ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1995 Okunma
72.AYET

Enfal Sûresi-34

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

*

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُوا وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلَّا عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (72)

 

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ

(EinNa elLaÜIyNa EAvMaNUv Va HaCaRUv Va CaHaDUv Bi EaMVAvLiHim Va EaNFuSiHıM FIy SaBIyLı elLAHı Va elLaÜIyNa EAvVaV Va NaÖaRUu EuLAvEiKa BGWuHuM EaVLıYAvEu BAGWın)

“İman etmiş, hicret etmiş ve malları ve nefisleri ile cihad eden kimseler ile iva etmiş ve nasr etmiş olan kimseler, bunlar birbirlerinin evliyasıdır.”

Sûre baştan “Ey iman edenler” hitaplarıyla devlet kurmuş gruba hitap etmiş, sonra da “Ey nebi” diyerek topluluğu başkanın temsil ettiğini belirtmektedir.

Evet, insanlar savaş içinde olmayı istemezler. Bunun için mü’minlere Allah’ın verdiği görev tüm insanlığı barış içinde yaşatmaktır.

Evet, mü’minler savaşırlar, insanlığın barışı için savaşırlar. Barışın temeli hakemlerdir, yargıdır. Adil yargı kararları Allah’ın kararıdır. Dolayısıyla tarafsız ve bağımsız hakemlerden oluşan yargının kararlarına uymayan kimse kâfir değil müşriktir. Biz kâfirlerle değil müşriklerle savaşırız. Kâfirlere “sizin düzeniniz sizin bizim düzenimiz bizimdir” deriz. Müslimler ile kâfirler arasındaki farka göre müslimler ayrıca cizye verirler, kâfirler cizye vermezler. Dolayısıyla biz kâfirlere saldırmayız, hakemlere gider hakemler yoluyla hakkımızı alırız ama onları koruma görevimiz yoktur, çünkü cizye vermemektedirler.

Kur’an başka yerde “Allah mü’minlerden cennet karşılığı mallarını ve canlarını satın almıştır” demektedir. Müslimler için ise “biz dünyada da âhirette de hasene isteriz” derler diyor. Allah her ikisini yani müslimleri de mü’minleri de cennete götürecektir. Mü’minlerin dereceleri üstündür. Mü’minler ile müslimler arasındaki fark, devlet memurları ile halk arasındaki farktır, askerler ile siviller arasındaki farktır. Askerlik yapan müslimler mü’mindirler. Köleler de mü’min olabilirler. Kadınlar ise askerlik yapmasalar da kendilerine bir mü’mini veli kabul etmeleri şartı ile onlar da mü’mindirler. Mü’minler müslimlerin mallarını ve canlarını korumayı taahhüt etmişlerdir. Dolayısıyla faili meçhul cinayetlerin diyetlerini bunlar öderler. Dayanışma içine girenlerin diyetlerini bunlar öderler. Kadın mü’minler diyet ödemeye de katılmazlar.

Aile çocuk yetiştirme ve birlikte yaşama ortaklığıdır. Kadın sosyal hizmetleri yapar yani parasız temin edilecek işleri yapar. Erkek ise paralı olan masrafları karşılar. Kadın ile erkek eşit şartlar altında ortaklık kurmuşlardır. İşbölümü vardır. Görevleri farklıdır. Genel görev ve yetki kuralı içinde herkes kendi görevinde kendisi yetkilidir. Kadın erkekle istişare eder ama kendi içtihadıyla amel eder, erkek de eşiyle istişare eder ama kendi işlerinde kendi içtihadıyla amel eder. Aile reisi anlamı yoktur. Ortaklıkta kim bir işin sorumluluğunu alırsa yetkili odur, o işte başkan odur. Her yetkili aynı zamanda sorumludur, sorumlu olduğu kadar da ortak üründe hak sahibidir. Anne baba çocuklarına karşı eşit şartlar altında hak sahibi olurlar. Mirasta altıda bir olmak üzere eşit pay alırlar. Kadının hıdane hakkı ve yetkisi vardır. Erkeğin çocuklar üzerinde velayet hakkı ve görevi vardır. Bu hak ve yetkiler 15 yaşına kadardır. 15 yaşına geldiklerinde kız olsun oğlan olsun tam kişilik kazanır. Anne babasının onun üzerinde özel yetkileri kalmaz. Yetki ve sorumlulukları da yoktur. Evlendirmek anne babaya değil topluluğa ait görevdir. Fakir veya yoksul olursa anne babası değil de topluluk onun hakkını vermek durumundadır.

İşte “iman etmiş olanlar” deyince müslimlerin arasından askerliği kabul eden kimseler kastedilmektedir.

Bu “Âmenû” içine kadınlar da dâhil midir?

Evet, kadınlar ve çocuklar da dâhildir. Çünkü onlar da hicret etmişlerdir. “Ellezîne Âmenû” marifedir. Mekke’den Medine’ye hicret etmiş olanlardan bahsetmektedir. Ama her zaman böyle hicret söz konusudur. O takdirde de o günkü muhacirler kastedilecektir.

Kur’an yeni düzen kurmayı hicrete bağlamıştır. Hicret etmeden yeni düzen yani “Adil Düzen” gelmez. Yalnız Kur’an bir yerden diğer yere hicret etmeyi değil de birbirine hicret etmeyi emretmiştir. O halde Akevler’e hicret edenler de bu hicret emrini yerine getirmişlerdir. Hicret edemeyenler mü’min değil müslimdirler. Onlar yeni düzen kuramazlar. Onlar Allah’ın nurunu insanlığa yayamazlar, onlar mâlen katılırlar, mâlen desteklerler, bu oluş içinde hakları korunur ama onlar yönetici olamazlar.

Tarihte olmuş olan olaylar vardır. Yenilik yapmak isteyenler halka başvurdukları zaman mü’minler dışındaki müslimler uzaktan desteklerler, bedenen katılamazlar, hicret edemezler. Kur’an’ın saydığı engelleri aşamazlar.

Tekrar hatırlatmakta yarar vardır.

قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

“Söyle a) babalarınız, b) çocuklarınız,  c) kardeşleriniz,  d) eşleriniz, e) aşiretiniz, f) iktiraf ettiğiniz mallarınız, g) kesadından korktuğunuz kazançlarınız ve h) hoşunuza giden evleriniz Allah ve resulünden ve O’nun sebilinde cihattan daha muhabbetliyse, Allah emri ile gelinceye kadar terebbüs ediniz. Allah fasık kavma hidayet etmez.”

Burada sekiz engel zikredilmiştir. Hakem kararları için ve O’nun yolunda cihad için denmektedir. Allah emriyle gelinceye kadar terebbüs edince Allah fasık kavme hidayet etmez.

Evet, fasık kavim kimlerdir?

