ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1472 Okunma
73.AYET

Enfal Sûresi-35

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

**

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ (73)

 

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ

(Va elLaÜIyNa KaFaRUv BaGWuHuM EaVliYAEu BaGDın)

“Küfretmiş olanlar birbirlerinin evliyasıdır.”

Allah insanları yarattı, onlara cüzi irade verdi. Kendileri istedikleri gibi yaşayacaklar, hukuk düzeni içinde yaşayacaklardır.

Hukuk düzeni ne demektir?

Hukuk düzeni bir şeyi yapmak istediğiniz zaman kimse size mâni olmuyor, siz onu serbestçe yapabiliyorsunuz. Ama sizi muhakeme ediyorlar ve kötü iş yapmışsanız cezalandırıyorlar, iyi iş yapıyorsanız mükâfatlandırıyorlar. Eğer baştan fiil yapmaya mâni olunuyorsa veya zorla iş yaptırılıyorsa buna da askeri düzen denir.

Allah yalnız insanları hukuk düzeni içinde yaratmıştır. Önceden serbest bırakıp sonradan mükâfatlandırmak veya cezalandırmak sistemi yalnız insanlara ve cinlere verilmiş bir özelliktir. Melekler ve ruhlar bile buna mâlik değildirler, onlar kötülük yapmazlar. Âhirette biz de melekler gibi olacağız, kötülükleri yapmak istemeyeceğiz ve yapmayacağız.

Kişinin iyilik ve kötülük sorumluluğu Allah’a karşıdır ve âhirettedir. Ama ayrıca kişi topluluk içinde yaratılmış olduğu için dünyada sorumluluğu vardır. İşte bu sorumluluk hukuk düzeni içinde gerçekleşmektedir.

1) Önce sözleşmeler yapılarak ortak düzen oluşturulur. Bu da yalnız insanlara has bir şeydir. Hayvanlarda da düzen vardır ama düzeni kendileri sözleşmelerle oluşturmazlar, onlardaki düzen genlerinde yazılıdır.

2) Sözleşmelerin uygulanırken yorumlanması söz konusudur. Her uygulayan yasaları kendisi yorumlar ve uygular, bir başkasının yorumuna göre amel etmez. Kendisi yorumlayamıyorsa yorumlayanı kendisi seçer ve onun yorumuna göre hareket eder. İşte bu özellik de yalnız insana hastır. Buna içtihat denmektedir. İçtihatla amel eden yalnız insandır.

3) İşte, insanlar içtihatları ile hareket ederken iyilik yapabildikleri gibi kötülük de yapabilmektedirler. Bu da insanın sonradan sorumluluğudur. Kişiler fiilleri işledikten sonra başkalarına zarar verirlerse başkaları onları yargı önüne çıkarır. Tarafların seçtiği birer hakem ile hakemlerin seçtiği bir başhakemden oluşan hakem heyeti yargılamanın sorumlusu olur. Hakemlerden oluşan bu yargının elinde bir güç mevcut değildir. Sadece kendilerine başvurulup sorulduğu için hükümlerini beyan ederler, hiçbir zaman kendileri zor kullanmazlar. Taraflar kararları rızaları ile benimserler ve uyarlar.

4) Dördüncü kurum olarak ise bu hakem kararlarına uymayanları yola getiren ve onları hakem kararlarına uymaya zorlayan bir kurum olarak vardır. Bu silahlı güçtür. Kur’an bu gücün oluşmasını sağlamaktadır. Bu görevi yüklenenlere “mü’min” denmektedir.

İki türlü silahlı güç vardır.

Biri; kendi kararlarını başkalarına kabul ettirmek için örgütlenmiş güç vardır. Bunlar eşkıyadır, terördür, günümüzde PKK’dır.

Diğeri ise hakem kararlarının infazını sağlayan güçtür, silahlı güçtür.

Demek ki meşru ordu ile eşkıya arasında tek fark vardır. Biri kendi arzularını başkalarına kabul ettirmek için oluşmuş güçtür, bu eşkıyadır. Diğeri de hakem kararlarını yerine getiren kurumdur, bu da millî ordudur.

Hukuk düzeninde hakların korunması için “dayanışma ortaklıkları” sistemi geliştirilmiştir. Dayanışma ortaklıklarının temeli şudur. Dayanışma ortaklıklarının ortaklarından birine yapılan bir haksızlık ortakların hepsine yapılmış kabul edilerek birlikte savunmaya geçmedir.

İşi silahlı güce götürmemek için de diyet sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem mağdur olan tarafa mâli tazminat vererek kısastan vazgeçilmesidir, savaştan vazgeçilmesidir. Hataen adam öldürene kısas tatbik edemezsiniz. Ölenin yakınları mağdur olmuşlardır. Onlara tazminat ödenmesi gerekir. Çoğu zaman hataen katil olan bunu ödeme durumunda değildir. İşte dayanışma ortaklıkları bu diyeti aralarında bölüşerek öderler.

Bu sistemin başka bir faydası da aynı dayanışmaya ortak olanlar zararı beraber ödeyecekleri için birbirlerine suç işlenmemesini telkin ederler. Böylece suçları önleme mekanizması gelişmiş olur, hukuk düzeni de bu sayede gelişmiş olur.

Bu sistemin çalışması için önce hakemlik sistemini kabul etmeleri gerekir. Hakemlik sistemini kabul etmeyen insanlar bu grubun dışına atılarak onların bizim topraklarımızda yaşamalarına imkân vermeyiz. Onlarla ilişkimiz sürekli savaş ilişkisidir.

Onlara kendilerine düşen pay kadar bir toprak ayırırız. Onlarla pazarlık yaparak değil, hayvanlara ayırdığımız gibi koruma alanı ayırırız. Biz oraya girmeyiz, onların dışarı çıkmalarına da izin vermeyiz. İzinsiz gelirlerse ve öldürülenler olursa biz onların hukukunu aramayız.

Hakem kararlarını kabul eden kimselere karşı artık silah kullanamayız. Çıkacak her türlü ihtilafları hakemlere götürürüz. Onlar ne karar verirlerse biz de onlar da bu karara uyar. Uymayanlar olursa, onlar hakem kararlarını kabul etmeyen kimselerdir demektir. Müşriklerin durumuna düşerler.

a) Cinayetlere karşı bunlar tenkil edilir. Yani hakem kararlarına uymadıkları için mahkeme kararı ile kanları heder olur.

b) Borçlarını ödemeyenlere ise bedeni cezalar uygulanmaz, borçlanma ehliyetlerini kaybederler.

