ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
2112 Okunma
9 VE 10.AYETLER

Enfal Sûresi-4 (5)

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُرْدِفِينَ (9) وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ(10)

 

إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُرْدِفِينَ (9)

(EiÜ TaSTaĞIyÇUvNa RabBaKuM Fa iSTaCAvBa LaKUM EanNIy MuMidDuKuM BiEaLFın MiNa eLMaLAEiKaTı MuRDiFIYNa)

“Hani Rabbinizden istiğase etmiştiniz. Ben size mürdif melaikeden elf ile imdat edeceğim diye sizin için isticabe etmişti.”

“Ve İz” ile başlayan Bedir Savaşı kıssasına aralarında iz’ler olmak üzere devam etmektedir. “Ve”den sonra gelen “İz”in arkasından üç “İz” daha getirilmektedir. Bunlar arasında “Ve” konmamıştır, çünkü birbirinin bedeli olan “İz”lerdir, aynı dönemin değişik sahnelerini anlatmaktadır.

1) Birinci “İz”de Bedir Savaşı’nın başlaması anlatılmıştır.

2) İkinci “İz”de Bedir Savaşı’nda Allah’ın yardımının talebi anlatılmaktadır.

3) Üçüncü “İz”de Bedir’deki Allah’ın doğal yardımı anlatılmıştır.

4) Dördüncü “İz”de ise meleklerin yardımı anlatılmıştır.

a) Mü’minler Mekke’yi fethedip Medine’ye göç ettiler. Birinci Cihan Savaşı sonunda Türkler İstanbul’u terk edip Ankara’ya göç ettiler.

b) Mekkeliler Mekke’nin kendilerine kalmasına yetinmediler, Medine’de de Müslümanları takip ettiler, ilk Bedir Savaşı oldu. Türk düşmanları da İstanbul’u kendilerine bırakmamızla yetinmediler, Anadolu’ya da ilerlemeye (işgal etmeye) devam ettiler. İnönü Savaşları oldu. Demek ki İnönü Savaşları da Bedir savaşlarına tekabül eder.

c) Ondan sonra Sakarya’da Uhut Savaşı geçekleşti.

d) Dumlupınar’da Hendek Savaşı gerçekleşti.

e) Mekke fethedildi, İstanbul fethedildi.

Görülüyor ki ilk İslâm devletinin kuruluşu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük benzerlik vardır. Birinci Kur’an uygarlığını onlar kurdu. İkinci Kur’an uygarlığını biz kuruyoruz. Emeviler’de olduğu gibi zaman zaman fetret devirleri olmuştur. CHP dönemi böyle bir fetrettir. Sonraki dönemler Abbasiler dönemidir.

Bu âyetlerin manâsını kavrayabilmemiz için Allah ve kâinatın yaratılışı hakkındaki bilgilerimizi yenileyelim.

1- Kendisinden başka hiçbir şey yokken, sadece O (Hüve) varken, kâinatın oluşunu murat etti ve kâinat oluştu. Önce beş çift boyutlu arşı yarattı. Dört çift boyutlu kürsüleri var etti. Kürsi içinde üç çift boyutlu yer ve göklerden oluşan kâinatımızı yarattı. Zaman kavramı ortaya çıktı. Bu kâinat bilinçsizdir, kendi varlığından bile haberi yoktur.

2- Bu beş, dört ve üç çifter boyutlu âlem içine melek, ruh, cin ve insan adları verilen dört çeşit bilinçli varlıklar yerleştirdi. Doğanın kanunları değişmeyecek. O sürüp gidecektir. Kıyamet zamanında da bu kanunlar değişmeyecektir. Sadece onların kullanılmasında yenilik olacaktır. Ölüm olmayacaktır. Yani bugün uyuduğumuz zaman ölmüyor tekrar gelip hayata devam ediyoruz. Âhirette de bedende değişiklik olsa eski beden gidip yeni beden gelse bile biz bedenden kopmayacağız. Sadece arabamızı değiştirmiş olacağız.

İşte bu üç çift boyutlu kâinatımızda şimdi yaşarken genel denge kanunu vardır.

1- Cisimlerde çekim kuvveti ve merkezkaç kuvveti vardır. Bunlar arasında denge oluşur ve varlık devam eder. Her atomda her molekülde bu kanun geçerlidir. Güneş ve yıldızlarda da bu kanun geçerlidir.

2- Canlılar arasında da denge vardır. Yaşlananlar, işe yaramayanlar diğer canlılara yem olur ve ortadan kalkar. Yeryüzü besin ambarıdır. Hazır ambardan beslenen canlılar çalışarak yeni besin üretirler. Güneş enerjisini besin yaparlar. Sonunda kendileri de başka canlıların besini olurlar. Böylece üretici canlılar vardır, yok edici canlılar vardır. Denge bunlar arasında kurulur. Üretici canlılar daima galip gelirler ve dolayısıyla canlılık bir yerden her yere yayılmıştır. Şimdi Ay’a ve diğer gezegenlere de canlılığın götürülmesi istenmektedir.

3- İşte insanlar arasında da böyle canlılarda olduğu gibi uygarlığı üreten kişiler vardır. Uygarlaşmayı önleyen, başarısız olanları eleyip devre dışı bırakan kişiler vardır. Denge bunun üzerine kurulmuştur. Yaşlananları, hastaları ortadan kaldıran insanlar vardır. Uygarlaşmayı yapan insanlar vardır. Savaş devam etmektedir. Ne var ki canlılık galip geldiği gibi uygarlaşma da daima galip gelmiştir. Gericiler, tutucular hep mağlup olacaklardır ama varlıklarını sürdüreceklerdir. Karşı takımdırlar.

4- İnsanlar ihtiyaçlarını gidermek için mi çalışırlar, yoksa çalışmak için mi ihtiyaçlarını giderirler? Şimdi siz Adil Düzen Çalışanları, bu çalışmalarda siz hiçbir ihtiyacı gidermiyorsunuz. Gelir getiren bir iş değildir. Hattâ zaman zaman size saldırılar olmaktadır. Zarar etmektesiniz. O halde neden çalışıyorsunuz, neden çalışıyoruz? Çalışıyoruz çünkü insan çalışmak için yaratılmıştır. İhtiyaçlarını çalışabilmek için gidermektedir. Yani biz insanlara ücret verirken çalıştıkları için ücret vermiyoruz, çalışabilsinler diye ücret veriyoruz. Bu ayırım önemlidir. Kişi geçmişte ürettiklerine karşılık ücret almamaktadır, gelecekte üreteceğine karşılık ücret almaktadır. Bu sebepledir ki bugün çalışmayanlar, çalışamayanlar da ücreti istihkak ederler.

Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Kendi kendine var olmaya devam etme gücüne sahiptir. Zaten O’na kimse bir yardımda bulunamaz, O’na kimsenin gücü yetmez. Ama Allah yaratması için vardır. Eğer O’nun yaratması olmasa O Allah olamazdı. Hiçbir iş yapmayan bir tanrının anlamı ne ola ki. Demek ki Allah yarattıklarından yararlanmaz ama tanrılığın özelliği yaratmasıdır. Bu sebepledir ki Tanrı’nın vasıfları sayılırken:

a) Kadimdir yani var edilmemiştir, yok da edilemez.

b) Birdir, O’nun benzeri ve ortağı yoktur.

c) Murîddir yani ben şunu yapayım bunu yapayım diye irade eder. Yapmaya karar verir. İsterse böyle yapar, isterse şöyle yapar. Katı, değişmez, kesinleşmiş hareketler yapma durumunda değildir.

d) Muhîktir yani irade ettikleri için ol der o da olur.

Şimdi kâinat denge üzerine kurulmuştur. Yokediciler, yıkıcılar, öldürücüler, ortadan kaldırıcılar vardır. Bir de yapıcılar, oluşturanlar, Tanrı’nın tanrılığını ortaya çıkaranlar vardır. Daima yapıcılar, oluşturucular galip gelmektedir.

İşte, Allah iki sıfatı ile tecelli eder. Biri kâinatın yapma ve yıkma dengesi olarak taraf tutmayan Allah. İkincisi ise yıkıcıların başına şeytanı dikmiş, sen bunları yönet demiş, kendisi de yapıcıların yanında yer almıştır. Onlara nasıl yapacaklarını göstermekte ve öğretmektedir. Karşı takıma da aynı işi şeytan yapmaktadır.

Allah kâinatı var etmiştir. Kâinatın içine değişmez kanunlar koymuştur. Bunu yapıcılar veya yıkıcılar için değiştirmemektedir ama bu kanunların kullanılmasında Rab sıfatı ile öğretmenlik yapmaktadır. Gerektiği zaman yardımlarda bulunmaktadır.

Herkes kendi hayatını düşünsün. Birtakım tesadüflerle bugün vardır. Başta anne ve babasının evlenmesi ile o genleri taşıyan varlık olmuştur. Böyle bir ailede büyümüştür. Okumuştur. Evlenmiştir. İş kurmuştur. Birtakım hayat zinciri onu bu yere getirmiştir. Şimdi de görevini yapmaktadır. Eğer o tesadüfler olmasaydı bugün bu görevi yapamazdı, bu yerde de olamazdı. Bu yerde o olmasaydı boşluk olurdu. Başka birisi aynı şekilde yetiştirilmiş olmalıydı.

İşte, Allah bir taraftan büyük denge düzeninin Rabbidir. Ayrıca yapıcıların Rabbidir. Sonra da herkesin ayrı ayrı Rabbidir. Onlarla diyalog içindedir. Daima onlarla beraberdir.

İlçemize yeni elektrik gelmişti. Akşamüstü şalter kapatılır, bir anda tüm ilçenin elektrikleri yanıverir. İlçenin kaymakamı ilçe müftüsüne soruyor. Allah bu kadar insanla bir anda nasıl muhatap oluyor? O da elektriği örnek veriyor.

Yani Allah merkezde makroda kâinatı ve insanlığı yönettiği gibi aynı anda her insanın yanındadır, onu gözetlemekte ve onun sözlerini dinlemektedir.

Allah insanları, cinleri, melekleri ve ruhları doğa kanunları içinde yaşayacak şekilde yaratmıştır. Şöyle diyelim, insanların ruhları doğrudan doğruya birbirleri ile anlaşamazlar. Araçsız ne aralarında bilgi iletişimi, ne de bir şey yapma imkânı vardır. Araç kullanmadan bilme ve yapma yalnız Tanrı’ya mahsustur. İnsan ve diğer şuurlu varlıklar ancak araçları kullanarak birbirleri ile anlaşırlar, yine araçları kullanarak bir iş yapabilirler. Hattâ insan bile kendisini ancak aynada görebilir. Kendi varlığını bedeninde hisseder. Bedeni ile ilişki kesildiği zaman kendisinden bile habersizdir. Bu sebepledir ki insan ancak bedenle ruhun bir arada olması ile insandır. Beraber olmadığı zaman insan değildir.

İnsanlar kendileri ile bile araçsız anlaşamadıkları ve bir şey yapamadıkları gibi Rableri ile de doğrudan görüşme yapamazlar. Araçlara ihtiyaç vardır. İnsan için bu araç beyindir. İnsan kendi kendisi ile bu beyinde karşılaşır. Beyin ruhun aynasıdır. Ruh kendisini ancak beyin aynasında görebilmektedir. Diğer insanlarla, meleklerle, cinlerle, ruhlarla irtibatı da beyin aynasında yapabilmektedir. Allah’la olan irtibatı da ancak beyin aynasında olmaktadır.

Yani insan düşünürken kendi ruhu ile irtibatlıdır. Göz, kulak gibi duyu organlarıyla dışarı ile irtibatlıdır. Melek, cin, ruh ve Allah’la irtibatı da yine düşünürken onlardan aldığı uyarılarla yapabilmektedir. Herkesin beyninde bir parola vardır. İnsanın ruhu o parola ile uyanıkken veya rüya görürken devreye girmektedir. Ben sizin beyninize giremiyorum, çünkü beyninizin parolasını bilmiyorum. Bununla beraber başka şifre bilen varlıklar vardır. Benim beynime onlar da girmektedirler. Allah istediği zaman beyne girip insana iyiliği ve kötülüğü ilham etmektedir. Bunun dışında şeytan ve görevli melekler de bu işi yapabilmektedirler. İnsanlar arası anlaşmalarda konuşma işaretle anlaşma aracı olarak kullanılmaktadır. Ancak aynı yerde bulunan insanların beyinleri devamlı yayın yapmaktadır. Beyinler bilinçaltı etki etmektedirler.

