koymadan kural dışı bir şeyin yapılması istenmiyorsa yahut kuralın değiştirilmesi isteniyorsa bunun için kural koyandan yetki alınması gerekir.

Bugün uygulamada zaruretler vardır. Zaruretler mahzuratı mübah kılar kuralı vardır.

Peki, bunun zaruret olduğuna kim karar verecektir?

Burada işte bu anlatılmaktadır.

Şef’ çift demektir, vitr karşılığıdır.

Tanrı’nın bir ortağı varmış da Onun yanında sözünü geçirecekmiş anlamında bir şefi’ yoktur. Tanrı tanrıdır, tüm insanları kendisine muhatap yapmıştır. Peygamberleri göndermesinin sebebi insanların dünyada birlik oluşturmaları, topluluk oluşturmalarıdır.

إِلَّا مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ

(EilLAv MiN BaGDi EiÜNıHIy)

“Sadece izninin arkasında”

Burada iznin arkasında şefi’ olabilir. “İllâ biiznihi” dendiği zaman sürekli izin alması gerekir. “İllâ ba’de iznihi” denseydi, bir defa izin verdikten sonra onu sürekli kullanabilirdi anlamındadır. “Min” getirmekle her seferinde izin alması gereklidir. Ancak önce izin alıp sonra şefaat edecek değil de önce izin alır sonra gerekirse şefaat edebilir. Şefaatte son kararı yine merkez verir.

Bizim uygulamada şefaat mazeret hallerinde uygulanacak hükümlerdir. Herkes kurallara uyar. Zorunlu olarak kural uygulanmayacaksa, bunun için izin gerekiyor.

Mazeretim var diye kişi savaşa katılmazlık edemez. İzin alınması gerekir. İzin verilmezse hakemlere gidilir.

Demek ki kurala göre hareket ediliyorsa kimse kimseden izin almaz, kuralların içinde herkes kendi içtihadı ile hareket eder.

İmarı çıkmış bir arsa üzerinde kurallar içinde kim önce başlarsa inşaatı o yapar. Burada bir yerden izin alınmayacaktır. Bazı zaruretler nedeniyle kurallar dışında bir iş yapılacaksa o zaman yetkiliden izin alınması gerekir. İzin istenir, izin verilirse sorun yoktur. Mağdur olanlar hakemlere gidebilirler. İzin verilmezse izin isteyen hakemlere gidebilir.

Allah’ın düzeninde böyledir. Kurallar içinde melekler doğrudan iş yaparlar. Kural dışında özel muamele yapılacaksa o zaman Allah’tan izin alırlar.

Bu anayasada yer alması gereken kuraldır. Böyle bir cümlemiz yoktur.

ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ

(ÜaLıKuMu elLAvHu RabBuKuM)

“İşte bu sizin rabbiniz olan Allah’tır”

Yani kâinatın rabbi olan Allah ile insanların rabbi olan Allah birdir.

“Hüve rabbuküm” denebilirdi. “Allah” kelimesi iade edilmiştir. Bu bizim rabbimiz Allah’ın halifesi yeryüzündeki topluluktur. Oysa kâinatın rabbi olan Allah’ın bir halifesi mevcut değildir. Yani “Allah” kelimesine her zaman topluluk manası verilmediği gibi Allah haklarını topluluğa devretmiş değildir. Topluluğu kendisine vekil yapmıştır yani O’nun adına hareket etme yetkisindedir. Devlet memuru gibidir. Asıl hak sahibi yine Allah’tır.

“Allah’ın yeryüzündeki halifesi” derken hatalı anlaşılma olmaktadır. Sanki bu hilafetten dolayı âlemlerin rabbi olan Allah’ın hakkı kalmamıştır anlamı çıkabilir ama böyle değildir. Âlemlerin rabbi olan Allah asıl hak sahibidir. Topluluk O’nun adına yetkileri kullanır ve hak sahibi olur.

فَاعْبُدُوهُ

(FaGBuDUvHu)

“O’na ibadet edin”

Buradaki “Hu” zamiri ikinci Allah lafzına gitmektedir. Yani topluluğa ibadet ediniz.