Bunlar hakem kararlarını kabul etmeyenlere karşı mücadelede ortaklığımıza katılmayan kimselerdir. Bunları da zorlamayız. Kendi ocaklarında ve bucaklarında kalırlar, onlara karışmayız. Hakem kararlarına uydukları takdirde mağduriyetimizi hakemlerle gideririz. Onlar ülkemize ve bucaklarımıza gelip dolaşabilirler, alışveriş yapabilirler, işçi olabilirler ama işveren olamazlar, işletmeler kuramazlar, kredi istihkak edemezler. Kur’an bunlara “küfretmiş kimseler” demektedir.

Hakem kararlarına karşı onları hakem kararlarına uymaya zorlayan bir kuruluşa katılırlar ve ortak olurlar. Bunlara “müslim” demekteyiz. Müslimler de iki gruba ayrılırlar. Bedenen katılıp savaşmaya iştirak edenler vardır, bunlara “nöbetliler” denmektedir. Bedenen katılmamakla beraber katılma bedelini ödeyenler vardır, bunlara “bedelliler” denmektedir.

Mü’minler nöbetli kimseledir. Bunlar yargı kararlarını infaz ederler. Bunlar dayanışma ortaklıkları içinde çalışırlar. Suç işleyenlerin diyetlerini bunlar öderler.

Herkesin dayanışma içinde olması gerekmektedir. Yani bir fert cinayet işlediği zaman onun dayanışması onun diyetini tazmin eder, aralarında bölüşerek öderler.

Faili meçhul cinayetlerde diyeti fiilin işlendiği yerin halkı öder.

- Ocak halkı öder.

- Bucak halkı öder.

- İl halkı öder.

- Ülke halkı öder.

Bu ödemenin çevresi büyüklüğe göre genişler.

En fazla senede bir aylık ücret kadar diyet ödenebilir. Erkek çalışanlar öderler.

Ödenen diyetler arttıkça, kişiden ocağa, ocaktan bucağa, bucaktan ile, ilden ülkeye, ülkeden insanlığa kadar genişletilir.

İşte burada uygulanan diyet bölüştürmesinde, suçun işlendiği yer islâm yeri midir yani oranın halkı cizye ödüyor mu ödemiyor mu, ona bakarız. Eğer cizyenin ödendiği ocakta veya bucakta, ilde veya ülkede, insanlıkta işlenmişse, bu diyet cizye ödeyenler ve nöbetliler arasında bölüşülerek ödenir.

Cinayetlerin işlendiği yer cizye ödemeyenlerin ocağı, bucağı, ili veya ülkesi ise o zaman da diyet onlar tarafından ödenir. Yani faili meçhul cinayetlerin dayanışması iki gruptur. İlki cizye ödeyenler grubudur. Bunlar mü’minler grubudur. Diğeri cizye ödemeyenler grubudur. Bu da kâfirler grubudur.

İman etmiş, hicret etmiş, cihat etmiş kimselerin birbirlerinin evliyası olduğu bundan önceki âyette belirtilmişti. Burada ise küfretmiş olanların dayanışmasından bahsedilmektedir. Bu dayanışma sözleşme ile oluşan dayanışma değildir. Sözleşme dışında kalanlara dayatılan bir dayanışmadır.

Faili meçhul cinayetlerde de bu zorunlu bir dayanışmadır. Yani islâm bucaklarında oturanlar da bu dayanışmaya katılmak zorundadırlar. Faili malum cinayetlerde ise sözleşmeye göre diyetler ödenmektedir.

Şimdi bir soru ile karşılaşıyoruz.

Biz kâfirlerin yerlerine girip orada soruşturma yapabilecek miyiz?

Yapabileceğiz, çünkü onlar hakemliği kabul etmişlerdir. Oysa müşriklerin bucaklarına veya ocaklarına girip soruşturma yapamayacağız. Dolayısıyla onların bucağında işlenen cinayetlerde, faili meçhul olsun veya olmasın, oranın halkı diyeti öder. Kâfirlerde ise bu hüküm sadece faili meçhul cinayetlerdedir. Faili malum cinayetlerde ise diyetleri nasıl ödeyeceklerini kendi şeriatları belirler ama yine oranın halkı ödeme yapar.

Buradaki “Vellezîne Keferû” marifedir. Bir aşiret halkını, bir bucak halkını, bir il halkını, bir ülke halkını ifade etmiş olur. Hakem kararlarını kabul eden ama cizye vermeyen ocak, bucak, il veya ülke olabilir; bunlar küfretmiş olanlardır.

Buna karşılık dayanışma ortaklıklarını oluşturup diyetleri dayanışma ortaklıklarına ödeten yapıya sahip ülkeler diyar-ı islâm ülkeleridir. İşte bunlarda diyetler faili meçhul olup olmamasına göre farklı ödenmektedir.

Faili meçhul cinayetlerde diyet önce ocak, sonra bucak, sonra il, sonra da tüm insanlığa dayanarak ödenmektedir. Faili malum cinayetlerde ise önce failin bucaktaki dayanışması, sonra failin ildeki dayanışması, sonra failin ülkedeki dayanışması, sonra failin insanlıktaki dayanışması öder. Böylece dayanışma ortaklıkları yönetim kademelerinden önce sorumludurlar. Bucaklarda “hicret demokrasisi” vardır. Dayanışma ortaklıklarında da “dayanışmayı değiştirme demokrasisi” vardır.

İster faili meçhul cinayette olsun, ister faili malum cinayette olsun, bir kimseden yılda bir aylık ücretten fazlası alınmaz. Ondan sonra ödenecek diyetler daha geniş çevrede ödenir.

Diyetler taksit taksit ödenir. Yani mağdurlar birden almazlar, taksit taksit olarak birkaç sene içinde alırlar. Bu müddet ne kadar olmaktadır? Bizce miktar aylık ödemelerin üstüne çıkıyorsa taksitlendirme gerekecektir, taksitler uzayacaktır.

