ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1851 Okunma
15 VE 16.AYETLER

Enfal Sûresi-8

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا زَحْفًا فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ (15) وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلَّا مُتَحَرِّفًا لِقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزًا إِلَى فِئَةٍ فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (16)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا زَحْفًا فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ

(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv EiÜAv LaQIyTuMu elLaÜIyNa KaFaRUv ZaXFan FaLAv TuValLUvHuMu eLEaDBARa)

“Ey iman edenler, küfretmiş olanlara zahfan lika ettiğinizde edbarı tevliye etmeyiniz.”

Zehaf” sürüngen demektir. زَحْفًا “Zehfan” ise topluluk için kullanıldığı zaman sayının çokluğundan dolayı topluluğun sıra şeklinde tıpkı bir yılan gibi ilerlemesi anlamında sürüngen gibi ilerlemek anlamındadır. Savaşmak amacıyla yola çıkıp ilerleyen birliktir. Terör birlikleri de bu ilerlemeye dâhildir.

Bu kelime Kur’an’da yalnız bir yerde ve o da burada geçmektedir.

Bu tür kelimeleri daha çok manâlarla manâlandırmak mümkündür. Kur’an’da geçen kelimelerin tamamını değerlendirdiğimizde başka kelimeye gerek kalmaz. Kur’an kelime ve kuralları ile kıyamete kadar oluşacak tüm oluşumların kavram olarak ifadesi mümkündür. Geleceğin ilmi bu kavramaları bir bütün olarak ele alacaktır. Kelimeler konularına göre manâlar alacaklardır. Çünkü bütün oluşlar hep aynı kanunlara tâbidir, benzerdir. Birinde ne varsa diğerinde de o vardır. Ne var ki o bizim için bilinmesi zordur.

O halde “zehfan” kelimesine genel kavram aramamız gerekmektedir. Savaşta zehfan ordu hazırlanır, sizinle savaşmak istemektedir. Biz o ordu ile savaşma durumundayız. Kaçmaya veya teslim olmaya izin verilmemektedir. Sinsice gelmek demektir.

Bu yalnız savaşta olmaz, ekonomide, siyasette ve her sahada olmaktadır. Görünmeden ilerleyip karşı tarafı gafil avlamak zehfan harekettir.

Sermaye İstiklâl savaşında bize yardım etti çünkü gizli emelleri vardı. Bu emel ileride Türkiye’yi kendisinin bir tetikçisi olarak kullanmaktı. Bunun için Türkiye önce dinsizleştirilecekti, Müslümanlardan ve İslâm’dan koparılacaktı. Hıristiyan değil dinsiz yapılacaktı. Ekonomik bakımdan muhtaç hâle getirilecekti. Vuruculuk ve kırıcılıktan başka mesleği olmayacaktı. İşte bu siyasetle İstiklâl Savaşı’nda ve Lozan’da bizimle beraber oldu. Bugün kendisi can derdine düşmüştür.

İşte, biz şimdi onlarla zehfan karşılaşmış bulunuyoruz.

Demokrat Parti uyguladığı ekonomik politika ile ona teslim olmadı, onun için kapatıldı. Demirel teslim olmadı, onun için indi çıktı. Özal istediğini yapmadı, onun için kurşunlandı. Erbakan onun için siyaset dışı yapıldı.

Şimdi AK Parti ile denge sürüp gitmektedir.

Sermaye kendisinin derdine düştü.

AK Parti de gömlek çıkardı.

Böylece bekleme dönemindeyiz.

Sinsi gelen düşman bazen geçici başarılar elde etmektedir. Ancak biraz sonra gücü ortaya çıkar ve galibiyet mağlubiyete dönüşür. Türkler tarih boyunca böyle sinsi saldırılara uğramışlardır. İlhanlılar Anadolu’yu işgal ettiler, Timur Yıldırım Beyazıt’ı yendi, Osmanlılar teslim oldular. Cumhuriyet yönetimi Lozan’ın gizli anlaşmalarını uygulamaya çalıştı.

Evet, Türkler teslim olup yok olmadılar. Eğildiler ama kırılmadılar.

Sûrenin ilerleyen âyetlerinde bu tür savunma taktikleri anlatılacaktır. Eğer köklü birliğiniz varsa, halk zoraki değil de kendi isteği ile size tabiyse, siz yenilseniz bile biraz sonra o halk sizi bulur ve yeniden metbu olursunuz. Türklerin bu yöneticilik sanatı onları her zaman yeniden iktidar yapmıştır. İnsanlar onlardan korktukları için değil, onların adaletinden dolayı onların emrinde olmuşlardır.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv) 

“Ey iman etmiş olanlar”

Sûre enfalin hükümleri ile başlamış ve mü’minleri tanımlamıştır. Oradaki mü’minler hukuk düzeni içindeki mü’minlerdir. Dayanışma içinde birbirlerinin yüklerini gidermekte, böylece barışı sağlamaktadırlar. Barışın olması için insanların karınlarını doyurmaları, yaşama imkânlarını sağlamaları gerekir. Bunun için dayanışma ortaklıkları yani âkile müessesesi, velayet müessesesi oluşur, mağdurun mağduriyetleri giderilir, iç barış sağlanır.

Nitekim bu dayanışma Medine Anlaşması’nda yapılmış ve iç barış sağlanmıştır. Burada dış savunma maddeleri konmuş ama henüz dayanışma içinde savaşa gidilmemiştir. Bedir Savaşı’na kadar ensar ve muhacir “mü’min” idiler. Bedir Savaşı’ndan sonra artık “Ellezîne âmenû” oldular. Yani “Ellezîne âmenû” savaş düzenini de içerdiği halde, “mü’min” kelimesi yalnız iç barışı sağlayan dayanışmaları içerir.

Bugün devletimiz vardır. Savaşı o yapmaktadır. Askere gidiyoruz. O halde bugün biz dayanışma ortaklıklarını kuracağız ama bu mü’minler olarak kuracağız. İç barışı sağlamak için kuracağız. Yani önce mü’minler olacağız. İleride siyasi partileri ikna edersek “Ellezîne âmenû” düzenine de girmiş olacağız.

Demek ki bu âyetler bugünkü Adil Düzen Çalışanlarını ilgilendirmiyor. Savaş içinde değildirler, savaşma kurallarını tesbit edecek durumda değiliz. Ordumuz vardır. Onun kendi kuralları mevcuttur. Bununla beraber bir İslâm ordusunun ne olduğunu Türk ordusu öğrenmeli ve bu bilgilerden yararlanmalıdır.

إِذَا لَقِيتُمُ

(EiÜAv LaQIyTuMu)

“Lika ettiğinizde”

Türkçede burun buruna gelme tabiri vardır. Arapçada da yanak yanağa gelme tabirine benzer “Lika” vardır. Yani tam karşılaştığınız zaman, beklenmedik bir karşılaşma ile karşı karşıya geldiğiniz zaman.