Bunun manası nedir?

“İbadet” vardır, “amel” vardır. “b” “d” harflerinin “m” ve “l” ile değişmesi ile oluşan kelimedir.

“Abd” seyyidin çadırının kapısında bekleyen kişi demektir.

“Amd” da oradaki direktir.

Amelde kişi iş yapar ve ücretini alır. Abdde ise bütün zamanını satmıştır, başkasına iş yapamaz. İşte, ibadet yalnız topluluğa yapılır, kişilere ibadet yapılmaz. Amel ise herkese yapılır. Rükû ameli, secde ibadeti temsil eder.

Allah’tan başkasına secde küfür derecesinde haramdır.

Toplulukta insanlar birbirlerine borçlu-alacaklı olmaz, herkes topluğa verir ve topluluktan alır. Dolayısıyla topluluğa borçlu olur, topluluktan alacaklı olur. Bu sebeple mahkemeler halkın özel davalarına ücretsiz bakarlar. Halkın verdiği vergi bu mahkemelerin oluşması içindir. Vatandaştan vergi dışında kamu hizmetine karşı bir bedel talep edilemez.

Eşkıya devlet anlayışında avukatlık vardır. Zenginsen davayı kazanırsın, fakirin malını gasp edersin. Zenginsen mahkemelerde dava açabilirsin, yoksa dava etmen mümkün değildir.

Başımıza gelen bir örnek verelim. Hasarlı televizyon getirdiler. Geri almadılar. İhtar çekmek zorunda kaldık. 200 TL ödedik. Bu eşya 200 TL’lik olabilirdi.

İslâm devlet anlayışında devlet vatandaşlardan vergi alır ve tüm hizmetlerini ona karşılık yapar. Vatandaştan başka bir masraf talep edilmez. Sadece bu madde bile zulüm yönetimini ifade eder.

أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (3)

(EaFaLAv TaÜakKaRUvNa)

“Tezekkür etmez misiniz?”

Topluluk kurallarla yönetilir, kurallar da varsayımlara dayanır. Varsayımları kabul ettikten sonra kuralları üretme işi tezekkürdür. Yani şeriat hükümleri ilme dayanmalıdır.

İnsanların ihtiyaçları vardır. Halk bunları dinî kuruluşlar aracılığıyla topluluğa duyurur. Bu ihtiyaçların giderilmesi yolları ilmî kuruluşlara aittir. Meclisler ilim adamlarından oluşur. Bunlar tezekkür ederler. Ondan sonra meslekî kuruluşları yani iş adamları uygularlar. Siyasi kuruluşlar da ortak ürünlerin bölüştürülmesini sağlarlar. Muhasebelerini tutarlar.

Burada “Fa” harfi gelmiştir. Mademki kâinatın rabbi olan Allah bizim de rabbimiz olan Allah’tır, o halde müsbet ilmin verilerinde tezekkür etmemiz gerekir. Ancak onların yaptığı yasalarla ve bütçelerle hareket etme durumunda oluruz.

Dikkat ederseniz biz burada kelimelerin tanımlarını yapıyoruz, “konuşma dilinde” kullanılan kelimelerin “şeriat dilindeki manalarını” tesbit ediyoruz. Ondan sonra Kur’an’ı okuyup sonuna kadar bizim verdiğimiz manaları ile düşünüyoruz. Böylece “fıkıh” oluşuyor.

Birinci Kur’an uygarlığında bunu Sünnet ile beraber yaptılar. Bu uygulama bin seneden fazla tüm insanlığın sorunlarını çözdü.

Batılılar Roma hukukunun kanuni sistemini bırakarak “sözleşme” sistemine geçtiler, bu sayede Batı uygarlığı doğdu.

Şimdi biz de III. binyıl uygarlığını, II. Kur’an uygarlığını kuruyoruz.