Dayanışma ortaklıkları ve ödenen diyet taksitleri İslâm düzeninin temelidir. Mekke’de Kur’an’dan önce böyle dayanışma ortaklıkları kavramı vardı. Birisi suç işledi mi kabileler arasında intikam savaşı başlardı. Bazen arabulucular devreye girer, kabileleri barıştırır, diyet ödetirlerdi. Cinayetin işlendiği yer de önemli idi. Kimse başkasının aşiretine ait yere girmezdi, ancak izinle girerdi. Girdikten sonra da onun hayatından o aşiret sorumlu sayılır, kişi ölürse kavga çıkardı. Yine uzlaşma ile bu sorun çözülür ve diyete bağlanırdı. Anadolu’da hâlâ buna yakın uygulama yapılmaktadır. Dayanışma içinde diyet usulü uygulansa bile arazisinden bir parça vererek ve kız vererek barış sağlanmaktadır.

Kur’an bu uygulamayı kaldırmış ve zorunlu dayanışmayı getirmiştir. Faili meçhul cinayetlerde fiilin işlendiği yer sakinlerine cinayetin diyetini ödetmekte, bu sebepten dolayı savaşa izin vermemektedir. Faili malum cinayetlerde dayanışması olanların dayanışmasından, dayanışması olmayanların ise yine oranın halkından diyet tahsil edilmektedir.

Halife Hazreti Ömer sözleşmeli dayanışma sistemini getirmiş, Kur’an’da olan bu sistemi uygulamıştır, komutanlara “divan” denen defter vermiştir. Halk bu defterlerden istediğine adını yazdırır ve onun askeri olur, ganimetten payını o birlikten alırdı. Savaşa da o birliğin komutasında katılırdı. Bu bir dayanışma ortaklığı idi. Diyet ona göre ödenirdi.

Bu usul Emevilerde, Abbasilerde, Selçuklularda devam etmiş, Osmanlılarda da son iki asır öncesine kadar sürmüştür.

İnsanlık başlangıçta kabilelere dayanan savaşı yaşamıştır. Zamanla kölelerden askerler oluşmaya başlamıştır. Osmanlılardan önce yeryüzünde kölelerden oluşmuş ordular vardı. Osmanlılar kölelerden oluşmuş ordulara benzer ordular oluşturdular. Bunlar da Hıristiyanlardan devşirilen askerlerdi. Askere alınan Yeniçeriler ordu komutanlığına kadar terfi ederler, yaşlanınca da emekli olurlardı. Yeniçeriler maaş alıp ailelerine gönderirlerdi. Biriktirip zengin olabilirlerdi. Yani bir tür paralı asker sistemini geliştirdiler.

Batılılar Osmanlı uygulamasını birleştirerek millî ordular tesis ettiler.

Bizde de bugün yürürlükte olan bu ordu sistemi ortaya çıktı.

Bu ordu sisteminde mevcut olan iki büyük eksiklik vardır.

Biri, herkesin zorunlu nöbetli olmasıdır. Bedellilik zorunlu kabul görmeye başlamıştır. İslâmiyet’te ise nöbetli veya bedelli olma isteğe bırakılmıştır. Bedelliler cizye denen bedel öderler, askere gitmezler, bedenen savaşa katılmazlar.

Bugünkü ordumuzda mevcut olan ikinci büyük eksiklik ise astın üstü seçememesi veya değiştirememesidir. Bu sağlandığı takdirde Türk ordusu İslâmî ordu olmaktadır. En kolay yapılacak inkılâp da buradadır. Yani anayasanın ilk değiştirilecek maddesi budur.

Devlet başkanı askerlerden yani orgenerallerden meclis tarafından seçilecektir. Başkomutan orgenerallerden 12 bölgemize komutanlar atayacaktır. Halk kendi bölgesi dışındaki 11 bölgenin komutanlarından birini seçecektir. Böylece eğer bir bölgeye atanan komutan nöbetlilerin yirmide birini ordusuna gönüllü olarak katarsa onun ordu komutanlığı halk tarafından onaylanmış olacaktır. Böylece oluşan millî ordular bölgelerinin savunmalarını yapacaklardır.

Ordumuzu güçsüz hâle getirme çabası devletimizi yıkma çabasıdır. Ordumuzu güçlendireceğiz ama demokratik yoldan oluşturacağız. Asker olan devlet başkanı ordular arası dengeyi sağlayacak ve askerlerin sivillere, sivillerin askerlere müdahalesini önleyecektir.

Askerlik yapmayanlar bedelli olacaklardır. Bedel de vermek istemeyenlerin sayılarına göre bir ocakta, bir bucakta, bir ilde toplanmalarına imkân vereceğiz. İllerin yahut bucakların içindeki güvenliklerine karışmayacağız. Bunlar bizim il ve bucaklarımıza girip çıkabilecekler ama cinayet işlerlerse dayanışma içinde diyetlerini ödeyeceklerdir.

Bunlar hakem kararlarını kabul eden kimselerdir.

Hakem kararlarını kabul etmeyen kimseler kendi ocak, bucak veya illerinde sürgün olarak yaşayacaklardır. Bizim bucak ve illerimize gelemeyeceklerdir. Geldikleri takdirde hakları devletimiz tarafından korunmaz, isteyen onları öldürebilir.

İşte, bu sûrenin sonunda devletin dayanışma ortaklıkları ile ilgili sistemleri anlatılmakta, İslâm devleti yani barış devletinin nasıl olduğunu teşri etmektedir.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا

(Va elLaÜIyNa KaFaRUv)

“Ve küfretmiş olanlar.”

Bundan önceki âyette iman etmiş olanların birbirlerinin evliyası olduğu beyan edilmiştir. Burada da küfretmiş olanların birbirlerinin evliyası olduğu beyan edilmiştir. İki “Ellezîne” “Ve” harfi ile atfedilmiştir.

Bunlara bu şekilde başka bir atıf yapılmamıştır. Mü’minler muhacir olanlara atfedilmiştir. Bir de bundan sonraki âyette sonradan katılanlar zikredilmektedir.

Bu iki âyette hakem kararlarını kabul etmeyen müşrikler ile bedenen askerlik yapmayan müslimlerden bahsetmektedir. Yani müslimleri de mü’minlere katmaktadır, müşrikleri de kâfirlere katmaktadır.

Müslimler de dayanışma içindedirler. İnsanlığın güvenini sağlamaya katılmışlardır. Dayanışma bakımından aralarında bir fark yoktur. Sadece birileri iva ve nusret etmişler, diğerleri ise hicret etmişler, cihad etmişlerdir. Dolayısıyla hepsi bir dayanışma içindedirler, hepsi mü’mindirler. Sadece aralarında işbölümü vardır.