Türk milleti cumhuriyetten sonraki inkılâplarla zehfan karşılaşmıştı. İstiklâl Savaşı’nı yaparken İslâmiyet için savaşmıştı. Meclis dualarla açılmıştı. Hilafet kurtarılacaktır diye vaat edilmişti. Tarikatlar bütün varlıkları ile katıldılar. İslâm adı altında olan herkes, Türkü, Kürdü, Lazı, Arnavutu herkes yanımızda yer aldılar. Sünnisi, Şiisi, Alevisi; Bektaşisi savaşta bütün varlıkları ile savaştılar. Cumhuriyet böyle kuruldu. Ama iktidar birden değişti. Zaferi biz kazanmamışız gibi inkılâp dayatmaları ile karşı karşıya kalındı. Arapça okumak yasaklandı, İngilizce öğrenmek zorunlu kılındı. İşte, birden bire düşmanımızla burun buruna geldik. Silahla gelinmiyordu ama zehfan geliniyordu.

Burada “İn” değil de “İzâ” getirilmiştir. Demek ki daima böyle likalarla karşılaşacağız, beklenmedik ani çıkışlar olacaktır. Burada yapacağımız iş dönüp kaçmak olmayacaktır. Onlara teslim olmak olmayacaktır. Onlarla karşılaşılacaktır. Savaş istiyorlarsa savaşacağız, inkılâp istiyorlarsa direneceğiz. Onların bize saldırdıkları gibi saldıracağız.

Biz ne yaptık?

Onlar medreseleri kapattırdılar, biz İmam-Hatip Okulları açtık, biz İlâhiyatları açtık. Onlar tarikatları kapattılar, biz vakıfları açtık, dernekleri açtık.

İnkılâpların olabilmesi, ilerlemelerin gerçekleşmesi için daima böyle zehfan baskınlara uğrayacağız. Yapacağımız iş teslim olmak ve kaçıp gitmek değil, onlarla iç içe kendi eksiğimizi düzeltmektir. Nitekim inkılâpları Batılılar dayatmışlardı, Türk halkını dinsizleştirmeyi ve yoksullaştırmayı hedefliyordu.

Biz ne yaptık?

Yapmıyoruz demedik, onların istediği inkılâpları yaptık ama hepsini bizim lehimize çevirdik. Onlar bizim İslâmiyet’i bırakıp dinsizleşmemizi istediler. Bunun için harf inkılâbını yaptırdılar. Biz ne yaptık? Harf inkılâbını yaptık, bu sayede Batı uygarlığını öğrendik ama İslâmiyet’i bırakmadık. Onu da daha iyi öğrendik, çünkü tercümeler yapmak zorunda kaldık, bu sayede İslâmiyet’i daha iyi anladık.

الَّذِينَ كَفَرُوا

(elLaÜIyNa KaFaRUv)

“Küfretmiş olanlarla”

Ellezîne Keferû” marifedir. Kendileri ve küfürleri bilinmektedir. Belli amaçla bilinen kimselerin bize karşı saldırıları söz konusudur. Bizi ilgilendirmeyen ve bize karşı olmayan küfretmiş olanlarla çatışmamız emredilmiyor.

“Ellezîne Âmenû”ya karşı “Ellezîne Keferû” getirilmiştir.

“Ellezîne Âmenû” Medine’deki Muhacir ve Ensar idi.

“Ellezîne Keferû” da Mekke’deki müşrikler idi.

Çağımızda da böyle iki cephe vardır.

Akevler’in baş çektiği “Adil Düzen” taifesi vardır, bunlar ehli haktırlar. Bütün peygamberlere inanırlar ve Allah’ın dediklerini yeryüzüne hâkim kılmak için kendilerine verilen görevleri yaparlar.

Bunun karşısında da sayıları Akevler’den fazla olmayan sömürü sermayedarları vardır. Karşılıksız dolarla dünyayı sömürmektedirler. Bugün küfretmiş olanlar da onlardır. Onlara “Adil Düzen” zehfan gelmektedir. 

Onun dışında tüm insanlık onlardan korktuğu için onlardan görünmektedir. Böyle olunca Millî Görüşçüler, tarikatlar, siyasiler, dinler, halk işletmeleri hepsi “Adil Düzen”e karşı imiş gibi tavır takınmışlardır. Bizi güçlü gördükleri zaman onların hepsi bizim yanımızda yer alır, fevc fevc bize gelirler. Bizim asıl yapacağımız zehfan gelmekte olan sermayeye sırtımızı çevirip teslim olmamamızdır.

زَحْفًا

(ZaXFan)

“Zehfan”

Burada klasik yorumdan ayrıldığımız iki husus vardır. Biri zahf hâlini savaşa hasretmektedirler. Oysa âyet mutlaktır, savaş da dâhil bütün halleri içerir. İşaret edilen savaş değil sinsice yapılan saldırıdır, karşılaşmadır.

Savaşı kazanmanın dört kuralı vardır.

1- Erken davranmak. Kim tetiği daha çabuk çekerse o galip gelir.

2- Birlikte hareket etmek. Savaş darbe harekâtıdır. Darbenin gücü birlikte harekettir.

3- Dayanabilmek. Kim savaşı daha uzun sürdürebilirse savaşı o kazanır.

4- Şaşırtmak. Karşı tarafı beklenmedik durumla karşılaştırmak, hazırlıksız yakalamak.

İşte, “zehfan” kelimesi bu son durumu ifade etmektedir. Bu durumlarda ne yapacağımızı bize anlatmaktadır bu âyet. Bu her zaman savaşta olmaz, barışta da bu yapılmaktadır. Beklenmedik olayla karşılaşır, şaşkına dönersiniz.

Sermaye araştırma merkezlerinde, üniversitelerde bu tür durumları üretmekte, olmaz şeyleri dayatmaktadır. Genel olarak haklı isteklerle ortaya çıkarlar. Başka sinsi emelleri vardır. İdamı kaldırıyor; gayesi tetikçilerini korumaktır. Savaş dışı siyasi sebeplerle idamın kaldırılması doğrudur. Kısas ise şartlar yerine gelirse kalkamaz. Kilise nikâhı dışındaki evliliği zina saymak yanlıştır. Bir kadının iki erkekle iddet içinde buluşmasını meşru görmek yanlıştır. O halde bu durumlarda tutuculuk yapma yerine doğruları ortaya koyup karşı öneride bulunmak ve zaman kazanmak gerekir.

فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ

(FaLAv TuValLUvHuMu eLEaDBARa)

“Duburlarınızı tevliye etmeyiniz.”

“Adbar” arka demektir; üst kısmına zar, alt kısmına dübür denmektedir.