Beyin bilgisayarı devamlı çalışmakta ve işlemler yapmaktadır. Bu işlemlerden birçoğunu insan ruhu takip etmemekte, bilinç dışı oluşmaktadır. Mesela insan kalbi böyle bir programla çalışmaktadır ama insanın bundan haberi yoktur. Oysa şimdi yazı yazarken tuşlara basıyorum ve bundan ben yani ruhum haberdar olmaktadır. Bunlara bilinç üstü, birincilere bilinçaltı faaliyetler demekteyiz. Demek ki biz beraber iken konuşmasak, bakışmasak bile beyinlerimiz yayın yapmakta ve bilinçaltında haberleşme ve etkileşme devam etmektedir.

İşte böyle bilinçaltında oluşan birlik biri tarafından ifade edilir, diğerleri de ona katılırlar. Bu topluluğun kararı veya isteği olmuş olur. Genellikle toplulukta aklına geleni söyler. Başkan onayladıkça da o topluluğun kabul ettiği bir öneri olmuş olur.

İşte fikir hürriyeti demek akla geleni söyleyebilmek, fiiliyata geçilmediği müddetçe suçlu olmamaktır. Mesela aklınızla Allah’ın yokluğunu düşünebilirsiniz. Namazı bırakmadıkça siz imandan çıkmış olmazsınız. Bir adamın öldürülmesini isteyebilirsiniz ama adamı öldürmedikçe ceza verilmez.

Bu âyette üzerinde duracağımız iki husus vardır. Biri insanların Rableri ile olan diyalogudur. İkincisi ise topluluğun Rableri ile olan diyalogudur. Topluluk kararlarıdır. Topluluk oluşur ve topluluk kararlar alır.

Demek ki bir toplulukta herkes ayrı ayrı düşünür. Bilinçaltı etkileşimlerle veya doğrudan görüşmelerle fikirler birbirine yaklaşmaya başlar. Kişi görüşünü açıklar. Başkan da kendi ifadesi ile açıklamak suretiyle ifade ederse o topluluğun ifadesi ve kararı olur. Allah’a insanlar bu şekliyle müracaat etmektedir. Topluluğun istekleri böyle ifade edilmiş olur. Başkanın ifadesi tartışılamaz. Ancak hakemlere gidilerek iptal ettirilmiş olur.

إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ

(EiÜ TaSTaĞIyÇUvNa RabBaKuM)

“Hani Rabbinizden istiğase etmiştiniz.”

Ğays” yağmur suyu ile yetişen bitki demektir.

İstiğase etmek” karşılıksız nimet talep etmektir. İnsanlar bize mahsul ver diye, yağmur gönder diye dua ederler. Dua aynı zamanda sebeplerini işlemek olmaktadır.

Su buharı havanın içine karıştıkça hava rutubetlenir. Ne var ki damlalar oluşamaz. Damlaların oluşması için havanın içinde bazı iyon parçacıklarının karışması gerekir. İyon parçacıklarının çevresinde su damlacıkları oluşur. Sis olur. Damlacıklar büyür yağmur olur. Sis damlacıklarını sayarak iyonları sayma imkânını buluruz. Milikan buna dayanarak bir balonda bulunan molekül sayısını hesaplamıştır.

Şimşekler, yıldırımlar yağmurun yağmasını başlattığı gibi ovada yürüyen hayvanların tüyleri de hava ile rüzgârda sürtünerek elektron parçacıkları koparırlar. Bunlar yağmur yağmasını başlatabilirler.

İnsanların da düz alanlara çıkıp dua etmeye koyulmaları böyle yağmurun başlamasına imkân verir. Elbiselerin ters giyilmesini Resul tavsiye etmiştir. Böylece dikiş yerleri sürtünme ile elektrik oluşmasına yardımcı olur.

Bunlar bir ormanın kibritle tutuşturulmasına benzer. Ateş yoksa orman yanmaz ama ateşlenince artık kendi kendine bütün orman kül olur. Havada mevcut suyu tetikleyen olmazsa yağmur olmaz. Ama bir çakmak veya kibrit mesafesindeki tetikleme yağmura dönüşebilir.

İnsanın ağzından çıkan seslerin hangi atomları nasıl tetiklediğini şimdilik bilmiyoruz. Belki de sadece dua zerreleri kibritleyebilir. Daha önce zikir bahsinde bu konuları anlatmıştık.

Bunların dışında görevli melekler yağmur yüklü bulutları istediği istikamete sevk eder ve orada yağmasına sebep olabilir. Batıda bir âlim bunu kelebek kanadı ile izah etmektedir. Şişirilmiş balon en zayıf noktasından delik açar. Sonra hepsini o tarafa boşaltır. Artık ikinci delik açılmaz. Küçük bir iğnenin dokunması ile delik istediğimiz yerden açılır ve balon o tarafa boşalmış olur.

Hâsılı, bu âyetler bize doğada bizim, meleklerin ve Allah’ın yönlendirdiği olayların olduğunu ifade etmektedir. Dua ettiğimiz zaman Allah duamızı kabul eder ve bizim istediğimiz olay gerçekleşir. Ne var ki balon şişirilmişse delik açarak o tarafa havayı akıtırsınız. Dua burada işe yarar. Balon şişirilmemişse, patlamak üzere değilse sizin duanız bir işe yaramaz. Bir odada elektrik tesisi varsa, cereyan da mevcutsa, anahtarı çevirirseniz odanız aydınlanır. Elektrik tesisi yoksa yahut şebekeden elektrik gelmiyorsa o zaman anahtarı çevirmeniz odayı aydınlatmaz.

Savaş insanların reflekslerle hareket ettiği durumdur. Birisiyle kavga ederken hareketlerinizi reflekslerle yaparsınız. O anda zihninize gelen davranışları uygularsınız. Beyninizde mevcut programla bilinçaltı programla hareket edersiniz. Yahut sizin beyninizde melek veya şeytanın, Allah’ın ilham ettiği ile hareket edersiniz.