Kelimelerin tanımlarını yaparken; a) bugünkü Batı uygarlığının son verilerini, b) Sünneti, c) I. Kur’an uygarlığını kuranların içtihat ve icmalarını, d) bizim tercih edeceğimiz seçenekleri nazarı itibara alıyoruz. Şimdi de Kur’an’ı buna göre yorumluyoruz. Eksiklerimiz vardır, yanlışlarımız vardır. Onları bizden sonra gelenler tamamlayacaklardır.

إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ (4)

(EiLaYHı MaRCıGuKuM CaMIyGan VaGDa elLAHı XaqQan EinNaHUv YaBDaEu eLPaLQa ÇümMa YuGIyDuHUv LiYaCZiYa elLaZIyNa EAvMaNUv Va GaMiLUv elÖALıXAvTı BiLQiSOı Va elLaÜIyNa KaFaRUv LaHuM ŞaRAvBun MiN XaMIyMın Va GaÜAvBun EaLİyMun Bi MAv KAvNU YaKFuRUvNa)

“Merciiniz O’nadır. Alah’ın hak vadidir. Halkı o ibda eder. Sonra onu iade eder. İman etmiş ve salihatı kıst ile amel edenlere ceza versin diye bunu yaptı. Küfretmiş olanlar için hamimden şarap vardır. Küfrettiklerinden dolayı da elim azab vardır.”

Sûre kitaptan bahsetti. Sonra o kitabın insanlığa nasıl ulaştığını anlattı. Ondan sonra onu gönderen âlemlerin rabbinden ve O’nun aynı zamanda insanların da rabbi olduğunu bildirdi. Bundan sonra oluşacak ikinci hayattan söz etmektedir.

Tarihte peygamberler hep öldükten sonra hayat olduğunu bildirmişlerdir. Kâinat da yaratılmıştır, kâinatın da ölümü vardır. Ölüm daha üstün hayat için vardır. Bu kâinat da daha üstün kâinat için ölecektir. Peygamberler bunu savunurken filozoflar bunu kabul etmiyor, kâinatın başlangıcı ve sonu olmadığını, öldükten sonra da hayat olmadığını ileri sürüyorlardı. Eski Yunan’da başlayan bu tartışma İslâm dünyasında da devam etmiştir.

İslâm filozofları kıdem nazariyesini, İslâm kelamcıları ise hudus nazariyesini kabul etmişlerdir. İslâmiyet’in ortaya koyduğu kıyas metodundan yararlanan Batı dünyası ilimde çok büyük ilerlemeler kaydetti ve teknikte harikalar oluşturdu. Artık hiç kimse ilme itiraz edemez oldu. Müsbet ilme tüm insanlık teslim oldu. İşte o müsbet ilim istenmeyen sonuçları da ortaya koydu, filozofları değil kelamcıları haklı çıkardı. Kâinatın ömrü ölçüldü, kâinat 13,7 milyar yıl önce yaratılmıştır, yaşlanmakta ve ölüme doğru gitmektedir. Böylece filozoflar kesin olarak mağlup olmuşlardır. Yalnız bu hususta değil, daha başka 20 kadar konu vardır. Hepsinde peygamberler haklı çıkmışlardır yahut gelecekte haklı çıkacaklardır.

Burada bir şey sorulabilir; acaba öldükten sonraki hayat hakkında müsbet ilmin söyleyecekleri yok mudur? Müsbet ilim çok şeyler söylemektedir.

- Kâinat beş boyutlu uzaydan ibarettir. Biz üç boyutlu uzay içinde yaşıyoruz. Bizim uzayımız dört boyutludur. Değişmemekte, varlığını korumaktadır. Biz seyahat ediyoruz, gördüklerimiz değişiyor. İstanbul’dan Ankara’ya giden yolcu değişik yerleri görerek yaşar. Birinden çıkar diğerine girer. O onların yeniden var olduğunu ve yok olduklarını sanır. Oysa ona görünmüş ve kaybolmuşlardır. O halde ölüm zaten yok olma değildir, her şey yerinde duruyor. Biz trene biniyoruz, sonra iniyoruz. Nerden bindiğimizi hatırlayamıyoruz, indikten sonra da ne olduğunu bilemiyoruz. İşte, müsbet ilim dört ve beş boyutlu uzayı keşfetmekle âhiretin de varlığını ispat etmiş olmaktadır.