Şeriatın dışına çıkanlardır. Zinayı, fuhşu ve eşcinselliği meşru görenler, faizli karşılıksız put paraya ubudiyet edenler, rüşveti mübah sayanlar, eşkıyaya mağlup olup ellerini öpenler fasıktır. Bunlar içinde müslimler de vardır. Cihad emek onlara farz değildir, âhirette sorumlu olmazlar ama bu dünyada onların kavmi helâk olur, onlar da helâk olurlar.

AK Partili kardeşlerim kızıp alınacaklar ama bunları ben söylemiyorum, ben sadece tercümanlık yapıyorum.

Ellezîne” kelimesini iade ederek onlar barındırdılar ve nusret ettiler diyor. Yani onlar iman ettiler demiyor, onlar hicret ettiler demiyor, onlar cihat ettiler demiyor, iva ettiler ve nusret ettiler diyor. Burada ikinci “Ellezîne”nin Medineliler olduğu zannedilir. Müfessirler öyle anlamışlardır. Oysa muhacirler birinci grubun içindedirler. Çünkü onlar iman ettiler, onlar muhacirleri kabul ederek “hâcerû” emrine uydular. Çünkü “hâcerû” fiili mufaale bâbındadır. Hicret edenlerle muhacirleri kabul edenler eşitlik içindedir.

O halde bu ikinci grup kimlerdir?

Bunlar Müslimlerdir, cizye verenlerdir, muhacirlere imkân sağlayanlardır. İşte Medinelilerin fazileti de buradan gelir. Çünkü onlar hem müslim olarak görevlerini gördüler hem mü’min olarak. Mekkeliler de mallarını bırakarak hicret etmekle bu şerefi iktisap ettiler. Bunlar birbirinin evliyasıdır.

Fıkıhta dayanışma ortaklığı âkile olarak geçer. Kur’an’da âkile kelimesi bu anlamda yoktur. Sünnetle sabit olmuş kabul ediyorlar.

Ben bütün çalışmalarımı dayanışma ortaklığı üzerine dayandırdığım için Kur’an’da yerini bulamayınca mesnedim havada kalıyordu. Osman Eskicioğlu ile Kur’an’a dayanarak ekonomi kitabını hazırladık. Tedayün âyeti orada geçmişti ama o kitapta o yerde dayanışma ortaklığı hükmü yoktur. Afyon’da konuşma yapıyordum. Birden Kur’an’daki “veliyyihi” kelimesi geçti. Erginlerin de velisi vardı. “Veliyyun lehu” denmiyor, marife getiriliyordu. Yani reşit olanların doğal velisi vardır, bunun dayanışma ortaklığı sorumlusu olduğu aklıma geldi. Böylece âkileye Kur’an’da yer bulmuştum. Rahatladım ve içtihatlarım nass mertebesine yükseldi. Bunu ben keşfettim zannetmiş, sahabelerin bu manâyı vermediklerini sanmıştım. Oradaki selem bahsi de böyle Kur’an’da yeri olmadığı sanılan müesseselerdendi.

Kütüb-i Sitte’de “velâyet” kelimesi “âkile” anlamında geçmemektedir. Başka hadis kitaplarını okuduğumda önce son nebi hem âkile hem de velâyet kelimesini dayanışma ortaklığı için kullanmaktadır. Ayrıca İbni Abbas tedayün âyetinin selem için nâzil olduğunu söylemektedir. Allah’ıma hamd ettim. Demek ki benim zahiri istidlallerde de isabet vardır.

Böylece istihsanla bulduğum hükümler âyetlerle ve hadislerle teyit edilmiştir.

Bunu niçin anlattım?

Velâyet kelimesinin dayanışma anlamına geldiğini anlatmak için anlattım. Velâyeti manevi yücelik olarak anlamakta ve anlatmaktadırlar. Şeriatı lâikleştirmek için birçok kelimelere hatalı manâlar vererek amelinden uzaklaşmışlardır. İyi biliniz ki velâyet mertebesine ulaşmak önce dayanışma ortaklığını kurmakla olur.

Mü’minler ve müslimler dayanışma ortaklığı içindedirler. Müslimler cizye verirler, mü’minler ise nöbet tutarlar, sorunlarını çözerler. Müslimler de mü’minler de gelecek helâkten sorumludurlar. Müslimler maddî yardımda bulunmalı, para vermelidirler. Mü’minler ise malları ve canlarıyla cihat yapmalıdırlar.

Türkiye’de cihat yapan kimseler ortaya çıkmıştır. Akevler kurucuları, Risale-i Nur şakirtleri, Süleyman Tunahan’ın müritleri, Millî Görüşçüler cihat yapmış ve birtakım sıkıntılar geçirmişlerdir. Hapishaneye girmiş ve dayak yemişlerdir. Bunun yanında Müslimler de bunları maddeten desteklemişler, onların çalışmalarına imkân sağlamışlardır.

İşte bu cihat sayesindedir ki biz bugün anayasa ekseriyeti ile iktidardayız, bu sayede Millî Görüşçüler “Adil Düzen”in kısık da olsa adını söyleyebiliyor, Akevler kendi ilmî araştırma ve çalışmalarına devam ediyor.

Şimdiye kadar “Mekke dayanışması” içindeydik. Şimdi “Medine dayanışması” içine gireceğiz. Kooperatifler hâlinde örgütleneceksiniz. Sizlere bunun için sıkı çalışmalarımızla imkânlar hazırlıyoruz. Bizim nesil aranızdan ayrılmaktadır. Bundan sonraki hamleyi sizin nesil yapacaktır. Bugün iktidarda olanlar bizim neslin meyvelerini topluyorlar. Cari sistem içinde yapılanlar yapıldı. Hazreti İsa da Hıristiyanlığı böyle kurdu. Hazreti Muhammed’in temsilcisi kapıda bekliyor, gelecektir. Bu mehdi değil, sizin çalışmalarınızı değerlendiren bir hadi olacaktır. Benim kanaatim bu bir emekli asker olacaktır. Adil Düzen Partisi’ni kuracak, sizin içtihat ve icmalarınızla yeni Türkiye’yi, dolayısıyla yeni düzeni kuracaktır.

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا

(EinNa elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“İman etmiş kimseler”

Ellezîne Âmenû” fail olarak da mef’ul olarak da marifedir. Bir devletin ordularını içine alır. Savaş devletler arasında olur.