İşte, dua bütün bu davranışlarda galip getirecek imkânları size sağlamaktadır. Askerlikteki talim insandaki bu kavga reflekslerini geliştirmek için yapılır. Savaşta birlikte hareket esastır. Birden vurursanız karşı tarafı çökertmiş olursunuz. İşte namaz insanda bu melekeyi geliştirmektedir. Zaten Batılılar askeri talimi namazı taklit ederek geliştirmişlerdir.

Savaşta zaferin iki kuralı vardır. Biri birlikte hareket etme, zamanında hareket etmedir, emir komuta zincirine uymadır. Diğeri de hareketliliktir. Tepeyi işgale yönelen iki ordudan hangisi önce varırsa o tepe artık onundur. Onlar yerleştikten sonra da artık oradan çıkaramazsınız. Bunu da Hac farizası sağlamaktadır.

Bedir Savaşı’ndan önce mü’minler bir araya gelmiş ve Rablerine dua etmişler, O’ndan destek istemişlerdir.

Askerlikte ikmal ve muharip birlikler vardır. Muharip birliklerin ikmal talepleri istigasedir. İkmal birliklerinden aldıklarına karşılık onlara bir şey borçlanmayacaklardır. Sulamadan yağmur suyu ile elde edecekler.

Bedir Savaşı’na hazırlanan mü’minler ikmal edilmelerini istemiştir.

Mustafa Kemal başkomutan olunca valilere gönderdiği talimatta herkesten birer çarık, ikişer çorap, pantolon, yiyecek gibi şeyler talep etmiş, orduyu bunlarla teçhiz ederek savaşa girmiş ve kazanmıştır.

Bedir’e hazırlananlar da böyle ikmal talebinde bulunmuşlardır. Hazreti Muhammed’in talimatı ile bu ikmal hazırlanmıştır. Ne var ki imkânları olmadığı için ikmallerini tam yapamamışlardır. Medine’de Müslüman olanlar çok azdı. Muhacirlerin hiçbir şeyleri yoktu. Medineliler de Muhacirleri iskân etmişlerdi, en sıkıntılı günleri yaşıyorlardı. Ayrıca Kureyş tüccarları da gelip alışveriş yapmadıkları için en zor durumda idiler.

فَاسْتَجَابَ لَكُمْ

(Fa iSTaCaBa LaKuM)

“Size isticabe etmiştir.”

“Cevbe” içi su dolu çukur, kova demektir. “Sual”in boşluğunu dolduran cümleye “cevab” denir. “Cevbe” ormanlık içinde yol veren açıklıktır. “Geçiş yeri” denir. “Soruya cevap vermek” insan zihnindeki soruların önünü açmak demektir. Karışıklıktan kurtarmaktır. “Cevbetmek” kanal veya tünelleri açmaktır.

Bir kimse bir şey sorar, ona cevap verirsiniz, bu isticabe ile ifade edilir.

Bir kimse bir şey ister, siz onun isteğini yerine getirirsiniz, bu icabedir.

Bir şeyi sorarken bir boşluğu nasıl dolduracağının bilgisini istemektedir. Sen de böyle böyle yap diyorsun. Sen yapmıyorsun, onun yapmasını istiyorsun, onun için isticabe binası ile söylenmektedir.

Bin melaike ile icabet etmemiştir, bin melaike ile imdad edeceğini isticabe etmiştir yani haber vermiştir.

أَنِّي مُمِدُّكُمْ

(EanNIy MuMidDuKuM)

“Ben size imdad edeceğim.”

“Medde” yatay uzatılmış kiriş demektir. “Takviye” güçlendirme anlamında if’al bâbından gelmektedir. Demek ki Allah’ın imdadı vardır. Hızır’ın yetişmesi budur.

Hızır bedeni ile gelmemektedir. Melek gelmekte ve ona o şekilde görünmektedir. Yanındaki insanlar onu görmemektedir.

Hazreti Peygambere vahiy geldiği zaman çevresindekiler Cebrail’i görmemişlerdir.

Bununla beraber topluca da zihinde görülme mümkündür. Beyindeki elektromanyetik dalgalar birbirine etkileyerek aynı şeyi görmüş olabilirler. Nasıl doğa kanunları vardır, o kanunlarda herhangi bir değişiklik mümkün değilse, onun gibi insanın o doğa kanunlarını idraki vardır. Beyinde daima yanılmalar olabilir. Rüyalar hayaller olmuş olabilir. Bu yanılmalar ortak olabilir. Nitekim psikolojide böyle sistematik yanılmalar tesbit edilmiştir.

Bu iki şeklin uzunluğu bir olduğu halde ikincisi daha uzun görünür. Doğada ne kadar değişmez kanunlar varsa, insanlarda o kadar değişir durum vardır. İnsan iradesi böyle oluşmaktadır.

Bedir Savaşı insanlık tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. İnsanlık o gün buluğ yaşına ulaşmıştır. Ondan sonra vahiysiz, peygambersiz devletin temeli atılmıştır. Bugünkü Batı’da ortaya çıkan demokratik ve lâik düzen işte o gün zafer kazanmıştır. Bedir’de Müslümanlar yenilseydi daha önce olduğu gibi şimdi hâlâ baliğ olmamış ve kendi kendimizi yönetecek durumda olmazdık.

بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ

(Bi EaLFin MiNa eLMaLAEiKaTi)

“Meleklerden elf ile”

Bedir Savaşı’nda Müslümanların sayısı 300 civarında idi. Mekkelilerin sayısı 1000 kadardı. Bire üç onlar daha kalabalık idiler. Ayrıca Mekkeliler ikmal bakımından çok ileride idiler. Kafile bütün serveti ile Mekke’ye dönmüş ve büyük servet edinmişlerdi. Medine’ye göç edenlerin evleri de onlara kalmıştı. Allah da düşman sayısı kadar melek göndermiş ve onlarla desteklemiştir.

Melekler hakkında kısa hatırlatmada bulunmak uygun olur.