Müşriklerden bahsetmemesinden anlıyoruz ki müşriklere uygulanacak hükümler kâfirlerden farksız olacaktır. Ne var ki onların bizim bucaklara gelmelerine izin verilmez, bizimkilerin de oralara gitmelerine izin verilmez. Tecrit edilmiş bir şekilde yaşarlar. Sadece onlardan bize gelip hakemliği kabul edenler olursa onlara geçici izin verilir.

Yeryüzü tüm insanlığındır. Onların hakem kararlarını kabul etmemeleri veya bedel vermemeleri sebebiyle onların yeryüzündeki payları sakıt olmaz, insan oldukları için yeryüzündeki hakları korunur. Bunun için sayıları nisbetinde onlara ocak, bucak, il, hattâ devlete kadar arazi ayrılır. Onlar kendi yerlerinde, ocaklarında, bucaklarında, illerinde kendi istedikleri gibi yaşarlar. Küfretmiş olanlar ülkemize girer ve çıkar, biz onların tüm hukukuna uyarız, onlar da uyarlar. Müşriklerin ise özel durum dışında bizim ülkemize giriş çıkışlarına izin verilmez.

Küfretmiş olanların bir ocağına ait halk o bucağın semt merkezlerine gelip dolaşabilir. Bu durumda olan bucak halkı o ilin ilçe merkezlerinde serbestçe dolaşabilirler. Bu durumdaki illerin halkı ülkenin merkez illerinde serbestçe dolaşabilirler. Ülke halkı insanlığın merkez bölgelerinde dolaşabilirler. Bir yerden izin almazlar. Buna karşılık müşrikler ancak kendi yerlerinde otururlar ve yalnız izinle ancak merkezlere gidebilirler.

بَعْضُهُمْ

(BaGWuHuM)

“Bazıları”

 Buradaki “Hum” zamiri bir ocakta oturanlara veya bir bucakta oturanlara veya bir ilde oturanlara veya bir ülkede oturanlara racidir. “Ellezîne”deki “El” harfi nereyi tarif ediyorsa bu zamir de onlara racidir.

Kur’an matematik formüllere benzer ifadeler kullanır. Matematikte değişkenler vardır, sabitler vardır. Sabit harflerin sayısı da bir harfle ifade edilmiştir. Ona sen istediğin değeri koyarsın. Değişkenler ise kendiliğinden oluşurlar.

Kur’an’daki nekre kelimeler değişkenleri gösterir, marife kelimeler ise sabit değerleri gösterir. Ne var ki sabit değeri de sen koyarsın.

Yani küfretmiş olanlardaki “el” bilineni gösterir. Bu bilineni sen ocak, bucak, il veya ülke olarak koyabilirsin. Böylece ona göre hükümler ortaya çıkar.

أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ

(EaVliYAEu BaGDın)

“Bazılarının evliyasıdır.”

Yani bir ocakta olanlar kendi ocaklarında birbirlerinin, bucaklarındakiler kendi bucaklarında birbirlerinin, kendi illerinde olanlar birbirlerinin, ülkelerinde olanlar kendi ülkelerinde birbirlerinin dayanışma ortaklarıdır.

Bu hükümleri çıkarabilmek için matematikteki harflerle ifade edilen sabitelerle, matematikte yine harflerle ifade edilen değişkenler kavramının marife ve nekre ifadelerine teşmil edilmesi söz konusudur.

Benzer sistem mü’minler arasındadır. Ne var ki kâfirler ayrı dayanışma içindedirler, mü’minler ayrı dayanışma içindedirler. Müslim ve mü’minler bu konuda ayrı dayanışma içinde değildir. İman etmiş olanlarla, iva edip nusret edenler aynı dayanışma içindedirler.

إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ (73)

(EiLAv TaFGaLUvHu TaKun FiTNaTun Fıy eLERWı Va FaSADun KaBİyRun)

“Onu yapmazsanız arzda fitne ve büyük fesat olur.”

Buradaki zamir nereye raci olmaktadır? “Onu yapmazsanız” denmektedir. Buradaki “o” nedir? Bundan önceki ifadede bizim yaptığımız bir şey yoktur. Küfretmiş olanlar birbirlerinin evliyasıdır. Zamirin işaret ettiği kelime geçmemektedir. Faili olmadığımız bir işin nasıl faili oluyoruz?

Buradaki “Hu” zamirinin velayet sistemini kurmazsanız, dayanışma ortaklığını tesis etmezseniz fitne olur anlamında olduğu açıktır. Ne var ki ne birinci âyette, ne de ikinci âyette velayet sistemini tesis etmemiz hususunda bir emir mevcut değildir. “İn Lâ Tef’alûHu” diyerek böyle bir emrin olduğunu belirtmektedir.

Eğer bir yerde bir zamir geçiyor ama o zamirin mercii belli değilse, daha önce mezkûr değil de usul olarak mahzuf bir cümle vardır. O mahzuf cümlede geçen bir isme raci olmaktadır demektir. Demek ki burada da Allah diyor ki buna göre dayanışma ortaklıkları kurunuz. “Faf’alû Zâlike” deniyor. İşte bu zamir o “Zâlike”ye racidir.

“Zâlike”nin işaret ettiği nedir?

İman etmiş olanların birbirlerinin velisi olması, küfretmiş olanların da birbirlerinin velisi olmasıdır. Bize emredilen bu örgütlenmeyi yapmaktır, dayanışma ortaklıklarını kurmamızdır.

Eğer kurmazsak fitne ve fesat olacağı bildiriliyor.

Buradaki emir topluluğadır, Adil Düzen Çalışanlarınadır. Bize emredilen dayanışma ortaklıklarını kurmamızdır. Bizim dışımızdakilerle ilişkiler kurarken onları tek dayanışma içinde saymasıdır.

Kooperatifimizi kuruyoruz. Kooperatif içinde aramızda dayanışma ortaklıklarını kuruyoruz. Bunlar ilmî, meslekî, dinî ve savunma dayanışma ortaklıklarıdır. Kendi aramızdaki nizaları hakemler yoluyla çözüyoruz. Çevremizle olan ilişkileri de hakemler yoluyla çözmeye çalışıyoruz. Hakemlerin kararlarını kabul etmeyenlere karşı dayanışma içinde savunma yapıyoruz.