- Başka bir konu da maddenin ve enerjinin sakımı kanunudur. Kâinatta hiçbir şey yoktan var olmaz ve hiçbir şey de varken yok olmaz. Madde ve enerji sakımı kanunları vardır. Basit madde bile yok olmuyor da ruh mu yok olacaktır. O halde ruhla beden birleşmekte ve ayrılmaktadır. Ne beden ne de ruh yok olmamaktadır. Bunlar yok oluyor diyenlerin bunu ispat etmeleri gerekir. O halde âhiret demek ruhların tekrar dört boyutlu uzaydaki bedene dönmeleri demektir. Bu da bize âhiretin varlığını göstermektedir.

- Sonbaharda yapraklar dökülürler. Yaşlılar gençlere yani yenilere ve daha ileride olanlara yer açılsın diye ölürler. Mademki kâinat doğmuştur, gelişmiştir ve ölecektir; o halde ondan daha iyi bir hayat için bu olacaktır. Yoksa yok olmasının anlamı olmazdı, abesle iştigal olurdu. Yine müsbet ilim ispat etmiştir ki kâinatta abes olan bir şey yoktur.

- Dördüncü delil de bu âyettir. Tüm insanlık öldükten sonra da yaşamak istemektedir. İlâhi kitaplar hep bunu haber vermektedir. Bu kadar insan olmayan şeyin arzusunu duymaz. Demek ki öldükten sonra hayat vardır ki insanlar böyle bir şeyin olmasını istemektedirler. Tüm insanlığın tarih boyunca yalanın peşinde koşması düşünülemez.

İşte buradaki âyet bize öldükten sonraki hayatı haber vermektedir.

Bizim cemaat olarak O’na döneceğimiz bildirilmektedir. Bu dünyada insanlar var edilip eğitilmektedir. Bundan sonraki hayatta o hayata uyabilenler cennete alınacak ve daha yüksek hayat yaşatılacaklardır. Sınıfta kalanlar bütünlemeye alınacak ve yeni eğitim sistemi ile daha ileri hayata hazırlanacak veya onların da yaşayacağı daha geri hayat düzeni kurulacaktır. Birlikte gelmek zorundayız. Çünkü birlikte yaşayacak bir dünyaya geleceğiz.

Bir fabrika kurarsınız, oraya işçi alırsınız, kundaktaki bebekleri almazsınız. Fabrika sadece erginlerin çalıştığı bir yerdir. İnsanlar ailelerde evlerde yetişirler.

İşte bu dünya aile mesabesindedir. İnsanları yetiştirmekte ve âhirete göndermektedir. Âhirette ise onlar için hazırlanmış cennet denen alan vardır. Orada küçükler yoktur, orada yaşlılar yoktur, orada hastalar yoktur. Orada hep ergin insanlar vardır. Orada ölüm de yoktur. Oraya birlikte geleceğiz. Küçükler ve yaşlılar da büyümüş ve tedavi olmuş olarak geleceklerdir. Çünkü onların büyümüş sağlıklı hayatları dört boyutlu uzayda zaten vardı. Diğer insanların yanında onlar da eğitilmiş olarak geleceklerdir. Onların yakınları orada eğitileceklerdir.

Bu Allah’ın vaadidir. Hani insanlar ölmek istemiyorlar ya. İşte, Allah diyor ki; öleceksiniz ama yeniden dirileceksiniz. Bunu size vaad ediyorum.

Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğu sabit olduktan sonra artık onun haber vermesi kesinlik kazanmıştır. Kimileri diyorlar ki; bu vaat insanları doğru yola götürmek için uydurma bir vaattir. Yani Allah yalan söylemeden insanları idare edemiyor da yalanla mı insanları kandırıyor. Hayır, Allah hak olan vaadi vaad ediyor.