Allah her şeyi çift yaratmıştır. Pozitif elektrik var, negatif elektrik vardır. Pozitifler ve negatifler birbirini iterler. Pozitifler negatifleri çekerler. Buna karşılık pozitif madde vardır, negatif maddeler vardır. Aynı cinsten olanlar birbirini çekerler. Ayrı cinsten olanlar birbirini iterler. Bundan 13,7 milyar yıl önce bunlar karışık şekilde kristalleşmiş ve hareketsiz durumda idiler. 13,7 milyar yıl önce patlama oldu. Negatif maddeler ile pozitif maddeleri birbirinden ayırdı. Biz şimdi onların yalnız pozitif maddeleri içinde bulunuyoruz. Bu maddeler birbirini çekmektedirler. Elektrik kısımları ise hem negatif hem de pozitif kısımları ile bizim kâinatı oluşturmaktadır. İkiye ayrılan kâinatın yarısı maddî âlemi oluşturdu. Diğer yarısı da mânâ âlemini oluşturdu. İnsanlar ve cinler bizim yarımızda kaldılar. Melekler ve ruhlar öbür âlemde kaldılar. Biz uzayın üç boyutlu reel kısmında yer aldık. Onlar sanal kısmında yer aldılar. Başka bir ifade ile bir bezin nasıl içi ve dışı varsa, uzayın da içi ve dışı vardır. İki ayrı yüzünde yaşayanlar ayrı mekânlardadırlar. Onun gibi melek ve ruhlar ile insan ve cinler kâinatın iki yüzünde yaşıyorlar.

İçerde yaşayanlar dışarı çıkıp içeri girebiliyorlar. Melekler böyledir. Biz ise içeri giremiyoruz. Cinler bizim tarafta yaşıyorlar ama onlar sıcakta yaşıyorlar, biz ise soğukta yaşıyoruz. Cinler de bizim uzayımıza gelebiliyorlar ama biz Güneş’e gidemiyoruz.

Bu söylediklerimizi kanıtlayan deliller vardır. Mesela anti madde keşfedilmiştir. Işık hızından daha büyük hızlar keşfedilmiştir. Güneş’teki kimyasal dönüşümler keşfedilmiştir.

İşte, melekler bizim uzayımıza gelip beyne ruhun tesir ettiği gibi tesir edebilmektedirler. Yahut kelebeğin beynine hitap edip şu tarafa uç diyebiliyorlar, o da yağmurların oraya gitmesini sağlıyor.

مُرْدِفِينَ

(MuRDiFIyna)

“Mürdifler”

Ridaf” bineğin arkasına binilen yer, terki demektir. Artçı anlamına da gelir.

Savaşta bir öncü kuvvet vardır. Düşmanı ortaya çıkarıp nesi var nesi yok öğrenilmek istenir. Çoğu zaman az olan bu öncü kuvvete düşman cevap vermez, ses çıkarmaz, kimse yokmuş havası verirler. Esas savaş bundan sonra başlar. Ne var ki savaş zor durumdur. Arkada yedek kuvvet bulundurulur. Düşman tam yendim dediği zaman artçı güçler gelir ve düşmanın işini bitirirler.

Burada artçılar erkek çoğullu kuralla ifade edilmiştir. Demek ki her askeri birliğin tüzel kişiliği vardır. Nitekim askerlikte taktik birlikleri vardır, ikmal birlikleri vardır. İkmal birliklerinin tüzel kişiliği vardır, taktik birliklerinin yoktur.

Sivillerde kişinin, ocağın, bucağın, ilin, ülkenin ve insanlığın kişilikleri vardır. Ailenin, semtin, ilçenin, bölgenin ve kıtaların tüzel kişilikleri yoktur. Ekonomik ortaklıklardır.

Askerlikte de benzer kuruluşlar vardır ancak sayıları yüzer değil de onar olarak büyür. Manganın, bölüğün, alayın, tümenin ve ordunun kişiliği vardır. İkmal birlikleridir. Manga, takım, tabur, tugay ve kolorduların tüzel kişilikleri yoktur. Bunlar taktik birliklerdir.

Askeri birliklerin kendi aralarında kişiliklerini oluşturduğunu bu âyet bize bildirmektedir. Erkek çoğullu kural gelmiştir.

Ülkemizde sınır orduları olacaktır. Samsun, Tekirdağ, Bursa, İzmir, Adana,  Diyarbakır, Van ve Erzurum’daki ordular cephe orduları olacaktır. Konya, Eskişehir, Kayseri ve Ankara orduları ise artçı ordular olacaktır. Mürdiflerden olacaktır. Arkadan imdat edeceklerdir.

Yeryüzü imana dayanır yani güvene dayanır. Aşirette yani ocakta bekçilik, bucakta koruma, illerde iç güvenlik, devletlerde savunma güçleri oluşturulur. Böylece yeryüzünün güvenliği sağlanır. Ocaklarda sadece gözetleme vardır. Bucaklarda hukuk düzeni vardır. Koruma insanlara karşı değil hayvanlara ve afetlere karşıdır. İç güvenlik illerde sağlanır. İç güvenlikte cephe savaşı yoktur, suçlu ile savaş vardır. Kişinin suçlu olduğu da hakemler kararı ile belirlenir. Suçlu olmayanlar çok aykırı olsalar da onlara dokunulamaz. Savunmada ise cephe savaşı vardır. “Ya bizdensiniz ya karşıdan” derseniz karşınızda olanları yok etmeye çalışırsınız. Bu ancak uluslararası çatışmada geçerlidir. Yalnız onlar için meşrudur.

Bedir Savaşı ulusal devletin kuruluş tarihidir. İslâm düzeninin ortaya konduğu tarihtir. Bizim ulusal devletimiz İnönü Savaşları ile kuruldu. Bundan sonra olanlar devlet kurmanın savaşı değildir. Devletimiz vardır. Bundan sonra Adil Düzen işletmelerini kurmalıyız. Yani bizim çalışmamız siyasi değil ilmî ve amelî olmalıdır.

وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ

(Va MAv CaGaLaHuv elLAHu EilLAv BuŞRAy Va Lı TaOMaEinNa QuLUBuKuM) 

“Bunu büşra olsun ve kalpleriniz tatmin olsun diye olması hali dışında kılmadı.”

Doğa kanunları vardır. Onlar değişmezler. Biz o kanunlara uyar hareket ederiz. Melekler ve cinler eğer bizim bilmediğimiz bir yönüyle müdahale ederlerse o zaman biz ne yapacağımızı şaşırır, doğa olaylarını bilmekte zorluk çekerdik, bizim dünyamız bozulurdu. Dolayısıyla Allah ne meleklere ne de cinlere doğada herhangi bir iş yapma görevi vermemiştir. Doğa kanunlarından sapma olursa onları düzeltme yetkileri vardır. Bugün gerek uzayda gerekse hücrelerde son derece kurallar içinde hareket vardır. Bu doğa kanunları ile olabilir. Yahut görevli melekler doğa kanunlarından sapma olunca onu eski yerine koyabilirler. Bu hususta tam bilgiye sahip değilim.