“Tevliye etmek” sırtını dayamak anlamındadır. Dayanışma ortaklığını ifade eder.

“Edbarı tevliye” ise eğilip kaçmak anlamındadır. Yani eğilip onlardan uzaklaşma demektir. Teslim olma demektir.

Burada “el-Edbar” harfi tarifle getirilmiştir, “Edbarekum” denmemiştir. Tedbirlerde onları tevliye etmek onların dediklerini yapmak demektir.

İnsanlar iki şekilde hareket ederler. Bir işi kendi içtihatları ile yaparlar. Karşı tarafın istediği olur. Onun istediğini yerine getirirsiniz ama kendi içtihadınıza göre ve kendi tarzınızla yerine getirirsiniz, o ne derse onu yaparak değil.

Örnek verelim. 28 Şubat’ta askerlerin dayattığı birinci madde: “163’üncü maddenin kaldırılması ile boşluk hâsıl olmuştur, yeniden düzenlenmelidir” şeklindedir. Hayır, ben bunu yapmam demek sırtını çevirip gitmedir. Söyleyin, nasıl madde istiyorsunuz, onu yapalım demek de edbarda onları tevliyedir. Burada yapılacak iş; haklısınız, 163’üncü madde kalktı ama anayasada 24’üncü madde duruyor, boşluk var, doldurmamız gerekir deyip laikliğin korunması ile ilgili kanun hazırlanabilir.

Madde 1- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin halkın seçtiklerinden oluşacağı, yasama yetkisinin Meclis’e ait olacağı, Meclis’in ortaya çıkardığı hükümet ve icra yetkisinin ona ait olacağı, devletin millî ordu ile korunacağı, yargı erkinin bağımsız mahkemelerce oluşacağı, tedrisatın müsbet ilme dayanacağını denetleyen YÖK devletin temel kurumlarıdır, bunların çalışması devletin temel düzenidir.

Madde 2- Devletin temel düzeninin sosyal baskı ile de olsa zorla mevcut bir dinin kurallarına uyması ve onun denetiminde olması hususunda propaganda yapan herkes bin liradan on bin liraya kadar para cezasına çarptırılır.

Madde 3- Bu amaçla örgüt kuranlar ve örgütü bu amaçla yönetenler vatandaşlıktan çıkarılır veya sürgün edilir.

Madde 4- Yukarıda belirtilen sınırların dışında laikliği tarif edip uygulamak isteyenler de aynı ceza ile mahkûm edilir.

İşte, burada ne yaptık?

Haklı isteklerini yerine getrdik ama sinsi isteklerine de set çektik.

Edbarda onları tevliye etmeyinizdeki manâ budur.

Haklı isteklerine evet ama kalan bize ait olmalıdır.

Selçuklular İlhanlılara vergi verdiler, sınırlı isteklerini yerine getirdiler ama hiçbir zaman onların emir ve talimatları ile devleti yönetmediler.

Bu manâları edbarın izafetle değil de harfi tarifle getirilmiş olması ile istidlal ediyoruz. “Kaleminiz çok ayarlıdır” demek ahd içindir. Oysa “kalem ayarlıdır” dediğinizde lam (el-kalem) cins içindir.

وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلَّا مُتَحَرِّفًا لِقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزًا إِلَى فِئَةٍ فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ

(Va MaN YuValLIHıM YaVMaEiÜiN DuBuRaHUv ilLAv MuTaXarRiFan LiQıTAvLın EaV MuTaXayYıZan EiLAy FiEaTin FaQaD BAvEa BiĞaDaBin MiNa elLAvHi Va MaEVAvHu CaHanNaMu Va BiESa eLMaÖIyRu)

“Kıtal için müteharrif veya fiete mütehayyiz olması dışında kim duburünü o gün onlara tevliye ederse Allah’tan bir gazaba bev etmiştir ve mevâsı cehennemdir ve mesir bise’dir.”

Bundan önceki âyetten farklar içermektedir.

1- Orada emredilmiştir, burada sadece haber verilmiştir.

2- Orada topluluğa hitap edilmiş, burada “Men” umum lafzı ile müfret getirilmiştir.

3- Orada sadece ceza var, burada hüküm var. Nehy edilenlere uymayana ceza vardır.

4- Burada dünya ve âhiret azapları anlatıldığı halde, orada sadece emir vardır.

“Ve” harfi ile atfedilmiştir. Yani yukarının izahı değildir. Ayrı kuralları içerir.

Bu âyette kıtalden bahsetmekte ise de “Ve” ile atfedildiği için oradaki zahf sadece kıtal zamanını içermez.

Kanunla genel hüküm konur. Sonra istisnalar getirilir. İstisna dışında kalan hükümlerin hükümleri konur. Burada aslolan savaş için konmuştur. Savaş dışındakilerde kıyas yapılacaktır. Aynı işler varsa aynı hükümler getirilecektir. İllet yoksa aynı hüküm uygulanmayacaktır. “Ve” harfinin hükmü budur. Getirdiği hüküm kıyas yoluyla başka konularda da uygulanır. Oysa “Fa” gelirse illet aranmaksızın aynı kavram içine giren her yerde nass olarak uygulanır. “İllâ” ile gelmişse kıyas yapılamaz, illet genişletilemez.

“Onları kim tevliye ederse” denmektedir. Yani onların emirlerine kayıtsız şartsız girerse demektir. İstiklâl Savaşı sonunda biz inkılâpları benimsedik ama onları tevliye etmedik. Biz inkılâpları kendi bildiğimiz şekilde yaptık.

Dübürünü kim onlara tevliye ederse demek, işlerine kim onları yetkili kılarsa demektir. Tedbir almak Kur’anî bir ifadedir. Gelecekte olacaklara karşı yapılması gerekenleri yapmak demektir. Tedbir almayıp tedbiri onlara bırakmak, geleceği onlara teslim etmek, işte burada konan hüküm bunlarla ilgilidir. Sorumluluk şahsidir. Herkes kendisinden sorumludur. Savaşı herkes terk etse bile ölünceye kadar sen mükellef olan mü’min olarak savaş alanını terk etmeyecek, sonuna kadar direneceksin. Direnmedin mi, herkes kaçtı ben de kaçtım diyemezsin. Pek çok kaybedilmiş savaşlar bu sayede kazanılmıştır. Panik havası içinde dağılmayıp direnç gösterenler oldukça diğerleri de onun etrafında toplanırlar.

Bu yalnız savaşta değil barışta da böyledir.

“Adil Düzen”e saldırı olunca Millî Görüşçüler hemen dağıldılar. Biz Akevler olarak devam ettik. Sonra Erbakan da yanımızda yer aldı. Millî Görüşçüler ve Ak Partililer baştan inanmamışlardı ki dirensinler.