Devlet olmanın özellikleri vardır.

a) Önce nüfusu olacaktır; 30 milyonla 100 milyon arasında nüfusa sahip bir ulus olmaları gerekir. Her ulusun kendine has dili vardır. O devlet içinde yaşayanlar mutlaka o dili bilirler. Kendi il ve bucak dilleri olabilir, olmalıdır ama herkes devlet dilini bilmelidir. Kur’an “lisan-ı kavmihim” diyor.

b) Toprakları olacaktır. O halk o topraklarda yaşayacaktır. Aynı dili konuştukları için ülkenin bölge merkezlerinde devamlı buluşmakta ve ticaret yapmaktadırlar. Oysa ulusların dilleri ayrı olduğu için başka ülkelere gidip dolaşmak herkes için mümkün olamayacaktır.

c) Askerleri olacaktır. Orada yaşayan halk o ülkenin savunmasına katılacaktır. Ya bedel verecek ya da asker olacaktır. Böylece o toprakların savunmasını yapacak bir askeri birliğe sahip olacaktır.

d) Bir de o devletin bir anayasası olacak, o anayasaya göre şeriat/hukuk oluşacaktır. Anayasa halkın doğrudan uygulayacağı bir yasa olmayıp, anayasa yasaların nasıl yapılacağını, örgütlenmenin nasıl olacağını gösteren bir yasadır.

İşte, her devletin bölgelere yerleştirdiği orduları vardır. İman etmiş olan kimseler yargının emrinde ülkelerinin savunmasını yapan kimselerdir. Böylece yeryüzünde yüze yakın devlet olacaktır. Bunlar müslim devletlerdir. Yani hakemlerin kararlarına uyan devletler müslim devletlerdir. Müslim devletlerin mü’minlerden oluşmuş orduları vardır. Devleti siyasi bakımdan yönetmek onların görev ve yetkileri içindedir.

وَهَاجَرُوا

(Va HaCaRUv)

“Ve hicret etmiş”

İman etme hicret etme ile birlikte başlar. Ayrı ayrı birbirinden uzak olan kimseler “ellezîne âmenû”nun içine dâhil değildirler. Bir araya gelecekler ve önce onar aile olarak birer “aşiret/ocak” oluşturacaklardır. Hicret edecekler ve biner aile olarak “kabile/bucak” oluşturacaklardır. Hicret edecekler ve 100 bin aile ile bir “şa’b/il” oluşturacaklardır. Sonra hicret edecekler ve 10 milyon aile ile bir “devlet” yani “kavim” oluşturacaklardır.

Kürtler devlet mi kurmak istiyorlar?

Bir bölgede otuz milyon olarak toplanırlar. Orada Kürtçe konuşurlar. Kooperatifler kurar ve ekonomik birliği kazanırlar. Otuz milyonu geçerler ve devlet olurlar. Kuzey Irak bağımsız bölgedir. Türkiye, İran, Suriye ve Irak Kürtleri orada yerleşir, ekonomik olarak devletlerini kurarlar. Sonra siyasi bağımsızlık isteyebilirler. İstanbul’daki Kürtler de bir ilçede toplanarak kooperatifleşirler ve Kürt ilçesi statüsünü oluştururlar, belediyelerini kurarlar.

Demek ki devlet kurmak demek hicret etmek demektir. Onun için “ve” harfi ile atfedilmiştir.

وَجَاهَدُوا

(Va CaHaDUv)

“Ve cihad etmiş”

Allah insanları yeryüzüne getirmiş, onlara çalışma ve başarma imkânını sağlamıştır. Böylece yetişeceklerdir. Biz “MÜÇTEHİT YETİŞME MERKEZİ”ni kuruyoruz. Biz onlara imkân sağlayacağız, onlar kendileri yetişeceklerdir.

İşte sünnetullah budur. Allah yeryüzüne insanları getirmiştir ki cihat etsinler diye yani içtihat yapsınlar diye. Cihad kelimesi ile içtihad kelimesi aynı köktendir.

Evet, Kürt devletini kurmak için kıtale değil cihada ihtiyaç vardır. Öcalan 30 bin kişinin katili olmadan hapse girebilir, Kürtlerin ayrı devlet kurmalarını savunabilir, alnı açık ve muzaffer olarak çıkardı. Şimdi belki zafer kazanmış edasıyla çıkacaktır ama devlet kuramayacaktır. Çünkü otuz milyon Kürdü bir araya getirmemiştir.

بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ

(Bi EaMVAvLiHim Va EaNFuSiHıM)

“Malları ile ve nefisleri ile.”

Malları ile ve canları ile cihad edeceklerdir. Kur’an’ın başka âyetinde Allah onların mallarını ve canlarını cennet karşılığı satın almıştır diyor. Burada da malları ile ve canları ile cihat ederler diyor.

Bugünkü bozuk düzende helalinden mal kazanmak mümkün değildir. Düzen değişmedikçe faizli iş yapacağız, herkes vergi kaçırdığı için biz de kaçıracağız, herkes rüşvet verdiği için biz de vereceğiz. Başka türlü yaşama şansımız yoktur. Ama herkes bu düzenin değişmesi için harcama yapacaktır. Herkes kazandığı malların zekâtını bu düzenin değişmesi için harcayacaktır; savaşla değil barışla değişmesi için harcayacaktır. İnsanlar bu cihadı yapmazlarsa sorumlu olacaklardır, yoksa faizle para kazandıkları için sorumlu olmayacaklardır.

Mü’minler ile müslimler arasındaki fark şudur. Müslimler artanı cihat için harcarlar, bedenen cihat etmezler. Mü’minler ise ihtiyaçlarını giderdikten sonra tamamını cihat için harcarlar ve canlarını da bu uğurda vermeye hazırdırlar.

Bütün insanların mü’min olmaları gerekmez ama mutlaka mü’minler olmalıdır, farz-ı kifayedir, birileri yapınca diğerlerinden sakıt olur.

Millî Görüşçüler mü’minlerdir.

AK Partililer müslimlerdir.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ

(FIy SaBIyLı elLAHı)

“Allah sebilinde.”

Sebil” şebeke hâlindeki yol demektir.

Allah’ın sebilinde” dediğimiz zaman topluluğun yollarında demektir.

Topluluktaki fertlerin birbirlerine ulaşmaları için cihad ederler denmektedir. Bu nedir? Demokrasidir, lâikliktir. Yollar ve haberleşmeler Allah’ın sebili olduğu gibi sözleşmeler, anlaşmalar, kanunlar da Allah’ın sebilidir. Barış ve güvenlik Allah’ın sebilidir. Çünkü o sayede kişiler birlikte yaşar ve birbirleri ile irtibat kurarlar.

İslâmiyet’te bürokratik kuruluş yoktur. İslâmiyet’te iki müessese vardır. Biri nöbetleşme müessesesidir. Ordu böyle oluşur. Diğeri ise vakıflardır. Tüm kamuya ait işler vakıflar ve nöbetliler tarafından yapılır.

Şunu iyi bilmemiz gerekir ki bugünün en büyük sorunu bürokrasidir.

III. Binyıl uygarlığında bürokrasinin yerini nöbetleşme ve vakıflar alacak, Allah’ın nuru böyle tamamlanacaktır.

وَالَّذِينَ آوَوْا

(Va elLaÜIyNa EAvVaV)  

“Ve iva eden kimseler.”

“Ellezîne” kelimesini iade etmekle mü’minler ile müslimleri birbirinden ayırmıştır.