Kur’an’da melek ve cin kelimeleriyle ilgili âyetler ele alınıp tetkik edilmeli ve ondan sonra hükme varılmalıdır.

İnsan beyninde ise onların da etkileri olduğu açıktır. O halde doğaya doğrudan müdahale edemezler, doğa kanunlarını değiştiremezler. Silah kullanıp adamları öldüremezler. Ama insan beynine girip onlara cesaret verirler, korku salarlar, refleks hareketlerinde yardımcı olurlar.

Burada çok açık olarak bu husus ifade edilmiştir.

Peygamberlerin mucizesi de böyledir. Sadece peygamberliklerini ispat etmek için ve o anda mucizelerini gösterirler. Ondan sonra onu tekrarlayamazlar. Hazreti İbrahim ateşte yanmamıştır ama ateş onu yakmıyordu anlamında bir şey yoktur. Bu sebepledir ki sihir yoktur. Kandırmacadır. Eğer sihir olsaydı o zaman doğa kanunlarında değişmeler olacaktır. Göz boyamacılık vardır. Ruhuna etki ederek sana öyle gösterilmektedir.

Kur’an, Allah’ın sünnetinde tebdil ve tağyir bulamazsın demektedir.

Ondan sonra sihirbazların veya şamanların onu değiştireceğini söyleyecek.

İşte Kur’an böyle çelişkilere düşmez.

وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ

(Va MAv CaGaLaHuv elLAHu)

“Allah onu ca’letmedi.”

Buradaki zamir nereye racidir?

Bin’e gitmektedir.

Müfret zamir çok olan elfe/bine nasıl gidebilmektedir?

Arapçadaki sayılar topluluklara dayanılarak üretilmiştir. Yani ehad kimse demektir. “Mâ Raeytu Ehaden” dediğinizde kimseyi görmedim demiş olursunuz. “Ma Sakata Ehadun” derseniz, kimsenin düşmediğini söylerisiniz, hiçbir şeyin düşmediğini söylersiniz. Bundan dolayıdır ki sayıları söylediğinizde o kadar kişi anlamına gelir.

Ona kadar sayılar çok kimseyi ifade eder ama topluluğu ifade etmez. Aşere ise işretten gelir. Birlikte yaşayan topluluk demektir “İşrûn” “Aşere”nin çoğuludur. Ama iki aşiretlik tek topluluk anlamına gelir. “Selasûn” üç topluluk demektir. Böylece “Tis’ûna” kadar varır. “Miet” ise topluluk demek değildir, yuva demektir. Yani topluluk oluşturmayan çokluğu ifade eder. Sonundaki “T” çokluğu ifade eder. “Elf” ise birlik demektir. Bin rical, bin aile, bir kabiledir. Tüzel kişiliği vardır. Yüz binler de bir ordudur.

Allah mü’minlere bin melekle imdad edeceğini bildirmiştir. Resul vasıtasıyla bildirmiştir. Bu mucizedir. Hazreti Musa aleyhisselâmın nasıl sopası mucizeyse, Son Peygamber’in mucizesi de bin melekle imdad edeceğini bildirmesidir. Ondan sonra da Bedir’de zafer elde edilmiştir.

Her bakımdan zayıf olan İslâm ordusu nasıl zafer kazanmıştır?

İnanıyorsanız galip gelirsiniz, bu sünnetullahtır ama bu sünneti o günkü Araplara anlatmak ve göstermek mucizedir.

Biz bunları Kur’an’dan öğreniyoruz. Bizim için bunların Kur’an’da anlatılması mucizedir.

Bizim mucizemiz de Çanakkale, İnönü, Sakarya, Dumlupınar savaşlarıdır. Tüm dünya birleşmiş ve imparatorluğumuzu tamamen yıkmak istemiştir ama zafer kazanamamışlar. Allah akıllarını almış ve cumhuriyetimizin kurulmasına izin vermişler. Lozan gibi tarihi anlaşma yapılmış. Türkiye ateist olacaktı. Ne oldu? Sonunda Türkiye nüfusu 80 milyona yaklaşmış, inanmış bir devlet oldu. Osmanlının yıkılması, Cumhuriyetin kurulması, “Adil Düzen”in ortaya çıkması hep Kur’an’ın müjdesidir ve gerçekleşecektir.

إِلَّا بُشْرَى

(EilLAv BuŞRAy)

“Büşra olsun diye yaptı.”

“Büşre” derinin tüysüz dış yüzü demektir. İnsan tüysüz olduğu için “beşer” denmiştir.

 بُشْرَى : Bir müjdeci vasıtasıyla alınan müjde.

بُشْرًا : Bir müjdeci olmadan, belli olaylar vasıtasıyla anlaşılan müjde, durumdan anlaşılan müjde.

“Bin melekle imdad edeceğim” haberini mü’minleri sevindirmek, onların inançlarını yüceltmek için vermiştir. Hazreti Muhammed Allah’tan aldığı bu haberi mü’minlere iletmiştir. Melekler de insanlar gibidir. Sınırlı güçleri vardır. Onlar da bizim gibi beslenmektedirler. Ölümleri yoktur. Âhiretteki bizim duruma bu dünyada ulaşmışlardır.

Bedir Savaşı’na gitmeden önce Bedir Savaşı’nı kazanmış olduklarına inanmışlardır. Hazreti Peygamber’in hayatı böyle kritik günlerle doludur. Takdir mü’minlerin zafer kazanması olduğu için tüm olaylar ona göre cereyan etmiştir.

Bu takdir Hazreti Nuh ile başlıyor. Bugünkü uygarlığa gelinmiştir. Bundan sonra da Allah’ın nuru yayınlanacaktır, nuru tamamlanacaktır, “Adil Düzen” gelecektir.

وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ

(Va Lı TaOMaEinNa QuLuBuKuM) 

“Ve kalplerinizin onunla tatmini için”

Ve kalplerin tatmini için binlerle imdad etmiştir. Bin kılmıştır. Yani melekler bin olmasaydı da yine zafer olacaktı ama sayıya şartlanmış insanları sayı ile takviye etmiştir.