Hilkati ibda etmiştir. Sonra iade edecektir. İade etmek için ibda etmiştir. Bunu zaten dünyada hep yapmaktadır. Canlının ilk hücresini O ibda etmedi mi? Şimdi hep yeniden iade edilmemekte midir? O halde yeryüzünü O ibda etti, yine iade edecektir.

Peki, neden iade edecektir?

İade edecektir, çünkü salih amel edenleri cennetle mükâfatlandıracak, kâfir olanları ise cehennemle cezalandıracaktır.

Allah öyle bir dünya düzeni kurmuş ki dünyada insanlara müdahale etmiyor. Çünkü O arşa istiva etmiştir. İyilerle kötüler aynı doğa kanunlarına tâbidirler. Savaşırlar ve iki taraf da ölüler verir. Eğer âhiret yoksa iyilerle kötüler arasında fark kalmaz, zulmetmiş olurdu.

İşte bu zulmü dengelemek için âhirette insanlar bir araya gelecektir. Herkes borcunu ve alacağını isteyecek ve sonunda iyiler cennete, kötüler cehenneme gideceklerdir. Bu adalet gereği böyledir. Onun için “bi’l-kısti” diyor. Kâfir olanlar yani kötü olanlar ise sıcak su içecekler ve küfrettiklerinden dolayı elim azabı tadacaklardır.

Böylece bu sûrenin ilk âyetleri bize kâinatı ve bizi tanıtmış olmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

وَ و

ثُمَّ و

بِ بِ

لِ مِنْ

 

إِلَيْهِ إِنَّهُ

الَّذِينَ الَّذِينَ

لَهُمْ مَا

جَمِيعًا حَقًّا

شَرَابٌ َ حَمِيمٍ أَلِيمٌ عَذَابٌ

 

مَرْجِعُكُمْ

وَعْدَ

الْخَلْقَ

الصَّالِحَاتِ الْقِسْطِ َ

اللَّهِ

يَكْفُرُونَ كَانُوا

يَبْدَأُ يُعِيدُهُ

كَفَرُوا آمَنُوا

يَجْزِيَ عَمِلُوا

8(5)

6(5)

6

2

4

8

14(10)

8

12

34(30)

 

İbda İade ile, Küfür İman ile, Ceza Amel ile, Halk Kevn ile, Salihat Merci’ ile, Kıst Vade ile, Cemian Hakkan ile, Şarab Hamim ile, Elim Azab ile eşleştirilmiştir.

Yorumlama buna göre yapılacaktır.

إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ

(EiLaYHı MaRCıGuKuM)

“Merciiniz O’nadır”

Buradaki zamir Rabbiniz olan Allah’tır.

“Merci’” geri dönüş anlamında olduğu gibi müracaat anlamındadır da. Yani ister iyi insan olalım, ister kötü insan olalım, sıkıntıya girdiğimiz zaman birisine başvururuz, ondan bize yardım etmesini isteriz.

Herkesin mercii Allah’tır, Allah’tan başkası kimsenin problemini çözemez.

Bugün Türkiye’nin yeni sorunları vardır. Bunu kimse reddedemez. İnsanlığın sorunları vardır. Kimse reddedemez. Çözüm mercii yalnız O’dur. Çözümü sosyalizmde arama boş uğraşmadır. Çözümü Avrupa Birliği’nde arama boş çabadır. Çözümün yalnız Kur’an’da aranması gerekmektedir. Yani “İleyhi Merciüküm” demek öldükten sonra O’na döneceksiniz anlamındadır. Ama bu dünya hayatında da tek başvurulacak merci Allah’tır.

جَمِيعًا

(CaMIyGan)

“Birlikte”

“Cemian” demek birlikte anlamındadır.

Hz. Âdem aleyhisselamdan kıyamete kadar gelip geçen bütün insanlar orada birlikte toplanacaklardır. Öldükleri zamandaki hallerde geleceklerdir. Dört boyutlu uzayda bir arada olacaklardır. Yani biz geçmişe gidebileceğiz. Yaşadığımız yerleri dolaşabileceğiz.