Örnek olarak, ortağınız bir anlaşma yaptı, anlaşmanın altında “Çıkan ihtilaflar Akevler’in hakemleri tarafından çözülür” hükmü kondu. Sonra aralarında niza çıktı, karşı taraf hakem seçmedi. İşte bu hakemi kooperatif seçer, muhakemesini yapar ve hakemler haklı ise karşı tarafı mahkûm eder. Kooperatif dayanışma içinde hakkını ortağa öder, sonra alabilirse karşı taraftan alır. Yahut ortağınız haksızsa karşı tarafa hakkını verir, ondan sonra ortağınızdan tahsil edebilirse alır.

Görülüyor ki kooperatif içinde dayanışma ortaklığınızı kurduğunuz zaman biz devletimizi kurmuş oluyoruz. Canlı nasıl hücrelerden oluşuyorsa devlet de hücrelerden oluşur. Bu hücreler 100 dairelik lojmanlı işyeri apartmanlardır. Her apartmanda devlette mevcut olan her şey vardır. Dayanışma ortaklığımızı kuracak ve kendi apartmanımızı, kendi devletimizi kurallar içinde yöneteceğiz.

Eskiden devletin yalnız güvenlik görevi vardı. Hazreti Davut aleyhisselâmla devletin ekonomik görevi de ortaya çıktı. Bugün devlet her iki görevi birden yürütmektedir. Ekonomik işleri yapan ve yürüten ile siyasi düzenlemeyi ve güvenliği sağlayan yönetim birleşmiştir.

Oysa İslâm düzeninde tam bir kuvvetler arası işbölümü vardır.

1- Meclis yasaları yapar.

2- Kooperatifler yasalara göre uygulamayı gerçekleştirir. Herkes kendi içtihadı ile uygulama yapar. Uygulama yürütme tarafından yapılır. Sivil kuruluştur.

3- Hakemlerden oluşan bağımsız yargı vardır. Nizaları çözer.

4- Hakem kararlarını infaz eden silahlı güç vardır. Bu yönetmedir.

İşte bu sistem çalışmadığı için ülkemizde ve dünyada sıkıntılar vardır.

Biz ne yapıyoruz?

Yüz dairelik bir apartman kuruyoruz. Apartmanın sözleşmesi vardır; bu yasadır. Apartmanın halkı vardır, sözleşmeye göre çalışırlar ve yaşarlar; bu yürütmedir. Kooperatifin hakemleri vardır, nizaları bunlar çözer. Buralarda yapılanların devletten farklı tarafı yoktur. Her apartman küçük bir devlettir.

Son kısmı yani silahlı gücü yoktur. Dolayısıyla bedeni cezaları icra edemez. Buna karşılık ortağı hakemler kararı ile ortaklıktan çıkarma yetkisi vardır. Dolayısıyla iç disiplini sağlamış olur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile doğal anlaşmamız vardır. Dışarıdan apartmanımıza gelecek saldırılardan bizi koruyacak, ortaklıktan çıkardığımız kişiyi de kolundan tutup dışarıya götürecektir.

Demek ki bir semt kurup bağımsız bir devlet gibi onun içinde yaşamaya hiçbir kanuni engel yoktur. Bizim bir dayanışma ortaklığı içine girerek kendi dayanışmamızı kurmamız gerekir. Hicret edip bu apartmana yerleşenler iman edenlerdir. Bunlar hicret edenlerdir ve İslâmî düzeni kurmak için cihat edenlerdir. Bu yüz dairelik apartmanların inşasına katılan ortaklar da iva eden ve nusret edenlerdir.

Âyet çok açık bir şekilde bize diyor ki; yüz dairelik apartmanı kurmazsanız ve oraya gidip yerleşmek suretiyle İslâm düzenini kurarak kendi aranızda yaşamaya başlamazsanız fitne olur, fesat olur.

Bu âyetlere böylece müşahhas manâ vermemiz gerekmektedir.

Siz de başka işte, meselâ “bir vakıf hastane kurmazsanız” şeklinde anlayabilirsiniz, bir başkası da “bir vakıf üniversite kurmazsanız” şeklinde anlayabilir.

Siz nasıl anlıyorsanız Allah size onu vahyediyor demektir.

Kur’an’ın yorumu içinde bize gelen manâlar bize vahyolunmaktadır.

Ben o şekilde bir manâ anladım, L. Hocaoğlu da öyle anladı, diğer arkadaşlarımız da bu anlamı tasdik ettilerse, o bize vahyolunmuş demektir.

“Mâ Ühiye İleyke” ile “Mâ Ünzile İleyküm”ün manâları budur.

Biri içtihat, diğeri icma.

Yüz daireli lojmanlı işyeri apartmanlara yerleşenler sonra aralarında dayanışma ortaklığını büyüteceklerdir. Kooperatifler geliştirilecektir.

Şöyle açıklama yapmalıyız.

Bugün Türkiye Devleti sıkıntıdadır.

a) Dış borçlar gittikçe artmaktadır.

b) Köyler boşalmakta, tarım ve hayvancılık çökmektedir.

c) Rüşvet ve kamu mallarını yağmalama değişik şekillerde sürüp gitmektedir.

d) Terör ile mücadele edenler hapse atılmış, terör mensupları ile ise barış müzakereleri yapılmaktadır.

Şimdi Türkiye devletinin bu durumdan çıkması için iki yol vardır.

Biri; siyasi parti kurup iktidara gelmek ve iktidarda bu sorunları çözmektir. Biz bunu denedik, 1960’larda siyasete atıldık, bağımsız aday olduk, partiler kurduk, hükümet ortağı olduk ve sonunda bir partimiz anayasa ekseriyetiyle iktidar oldu. Ama bütün bunlar olurken sorunlar arttı, azalmadı. O halde o yol başarısız yoldur. Biz bunun böyle olduğunu biliyorduk ama özgürlüğümüz için o mücadeleyi vermek zorunda idik, nitekim başardık. Bugün biz iktidardayız ama var olan düzen bizim düzenimiz değildir.

Şimdi ikinci yolu denemek zorundayız. O yol da dayanışma ortaklıkları kurmadır. Bir araya gelerek yüz lojmanlı işyeri olan apartman kuracağız. İnsanlar oraya gelip çalışacaklar, lojmanlarda oturacaklar ve orada dayanışma ortaklıklarını kurmuş olacaklardır. Dışarıdaki fitne ve fesat bu apartmanın içine girmeyecektir. Böylece kendimizi korumuş olacağız.