Mü’minler iman etmiş, hicret etmiş ve cihat etmiş kimselerdir. Bu ikinci grup ise asker olmadıkları için iman etmemişlerdir, hicret etmemişlerdir ama kendilerine gelen mü’minleri barındırmışlardır, cihat etmemişlerdir ama cihat edenleri desteklemişlerdir.

Medineliler mü’min idiler çünkü asker oldular ve cihat ettiler, evlerini ve mallarını muhacirlerle bölüştüler.

Bugün de mü’minler var, müslimler var. Mü’minler malları ve canları ile cihada katılanlardır. Müslimler ise sadece malları ile destekleyenlerdir.

Akevler’i ele alalım. Akevler’in 2000’den fazla ortağı olmuştur. Bunlar Akevler’e gelip yerleşmediler ama bunlar Akevler’e ortak oldular ve mü’minlerin hicret etmelerini sağladılar. Onlar müslimdirler. Akevler’e hicret edenler içinde cihad edenler vardır, onlar da mü’mindirler. Bir kısmı sadece ev sahibi olmak için katılmıştır. Onlar ne mü’min ne de müslimdirler, onlar müellefe-i kulubdurlar.

Evet, şimdi yüz lojmanlı işyerleri kuruyoruz. Buna müslimler katılacaklar, biner liralık pay senetlerini alacaklardır. Bunlar sadece müslimdirler. Yüz lojmanlı işyeri apartmanının inşası bitince burada çalışmak için hicret edip yerleşecek olanlar olacaktır. Onlar aynı zamanda cihat yapacaklar, işte onlar mü’min olacaktır. Yüz dairelik işyeri apartmanlarını yapma kolay iştir ama yüz mücahidi bulmak zor iştir. Nitekim bugünlerde boş bir kadromuz olduğu halde, kimse “Müçtehit Yetişme Merkezi”ne hicret etmiyor.

وَنَصَرُوا

(Va NaÖaRUu)

“Ve nusret ettiler.”

“Nusret” yardımdır. “Avn” da yardımdır. Biri işte yardımdır. Diğeri ise cihatta yardımdır.

Millî Görüş partilerine oy vermek nusrettir. Mâlen desteklediler, ayrıca oy da verdiler. Akevler’e de ortak oldular ve kongrelere katılıp oylarını da verdiler.

Gelecekte de yüz lojmanlı işyeri apartmanına ortak oldukları zaman o apartmanın toplantılarına katılacaklardır. Ham maddeyi onlara satacaklar, mamul maddeleri onlardan alacaklar, böylece nusret etmiş olacaklardır.

Evet, mü’minler apartmana yerleşecek ve üretim yapacaklar ama onların dışarı ile olan ilişkilerini orasını finanse eden müslimler yapacaklardır.

Şimdi bir sorunun cevabını da yine burada bulmaktayız. Kooperatif kurduk, müslimler ortak oldular, yüz lojmanlı işyeri apartmanı olan binayı yaptık. Mü’minler bir araya gelip buraya hicret ettiler ve üretimde bulunarak cihat yaptılar. Bunların ürünlerini pazarlayacak, bunlara ham madde tedarik edecek ve bakkallarına malları getirecek tüccarlara ihtiyaç vardır. Bu tüccarlar kimlerden oluşacak, bunları kimler yetkili kılacak, bunlara krediyi kimler verecek? İşte bunun cevabını Kur’an bu âyette vermektedir. Nusret eden müslimler verecektir.

Şimdi yüz lojmanlı işyeri apartmanını yapabilmemiz için iki kooperatife ihtiyaç vardır. Biri inşaatı yapacak ve buraya iş verecek kooperatif. Bu müslimlerin kooperatifidir. Biri de buraya hicret edip burada iş yapan ve şeriat/hukuk düzenini yaşayacak üretici müminlerin kooperatifi olacaktır. Tüccarları müslimlerin kooperatifi kredilendirecektir.

أُولَئِكَ

(EuLAvEiKa)

“Bunlar”

İşte bunlar yani mü’minler ve müslimler, bedenen katılanlarla mâlen katılanlar, hepsi birden dayanışma ortaklığı içine gireceklerdir. Yani bir kaza olduğu zaman yalnız çalışanlar değil, yalnız sermaye sahipleri değil, hepsi birlikte zararları paylaşacaklardır. Bunun anlamı şudur.

Her yüz lojmanlı işyeri apartmanı bir “işletme senedi” çıkaracaktır. İşletmeye tüm girdiler bununla alınacak, tüm çıktılar da bununla satılacaktır. Kiralar bu senetlerle ödenecektir. Tüccar kârını bu senetlerle yapacaktır. İşçiler ücretlerini bu senetlerle alacaklardır.

Bu senetler ambara giren mamul karşılığı çıkarılacaktır. Dolayısıyla karşılıksız olmayacaktır. Ama diyelim ki bir iş kazası oldu ve bir adam öldü, bunun diyetini kim ödeyecek? İşte bunun diyeti karşılıksız olarak çıkaracağımız senetle ödenecektir. Yani senedimizin değeri o kadar düşecektir.

Buradaki “ÜLÂİKE” kelimesi inşaat sahipleri ile orada çalışanların aynı dayanışma içinde olduklarını belirterek tek işletme senedinin çıkarılacağını ifade etmektedir.

بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ

(BaGWuHuM EaVLıYAvEu BAGWin)

“Birbirlerinin evliyasıdır.”

Evet, yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapanlarla apartman içinde yerleşmiş olanlar birbirlerinin evliyasıdır, dayanışma ortağıdırlar.

DAYANIŞMA ORTAKLIĞI NEDİR?

Dayanışma ortaklığı bugünkü sigorta karşılığıdır ama sigortadan farkları vardır.

Dayanışma demek, birimize gelen bir âfet hepimize gelmiş kabul edip zarar ve ziyanı ortaklaşa gidermeye çalışmamız demektir. Diyelim ki araba sahipleri kasko sigorta yapmıyorlar. Ortaklık kurmuşlar, biri kaza yaparsa kasko sigortanın yaptığını bu ortaklık yapıyor. Bölüşerek taksit taksit ödüyorlar. İşte bu ortaklık “dayanışma ortaklığı”dır. Bu ortalığın diğer ortaklıklardan farkı, kaza yapmayan hep verir, kaza yaparsa payını almış olur. Yani verilen alınan eşit değildir, sadece sorumluluk eşittir.

Dayanışma ortaklığının bugünkü sigortadan farkı vardır.

a) Bugün kaza olmadan önce muhtemel kazalar için aidat ödenmektedir. Oysa dayanışmada kaza olduktan sonra kesin zararlar taksitlenmektedir.

b) Bugün kazalar olmadığı zaman sigortalayanlar şirkete kazandırmaktadırlar. Oysa kaza olmadığı zaman ortaklıklar kazanmış olurlar. Bunun için ortaklar birbirini kollar, kaza olmaması için gerekli uyarıları yaparlar.

c) Bugünkü sigortada taksitlerini yatıramazsan sigortalı olmaktan çıkarsın. Oysa İslâm dayanışmasında taksidini ödeyemeyenler çalışarak taksitlerini öderler. Ortaklar ona iş verir ve ücretlerinden kısmi kesinti yaparlar.

d) Bugünkü sigortada şirket sorumludur.