Cennet de dört boyut içinde olacaktır. Sonunda herkese belli bir yaş verilecek ve birlikte yaşamaya başlayacağız. O hayat bu hayata benzememektedir. O hayatı buradan tam kavramamız mümkün değildir.

Bir araya gelmemiz dört boyutlu uzayda mümkündür.

Hepimiz bir araya gelmezsek birbirimize hesap veremeyiz.

وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا

(VaGDa elLAHı XaqQan)

“Allah’ın hak vadi olarak”

Allah bize vaad ediyor. Bu dünya âdil dünya değildir. Bu dünyanın icabı kimi hasta, kimi yaşlı, kimi sakat, kimi cahil herkes farklıdır ve birçok haksızlığa uğramaktadır.

Âhirette herkes kitabı ile gelecek, herkesin hakkı kendisine verilecektir. Zulmedenler zulümlerinin cezasını çekecekler, haksızlığa uğrayanlar da mükâfatlarını göreceklerdir. Adaletin yerine gelmesi için bir daha dirileceğiz ve hakkımızı alacağız. Allah vaad ediyor.

Kur’an da Allah’ın sözü; artık kim bundan şüphe edebilir.

İlimde rusuhu olmayanlar ve reyb içinde olanlar yukarıda saydığımız delilleri tam anlayamazlar. Kâfirler ise bildikleri halde sırf iyilerin hâkim olduğu toplulukta olmayıp zulüm edebilmeleri için kabul edemezler. Günü düşünürler, haşrolma onlar için söz konusu değildir.

إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ

(EinNaHUv YaBDaEu eLPaLQa)

“O halkı ibda eder”

“O halkı ibda eder” diyor. “İbda etti” demiyor. Bir defa yapmaz, bir yerde yapmaz.

Değişik arşların olduğu kâinatlar ibda etmektedir. Yeryüzünde de yeni tür ortaya çıktığı zaman hilkati ibda etmektedir. Sonra da iade etmektedir.

Bu sebeple muzari sigasını kullanmıştır. Sonra iade eder.

ثُمَّ يُعِيدُهُ

(ÇümMa YuGIyDuHUv)

“Sonra onu iade eder”

“Sonra” demiş olmasının sebebi uzun zaman o hilkatin devam etmesi sebebiyledir. İade edilen hayat başka hayat değildir. O hayatta insanlar o insanlardır. Beyinleri, hafızaları, genetikleri hep aynıdır. Parmak izleri bile aynı olacaktır.

Âhiret hayatı başka hayat değildir. Bu dünya hayatının devamıdır. Bazı eksiklikler giderilmiştir, bazı yenilikler getirilmiştir. Nasıl insan çocukluktan ölünceye kadar hep aynı insan kalmaktaysa, âhirette de aynı insan olacaktır.

Onun için “sonra onu iade eder” denmektedir. 

Muzari sigasını kullanmakla dört boyutlu uzayda bizim uzayımıza benzeyen başka uzaylar da vardır demektir. Nitekim cennetin bulunduğu uzay bizim uzayın dışındaki uzaydır. Bunları kavramak dört ve beş boyutlu uzaylar içinde çok basittir.

لِيَجْزِيَ

(LiYaCZiYa)

“Ceza etsin diye”

Ceza karşılık demektir. Türkçede yalnız kötü karşılık için kullanılır.

Oysa Arapçada kötünün karşılığı kötülük, iyinin karşılığı iyiliktir.

Biz bu dünyaya gelmişiz, kendimiz borçlanarak büyürüz. Sonra çalışarak ve çocuklar yetiştirerek borcumuzu öderiz. Ergin iken çalışır ve anne babamıza bakarız, yaşlanınca da çocuklarımızdan onu alırız.

Burada tam adalet yoktur. Âhirete vardığımızda dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğiz, iyiliğin karşılığında iyilik, kötülüğün karşılığında kötülük bulacağız.

الَّذِينَ آمَنُوا

(elLaZIyNa EAvMaNUv)

“İman etmiş olan kimseler”

Burada iman etme demek başkasına zarar vermeme, dayanışma içinde olmadır.