Bu âyet onlara hitap etmiyor, mü’minlere hitap ediyor; siz Adil Düzen Çalışanlarına hitap ediyor. Her biriniz ayrı ayrı muhatapsınız ve mesulsünüz.

Tekrar söylemek isterim. Bugün “Hak Düzen” ile “Bâtıl Düzen” arasında savaş vardır.

Nedir bu düzenler arasındaki fark?

a) Onlar ekseriyet demokrasisini kabul ediyorlar. Ekseriyeti sağlayan güçlünün hükmetme hakkı olduğunu söylüyorlar.

Biz hicret demokrasisini kabul ediyoruz. Herkesin istediği topluluğa katılma hakkı vardır. Herkesin kendi içtihat ve icmalarına göre yaşamasına biz demokrasi diyoruz.

b) Onlar dini topluluktan çıkarıp ferdileştirmeye laiklik demektedirler.

Biz ise dinde baskıyı kaldırıp bütün dinlerin topluluğun çıkarına diğer kurumlar gibi katkıda bulunmasına laiklik diyoruz.

c) Onlar devletin değil de tekel sermayenin ekonomiye ve yönetime, dine ve ilme hâkim olmasına liberalizm diyorlar.

Biz ise herkesin kendi işinde, ortak olduğu işinde çalışmasına liberallik diyoruz. Kişi her zaman ortak olabilmeli, her zaman ayrılabilmeli. Bu işletme senetleri ile sağlanmaktadır.

d) Onlar işçinin sermayeye yük olmaması için işçileri sigortalayıp işçilere karşı ortak güç oluşturmaya sosyallik demektedirler.

Biz ise herkesin çalışsın-çalışmasın yeryüzünden kira payı vardır diyoruz. O paylarla yaşama hakkına sahiptirler. Üretimin beşte ikisi üreticilerin, beşte ikisi genel hizmet ve kamu görevinin, beşte biri de çalışmayanların kira payları ile sosyal güvenliği sağlamaktayız.

Hâsılı;

Onlar sermaye ve devlet tekelini oluşturmaktadır.

Biz ise yerinden yönetimli tekelsiz liberalizmi savunuyoruz.

Herkes düşüncede bizimle beraberdir ama yaşamada gücün yanında yer almıştır.

Siz Adil Düzen Çalışanları, siz “Adil Düzen”e inananlar; işte âyet size hitap etmektedir. Bedir Savaşı’nda Medineliler, üçüncü bin yılın oluşmasında da siz Adil Düzen Çalışanları bu âyetlerin muhatabısınız. Sizden başka “Adil Düzen”in inanmışları yoktur.

وَمَنْ يُوَلِّهِمْ

(Va MaN YuValLıHıM)

“Ve kim onları tevliye ederse.”

Kim onları veli yaparsa, kim onlara teslim olup onların emrine girerse...

Ve” harfi getirilmiş ve genel kural konmuştur. “Men” kelimesi ile hükmü hem genişletmiş hem de ferdileştirmiştir. Buradaki zamir “Ellezîne Keferu”ya racidir. Bedir’de Mekkelilerdi. Şimdi sermayedir, sömürü sermayesidir, faizci tekel sermayedir.

Zamirin onlara gönderilmesi çok önemlidir. Medinelilerin hasmı yalnız Mekkeliler değildi. Herkes fırsat arıyor vurmaya çalışıyordu. Onlarla savaşa girmek yanlıştı. Düşmanları birleştirir ve güçlendirirdi. Onun için asıl düşman hedef alınacak ve bütün çatışma ona yöneltilecektir. Her zaman tek mü’minler grubu vardır. Çünkü çok grup var olsa onlar birbirlerinden haberdar olduklarında hep birleşirler.

Biz Akevler olarak Risale-i Nur şakirtlerini mü’min kabul ettik, Süleyman Tunahan şakirtlerini mü’min kabul ettik, İlâhiyat mensuplarını mü’min kabul ettik, Millî Görüşçüleri mü’min kabul ettik. Onlarla birleştik, onları destekledik. Başlangıçta onlar da bizi destekledi. Sonra hepsi ayrılıp ayrı ayrı cihada başladı. Çünkü bunlar müslim idi ama mü’min değildi.

Küfredenler birdir. Biz de biriz. Bunu bildiğimiz içindir ki biz CHP ile koalisyon yaptık. Bunu bildiğimiz içindir ki biz ne ırkçılara, ne de sosyalistlere karşı cephe almadık. Çünkü düşman bir tane idi; Amerika’daki 200 aileden müteşekkil sömürü sermayesi zenginleri idi. Evet, o zaman Mekke tüccarları idi.

İşte bu sebepledir ki burada zamir ile onlara işaret edilmektedir.

Dün Mekke tüccarları, bugün New York tüccarları.

Akıbetleri aynı olacaktır.

ABD’de önümüzdeki seçimde Obama’nın kazanması hâlinde Allah’ın bize olan lütfü tezahür edecek, doğru yolda olduğumuza teyit alacağız. Önemli olan Başkan Obama değildir. Önemli olan ABD halkının Müslüman zenci birisinin çocuğunu kendisine başkan yapmasıdır, sermayenin iftiralarına oyları ile cevap vermesidir. Evet, ABD halkı zenci düşmanı değildir, ABD halkı Müslüman düşmanı değildir.

يَوْمَئِذٍ

(YaVMaEiÜiN)

“O gün”

Buradaki “İzin” yukarıda geçen “İzâ Lakıytum”daki “İzâ”nın bedelidir. Mülaki olduğunuz güne işaret etmektedir. Mülaki olduğunuz gün kim onları tevliye ederse, kim onları veli yaparsa denmektedir.

Bizim de sermaye ile karşılaştığımız günler olmuştur, olacaktır.

Biz direndik.

Kooperatifimiz hâlâ yaşamaktadır.

Bize karşı onlarla birlikte olanlar şimdi sahayı terk etmiş durumdadırlar.

Bizi şikâyet ettiler. MİT bizim muhasebeciyi satın aldı, tüm belgeleri topladı, bizim hesabımıza fotokopiyle çoğalttı ve biz muhakeme olduk. Hiçbir yolsuzluk bulamayınca, “Siz kooperatif çalışmalarınızda konu dışına çıkmışsınız!” dediler. Bilirkişi raporları ve İzmir Ticaret Mahkemesi kararı ile konu dışına çıkmadığımızı ispatladık. Sermaye ile iç içe olan Yargıtay 11. Dairesi bizim tasfiyemize karar verdi. Onlar da kapatacak hiçbir şey bulamadılar ama sonraki beyanlardan öğrendik ki kooperatif bu kadar işlerle uğraşmaz demişlerdir!

İşte, sermayenin emrinde bize olan saldırıları böyle devam etti...