Oysa dayanışma ortaklığında;

a) Bir aylık maaş kadar olan zararları ortak kendi bütçesinden tazmin eder.

b) Yetmezse, bucak dayanışması tazmin eder. Herkesin dayanışmaya en çok ayıracağı miktar bir aylık ücreti geçemez.

c) Bucak dayanışmasında da birer aylık kesinti yetmezse il dayanışması,

d) O da yetmezse ülke dayanışması,

e) O da yetmezse insanlık dayanışması,

f) O da yetmezse ödeme yılları uzatılır.

İşte buradaki “evliya” budur. İlmî, ahlâkî, meslekî ve dinî dayanışma ortaklıkları vardır. Bilgisizlikten doğan zararları ilmî, beceriksizlikten doğan zararları meslekî, ihmalden doğan zararları ahlâkî ve kasten iras edilen zararları siyasî dayanışma ortaklıkları tazmin eder.

Meclis ilmî dayanışma ortaklıklarının sorumluları tarafından oluşturulur. Mecliste ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî dayanışma şuraları vardır. Hükümeti bu şuralar oluşturur. Böylece devlet ilmî dayanışma ortaklıklarına dayanır.

“Evliya” kelimesi ile “tevliye” kelimesi aynı köktendir.

“Vali” kelimesi, “vilayet” kelimesi hep “velayete” dayanmaktadır yani “evliya” kelimesine “âkile” manâsını vermemiz son derece açık ve kesin manadır.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُوا

(Va elLaÜIyNa EAvMaNUv Va LaM YuHAvCıRUv MAv LaKuM MiN VaLAyYaTıHıM MiN ŞaYEin XatTAy YuHACiRUv) 

“İman etmiş ama hicret etmemiş kimselerin hicret edene dek velayetinden sizin bir şeyiniz yoktur.”

Dayanışma ortaklıklarının hükümlerini koymaktadır.

Devlet demek dayanışma ortaklıkları demektir. Bugünkü siyasi partilere benzer şekilde İslâmiyet’te de dayanışma ortaklıkları vardır. Fıkıhta bunlara “âkile” denmektedir. Medine Sözleşmesi’nde oluşturulmuştur, soya dayalı âkileler oluşmuştu.

Hazreti Ömer soya dayanan âkile sistemi yerine sözleşmeye dayanan âkile sistemini getirdi. Komutanlara birer defter verdi. Bu defterin adı “divan”dır. Herkes kendi komutanını seçiyor ve onun askeri oluyordu yani onun dayanışmasına girmiş oluyordu. Ganimetlerin beşte birerleri paylaşılırken bu komutanlara verilir, onlar da erlerine bölüştürürlerdi.

Bu sistem Osmanlılara kadar Sipahi Teşkilatı olarak devam etmiştir.

Biz bugün bu uygulamayı halkın ordularını kendilerinin seçmesi şeklinde öneriyoruz. Halk kendi bölgesi dışında komutanlarını seçeceklerdir. Ordu içinde de komutanlarını kendileri seçeceklerdir. Ailede içten evlenmeler olmadığı gibi askerlik nöbetlerini de kendi bölgelerinde yapma yoktur. İçten evlenmenin haramlığına illet neyse, kendi bölgesinde askerlik yapmanın illeti de odur.

Şimdi devletimizde yaşamayan kimseler dayanışma ortaklığı içinde olabilir mi? Mesela Almanya’da yaşayan bir vatandaş bir cinayet işlerse onun diyetini biz öder miyiz yahut bizim diyete o katılır mı? Çift vatandaşlık caiz mi?

İşte bu âyet bunlara ait hükümler koymaktadır. Bir kimse ancak bir yerin vatandaşı olabilir. Nasıl bir kadının iki kocası olmazsa, bir kimsenin iki devleti olamaz, iki ili olamaz, iki bucağı olamaz. Bunlardan sadece birinin sakinidir. Diğer yere misafirdir.

Bir erkeğin iki eşi varsa o iki aşirete mensup olur. Çünkü meskenler eşlerin meskenidir. Erkekler orada misafir hükmündedirler. Aşirette dayanışma ortaklıkları yoktur. Aşiret kişisel ortaklıktır. Dayanışma bucakta başlar.

Merkez bucakları hariç başka bucaklara gidecekler o bucak sakinlerinden birisinin konuğu olacaklar, onun dayanışmasına yani velayetine gireceklerdir. Bizim bucakta işlenmeyen suçların tazminatı bizim tarafımızdan ödenmez. Suç nerede işlenirse oranın dayanışması sorumludur.

Bir devletin topraklarına ait güven o devlete aittir. Halk ya o yönetime itaat eder yahut terk edip gider. Kişi nerede yaşıyorsa onun güvenliği oranın yönetimi tarafından sağlanır. Bir yerde iki velinin ortak velayeti olamaz. Kur’an kadını toprağa benzetiyor. Yani nasıl bir kadının iki kocası olamazsa, onun gibi bir yerin de iki valisi yani yöneticisi olamaz.

Tekel sömürü sermayesi bugün halkı yöneticilere düşman etmiş ve böylece kendi sömürüsünü sürdürmeyi denemektedir. Bu İslâmiyet’e aykırıdır. Çin’de yaşayan Müslümanlar Çin yönetimine, Rusya’da yaşayanlar Rus yönetimine, Amerika’da yaşayanlar Amerika yönetimine sadık olmalıdırlar. Devletimizin buradaki Türklerin veya Müslümanların üzerinde hiçbir yönetim yetkisi yoktur. Ülkemize hicret ettikten sonradır ki onların bütün yönetilme sorumluluklarını biz tekeffül ederiz.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا

(Va elLaÜIyNa EAvMaNUv Va LaM YuHAvCıRUv)

“İman etmiş ama hicret etmemiş kimseler.”

Yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapacağız. Mü’minlerin oraya hicret etmelerini isteyeceğiz. Bizim velayetimiz bu apartmanlara hicret üzerinde olacaktır. Yani onların bu apartmanın kuralları içinde yaşamalarını isteyeceğiz. On apartmanı bir arada kurarak bucak oluşturacağız. Her semtin bir “işletme senedi” olacak. Bu işletme senedini o semtin kooperatifi çıkaracak, senet bucak dayanışmasının teminatı altında olacak. Bucaklarda da “işletmeler kooperatifi” kurulacaktır. Kooperatifin sözleşmesi ile Adil Düzene göre bir kent oluşturulacaktır. Yargılama hakemler tarafından yapılacaktır. Bir şeriat yani hukuk düzeni oluşturulacaktır. Sadece ceza hukukundaki bedeni cezalar verilmeyecektir. Böyle suç işleyenler kooperatiften çıkarılacak ve siteden uzaklaştırılacaklardır. Zaten kiracı olduğu ve işçi olduğu için ancak kıdem tazminatını istihkak eder, o da verilir.