Mekke’de iman edenlerden beklenen salihatı amel etmedir, bir de emniyet içinde olmadır. Yani başkasının senden korkmaması demek yağmacılık yapmama demektir.

Bugün Allah’ın bizden istediği başkalarına zarar vermeme ve kooperatifi kurup ameli salihi birlikte işlemedir. “Ellezîne” bu birliği zorunlu kıldığı gibi “salihat” da işlerde dayanışma içinde olmamız demektir.

O halde Allah’ın bize emrettiği şekilde devletimizle barış içinde olmalıyız. O’nun düzenini bozmayacak, O’nun düzeni içinde hareket edeceğiz. Bu imandır.

Sonra biz kooperatif içinde salihatı amel edeceğiz.

Daha açık ifade etmemiz gerekirse; iman etme demek, Akevler tipi Adil Düzen kooperatiflerine girme demektir. Şeriata göre yaşamanın başka türlü mümkün olmadığını görme demektir. Ameli salihat da kooperatif içinde çalışma demektir.

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

(Va GaMiLUv elÖALıXAvTı)

“Ve salihat amel edilecek”

Salihat amel edilecektir. Şeriata göre hareket edilecektir. Başkasının zararına hareket edilmeyecektir. Çıkar çatışması içinde değil, çıkar paralelliği içinde olunacaktır.

بِالْقِسْطِ

(BiLQiSOı)

“Kıst ile”

“Kıst ile” adaletle demektir. Buradaki “Bi” cezaya taalluk ettiği gibi amiluya da taalluk edebilir. Cezaya taalluk manasını verdiğimizde Allah âhirette adaletle cezalandıracak, herkese hakkını verecektir. Ayrıca isteyene de ihsan edecektir. Amiluya taalluk ettiğimizde manası amelin salih olması yetmez, ayrıca adil de olması gerekir anlamındadır.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا

(Va elLaÜIyNa KaFaRUv)

“Ve küfretmiş olanlar”

Küfretmiş olanlar tüm âyetleri gördükleri halde hâlâ doğruyu kabul etmeyip zulümlerinde ısrar edenlerdir.

Biz kooperatifleri kuracağız. Bu kooperatifler kendi içlerinde şeriata göre amel edecekler. Gelmeyenler zulümlerine devam edenler yani kâfirlerdir.

Onların hesabını görmek bize ait değildir, o Allah’a aittir.

لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ

(LaHuM ŞaRAvBun MiN XaMIyMın)

“Onlar için hamimden şarap vardır”

“Hamim şarap” denmiyor da “hamimden şarap vardır” deniyor. O halde hamim bir içecektir. Onun mebdei hamimdir. Bu ne olabilir diye üzerinde düşünülmesi gerekir.

Arayın bakalım, “hamim” nedir?

Burada şarap yalnız su değildir. Beslenme aracıdır. Cehennemin ana besinidir.

وَعَذَابٌ أَلِيمٌ

(Va GaÜAvBun EaLİyMun)

“Ve elim azab vardır”

Bu dünyada yaptıklarının cezasını çekeceklerdir, suçlarının hesabını vereceklerdir.

Cezalarını çektikten sonra azap kalkacaktır.

بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ (4)

(Bi MAv KAvNU YaKFuRUvNa)

“Küfrettiklerinden dolayı.”

Bizim “Adil Düzen”e saldırmazlarsa onlara azap edilmeyecektir. “Adil Düzen”imize cephe alıp Akevler’i dışlayanlar kâfirlerdir ve azaba duçar olacaklardır.

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1635 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1440 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2174 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1376 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1260 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1414 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1535 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2158 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1501 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1305 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1324 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1452 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1258 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1243 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1347 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1367 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1219 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1692 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1301 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1333 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1566 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1301 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1334 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2031 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1363 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1309 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1850 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1614 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1317 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1335 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1304 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1231 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1276 Okunma
34-109.AYET
1516 Okunma

© 2024 - Akevler