KIYAMET SURESİ TEFSİRİ(75.SURE)
Süleyman Karagülle
2158 Okunma
31 VE 35.AYETLER

Kıyamet Sûresi-8

بسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى (31) وَلَكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى (32) ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى (33)

أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (34) ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (35)

***

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى (31)

(Fa LAv ÖadDaQa Va LAv ÖalLAy)

“Ne tasdik etti ne de salât etti.”

Bu sûre iki konuyu anlatmaktadır.

Biri, ölümden sonra cennet ve cehenneme gitmeden önceki dönemi anlatmaktadır.

Diğeri ise bir daha dirilme konusunu ele almaktadır.

Üçüncü konusu da insanın fıtratıdır; salih olsun fasık olsun insanı anlatmaktadır, insanın kötü fıtratını anlatmaktadır.

Sadece bir âyette iyi yüzlerin kötü yüzlerin olduğuna işaret etmekte, diğerlerinde hep insan denilen varlığı anlatmaktadır.

Kâinat zahir ve batın âlemden oluşur. Batın âlemin halkı melekler ve ruhlardır. Zahir âlemin sahibi ise insanlar ve cinlerdir. İnsanlar soğuk gezegenlerde yaşamaktadır. Cinler ise sıcak yerlerde, Güneş’te ve yıldızlarda yaşamaktadır. Onlar soğuk dünyaya gelip dolaşabildikleri halde biz oralara yani sıcak yerlere gidemiyoruz.

İnsan soğuk zahirî âlemin emanetçisidir. Göklerin gezegenlerinde de insanlar vardır. Yeryüzündeki Âdemoğulları insanlardan bir gruptur. Burada anlatılan sadece Âdemoğulları değildir, tüm kâinatta bulunan insanın fıtratını anlatmaktadır.

Işıkların tahlilinden biliyoruz ki bizde mevcut elementler tüm kâinatta yaygındır ve bunlardan başka elementler yoktur. Dolayısıyla bizde olanların orada olmaması için bir sebep yoktur. Güneş sisteminde yalnız bizim gezegenimizde hayat vardır. Çünkü yaşam şartları ancak bu yörüngede sağlanabilmektedir. Diğer gezegenlerin işi Ay’ın periyodik olarak hareket etmesi için enerji sağlamaktır. Ay da Yer’in dönmesi için gerekli enerjiyi sağlamaktadır.

Yeryüzünde Güneş denizleri ısıtmakta, buharlaşan su yağmur olmakta, yağmur yerin kayalarını parçalayarak kırmızı toprağı oluşturmaktadır. Canlılar bu kırmızı toprağı alarak siyah toprağa çevirmektedirler. Siyah toprak demek organik moleküllerin bulunduğu toprak demektir. Canlı siyah toprağı kullanırken yaşayabilmekte ve üreyebilmektedir. Ne var ki siyah toprağı da ancak canlılar oluşturmaktadırlar. Yumurta mı tavuktan, yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar hikâyesi daha ilk canlı ile başlar.

Canlılar çalışıp diğer canlıları kendilerine besin yaparak yaşarlar. Bitkiler de öyledir. Tohum olmadan bitki olmaz, bitki olmadan da tohum olmaz. Bu döngü bizi ilk döngüyü başlatana götürmektedir. Bunlar da meleklerdir. Siz ister melek deyin, ister başka bir ad verin, böyle bir varlığın varlığı inkâr edilemez. Dört ve beş boyutlu uzayların varlığı, meleklerin varlığı ve sebep sonuç ilişkileri, inanan herkesin zorunlu olarak kabul edeceği bir şeydir.

İşte bu canlılar arasında en ileri canlı olarak insan yaratılmıştır. İnsanın diğer canlılardan farkları vardır. Temel fark insanın günah işleyebilmesidir. Kendisine güç verilmiştir. İsterse tabii oluşmaya doğru adım atar ve “yapıcı” olur. İsterse aksi yönde adım atar ve “yıkıcı” olur. Canlılarda üretici hücreler ve onların oluşturduğu canlılar vardır. Bir de çürütücü, bozucu ve hastalık yapan canlılar vardır. Yapıcılarla yıkıcılar arasındaki mücadele hep yapıcıların zaferi ile sonuçlanmış, bugünkü canlılık âlemi bu sayede meydana gelmiştir. Bugün canlılar tüm yeryüzünü kaplamışlardır. İnsan ise en yüksek canlıdır. Yeryüzü ve canlılar insan için yaratılmışlardır.