Biz ne yaptık?

Biz baştan tedbir almıştık. Akbilim Kooperatifi’ni kurduk. Mal varlıklarımızı oraya aktardık. Ortaklarımızı oraya ortak ettik. Sonra da mahkeme tasfiye kuruluna bizim yönetimi atadı. Ve uzun zaman tasfiye etmedik.

Şimdi Akevler’i tasfiye edip yeni Akevler’i kuracağız.

İşte, biz işlerimizi onlara havale etmedik. Direndik ve başardık. Kooperatifimiz 1967’den beri faaliyette, desteklediklerimiz ise şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidarda.

Buradaki “yevmeizin” kelimesi bizim için 28 Şubat olabilir.

دُبُرَهُ

(DuBuRaHUv)

“Dübürünü”

Dübür” kelimesi arka demektir. Gelecekte olanlara geçmişte alınan önlemlere de tedbir denmektedir. Bu manâda dübür önlem demektir.

Mağlup olabilirsiniz, o anda gücünüz olmaz, yenilebilirsiniz. Yapacağınız iş teslim olmamak, gelecek için planlar kurup tedbirler almaktır. O anda topluluğunuz dağılmış olabilir. Her biri ayrı ayrı kurtuluşu arayacak ve tedbirlerini alacaklardır. Sonra tekrar bir araya gelecek ve yeni hamle yapacaklardır. Eski hatalarını düzelteceklerdir.

Biz Akevler olarak şimdi İstanbul’da işte bu yeniden toparlanma çabası içindeyiz. Siz bunu yapıyorsunuz ama bu arada bir kısım arkadaşlarınız aranızdan ayrılmış olacaktır.

Siz daha çok gayretle devam edecek, duburu kâfirlere tevliye etmeyeceksiniz.

Bizim yaptığımız hataları yapmayacaksınız.

BİZİM HATALARIMIZ:

1- Biz bilmediğimiz halde biliyoruz zannettik, bilmediğimiz işlerin önüne düştük.

Oysa önce öğrenecektik, ondan sonra yapacaktık.

2- Biz müslimleri mü’min kabul ettik, Kur’an böyle diyorsa kim karşı çıkar dedik.

Oysa Kur’an öğrenmeyi, “Adil Düzen” üzerinde çalışmayı kendileri yapmadılar, bu yetmedi, bizi de vazgeçirmek için uğraştılar. Bu durum iyi bilinmeli ve Adil Düzen Çalışmasına katılmayanlara aktif rol verilmemelidir.

3- Birden büyüdük, sonra da kendimizi yönetemedik ve koruyamadık.

Oysa işe basitten başlayıp onda tecrübeler edinip sonra çoğalacaktık. Birden büyümeyecektik. Canlılarda hücreler büyümez hücreler çoğalır. Akevler’den başka bir “Adil Düzen” kooperatifi var mı? Bugün “Adil Düzen”i savunan parti var mı? F. Gülen medreseleri dışında medrese var mı? Büyümüş ama iş yapamaz hâle gelmiş.

4- Bugünkü sorun ekonomidir. Ekonomi ile ilgili sorunlar çözüldükten sonra, siyasetle, ilimle, dinle uğraşılmalıdır. O gün ihtiyaç vardı. Allah bu hataları yaptırdı. Büyük başarılar elde ettik. Ama “Adil Düzen”i uygulayarak gösteremedik.

Şimdi o kitleleri uyarmak yerine biz kendi aşiretimizi ve yüz dairemizi oluşturacağız. Müslimlerden yardım alacağız ama onları mü’min kabul edip bizim yaptıklarımızı yapsınlar demeyeceğiz. Birinci Akevler uygulamasında beklemediğimiz yardım ve destekler gelmiştir.

إِلَّا مُتَحَرِّفًا لِقِتَالٍ

(ilLAv MuTaXarRiFan LiQıTAvLın)

“Sadece kıtal için mutaharrifen olmak üzere.”

İllâ” ile istisna edilmiştir. İstisna edilenlere kıyas olmaz. Yani onları tevliye etmek ancak iki amaçla yapılır. Savaş örnek olarak verilmektedir.

Savaşı kazanmanın dört yolunu yukarıda belirttik.

Bunun dışında savaşı kazanmanın dört şartı daha vardır.

1- Savaş eğitilmiş yeter askerle kazanılır. Yeter sayınız yoksa veya eğitilmemişlerse geri çekilir, meydanı onlara bırakır, sayınızı ikmal eder ve gerekli eğitime zaman kazanırsınız. Kur’an bu sayıları yarılarından çok olmak veya onda birden az olmakla açıklamaktadır. O âyetlere bakabilirsiniz.

2- Savaş yeter miktarda ikmalle kazanılır. Silahınız yoksa, merminiz yoksa, aracınız yoksa, haberleşme imkanınız yoksa savaşı kazanamazsınız. Bu eksikliğiniz varsa savaşı sonraya bırakma yolunu arar, teslim olur veya savaş alanını bırakırsınız.

3- Savaş uygun yerde kazanılır. Savunma başka yerde yapılır, saldırı başka yerde yapılır. Yaya savaşı dağlarda kazanılır. Binekli araçlarınız üstünse savaşı ovada verirsiniz. O halde savaşı uygun yerde vermek için düşmana alan terk edilir. Bedir, Uhut ve Hendek hep böyle uygun yerler olarak seçilmişti. İstiklâl Savaşı’nda da Sakarya’da savunmaya geçmemiz galibiyeti sağlamıştır. Düşman ikmal merkezlerinden uzaklaşmıştı.

4- Savaşma zamanı da önemlidir. İkindi vakti saldırıya geçemezsiniz. Askerlere istirahat verir uyumalarını söylersiniz. Saat on ikiden sonra düşman uyku sersemi iken saldırırsınız. Düşmanı yeter zaman savunmada bırakır, artık gevşediğini ve gücünü tükettiğini hissetiğiniz zaman saldırıya geçersiniz. Mekke’nin Fethi böyle olmuştur. İstiklâl Savaşı’ndaki Büyük Taarruz ve İstanbul’un kurtarılması böyle olmuştur. İkinci Cihan Savaşı’na girmeyişimiz bizi güçlü devlet yapmıştır.

Mutaharrifen” hâldir. Nekre olması kuraldır. “Kıtal” da nekre yapılmıştır. 

Herhangi başka kıtal için hazırlık yapmak amacı ile şimdi savaşı terk edersiniz.

İşte bizim Lozan’da gizli anlaşmaları kabul etmemiz bunu ifade eder. Zaman kazanmak için onların dediklerini yaptık.

Zaman kazandık, sonra “Adil Düzen”le onlarla savaşa giriştik.