Hazreti Muhammed hayatında hiç yalan söylememiştir. Ağzından çıkan her söz doğru olmuştur. Şimdi de Allah’ın bin melekle imdad edeceğini söylemektedir. Mü’minler artık bundan şüphe etmiyorlar. Mademki Muhammed bunu söyledi, o halde doğrudur demişlerdir.

İşte o söz yeterli olmuştur.

Bugün biz kalplerimizi nasıl tatmin edeceğiz?

Biz de Kur’an’a inanacağız. Eğer Kur’an bir şey söylüyorsa onda yalan olmaz, yanlış olamaz. Kur’an’ın ne söylediğine gelince de, biz okuduğumuz zaman ne anlıyorsak Kur’an onu bize söylemektedir. Çünkü Kur’an’ın manâsını Allah bize ilham etmektedir, bize bildirmektedir. Eğer biz samimi isek, gerçekten Allah’ın ne demek istediğini anlamak istiyorsak, yanlış anlamamız mümkün değildir. Mutlaka doğru anlamış olacağız. Yanlış anlarsak bile Allah onu sonra düzeltecektir. Başarısızlığa uğrayacağız, nerede hata ettiğimizi arayacağız ve hatamızı bulup düzelteceğiz, böylece muvaffak olacağız.

O halde onlar Hazreti Muhammed’e inandılar.

Dikkat edecek olursak, Kur’an âyetiyle bin melekle imdad edeceğini bildirmemektedir, bildirdiğini sonradan hikâye etmektedir. Eğer Kur’an’da bildirilseydi bize bildirmiş olurdu. Yani bize de bin melekle imdad edeceğini söylemiş olurdu. Oysa sadece onlara o zaman için bin melek ile imdad edeceğini bildirdiği için sözlü vahiy ile bildirmiştir.

Bu âyet sözlü vahyin olduğuna açık delildir. Kıssa olarak anlatma dışında Kur’an’da yalnız onları ilgilendiren hükümler Kur’an’da yoktur. Onları sünnetle düzenlemiştir. Kur’an’ın yorumu dışındaki sünnet bizi bağlamaz. Kendi dönemlerine aittir.

Ehli Sünnet bunu açıkça ifade etmiştir. Sahabelerin kavlî ve fiilî icmaları bizi âyet gibi bağlar. Sükutî icmaları delildir ama bizi bağlamaz. Zamanın değişmesiyle ahkâm tagayyür eder ancak Kur’an’ın ahkâmı tagayyür etmez. Kur’an tagayyür etmeyen hükümleri içerir.

Kur’an’ı yorumlayıp uyguladığımızda başarısızlığa uğrarsak bu da bizi sevindirmelidir. Bu da büşra olmalıdır. Allah bizi dalalette bırakmamış ve bize hidayet etmiştir, yanlışımızı göstermiştir. Buna dayanarak yanlışımızı araştırıp düzelteceğiz ve başarıya ulaşacağız demektir.

وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ (10)

(Va Mav elNaÖRu EilLAv MiN GiNDi elLAHı EinNa elLAvHa GaZIyZun XaKIyMun)

“Ve nasr yalnız Allah indindedir. Allah azizdir hakimdir.”

Tarih takdiri ilâhi içinde akıp gitmektedir, kader değişmemektedir.

Kader nedir?

İnsanlığın uygarlaşarak varlığını devam ettirmesidir. Bu akış içinde insanların imtihan olmalarına izin verilmesidir. Şeytan takımı ile Allah’ın takımı sürekli olarak çatışma hâlindedir. Bu çatışmada insanlar istedikleri tarafta yer almakta ve istedikleri kadar derece almaktadırlar. İnsanların takım değiştirmelerinde her zaman insan özgürdür. Ama bu çatışmayı sona erdirecek, takımlardan birini devre dışında bırakacak bir olay oluşmaz. Kaderi değiştiremezler. İsrail oğullarının tek sermaye devleti hayali bunun için gerçekleşmez.

Allah bin melekle müjdelemiştir. Mü’minlerin kalplerini tatmin etmiştir. Savaş esnasında da melekler gelmiş ve zafer kazanılmıştır. Bunların hepsi Allah’ın nusreti değil midir? Kur’an onları nusret kabul etmiyor. Nusretten başka bir şey kastedilmiştir.

Acaba bu nusret nedir?

Şimdi bu nusreti biraz daha açıklamaya çalışalım.

AK Parti iktidar olduğu zaman bir yazı yazmıştım, AK Parti’nin iki yıllık ömrü vardır demiştim. Bunu neye dayanarak dedim? Önce, sermaye bir devlette anayasa ekseriyetine ait bir partinin iktidar olmasını istemez. Çünkü ona söz geçiremez ve iktidardan indiremez. Onun için o partiyi iki sene sonra iktidardan indirmeye çalışır. Ayrıca, sermaye İslâmî bir partinin iktidarda olmasını istemez. Onu iktidardan indirmek için hazırlığa başlar. Buna dayanarak demiştim ki; altı ay serbest bırakır, altı ay sonra onların yaptıklarının ve durumlarının verilerini toplar, altı ay sonra o partiyi indirmek veya parçalanması için CIA ile anlaşır, CIA muvaffak olursa bedelini öder demiştim. İki sene geçtiği halde AK Parti inmedi, benim yazdıklarım havaya gitti.

Ne oldu da dediklerim olmadı?

O anlatmada iki hatam vardı.

a) Biri, AK Parti gerekli tedbirleri almazsa diyecektim.

b) Diğeri, Allah’ın beklenmedik bir yardımı gelmezse diyecektim.

Yazdıklarım eksikti ama hatalı değildi. Nitekim bir sene içinde meclisteki başörtü krizi ile deneme yapmış ordu, CHP CIA tarafı olmuş ve Meclis’e gelmemişlerdi.

Ne olduysa oldu, AK Parti kapatılmaktan veya parçalanmaktan kurtuldu.

Bunun iki sebebi vardır.

1) AK Parti’yi Türk Ordusu iktidar etmişti. Ordu AK Partiye sahip çıktı ve sermayeyi yendi. Sermaye oyunu kaybetti. Eskisi gibi bilhassa orduyu kullanamadı.