Allah haliktir. Geçmiş kitaplarda; Allah yalnızdı, kendisiyle diyalog kuracağım varlığı yaratayım dedi ve insanı yarattı deniyor.

Evet, Allah kendisine muhatap olan varlıkları yarattı. Bunlardan batın âlemde ruhlar ve melekler vardır, zahir âlemde ise cinler ve insanlar vardır. İnsanlar gezegenlerde soğuk dünyada yaşarlar, cinler yıldızlarda sıcak yerlerde yaşarlar. Cinlerin Güneş’te yaşadıklarına dair işaretler yeryüzüne gelmektedir. Yeryüzündeki besin döngüsüne benzer döngünün Güneş’te de olduğunu oradan gelen ışığın analizinden bilmekteyiz. İşte, insan soğuk zahiri âlemin sorumlusu olarak yaratılmıştır, daha doğrusu bu âlem insan için yaratılmıştır.

Allah insanı muhatap almıştır. Başlangıçta doğrudan hitap etmemekte, perde arkasından konuşmaktadır. Bir gün gelecek insanlar Rableri ile yüz yüze geleceklerdir. Bu sûre işte buna işaret etmiştir. Yeryüzündeki insan Âdemoğludur. Kâinat ise insana emanet edilmiştir.

Bu sûrenin başında kıyamete kasem edilmiş ve insan ile olan ilişkisi anlatılmaya başlanmıştı. Bu dünyanın sonu gelip yeniden dirildiğimizde ilk olarak sorguya çekilecek ve muhakeme edileceğiz. Oradaki muhakeme sonunda cennet veya cehenneme gideceğiz.  Bu sûre bu geçiş âlemini bize anlatmıştır.

Burada “Fa” harfi getirerek o günün öyle olmasının sebebi anlatılmaktadır. “Fa” harfi ya zaman içinde tertibi ve peş peşe gelmeyi sonuçlandırır yahut “Fe”den önce gelen cümleyi tafsil eder, bazen sebebini anlatır. Sebep sonuçtan öncedir ama “Fe”den sonra gelen cümle önce gelenin sebebidir. Burada da bu yapılmıştır. Kıyamette ayağa kalkma anlatılmış, sonunda “Fa” harfi ile onun nedenlerini açıklamaya başlamıştır.

İnsan diğer canlılardan farklı olarak kendi kendini yetiştiren bir varlıktır.

Tanrı’ya muhatap olabilmek için Tanrı gibi yaratıcı olmak gerekir. İnsan Tanrı gibi yaratıcı değilse de Tanrı’nın yaptıklarına benzer işler yapabilmektedir.

İnsan eksik yaratılmış, zayıf özellikleri olan varlık olarak yaratılmıştır. Kendi çabası ile bu eksikliğini giderir ve yücelir. Bu sebeple kendi kendine olgunlaşma imkânına sahip olduğu için başlangıçta eksik ve kötü huylu olarak yaratılmıştır.

Bu sûre insanın bu özelliğini baştan itibaren anlatmaktadır. Sûrenin sadece bir yerinde “yüzler vardır... yüzler vardır…” diyerek iyi ve kötü insan olarak bahseder, onun dışında “el-insan” der. Kadın veya erkek, asi veya muttaki, ayırt etmeksizin yeryüzündeki insan ile uzaydaki insanı ayırt etmeksizin insanı anlatır. İnsanın eksik ve zayıf taraflarını ortaya koyar.

Sûrede iki varlık karşı karşıyadır; insan ve Rabbi. Dolayısıyla zamirler bunlardan birine gitmektedir.

İnsanın iki özelliğini anlatmaktadır.

Tasdik etmiyor. Tasdik etmek demek kişinin hakkını vermek demektir. Başkalarının yetkilerini onaylamak demektir. Annenin anneliğini, babanın babalığını kabul etmek demektir. Kardeşin kardeşliğini, komşunun komşuluğunu kabul etmek ve onu benimsemek demektir. Resulün resul olduğunu, Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ikrar etmek demektir.

İşte, insanoğlu bunu yapmamaktadır. Tam tersine başkalarının hukukunu gasp etmekte, kişilerin hukukuna ve görevlerine müdahale etmek istemektedir. Bu her insan için böyledir. İnsan eğer bu özelliğini yenerse, işte o zaman Allah’a muhatap olma hakkını kazanır, o zaman Rabbine nazır olan vecihlerden biri olur.