Nasıl kışın soğuğundan korunmak için evimiz vardır, oraya gireriz, sobamızı yakarız, bu sayede soğuk bize tesir etmezse; bunun gibi dışarıdaki sosyal fırtınanın etkisinden bizi koruyacak kooperatifler olacak ve o kooperatifler bizi âfetlerden koruyacaklardır.

Bu âyet sosyal fırtınayı iki şekilde tanımlamaktadır.

Birine “fitne” demektedir.

Diğerine “fesat” demektedir.

Eğer dayanışma ortaklıkları kurmazsanız fitne ve fesat olur diyor. Yani dışarıda fitne ve fesat vardır. O fitne ve fesattan ancak dayanışma içinde kurtulabiliriz.

Fitne ve fesat kelimeleri harfi tarifle ayrı ayrı gelmiştir. O halde fitne ayrıdır, fesat ayrıdır.

Akevler’in etimoloji lügatine başvuralım.

“Fesad” “Visad” yıkılmış uzanmış ağaç parçası, yastık anlamında kullanılmaya başlanmış ve bu yıkılmış anlamından “ve”nin “fe”ye dönüşmesiyle bozulmuş anlamı kazanmıştır.

“Fitne” madeni cüruftan temizlemek için eritmek demektir. “Mihnet” ise madenin parlaklığını ortaya çıkarmak için tavlamak veya pasını silmektir. “İmtihan” kişinin kendini göstermesi, “fitne” ise kişinin dayanaklılığını artırmasıdır.

Fesatta yavaş yavaş içten içe bozulma vardır.

Fitnede ise birden patlama, birden değişme vardır.

Her şey düzgün giderken birden bulut meydana gelir, ortalık kararır, sel gibi yağmur yağar. Demokrat Parti’yi ve o dönemi ele alalım. DP 1950’de iktidara geldi. Dışarıdan borç alarak ülkede yatırımlara girişti. 1954’e kadar işler çok iyi geçti. Sonra beklenmedik bir olay oldu, dış krediler kesildi, tüm yatırımlar yarım kaldı. Devlet borçlar içinde ezilip gitme durumunda idi. Parti buna çare buldu. Hazinedeki altınları sattı ve yatırıma devam etti. 1957’lere gelindiği zaman altınlar da bitti, yine darboğaza girildi. Demokrat Parti bu sefer karşılıksız para çıkardı ve yatırımları tamamladı. Artık meyveleri toplama zamanı gelmişti. Yapılan fabrikalar, açılan yollar, kurulan santraller çalışacak, ülkemiz borçlarını ödeyecekti. O zaman 30 milyar TL borcumuz vardı ve ülkemiz gelişmiş ülkeler arasına girecekti. Beklenmedik bir olay oldu, askeri darbe gerçekleşti.

Böyle beklenmedik olaylar fitnedir. Topluluk içinde sessiz bir şekilde oluşur, birden patlar, patladıktan sonra durulma dönemi gelir.

Fesatta ise durum böyle değildir. Topluluk yavaş yavaş bozulmaya gider, topluğu hasta eder ve zamanla çökertir.

Faiz fesattır. Faiz emeksiz paranın kazanılmasıdır. Yani faiz demek karşılıksız para demektir. Bu da enflasyona sebep olmadır. Enflasyon ise fiyat ve ücret anarşisini doğurmaktadır. Bu durum işsizliği, açlığı, borçlanmayı, yolsuzluğu, rüşveti ve anarşiyi peş peşe getirmektedir. Birden değil zamanla oluşan bir kötülüktür.

Zina da fesattır. Zina yoluyla bir kadın evlenmiyor. Evlenmeyince on erkeği doyurabilir. On erkek evlenmeyince on kadını zinaya götürür. Böylece zincirleme evlilik dışı yaşama doğar, hastalıklar yayılır, nüfus azalır. Böylece uzun zaman sonra topluluk bozulur.

Dayanışma ortaklığı bütün bunlara mâni olmaktadır. Dayanışma ortaklığında kredi faizsiz temin edilmektedir. İş yapan herkes için sermaye söz konusu olmamaktadır. Dolayısıyla faizli paraya dayanışma içinde olanların ihtiyacı bulunmamaktadır.

Lojmanlı işyerlerinde evlilere iş ve mesken temin edilmekte, evlilik dışı ilişkilerde bulunanlar işten çıkarılmakta, dolayısıyla zinanın fesadından semt korunmaktadır.

Kur’an’da yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlardan Nur Sûresi’nde bahsedilmektedir. Zina yasağı bu sûrede sûrenin başında getirilmektedir. Böylece âyet bize yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında dayanışma içinde yaşamamızı emretmektedir.

Bir elma bir taraftan çürümeye başladığı zaman yavaş yavaş bu çürüme elmanın tamamına sirayet eder. Yetmez, sonra yan yana olan torbadaki bütün elmaları çürütür. Eskiden bunun neden böyle olduğu bilinmiyordu. Bugün bunun böyle olmasının sebebi çok iyi bir şekilde bilinmektedir. Çürütücü bakteriler vardır. Onlar canlıdır. Çoğalarak elmayı çürütürler ve diğer elmalara geçerler. Fesat da böyledir. Bir topluluk içinde bir yerde fesat başladı mı bu fesat her tarafa yayılır. Bu yayılmayı önleme iki şekilde olur. Ya bu şekilde çürümüş elmaları torbadan çıkarıp ayıklar ve atarsınız, kalan elmalar sağlam kalır. Bu uygulama çürüyenler azsa yapılabilir. Çürüyenler çoksa torbadan veya sandıktan sağlam olanları alırsınız, diğerlerini çürümeye bırakırsınız, onlar kendi kendilerini yok ederler.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde olsaydık, düzenlemeleri makrodan yapardık, devlet olarak çürütücüleri topluluğumuzun dışına atardık, çünkü onlar azdı. Oysa bugün her taraf çürümüş, her tarafa zina ve faiz yayılmıştır. Bu bozuk zalim düzen işsizliği ve ahlâksızlığı önleme imkânına sahip değildir. Çünkü herkes çalışmadan yolsuzlukla geçinmektedir. Baba mirasını her geçen gün biraz daha eritip bitiriyoruz.