Şimdiki AK Parti’nin iktidarı budur. Biz biliyoruz ki AK Parti iktidarı “Adil Düzen” iktidarı değildir. Onlar da biliyorlar ki AK Parti iktidarı “tekel düzen” iktidarı değildir. Ama onlar da zaman kazanıyor, biz de zaman kazanıyoruz. İki taraf büyük savaş için hazırlanıyor.

Aslında Türkler biliyorlar ki bizi Avrupa Birliği’ne almayacaklar.

Alamazlar, çünkü:

1- Türklerin siyasi ahlâkları bozuktur. Vergi kaçırmak, hile yapmak damarlarımıza işlemiştir. AB’ye girersek onların ahlâkları bozulacaktır.

2- Türklerin İslâmî kültürleri yüksektir. Avrupa Birliği’ne girdiğimizde Avrupa Hıristiyanlığı terk edecek, Müslüman da olmayacaktır.

3- Türkiye genç aktif nüfusa sahiptir. Avrupa Birliği’ne girdiğimizde onlar ikinci durumda kalacaklardır.

4- Daha önemlisi Türkiye Avrupa Birliği kadar geniş kara sınırlarına sahiptir. Avrupa Birliği bunu koruyacak güce sahip değildir. Dünya Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yedirmez.

Bu sebeplerden dolayı Avrupalılar bizi birliklerine almazlar ama bizim başka bloklara katılmamızı önlemek için bizi oyalıyorlar, çünkü bu meselenin onlar için hayati önemi vardır. Boğazları Türkiye’dir.

Biz de Avrupa Birliği’ne girmeyiz, çünkü:

1- Kişisel ahlâkları son derece bozuktur, zina gibi faiz gibi kötülükler iliklerine işlemiştir. Biz onlara katılsak kişisel ahlâk açısından eriyip gideriz.

2- Bizim sayımız onlara göre azdır. Onların arasına katılınca biz eriyip yok oluruz, bundan dolayı girmemiz mümkün değildir.

3- Biz İslâm âlemine, eski Sovyet bölgesine, hattâ Çin’e tarihî bağlarla bağlıyız. Onlardan kopmamız çok zordur. Rusya Avrupa Birliği’ne girmedikçe bizim girmemiz mümkün değildir.

4- Bizim topraklarımız bomboştur. Batı sermayesi Türkiye’ye serbestçe gelirse Türkler burasını boşaltır, buraya başka insanlar iskân edilir. Çanakkale’de, Sakarya’da almadıklarını bedava almış olurlar. Biz de Batılıları oyalıyoruz. Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye uğraşırken onlar savaşla Türkiye’yi yok etme yerine bedavadan yok etmeyi tercih ediyorlar.

İşte bunların hepsi kıtal için taharruftur. Kıtal nekre gelseydi belirlenmiş kıtaller olacak ve kıyas yapmamız zor olacaktı. Nekre olunca kıtale diğer hususlar da kıyas edilebilir. Mesela ekonomimizi düzelteceğimiz için şimdilik borç almaya devam edebiliriz. “Adil (Ekonomik) Düzen” iktidar olduğunda hemen ilişkileri kesmeyecek, emeğe dayanan para çıkardıktan ve kendi ekonomisini karşılıklı paraya oturttuktan sonra borcunu ödeyerek pis parayı kullanmaz olacaktır. Onlar bunun için bize saldıracaklardır. Bedir, Uhut ve Hendek yaşanacaktır. Dünyayı “Adil Düzen” olarak fethetmek için zamanı bekleyeceğiz.

أَوْ مُتَحَيِّزًا إِلَى فِئَةٍ

(EaV MuTaXayYıZan EiLAy FiEaTin)

“Yahut bir fieye hizalanmak için”

Gölge sabahleyin sonsuz uzun şeklindedir. Öğleye kadar kısalır ve öğleden sonra tekrar uzayarak akşamüstü sonsuz olur. Bu gölgenin sabahtan akşama kadar taradığı alan zıl olarak ifade edilir. Fey de gölgenin en kısa zamanındaki uzunluğuna denmektedir. Bunun önemi vardır. Bu günün ortasını gösterir. Ayrıca bunun uzunluğu yılın günlerini gösterir. Her uzunluk yılın günlerini gösteren takvimdir. Ayrıca feyin en kısa veya en uzun olduğu gündeki uzunluk o yerin enlemini gösterir. Yıldızların da feyleri vardır. Yaz kış değişmezler. Ayrıca yıldızın feyi ile Güneş’in feyi arasında kayma vardır. Ay’ın da feyi vardır. 29,5 günde dolaşır. Feyler arasındaki fark boylamların ölçülmesinde işe yarar.

Fey diğer taraftan gölgenin batıdan doğuya dönmesi vaktini gösterir. Güney yarımkürede aksi olur. Savaşsız alınan ganimete de fey denmektedir. Bu ganimetler karşılığı sonra alınan yerlere bir hizmet karşılığı iade edilecektir. Bunun için gelir-gider dengesi demek olur.

Askeri birliklere “fie” denmektedir. En küçük fie timdir. Sonra takım gelir. Sonra tabur, sonra tugay, sonra kolordu gelir. Bunlar savaş birlikleridir. Kişi kendi arkadaşlarına katılmak için geri çekilebilir. Tim takımına katılması için geri çekilebilir. Takım taburuna katılması için geri çekilebilir. Tugay kolordusuna katılması için geri çekilebilir. Kolordunun çekilmesi söz konusu olmaz.

Bunlara fie denmesinin sebebi, bunlar barış zamanında asgari birliklerdir. Savaş zamanında ise takviye edilirler. Yani taburun bir karargâhı olacaktır. Burada muvazzaf subaylar olacaktır. Bunlar o karargâhı korurlar ve yaşatırlar. Halk ise nöbetlilerdir. Kişinin sırası gelince kendi birliğine katılır ve görevi bitince ayrılır.

Şimdiye kadar hep nöbetli ve bedellilerden bahsettik ama muvazzaf kadrodan bahsetmedik. Buna dair Kur’an’da bir delil bulamamıştık ama şimdi “fiet” kelimesi bize muvazzaf kadronun varlığını ortaya koymaktadır. Demek ki savaşı nöbetliler değil muvazzaflar yürütürler. İnsan kendi vazifeli kadrosuna katılmak durumundadır. Bunu ilim tahsilindeki tafakkuha kıyas ederek ortaya koyabiliriz.

“Adil Düzen Anayasası”nda bu madde yoktur, ilave edilmelidir.

Madde x- Nöbetlilerin karargâhlarında nöbetliler dışında maaşlı yönetici kadro bulunur. Birliklerin sevk ve idaresi onlara aittir. Nöbetliler bunlardan istediklerini kendilerine üst seçerler.