İnsanın ikinci eksiği de; insan kendisine verilen görevi yapmamıştır, salât etmemiştir yani kendi kendisini eğitmemiştir. Kendisine verilen Allah’a mülaki olma hazırlığından kaçınmıştır. Tabiatı böyledir, böyle yaratılmıştır. Ama eğer kendi çabasıyla ve iradesiyle bu engeli aşarsa, işte o zaman o da Allah’a doğru yol alır ve sonunda cennete ulaşır.

فَلَا صَدَّقَ

(Fa LAv ÖadDaQa)

“Tasdik etmedi.”

“Saduka” kocanın karısına verdiği teminattır.

Kadın kendisini kocaya teslim eder ve ondan çocuk yapmak için anlaşır. Ne var ki çocuk büyütmek kolay iş değildir. Anne çocuğu ile meşgul olurken onun işlerini yapacak bir yardımcıya, bir ortağa ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçları karşılamayı çocuğun babasından isteme doğal sözleşme gereğidir. Ne var ki erkek bırakıp gidebilir ve kadın kendi başına çocuğa bakmak zorunda kalabilir. İşte bunun için kadın baştan erkeğinden teminat akçesi alır. Bunun adı “saduka”dır. Erkeğin sadakat teminatıdır.

“Sadaka”nın başka manası da topluluklarda başkanın başkanlığını kabul etmek demektir. Başkan topluluğun ortak işlerini görür. Kendi geçimini de cemaatinin verdiği paylarla sağlar. “Vergi” dediğimiz bu verilen şey de sadakadır. Başkana bağlılığın bir alametidir.

“Tasdik etmek” demek bu kişinin hakkını kabul etmek demektir.

Sadakayı Türkçede sevap anlamında kullanırız. Oysa sadakanın sevap veya hata ile alakası yoktur. Sevapta cümlenin dışarıdaki olaylara uyup uymadığını gösterir. Oysa sadaka insanın kastını ifade eder.

“Tasadduk etmek” demek vergisini ödemek demektir. 

“Tasdik etmek” demek kişinin hakkını kabul etmek demektir; evet, bu senin hakkındır demektir.

İnsanın kâinatta bir görevi vardır. Bu görev ehliyete dayanır. Yani yapabileceği iş ona verilmiştir. Görev kadar yetkisi, yetki kadar sorumluluğu ve sorumluluk kadar da hakkı vardır. Ne var ki bütün bunlar kendisi için doğru olduğu gibi başkaları için de aynen vardır ve başkaları için de doğrudur. O halde başkalarının görev ve yetkilerine karışmamak, onların görev ve yetkilerini onaylamak tasdik etmektir.

Allah R. Tayyip Erdoğan’ı başbakan yapmıştır. Onun başbakanlığını kabul etmemek, tasdik etmemektir. Allah erkeklere birden fazla evlenme hakkını tanımış, hattâ görevli kılmıştır. Bunu kabul etmemek, tasdik etmemektir.

İnsanın fıtratı böyledir. Bir türlü Allah’ın verdiklerini yeterli görmez, O’na akıl vermeye kalkışır! Ona göre Allah bazı şeyleri ya becerememiş ya da bile bile yanlış yapmıştır. O’nu sorgulamaya başlar. İşte bu insan zavallı insandır. Allah kim; sen kim oluyorsun ki O’nun yaptıklarını eleştiriyorsun?! Ama Allah böyle yaratmış, işte o insan tasdik etmiyor.

Kadını kadın yaratmış, erkeği de erkek yaratmış; erkeğin kadınlığa, kadının erkekliğe soyunması, işte bu da tasdik etmemektir.

Yukarıda aile sözleşmesini anlattık. Erkek çocuk doğuramadığı ve süt veremediği için aileyi kadın kurar. Erkek ona ortak olur, nafakayı yüklenir. Kadın kendi görevini yakın aşireti ile yapabilir. Oysa erkek diğer erkeklerle birlikte çalışmak, hem ekonomi bakımından hem de savunma bakımından örgütlenmek zorundadır. İşte bu örgüt devlettir, kamudur. Erkek bunu yaparken emeğini harcar ve besin üretir. Kadın ise bu besini harcar ve insan üretir.

Sanki besin üretmek insan üretmekten daha iyi bir şeymiş gibi kadın kadınlığını bilip kendi işini yapacağı yerde, erkeğin işini yapmaya çalışmaktadır. Kadın erkeğin yaptığı işleri yapma hakkına sahiptir ama yapmak zorunda değildir. Erkek ise bu işleri yapmak zorundadır. İşte bu düzeni benimsemeyip kadın-erkek eşitliği gibi anlamsız şeylere yönelme tasdik etmemedir.