Bugün yapılacak iş olarak öncelikle çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşabilecek semtler üretmemiz gerekir. O semti dışarıdaki fesat ve fitneden korumamız gerekir. Bunu yapacak olan da bu âyetlerde bahsedilen dayanışma ortaklıklarıdır.

Dayanışma ortaklığı demek kooperatif demektir. Kooperatifin bugünkü Arapçada adı şirket-i teavundur, yardımlaşma şirketidir. Kur’an da “TEAVENÛ” diyerek böyle bir ortaklığı kurmamızı emretmektedir.

Kur’an’ı yorumlayan usulcüler kurallar koymuşlardır. Emir sigası vücubu ifade eder. O halde “TEAVENÛ” emri vücubu ifade eder. Yani kooperatif ortaklığını kurmak Kur’an’a inanan kimselere farzdır. Kur’an’da Hz. Musa peygamberin hikâyesinde gemiyi işleten kooperatif ortaklığından bahsedilmektedir, bunun korunması anlatılmaktadır. Oysa Hz. Davut peygamberin koyun hikâyesinde sermaye ortaklığı reddedilmektedir. Sermaye ortaklığı paraya para kazandırmadır. Bu faizdir. Değişik âyetlerde haram edilmektedir. Kooperatif dışındaki ortaklıklar sermaye ortaklığıdır ve İslâmî düzende meşru değildir. Sermayenin ortaklığa katılması, yüklendiği rizikoya göre kâr ve zarara iştirak etmesi meşrudur. Bu sermaye şirketi değildir. Sermaye şirketi sermayeye göre sermayesi en fazla olanın söz sahibi olmasıdır.

إِلَّا تَفْعَلُوهُ

(Ein LAv TaFGaLUvHu)

“Eğer onu yapmazsanız”

Buradaki “İllâ” istisna harfi değil, “İn” ve “Lâ”dan mürekkep şart ve nefy edatıdır.

Kooperatifler kuracağız.

1- Semtlerde “SEMT KOOPERATİFLERİ” kuracağız, bu kooperatifler yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanları yapacak ve burada üretim gerçekleşecektir.

2- Bucaklarda “İŞLETME KOOPERATİFLERİ” kuracağız. Bunlar semtlerde üretilen malları pazarlayacak ve semtlerin ihtiyacı olan malları satın alacak tüccarları organize edeceklerdir.

3- İllerde “HİZMET KOOPERATİFLERİ” kuracağız. Bunlar işletmelere “genel hizmet” götürecek ve böylece küçük işletmelere büyük işletmelerdeki imkânları sağlayacaklardır.

4- Ülkede “ÇALIŞMA KOOPERATİFLERİ” kuracağız. Bunlar “toprak senedi” ile taşınmazlarını alıp satacaklar ve müteahhitlere toprak senetlerini kredi olarak vereceklerdir.

5- İstanbul’da bir “KREDİLEŞME KOOPERATİFİ” kuracağız, bu kooperatif de altın senetlerini kredi olarak verecektir.

Bu kooperatifleri baş temsilciler kuracaklardır. Baş temsilciler de birer dayanışma ortaklıkları sorumluları olacaklardır.

Bundan önceki iki âyette anlatılanların uygulaması bugünkü mevzuat içinde yapılmış olacaktır. Türkiye’de Kooperatifler Kanunu vardır. Bu kanun bize bu imkânları sağlamaktadır.

III. bin yıl uygarlığı bu âyetlerde anlatılan dayanışma ortaklıkları içinde oluşacaktır. Bunlar yüz lojmanlı işyeri apartmanları ile çözülmüş olacaktır.

Yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlar;

1) Mesken sorununu çözmektedir.

2) İş sorununu çözmektedir.

3) Trafik sorununu çözmektedir.

4) Güvenlik sorununu çözmektedir.

5) Demokrasi sorununu çözmektedir.

6) Lâiklik sorununu çözmektedir.

7) Sosyal güvenlik sorununu dayanışma içinde çözmektedir.

8) Karşılıksız faizli para sorununu çözmektedir.

Şimdi sorunumuz şudur; böyle bir ortaklık nasıl kurulacak, kim kuracaktır?

Şunu kesin olarak bilmemiz gerekmektedir ki; bu ortaklığı Kur’an’ı birlikte okuyarak ve onun hükümleri üzerinde içtihat yaparak sorunlarını çözenler kuracaklardır. Sadece akıl yoluyla sorunlarını çözenlerin çözümleri yatsıya kadar sürecektir.

Diyebilirsiniz ki; bu birlikte okuma ve tezekkür işi gerçekleşecek midir?

Evet, gerçekleşecektir.

Bunun en yakın delili Risale-i Nurlardır. Başlangıçta sadece birkaç kişi okudu ve yazdı. Nur medreseleri gariban olarak doğdu. Bir gün geldi o risaleleri okuyanlar güçlendiler ve zengin oldular. Şimdi dünyada okulları ile hâkimdirler.

Benzer bir olay olacaktır. Yarın Kur’an’ı birlikte okuyanlar tezekkür edip içtihat yapacaklardır. İşte onlar bu “dayanışma ortaklıkları sistemini” bütün dünyaya yayacaklardır. Yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanları ülkemizin ve dünyanın her yerinde yeşerecektir. Her karye bir aşiret/ocak, her apartman bir karye olacaktır. Karye demek toplanma yeri demektir. Evet, yüz dairelik lojmanlı işyeri apartman bir karyedir.

تَكُنْ فِتْنَةٌ

(TaKun FiTNaTun)

“Fitne olur.”

Yeryüzü canlıların yaşaması için yaratılmıştır. Canlılarda yarışma vardır, çatışma vardır. Arıların milyonlara yaklaşan üyeleri arasında hiçbir çatışma olmaz. Oysa insan topluluğunda dostluk gibi çatışma da vardır. İnsan topluluğu tüm insanların topluluğudur. İnsanlık tek topluluktur. Yapıcılar vardır, yıkıcılar vardır. Yani sağlık hücreleri olduğu gibi hastalık hücreleri olan mikroplar da vardır. İnsanlar kendi başlarına bırakıldığı zaman saldıran ve çatışan düşmanlar olmaktadır.