Askerlikte cephe savunması vardır. İstenen cephenin en aza indirilmesidir. Dolayısıyla ince uzun cephe yerine geniş kısa cephe tercih edilir. Bu sebeple savaş esnasında bazı topraklar terk edilir. Bu terk iki amaçla yapılır. Düşmanın cephesini büyütmek suretiyle savunmasını zorlaştırırız.

İstiklâl Savaşımızda Sakarya’ya kadar gerileyişimizin sebebi budur.

İran’da inkılâp olmuş, yönetimi mü’minler ele almıştı. İran’a savaş açan Saddam Irak’tan durmadan ilerliyordu. Ege Bölgesi’nden daha uzun ve geniş bir yeri işgal etmişti. Girdiği yerlerde bütün binaları yıkmakla kalmıyor, bahçelerdeki hurma ağaçlarını da tahrif ediyordu. Sömürü sermayesi Saddam’ı destekliyor ve silah vererek bir İslâm diyarını Müslümanlara harabeye çevirtiyordu. İran ordusu Saddam’ı durduramıyordu. Humeyni pasterleri yani inkılâpçı gençleri cepheye sürmeye karar verdi. İçte karışıklık olur diye itiraz ettiler ama o dinlemedi. Gençlerden sivil kıyafetli başkomutan atadı. İran ziyaretimizde bizzat o başkomutanı dinlemiştim. Bizim cepheden savaşma imkânımız yoktu. Dağlardan yürüyerek arkalarını kestik. Saldırdık ve ordu ile Irak arasındaki irtibatı kopardık. Zaten zorla savaşan Irak ordusu ikmal almayınca teslim oldu. Böylece zaferimizi kazandık. Ondan sonra İmam Humeyni dur dedi, biz de durduk.

Türklerin taktiği budur. Orduyu sağ, sol ve orta kola ayırır, orta kolu zayıf bırakırlar. Düşman cepheden saldırır. Zayıf olan orta koldaki askerlerin çekilmesini sağlayarak düşman ilerler. Belli miktar asker içeriye girdikten sonra sağ ve sol kanatlar saldırarak düşman askerlerinin arkalarını keserler ve savaşı zaferle bitirirler.

Demek ki orduda hazırlanmak çok önemlidir.

Birlik sağlamak, zamanı ve zemini ayarlamak için geri çekilinebilir.

Fietin” kelimesi burada nekre getirilmiştir. Sadece kendi birliği içinde birlikte hareket etme değil, tüm cephedeki birliklerin aynı şekilde birlikte hareket etmeleri gerekir. Yani herkes diğer kolorduya da mensup olsa sağındaki ve solundakini kollamalı, hareket birliği sağlanmalıdır.

Tüm hukuk düzeni dört çeşit haklara dayanır.

a) Sözleşmeden doğan hak ve yükümlülükler.

b) Emekten doğan hak ve yükümlülükler.

c) Akrabalıktan doğan hak ve yükümlülükler.

d) Komşuluktan doğan hak ve yükümlülükler.

Demek ki komşuluk hukuku savaşta bile geçerlidir.

“Fiet” kelimesinin nekre olması bunu ifade eder.

فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ

(FaQaD BAvEa BiĞaDaBin MiNa elLAvHi)

“Allah’tan bir gadaba bevetmiştir.”

Gadap” kırmızı deridir. İnsan kızdığı zaman yüzü kızarır. “Gadaba” kelimesi kızgınlığı ifade eder. “Bve” “Bye”den dönüşmüştür. “Bey” bilekten sonraki el, el atmak, hazırlamak anlamındadır. Bir de vurmak, çarpmak anlamında kullanılmaktadır.

“Bvv” dağdaki arı kovuğudur. “Bâe” çarpılmak demektir, yara almak demektir, vurulmak demektir Allah’tan gelen gadapla çarpılmak demektir.

Gadap” burada nekredir. Allah’tan gelen gazap demek doğal gazap demektir. İlâhi kanunların gazabı demektir. Bir kimse sigara içerse Allah’tan gelen gazaba uğrar çünkü hastalanır, temizlik yapmazsa Allah’tan gelen gazaba uğrar çünkü hastalanır.

Fa” harfi “Men” şartının cevabıdır. Şartın cevabındaki “Kad” ise hâli maziye çeker. Yani öyle yapan kimse Allah’tan gelen gazaba uğrar yani yenilir ve yenilginin cezasını çeker.

İstiklâl Savaşımızı düşünelim. Yeryüzünün süper gücü olan bir imparatorluk bir asır içinde parçalanmış, erimiş ve sonunda teslim olmuştu. Anadolu’da Rum ve Ermeniler asırlarca Türklerle birlikte yaşamışlar ve aralarında kitlesel çatışmalar olmamıştı. Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca sermayenin silahlandırdığı Rum ve Ermeniler harekete geçti. Gayesi onları Türkiye’den uzaklaştırmak, sonra Türkiye’yi İsrail devletine kolayca teslim etmek idi. İşte Rum ve Ermeniler bu amaçla katliama giriştiler. Müslümanları camilere doldurup ateşe verdiler. Babalarımızdan dinlemiştik. Geceleri dışarıda dağda geçiriyorduk. Her gün sizi yakacağız diye korkutuluyorduk. İşte Kazım Karabekir ilk savaşı verdi ve Batum, Ardahan ve Artvin’i kurtardı. Sonra batıda savaşlar oldu. Sonunda Rum ve Ermeniler Türkiye’den uzaklaştırıldılar. Yok olmadılar ama Anadolu’dan yok edildiler. Eğer Müslüman Türk milleti teslim olup ses çıkarmasaydı, İstiklâl Savaşı’nı yapmasaydı, şimdi Türkiye’nin yüzde 98’i onlar olacaktı. Bu doğal kanundur. Endülüs’te böyle olay olmuştu. Kurtuba zengin edilmiş, halk sefahate dalmıştı. Müslümanlar direnmeyi unutmuşlardı. Afrika’ya göç edecek bir imkân bile bulunmadı. Tam soykırıma uğratıldılar. Avrupalıların geçmişinde iki topyekün soykırım cürümü vardır, biri Endülüs, diğeri Amerikan yerlileri.

Bunlar da Allah’ın gazabına uğramışlardır.

Evet, insanlar, birbirleri ile savaşacaklar. Böylece uygarlık sağlanacak. Savaştan kaçanlar yok olup gidecekler. Yıkıcı savaşçılar da mağlup olacaklar. Zafer uygarlığın olacak. İnsanlar uygarlaşarak yaşayacaklar. Gelecek “Adil Düzen” için çaba gösterenlerindir. “Adil Düzen” bugünkü düzenden daha ileri düzen olduğu için Adil Düzenciler galip geleceklerdir.