Allah bize ne gibi imkânlar vermiş, bu durumda ve bunlara karşılık görevimiz nedir?

Bunu bilmek fıkıhtır.

Onu yapıp başkasına verdiği görevlere karışmamak tasdiktir.

Allah insana tebliğ görevi vermiş, tavsiye görevi vermiş ama ona karışma yasağını da koymuştur. İşte bu görevi aşıp ona karışmak tasdik etmemektir. İnsan söz verdi mi verdiği söze uyar, istediği zaman da sözleşmeyi sona erdirir, buna yetkisi vardır. Ama kimse kimseye sözleşme dayatamaz, kimse kimsenin sözleşmesini sona erdirmesine mani olamaz.

وَلَا صَلَّى (31)

(Va LAv ÖalLAy)

“Salât etmedi.”

Sılıy” “Y” harfi ile pişme anlamındadır. Tef’il bâbı peyderpey manasında pişme anlamına gelir yahut pişirme anlamına gelir. Pişme demek bir maddenin besine dönüşmesi demektir. “Salât” “V” ile ise eğitim alma demektir.

İnsanlar tarih boyunca daima enerji ihtiyacını duymuşlar, hayvanları eğitmiş ve onların gücünden yararlanmışlardır. Köpek, at, öküz ve benzerleri bu eğitilen hayvanlardandır. At dört ayak üzerinde yürür ama eğitilmemişse sırtındaki kişiyi kabul etmez, atıverir. At eğitildikten sonra sırtına bineni de rahatlıkla taşımaya başlar. Dört ayağı ayrı hareket ettirme yerine ayakları ikişer ikişer kullanmaya başlar ve atlar. Bunlar eğitimle elde edilir. Bu harekete “salvele” denmektedir.

Hâsılı, ister “Y” ile ister “V” ile manalandıralım, “Salât” zamanla ve eğitimle elde edilen bir melekedir.

İnsan beşikten mezara kadar eğitimle meşguldür. Bu dünya eğitim dünyasıdır. Başaranlar cennete, başaramayanlar cehenneme gideceklerdir. Allah’ın takdiri böyledir. Bizim O’nunla tartışma yetkimiz yoktur. O böyle istemiş ve böyle yapmış. Bizi önce anne karnında eğitmiş, sonra dünyada eğitiyor. Kıyamette de hesap verecek ve O’na doğru yol alacak veya cehenneme gideceğiz.

Tasdik etmek ve salât etmek; işte bunlar insanın yeryüzüne geliş sebepleridir. Allah iki dersten imtihan ediyor. Başkasının işlerine karışmıyor, kendi işini de yapıyor. İnsan buna alışmalı, bunu öğrenmeli ve bu dünyadan öyle gitmelidir. Oysa insan başkasının işine karışıyor, kendi işini de yapmıyor. Başbakan Erdoğan’ın ne yaptığını değil, bizim ne yapmamız gerektiğini tesbit ederek ona göre hareket etmemiz gerekir.

Önce yakın aşiretimizi yani ocağımızı düzenlememiz gerekmektedir. Orada “inzar” sözü zikredilmektedir. “Hakkı tavsiye, sabrı tavsiye” denmektedir. Hakemlik sistemi getirilmiştir. İnternet sitemizde yayın yapmamız ve bu konularda insanları uyarmamız gerekmektedir. Biz kısmen bunu yapıyoruz. Reşat Nuri Erol da Millî Gazete’de yayınlıyor ama okumuyorlar. Biz her şeye rağmen inzara devam etmeliyiz; bir gün onlar da okurlar.

İnsanların görevlerini “salât” ile ifade etmesi demek, namaz her türlü hayatımızı düzenleyen ve eğiten bir müessesedir demektir. Diğer zekât, oruç ve hac menasiki de namaza kıyas edilerek “salât” içine idhal edilir.

Sonuç olarak insan başkalarının işlerine karışır, kendi işini yapmaz; insan tabiatı böyledir.

“Mâ” geçmişteki olumsuzluğun, “Lâ” da gelecekteki olumsuzluğun ifadesidir.

Mazinin üzerinde “Mâ” gelirse geçmişte bu iş yapılmadı anlamına gelir. Muzarinin başına “Lem” gelirse geçmişte yapılmadı, şimdi de yapılmıyor demektir, “Lemmâ yeci” gelirse hiç yapılmadı anlamları çıkar.

Muzari fiilin başına “Lâ” gelirse gelecekte yapılmayacak anlamı çıkar, “Len” gelirse hiç yapılmayacak anlamı çıkar.