Buraya hicret etmeyip dışarıdan bizi destekleyenler üzerinde bir velayetimiz olmayacaktır.

Bu on apartmanlı siteler çoğalacak ve böylece İslâm düzeni her tarafa yayılmış olacaktır. Savaşla değil, halkın kendi arzusu ile bu inkılâp gerçekleşecektir.

Mekke müşrikleri gibi bizimle savaşan kimseler olacaktır. Bunlar Amerika’daki tekel sömürü sermayesi sahipleri ve onların Türkiye’deki temsilcileri olacaktır. Bize olan saldırıları def edeceğiz. Nitekim Akevler’e ve Millî Görüşe, Risale-i Nur şakirtlerine ve diğer tarikatlara yaptıkları saldırıları bundan önce def ettik. Şimdi Türkiye’de anayasa ekseriyeti ile iktidardayız.

Sosyalizm yani komünizm tarihe gömüldü.

Kapitalizm can çekişiyor...

Artık işimiz Adil Düzen Sitelerini kurmamız olacaktır. Artık bize saldırmayacaklar, engellemeyeceklerdir. Bugün durum böyle görünmekle beraber gerçek böyle değildir. Basın yine sömürü sermayesinin emrindedir. Bürokratlar sömürü sermayesinin şerrinden korunmak için onların dediğini yapmaktadır. Mevzuat ve onun çarpık yorumları da bizi hayli uğraştıracaktır. Biz 1960’larda mücadelemizi yapabilmemiz için Millî Nizam Partisi’ni kurduk. Bugün de siyasi mücadelemizi yapabilmemiz için Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız; iktidar olmak için değil, kendimizi savunmak ve tebliğimizi yapabilmek için kurmalıyız.

مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ

(MAv LaKUM MiN VaLAyYaTıHıM MiN ŞaYEin)

“Sizin için onların velayetinden bir şey yoktur.”

Evet, onlarla başka ilişkimiz yoktur anlamında değil de velayet hususunda bir şeyimiz yoktur yani yönetim bakımından, siyaset bakımından bir yetkimiz yoktur. “Leküm” denmiş, “Aleyküm” denmemiştir. Yani görevimiz yoktur şeklinde değil de yetkimiz yoktur demektir. Yetkimiz olmayınca görevimiz de olamaz. Oranın velayeti ve yönetimi onlara aittir.

Bir yerin iki yöneticisi olamaz. Bu sebepledir ki devlet merkezi illerin iç güvenliğine karışmaz. İç güvenliği sağlama illere aittir. İller de bucaklara karışmaz. Bucakların velayeti de bucaklara aittir. Biz ancak kendi bucaklarımızda, kendi merkez illerimizde hükümran olabiliriz.

Min Şey’in” nekredir. “Min” ile teb’iz edilmiştir. Zerre kadar bir yetkiniz yoktur, asla yetkiniz yoktur anlamındadır. “Min Velayetihim” marifeden bir cüzü nefyeder, “Min Şey’in” de türden şeyi nefyeder. Kesin ifade ile başka devletlerin iç işlerine karışamayız. 

حَتَّى يُهَاجِرُوا

(XatTAy YuHACiRUv)

“Hicret etmelerine dek...”

Bugün parti kuruyoruz. Herkesi davet ediyoruz. Kişiler katılıp bize bir oyu zor veriyorlar.

Adil Düzen Sitelerini kurduğumuzda, yüz dairelik lojmanlı işyerleri apartmanlarını inşa ettiğimizde insanlar oraya göç edeceklerdir.

Adil Düzen Partisi’ni kuracağız ama bu sitelere gelip üye olmayanları partimize almayacağız. Çünkü siyasi parti velayet partisidir, yönetim partisidir. Yönetimde beraber olmaları için hicret etmeleri şarttır. Biz iktidara gelmek için parti kurmayacağız, kendimizi savunmak için parti kuracağız, bir de düzeni değiştirmek için parti kuracağız.

AK Parti anayasa yapmayı çocuk oyuncağı sanmıştı. Anayasa yapamadı. Bütün partiler katıldılar ama anayasa yapamadılar. Oysa anayasa yapmak için devlet bütçesine yüz milyona yakın, hattâ milyara yakın tahsisat konur. Partilere buradan pay verilir. Her parti kendi anlayışına göre anayasa hazırlar. Ondan sonra anayasayı hazırlayan âlimler bir araya gelir ve anayasalar arasında uzlaşma yapılır. Uzlaşma olmayan yerler için hakemlere gidilir. Sonunda millî anayasa oluşur. Adil Düzen Partisi bu uzlaşmayı sağlamak üzere kurulacak, bu düzende iktidar olmayacak, ortak bile olmayacağız.

Velayet ile hicret arasındaki sıkı ilgiyi anlatmaktadır.

Bu âyette aynı zamanda cezalandırma yetkisinin suçun işlendiği yerin yönetimine ait olduğu belirtilmiş olmaktadır. Özel hukuk davaları davalının bulunduğu yerdeki bucakta açılır. Her bucak ayrı şir’aya sahiptir. Merkez bucaklarının da şir’aları vardır. İlde ilçe merkez bucakları il merkez şir’ası ile yönetilir. Devletin de merkez bucakları vardır. Yani hukuk düzeni bucaklarda oluşur. Kamu hukuku bucak mevzuatına göre yapılır.

Bunu kaydetmemizin sebebi; “Adil Düzen” devlet çapında değil bucak çapında gelecektir. İl iç güvenliği sağlar. Devlet de dış savunmayı sağlar. Bucaklar kooperatifler hâlinde örgütlenecektir. Bugünkü yönetim onların iç güvenliklerini ve dış savunmalarını sağlayacaktır.

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلَّا عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ

(Va EiN iSTaNÖaRUKuM FIy elDIyNı FaGaLAYKuMu elNaÖRu ilLAy GaLAv QaVMın BaYNaKUM va BaYNaHuM MIyÇAvQun)

“Eğer dinde sizden istinsar ederlerse sizin yardım etmeniz gerekir sizinle onlar arasında bir misak bulunan kavme karşı hariç.”

Velayet ve nusret ayrı ayrı şeylerdir. Velayette dayanışma vardır, ödemeler vardır. Yardımda ise siz onları desteklersiniz.

“Dinde sizden yardım isterlerse” deniyor.

“Dinde yardım” ne demektir?

Dinî baskıya karşı yardım anlamında anlayabiliriz. “Lidinihim aleyhim” demek olur. Oysa burada “dinde yardım” şeklinde ifade edilmiştir.