Tek başınıza bile olsanız, teslim olmayacak, cihada devam edeceksiniz. Yeryüzünü çapulculara ve zalimlere bırakmayacaksınız. Ölebilir yani şehit olabilirsiniz. Savaş demek ölme ihtimali olan bir şey demektir. Ama şehit olursanız âhirette en yüksek mertebeye ulaşacaksınız. Tekel sömürü sermayesi savaş aleyhinde propaganda yapmaktadır ama kendisi atom bombaları hazırlamaktadır. Savaş en büyük ibadettir. Zafer her zaman için inananlarındır. Ne var ki bu savaş Hak için olmalıdır, çıkarlar için, petrol için olmamalıdır. Yeryüzünden fitnenin kalkması için savaşacağız. Öleceğiz, öldüreceğiz ama savaşacağız. Din yani “düzen” İslâm yani “barış” için oluncaya kadar savaşacağız. Biz kendi çıkarımız için savaşmayacağız, mallarımızı ve canlarımızı vererek insanlık için barış için “Hak Düzen” için savaşacağız.

وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ

(Va MaEVAvHu CaHanNaMu)

“Ve me’vası cehennemdir.”

Me’va” kelimesi yuva kelimesinden oluşmuştur, sığınmak demektir. Gündüz çabalar durursunuz, sonra istirahat etmek istersiniz. Evinize döner, kendinizi güvene alır, rahat edecek imkânlar ararsınız. Bu yalnız insanlar için böyle değildir, hayvanların da yuvaları vardır.

Me’va” kelimesi Kur’an’da çokça geçmektedir: Me’vaları ya nârdır ya da cehennemdir denmektedir. Mü’minler için me’vaları cennettir denmektedir.

Cehennem yuva kabul edilmiştir, bir istirahat yeri kabul edilmiştir. Cennete giremeyenler hayatlarını orada koruyacaklardır. Yani cehennem zannedildiği gibi zulüm olsun diye değil, zalimlerin sığınacakları yer olarak mevcuttur. Burada me’vaları cehennemdir denmektedir. Yani savaştan kaçanlar yalnız bu dünyadaki hezimetle kalmayacaklardır. Âhirette de cennete gidemeyecekler, cehenneme sığınma durumunda kalacaklardır.

Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını satın almış, karşılığında onlara cenneti vaat etmiştir. Mü’minler benim neyim varsa senindir demişlerdir. Savaşta veya barışta ölmeleri önemli değildir. Onlar mü’minlerdir ve cennetliktirler.

Savaştan kaçanlar sattıkları canı kurtarmaya çalışanlardır.

Demek ki kimse zorla askere alınmıyor. İsteyenlere bedel vererek yaşama imkânı sağlanıyor. Ama mü’minler kendi istekleri ile asker oluyorlar. Yüksek mevkilere atanıyorlar. Sonra görevi yerine getirmemek, savaştan kaçmak ise ihanettir. Cezası gazaba uğramak, âhirette de cehenneme gitmektir.

Bu taahhüt iman etmiş olanlar için söz konusudur. Müslimler ise belli hizmeti verdikten sonra İslâm’dan imana geçebilirler.

Bizi destekleyenler sonra oylarını vermediler diye suçlu olmazlar. Onlar henüz Medine mü’minleri hâline gelmemişlerdir. Yaptıkları hayır kendileri lehine yazılmıştır. Rücuları onları cehenneme göndermez.

Burada bahsedilenler iman etmiş olup savaş esnasında dönenlerdir. Evet, asker olup olmamak serbesttir. Ama asker olduktan sonra “öl” dendiği zaman öleceksin. Askerlik bunun taahhüdüdür. Tekel sermaye yine mutlaka şeytanî işini yaptırır, “bedelli” veya “nöbetli” olma kişinin seçeneğine bırakılması gerektiği halde, insanlar zorla askere alınmaktadır. Evet, kimse zorla askere alınmayacaktır. İsteyen “bedel” vererek askerlik yapmaktan ve savaşmaktan kurtulacaktır ama bunun karşılığında “siyasi haklardan mahrum olmayı” kabul edecektir. Sermaye şimdi savaşmadan yönetmek istiyor. Sen savaşacaksın ama sonra o masa başında oturup cetvelle sınırları çizecektir. Yağma yok, bu zulüm “Adil Düzen”le bitecektir.

وَبِئْسَ الْمَصِيرُ

(Va BiESa eLMaÖIyRu)

“Ve bi’sesi masirdir.”

Bi’se” kötü demektir, istenmeyen demektir, hoşlanılmayan demektir.

“Bais ve fakir” denmektedir. Kişi fakir olmaz ama sıkıntıda olur; o baistir.

Diyelim ki bir adamın evleri var, zengin ama o anda parası yoktur, sıkıntıdadır.

Demek ki cehennem kötü bir yerdir ama sonunda bir yuvadır. Zalim yaptığı zulmün karşılığını çekecektir. Cehennemi hafife almak ne kadar yanlışsa, büsbütün işkence merkezi kabul etmek de yanlıştır. İşkence şöyle dursun eziyetten bile bahsedilmemektedir.

O halde cehennem nedir?

Doğada bir kanundur. Uzakta iken birbirini çeken cisimler çok yaşlandıklarında iterler. Birini iten maddeler çok yaklaşınca çekerler. Doğada iki türlü oluş vardır. Birbirine yakın atomlardan oluşan yapılar. Bunlar cinlerdir. Sıcaklık onları parçalayamaz. Birbirinden uzakta olarak denge kuran varlıklar vardır. Sıcaklık bunları parçalar.

Sare” dönüştü demektir. “Sare et-tinu haceran” dersin, çamur katılaştı taşlaştı demiş olursun. İşte, cinlerin ateşe dayanan yapılarına dönüşmesi bir masirdir. “Masir” masdarı mimi olabilir, dönüşmeyi ifade eder. Kötü olan dönüşme durumudur. Krizalit devresini geçirirler. “Lâ yemutûna fîha ve lâ yahyâ” olurlar. Ölü ile diri arasında olurlar, kötülenen durum bu olabilir. Sonra cehennemde rahat edilebilir yahut orası sıkıntılı yer olabilir.

Savaştan kaçanların yeri cehennemdir, yani artık ne mü’min ne de müslimdirler.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2100 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1621 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1337 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1891 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2112 Okunma
6-11.AYET
1624 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2233 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1851 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1643 Okunma
10-19.AYET
1384 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1461 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1590 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2439 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1481 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1646 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1360 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1302 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1589 Okunma
19-41.AYET
2209 Okunma
20-42.AYET
1725 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2791 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2155 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1592 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1434 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2125 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1468 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1390 Okunma
28-60.AYET
1659 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1680 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3614 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2026 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1719 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1561 Okunma
34-72.AYET
1989 Okunma
35-73.AYET
1468 Okunma
36-74.AYET
1466 Okunma
37-75.AYET
1542 Okunma