2) İkincisi ise dünyada siyaset değişti. Sermaye süper güçlere olan hâkimiyetini kaybetti, siyasi gücünü yitirdi. Sermaye eski siyasetini değiştirmek zorunda kaldı. Müslümanları ayaklandırarak dünyayı tehdit etme siyasetini geliştirdi. Türkiye’deki İslâmi parti ile şimdilik iyi geçinme ihtiyacını duydu. Ergenekon davaları ile ve başka işlerle uğraşıyor.

İşte, ordunun AK Parti’yi desteklemesi, meleklerle desteklemesi şeklindedir. Ama dünya siyasetinden dolayı AK Parti’nin iktidarda kalması ise Allah’ın doğrudan nusretidir, takdiri ilâhinin oluşmasıdır.

Evet, Bedir’de meleklerle Medineliler galip gelmişlerdir. Ama asıl galibiyet takdiri ilâhi sebebiyle Mekkelilerde ve dünyada oluşacak büyük değişmedir.

وَمَا النَّصْرُ

(Va Mav elNaÖRu) 

“Ve nasr değil”

Nasr” bereketli, yağmurla, sulanmış toprak demektir. Lazım olarak fiil, bir yerin yağmurla sulanarak yeşermesidir. Sonra müteaddi olarak bir yeri sulayarak yeşertmek anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Yeşermiş bir yer susuz kaldığında kurumaya başlar. Su ile desteklemek onu yeşil tutmak demektir. Bir kimseye bir şeyden korunması için destek vermek “nusret” kelimesi ile anlatılır.

“Avn” bir işte yardımdır, “nasr” ise korunmada yardımdır.

Buradaki yardım düşmana karşı yardımdır, marife olarak gelmiştir. Ahd için olabilir. Bedir’deki nusret anlamında olur. Yahut cins için olabilir. Yani yardımı yalnız Allah yapabilir anlamı çıkar. Başka âyetlerde insanların yardımından da bahsetmektedir. O halde cins için gelmemelidir.  Bedir’deki yardım Allah’ın indinden olmuştur anlamını vermemiz daha uygundur.

Demek ki Bedir’deki galibiyet dışarıdaki olaylarla gerçekleşmiştir. Bundan sonra gelen “İz”li cümlelerde yağmur ve sisten bahsetmektedir. Sonra da meleklerin nusretinden söz etmektedir. Buradaki nusret doğa şartlarının sağladığı nusret olarak ifade edilebilir.

إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ

(EilLAy Min GınDi elLAHi)

“Sadece Allah’ın indindendir.”

“Allah’tandır” denmemiş de “Allah’ın indindendir” denmiştir.

 Böylece bütün nusret ve meleklerin gelmesi de ilâhi nusret sebebiyledir.

İyiliğin galip gelmesini takdir ettiği için Bedir’de mü’minler galip gelmişlerdir.

Tarihte böyle akış değiştiren savaşlar olmuştur. 751’de Talas’ta Çinliler ile Müslümanlar savaşmışlardır. Bu savaş ölüm kalım savaşıdır. Eğer Çinliler galip gelseydi ondan sonra ilerleyecek ve şimdi dünya Budist olacaktı. Müsbet ilim düşüncesi yerine mistisizm hâkim olacaktı. O tarihte Türkler Çinlilerin ordusunda yer almışlardı. Türkler cephe değiştirdiler, böylece zafer Müslümanların oldu. Benzer tarihi akışı değiştirme savaşı Malazgirt Savaşı’dır. Benzer şekilde Müslümanlar galip gelmişlerdir. Mağlup olsaydık o günkü İslâm uygarlığı doğmazdı. Orada da Müslüman olmayan Türkler cephe değiştirmişlerdir.

İşte bu beklenmedik müjde içinde yer almayan sebepler nusret içinde yer alır.

إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ (10)

(EinNa elLAvHa GaZIyZun XaKIyMun)

“Allah azizdir hakimdir.”

Allah azizdir” demek, sözünü geçirir, dediğini yaptırır, hükmedendir, emirlerine uymayanları da dizginler demektir. Yani tav’an veya kerhen herkesi kendisine itaat ettirir demektir. Bizim burada alacağımız ders şudur. Mevcut zahir sebeplere bakarak şöyle olacaktır diye karar verme yerine İlâhi kader nedir onu ortaya koymadır.

Marks’a göre devlet kapitalizminden sonra komünizm gelecekti. Biz ise 1969’lardaki siyasi konuşmamızda Sovyetlerin liberalleşeceğini, ABD’nin sosyalistleşeceğini söylemiş ve yazmıştık. Sosyalizmin yıkılması ile Marks’ın dediği değil Kur’an’ın bize bildirdiği olmuştur. ABD de sosyalizme kaymıştır. Doların tekelleşmesi, kamu payının % 50’den fazla olması onu gerçekte sosyalist yapmıştır. Başkan Obama’nın batan firmaları kurtarması ile sosyalistleşmesi kesinleşmiştir. Başkan Bush da demokrasiyi katletmişti.

Buna dayanarak diyoruz ki;

Gelecekte:

a) İçtihada dayalı şeriat,

b) Hakemlere dayanan İslâm,

c) Karşılıklı paraya dayanan adalet,

d) Yeryüzünün kira payına dayanan hak düzen gelecektir.

Allah’ın aziz ve hakim sıfatları ile bunlar olacaktır.

Burada “Allah” kelimesinin tekrar edilmesi, Bedir’deki nusreti sağlayan Allah mü’minlerin yanında yer alan Allah’tır. Buradaki “Allah” ise hayrın ve şerrin kendisinden olduğu Allah’tır. Allah’ın değişik sıfatları ile tecellisi olduğu için izhar edilmiştir.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2099 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1620 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1337 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1891 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2112 Okunma
6-11.AYET
1624 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2232 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1850 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1643 Okunma
10-19.AYET
1384 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1459 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1589 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2439 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1481 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1646 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1360 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1302 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1588 Okunma
19-41.AYET
2209 Okunma
20-42.AYET
1725 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2791 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2155 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1592 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1434 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2125 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1468 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1390 Okunma
28-60.AYET
1658 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1679 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3614 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2026 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1719 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1561 Okunma
34-72.AYET
1989 Okunma
35-73.AYET
1468 Okunma
36-74.AYET
1466 Okunma
37-75.AYET
1542 Okunma