“Din” düzen demektir. Düzende sizden yardım etmenizi isterlerse, hukuk düzeninde sizden yardım isterlerse, din isim olarak düzen anlamında olduğu gibi masdar olarak da düzenin teşkilini talep ederlerse yardım ediniz deniyor. “Aleyküm” denmektedir. Yukarıda “Leküm” dendiği halde şimdi “Aleyküm” denmiştir. Yukarıda yetkiniz yoktur denmiş ve “Li” ile getirmiş, burada ise size görevdir, vazifedir deniyor.

Biz yeryüzünde barış düzeninin tesisinde herkese yardımcı olmalıyız. Bir halk yöneticiye isyan ederse, oradaki yönetim bizden yardım isterse biz onlara yardım etmeliyiz. Bir il içinde halk il yönetimine karşı gelirse, il yönetimi devletten yardım isteyebilir. Devletin onun otoritesini tesis etmek için yardım etmesi ona vecibedir. “Adil Düzen Anayasası”nda bu hususta hükümler zikredilmiştir. Şimdi bir devlet başka devletten bu hususta yardım istese, mesela Suriye hükümeti bizden isyancılara karşı yardım istese, bizim ona yardım etmemiz bize farzdır. Yani isyancılara yardım etmekten men olunmuşuz ama düzenin tesisinde yardıma memur olmuşuzdur.

Bir devlet başka bir devletten bu konuda yardım isterse bize yardım etmek düşer. Burada kimin haklı olduğunu hakemler tesbit ederler. Hakem kararları varsa yardımı o zaman yaparız.

Bu eğer bir devletle anlaşmışız, karşılıklı saldırmama paktını yapmışsak, o zaman o başka, devlete karşı haksız olsa da, hakemler mahkûm etmişse de biz misakımızı bozamayız. Başka devletler o işi yaparlar. Yani misak hakem kararlarının üstünde kabul edilmez.

Bir devlet hakemler tarafından mahkûm edilirse, diğer devletler o devlete savaş açıp onu yağmalayabilirler. Ne var ki bu vücubu değil cevazı gösterir. Farzı kifayelerde de o görev başkasına intikal eder, onun bu farzı yerine getirmesi caiz değildir. Helal ile haram tearuz ettikçe haram galebe eder.

Bu âyetin manâsını daha iyi kavrayabilmemiz için yukarıdaki âyette hicreti, başka devletin ülkemize hicret etmemiş olanları için söylenmiş şeklinde anlıyoruz. Bir ilin güvenliğini sağlama o ile aittir. Merkezi hükümet o ilin iç güvenliğine karışamaz. İlden merkez ile hicret etmedikçe onun üzerinde bir velayet yetkimiz yoktur. Bu durun nasstan böyle anlaşılacağı gibi kıyas yoluyla da bunu tesbit edebiliriz.

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ

(Va EiN iSTanÖaRUKuM)

“Sizden istinsar ederlerse.”

Evet, sizden yardım isterlerse, yani il iç güvenliği sağlayamaz da sizden yardım isterse, sizin ona yardım etmeniz gerekir.

Biz Anayasamızda bunu yerel yönetimin sıkıyönetim ilan etmesi ve bölge merkezinden asker talep etmesi şeklinde ifade etmiş bulunuyoruz.

İstinsar” istif’al bâbındandır. Bu bap isteme anlamında gelir. “İstiğfar” kelimesi de bu kalıptandır. Mü’minlerin üzerine tüm insanlığın güvenini sağlama görevi verildiği için başka devletlerin istinsarına icabet etmek gerekmektedir. Hakem kararlarına uymayanlara karşı destek vermek Kur’an’ın temel emirlerinden biridir.

İki taife mukatele ederse ıslah edin, haklı tarafında olun âyeti ile bu âyet birbirini teyit etmektedir.

Kur’an insanlığa barış içinde yaşamanın tam kurallarını vermiştir. Savaş meşrudur ama mü’min devletler yeryüzüne hâkim olurlarsa savaş kendiliğinden ortadan kalkar. Uygarlık huzur içinde oluşur. Ne var ki her canlıda olduğu gibi uygarlık da yaşlanır ve şeriat hükümleri uygulanamaz olur. İşte o zaman gün onlara geçer. Eskimiş uygarlığın cenazesi kalkar ve yeni uygarlık kurulmaya başlar. Nitekim bugün o durumdayız.

فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ

(FaGaLAYKuMu elNaÖRu)

“Size nasr farzdır.”

Nasr” burada marife getirilmiş, “Min” ile de teb’iz edilmemiştir. O halde nasrın şekli hukuk kuralları içinde şeriata göre olacaktır. Gelişigüzel nusret olmaz.

Aleyküm” kelimesi takdim edilmiştir. Nusretin bize farz olduğu ifade edilmiştir. Yani böyle duruma düşen devlet kimden istinsar ederse nusret ona farzdır. Farz-ı kifaye farz-ı ayna dönüşmüş olur. Hakemlikte durum böyledir. Taraflar kimi hakem seçerlerse onların hakemlik yapmaları onlara farz olur. “Felekumu-n nasru” denebilirdi.

فِي الدِّينِ

(FIy elDIyNı)

“Dinde”

Düzenin kurulmasında yardımınız gerekir, düzenin bozulmasında değil.

Fi’d-Din” “nasr”ın zarfıdır yani başka konularda değil de düzenin kurulmasında size yardım gerekir. “Din” burada masdar olarak ele alınmalıdır.

Düzen içinde yardımın manâsı da verilebilir. Şeriat kuralları içinde yardım etmemiz gerekir demektir. O zaman “Aleyküm” “Fi’d-Din”in zarfı olmuş olur. Yani düzenin oluşmasında yardım etmelisiniz yahut düzen kuralı içinde yardım etmelisiniz. Her iki manâsında da isyan için değil, savaş için değil, barış için yardım etmelisiniz.

إِلَّا عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ

(ilLAy GaLAv QaVMın BaYNaKUM Va BaYNaHuM MIyÇAvQun)

“Sadece sizlerle onlar arasında bir misak olan kavme karşı hariç...”

Evet, sadece sizlerle onlar arasında bir misak varsa o zaman yardım etmekle mükellef değilsiniz.

“Visak” dengin bağlandığı iptir. Cıvata ve somun da visaktır. Fiil olarak bir şeyi başka bir şeye yapıştırmak, bağlamaktır. “Misak” mif’âl vezninde masdar-ı mimi veya alet veya ism-i zamandır.

Sözleşmeler iki kişi arasında olur. Ahitler ise tek taraflı taahhütlerdir. Misak ise ikili ama daha çok topluluklar arasında yapılan akittir.

Misak” burada nekredir. “Kavim” de nekredir. Yani herhangi bir kavimle bir anlaşma yapılmışsa o zaman farz-ı kifayelerle o anlaşma bozulmaz. Sözleşmeye riayet edilmesi gerekir.

وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (72)

(va elLAHu BiMAv TaGMaLUvNa BaÖİyRun)

“Ve Allah amel ettiklerinize basirdir.”

Buradaki “Ve” harfi hâl vavıdır. Fiil cümlesinden sonra gelen isim cümlesidir. “Bimâ Ta’melûne Basiyrun” mef’uldür. “Basiyrun” nekredir. Bunun anlamı topluluk da basirdir.

“Allah” kelimesinden sonra nekre gelirse ya Allah’tan kasıt topluktur, topluluk da onları yapma ile yetkilidir demektir. Burada “tef’alûne” değil de “ta’melûne” gelmiştir. Yani bu şart fiil değil ameldir. Fiil her türlü yapılanlardır. Amel ise hukuki karşılığı olan fiillerdir. Allah amil değildir, faildir. Çünkü O bir şeyi yapmakla yükümlü değildir.

Allah’ın amel ettiklerimize basir olması uhrevi mesuliyet için bir teyittir. Nekre gelmesi topluluğun da basir olmasıdır.

Burada şu sorulabilir.

İstinsar ettiği nasıl bilinecektir, nusret nasıl yapılacaktır, bunlar nasıl bilinecektir?

Basiret ile bilinecektir.

III. binyıl uygarlığında bu nasıl başarılacaktır?

Bu ancak muhasebe ile bilinir. Herkes aldığını, verdiğini ve taahhüt ettiğini yazacak ve muhasebeye geçirecektir. Şikâyetler ve ihbarlar da hep muhasebe ile bildirilecektir. Yani bir devlet veya il yardım isteyeceği zaman yardım istediği devleti borçlandırır, kendisini alacaklı yapar. Karşı devlet kabul ederse öneri anlaşmaya dönüşmüş olur. Yardım eden devletin yardım alan devlete karşı bir hakkı doğar. Onu ya taraflar aralarında kararlaştırırlar veya hakemler sorunu çözer. İstenen yardımın mahiyeti yine borç alacak şeklinde muhasebeye geçer. Yapılan yardımlar muhasebeye işlenir. İşte bu basirettir. Sözlü ifadeler değil de yazılı ifadeler muhasebeye geçtiği için basir ile ifade edilmiştir.

Kur’an’ın uygulanabilmesi için mutlak surette detaylı muhasebenin tutulması gerekir. “Az olsun çok olsun her şeyi yazmaktan üşenmeyin” (âyet) emri İslâm uygarlığının temelidir. O günkü şartlarla her şeyin yazılması mümkün olmazdı. Oysa bugün bilgisayarın gelişmesi ile her şey yazılabilmekte ve kayda alınmaktadır. Gelecekte herkesin cep telefonu ve internete bağlı hattı olacaktır. Cep telefonlarıyla konuşma ve yazışma bedelsiz olacaktır. Nasıl yollardan geçme para ile değilse, telefonla konuşma da para ile olmaz. Kişi şifresini yazarak kendisini borçlandırıp alacaklı olanı alacaklı yaparsa akit tamamlanmış olur. Az olsun çok olsun bütün alış ve satışlar, borçlanmalar ve alacaklar, teklifler ve diğer şeyler böylece kaydedilecek, karşı tarafın kabulü ile hesaba işlenmiş olacaktır.

İşte o zaman topluluk amellerin şahidi olur.

Kur’an bir düzen kitabıdır. Bundan bin sene önce o günkü imkânlarla düzen kurulmuştur. Bu öyle bir düzen olmuştur ki tüm dünyaya hâkim olmuştur. İslâm hâkimiyeti 8’inci asırda başlamış ve 18’inci asra kadar İslâm düzeni sayesinde hâkim olunmuştur. Son iki asırdır Müslümanlar yenilmeye başlamıştır.

Daha 20’inci asrın başında Osmanlı İmparatorluğu hâlâ süper güç idi, Çanakkale muharebelerini kazanmıştı, İstiklâl Savaşı’nı kazanmıştı.

Daha III. binyıla girmeden “Adil Düzen” söylemi ile yeniden ortaya çıktı. Şimdi III. binyıl uygarlığının hükümlerini ortaya koyuyoruz.

Cep telefonumuza bir çip ekleyip muhasebe programını yükleyeceğiz. Parmağımızı basıp bir sayı yazdık mı o sayı borç-alacak olacaktır. Bir merkezî bilgisayarımız olacaktır. Muhasebeler oralarda tutulacak, orada programlaştırılıp şarj edilecek, kişi her zaman borcunu ve alacağını takip edecektir.

وَاللَّهُ

(Va elLAHu)

“Allah”

Allah beş boyutlu uzayın rabbidir, büyük arşın rabbidir, üç boyutlu kâinatın rabbidir.

بِمَا تَعْمَلُونَ

(Bi MAv TaGMaLUvNa) 

“Amel ettikleriniz” 

“Basar” masdarı lazım masdardır. “İbsar” veya “Bi” ile taaddi eder. “Bi” ile taaddi ettiği zaman gördü anlamındadır. “İbsar” ise göstermedir. Topluluk muhasebe ile görmüş olur. İsteyenler kendileri görürler. Rapor çıkarıp göndermek gerekmez. Herkes borcu ve alacağı kaydeder. Kabul edilenler muhasebeye geçer, kabul edilmeyenler askıya alınır.

Amel borç ve alacağı içeren fiillerdir. Herkes borç ve alacağını mutlaka yazmalıdır. Kendisini ilgilendiren fiilleri yazmak zorunda değildir. Bununla beraber aile içi borç ve alacaklar da borç ve alacak olduğu için tüm amellerin yazılması gerekir.

بَصِيرٌ (72)

(BaÖIyRun)

“Basirdir.”

Basir” görücü demektir, kulakla işitme ve gözle görmedir.

Okuma kulakla işitme midir yoksa gözle görme midir?

Dil ile konuşma işitmedir ama muhasebe görmedir. Amel edilenlerin ve sözleşmelerin muhasebesini tutmak görmedir, işitme değildir. Çünkü muhasebe yazılı anlaşmalara dayanacaktır.

“Basir” nekre olduğu için topluluğun görmesi şeklinde anlıyoruz.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2108 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1626 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1342 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1901 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2120 Okunma
6-11.AYET
1631 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2242 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1857 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1656 Okunma
10-19.AYET
1393 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1470 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1598 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2446 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1487 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1651 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1368 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1308 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1597 Okunma
19-41.AYET
2215 Okunma
20-42.AYET
1740 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2798 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2162 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1601 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1438 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2138 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1473 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1396 Okunma
28-60.AYET
1667 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1686 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3621 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2036 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1725 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1567 Okunma
34-72.AYET
1995 Okunma
35-73.AYET
1474 Okunma
36-74.AYET
1474 Okunma
37-75.AYET
1546 Okunma

© 2024 - Akevler