Dayanışma ortaklıkları ile birbirlerine uyuşmuş topluluklar oluşmaktadır. Dayanışma demek, birine yapılan bir saldırı ortakların hepsine yapılmış kabul edilerek dayanışma üyelerinin savunma durumuna geçmeleri demektir. Zor durumda olanların yardımlaşma suretiyle zor durumdan kurtarılmasıdır. Gelişmiş topluluklarda dayanışmasız yaşama mümkün olmaz. Toplulukta saldırı yapanlar güç oluştururlar, onlardan herkes korkmaya başlar. Başka güç sahipleri ortaya çıkar, aralarında çatışırlar, halk ezilir. Kuvvetli olanlar haklı olurlar, zayıf olanlar ezilip giderler. Bundan kurtulmak için haklıların bir araya gelip dayanışma ortaklıklarını oluşturmaları gerekir. Dayanışma ortaklığı demek haklıyı kuvvetli kılan bir mekanizma demektir.

“Fitne” kelimesi burada nekredir. Bilinen belirli fitne yerine belirsiz fitne olur. Nerden ne zaman geleceği belli olmayan fitne olur. Halk olan olayların hepsini iktidardan bilir. Dolayısıyla iktidar ne kadar iyi olursa olsun halk iktidara karşı organize olmaya hazır olur. İsyancılar kendi çıkarlarını sağlamak için halkı belli konularda kışkırtırlar. Birden sokak hareketleri başlar ve iktidarı devirir. Sonra da gelen gideni aratır.

Dayanışma ortaklıklarının fitneyi önleme metodu şudur. Ortaklıklar gruplar hâlinde oluşur ve meşru yoldan yarışırlar. Dolayısıyla halk meşru yoldan sıkıntıyı giderir. Fitne durur. Dayanışma ortaklıkları hakemlere giderek hakem kararları ile halkın sıkıntısını giderirler. Sonra da iktidar birisinden gidince hepsinden gitmiş olacağı için fitne sönmüş olur. Hakem kararları ve silahlı gücün hakem kararlarının bekçisi olması fitneyi durdurur.

فِي الْأَرْضِ

(Fıy eLERWı)

“Arzda”

Buradaki “arz” ocak, bucak, il, ülke ve insanlıktan her biri ayrı ayrı olarak ele alınabilir.  Fitneyi durduran olmazsa yangın gibi yayılarak yeryüzünü kaplar.

Komşudaki bir anarşi ülkemiz için de anarşidir. Fitne yalnız çıktığı yerde kalmaz, yangın gibi sıçrayarak ve yayılarak tüm dünyaya yayılır. Bu sebepledir ki eşkıyalar desteklenmez. İktidar ne kadar zalim olursa olsun ona karşı o ülke halkı kışkırtılmaz. Halkın o ülkeden hicret etmesi istenir ama iktidarda olanların indirilmesi istenemez.

Suriye’deki müdahalenin yanlışlığı buradadır. Mesela, Irak’a ABD güçleri girdi ama duruma hâkim olamadı, her türlü kötülük bu ülkede hâlâ sürüp gitmektedir.

وَفَسَادٌ

(Va FaSADun)

“Ve fesad olur.”

Dayanışma ortaklıkları insanları yeraltı örgütlerinin avı olmaktan kurtarır. Dayanışma ortaklıkları insanların yaşamalarını ve çalışmalarını garantiye alır.

Bir kişinin iflas ettiğini ve borçlandığını kabul edelim. O borçlarını ödeyemeyince alacaklılar da borçlarını ödeyemezler. Zincirleme tıkanıklık olur. Dayanışma ortaklıkları borcu bölüşerek ödeyince tıkanıklık ortadan kalkar, ekonomik çark dönmeye devam eder.

Bugün dayanışma ortaklıklarının yerini aidatlı sigorta almıştır. Paralı sigorta olduğu için herkes sigortalı olamamaktadır. Olay olmadan aidat alındığı için toplanan meblağlarda suiistimal olmaktadır. Ayrıca sosyal baskı da olmadığı için olayın olması önlenememektedir.

Oysa dayanışma ortaklığında herkes ortaktır. Diyet taksitini ödeyemeyeler çalıştırılarak ödeme yaptırılmaktadır. Olay olmadan birikmiş bir aidat olmadığı yani toplanan bir para olmadığı için istismarı da mümkün olamamaktadır.

Fesad” kelimesi burada nekre gelmiştir, belirsizdir. Çünkü kaynakları farklı fesad vardır. Dayanışma ortaklığı, fitne ve fesadın kaynağı ne olursa olsun, onu önlemektedir.

كَبِيرٌ

(KaBİyRun)

“Büyük”

Fitne arzdadır diyerek yaygın olacağını, fesadın da büyük olacağını söylemektedir.

Zina aileyi çökertmekte, sonunda insan neslinin inkırazına doğru gidilmektedir. Faiz de ekonomiyi çökertmekte, o da başka yönden insan neslinin inkırazına götürmektedir. Fitne yaygın etki yapmakta, fesat ise tüm insanlığı yokluğa götürmektedir.

Dayanışma ortaklığı tüm insanlık arasında oluşacağı için fesat önlenmektedir. Çevre kirliliği yeryüzünü ölüme götürmektedir. Tek başına çevre kirliliğini önlemek mümkün olamamaktadır. Dayanışma ortaklığı çevre kirliliğine karşı tedbirler alarak mâni olmaktadır.

Demek ki kooperatifler kurarak gönüllü ortaklar arasında dayanışmayı oluşturacağız. Sonra dayanışmamıza katılmayanlara da eşit muamele yapacağız. Onlarla birlikte mücadele edeceğiz. Fitne ve fesat silahlı güçlerle önlenemez. Fitne ve fesat ancak dayanışma ortaklıkları ile önlenebilir. Bizim kooperatifleşme önerimiz dayanışma ortaklığı önerimizdir.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2107 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1625 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1341 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1896 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2119 Okunma
6-11.AYET
1630 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2241 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1856 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1654 Okunma
10-19.AYET
1392 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1468 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1595 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2443 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1486 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1650 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1366 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1307 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1594 Okunma
19-41.AYET
2214 Okunma
20-42.AYET
1737 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2795 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2161 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1599 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1437 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2134 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1472 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1395 Okunma
28-60.AYET
1665 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1685 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3619 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2034 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1723 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1565 Okunma
34-72.AYET
1993 Okunma
35-73.AYET
1472 Okunma
36-74.AYET
1471 Okunma
37-75.AYET
1545 Okunma

© 2024 - Akevler