Fiil-i mazinin başına “Lâ” getirilirse şimdi yapılmıyor ama gelecekte yapılmayacak veya geçmişte yapılmadı anlamı çıkmaz.

Yani insan fıtraten tasdik etmeyen ve salât etmeyen bir varlıktır ama kendi cehdi ile tasdik edebilir, salât edebilir. İnsan cins isimdir ama salat etmemesi fiilen değil sadece fıtratı gereğidir.

Böylece mazinin üzerine “Lâ” getirilmesi ile anlatılanların bi-l kuvve (potansiyel) olarak olduğuna delalet eder. İnsan yaratılışta tasdik etmez, salât etmez olarak yaratılmıştır ama kendi iradesi ile tasdik edebilir ve görevler yapabilir, işte o zaman vechi nadir olanlardan olur.

وَلَكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى

(Va LAvKiN KaüÜaBa Va TaValLAy)

“Velâkin tekzib etti ve tevelli etti.”

Bundan önceki âyette tasdik etmedi ve salât etmedi demişti, bundan sonra aksini yaptığını söylemektedir. İnsanoğlu tasdik etmez ama tekzib de etmez. Salât etmez ama tevelli de etmez. Tarafsız kalabilir ama bunu yapmaz, mutlaka bir tarafa dayanır. Tasdik yerine tekzib eder.

Sevabın karşıtı hatadır.

Tasdikin karşıtı tekziptir.

“Tekzib etmek” demek, başkasının haklı isteklerini kabul etmemek demektir.

Bir oğul eğer babasının babalık haklarını inkâr eder ve onu kabul etmezse, tekzib etmiş olur. Bu âyet açıkça gösteriyor ki “muhalif mefhum” delil değildir. Öyle olsaydı bu âyetin tekrar edilmesine gerek kalmazdı.

İnsan tasdik etmiyor, salât etmiyor ve bunlarla yetinmiyor, ayrıca tekzib ediyor ve tevelli ediyor.

Tasdik ve salât birbirine atfedilmiştir. “Ev” ile değil de “Ve” ile atfedilmiştir. İnsan fıtratında bu olay birlikte cereyan eder. Herhangi bir başarısızlığına ve suç işlemesine bahane bulur, başkalarına suçu yükler, kendisini ibra eder. Bu da kendisinin gözlerini kör eder, gerçekleri göremez.

Oysa insan suçu başkasına yüklememeli, kendisinde eksiklik aramalıdır. Bunun yararı vardır. Çünkü bu sayede kendisinin eksikliklerini tamamlar. Biz Adil Düzen Çalışanları olarak başarısızlığa uğramışsak, bunun sorumlusu biz kendimiziz. Bir taraftan Allah’ımıza sonsuz hamd olsun ki bizi büyük zorluklardan kurtarmış ve rahatlığa çıkarmıştır. Nimetlerini dile getirmek mümkün değildir. Ne var ki Allah’ın emrettiği hedefe henüz ulaşılamadı.

Zina ve fuhuş devam ediyor...

Faiz ve köylerin boşalması devam ediyor...

Rüşvet ve yağmacılık gibi musibetler devam ediyor...

Anarşi, terör ve Taksim olayları gibi sokak hareketleri devam ediyor...

İşte, bütün bunlar başarısızlıktır.

Suç kimdedir.

Hemen şöyle düşünürüm, suçlular sıra ile gözümün önünden geçerler, suçsuz kimse kalmaz. Kendi çalışmalarımı hatırlarım ve derim ki; bundan daha fazla ne yapabilirdim?..

İşte bu insanın yaratılışındaki karakteridir.

Gerçek ise kendi kendisini oluşturmasıdır.

Neden sonuç almadık?

Çünkü bilmiyorduk...

Çünkü şeriattan taviz verdik...

Çünkü sabredemedik ve işleri sonuna kadar takip edemedik.

İşte, aklımla bunu bildiğim içindir ki İstanbul Yenibosna’da iş yapıyoruz. Akevler’i yeniden kuruyoruz. Yeni katılan arkadaşlarımızın topluluğumuza devam edebilmeleri için onları sabırla karşılıyoruz, onlardan da sabır bekliyoruz.

Yenibosna’da yeni oluşumlar vardır. Ümit ederim ki bir sene sonra artık Yenibosna’da yerleşenlerin sayısı on civarında olacak, artık aşireti oluşturmuş olacaklardır.

Bunlar tasdik edecek, tekzib etmeyecek; bunlar salât edecek, tevelli etmeyecek.

وَلَكِنْ

(Va LAvKin)

“Velâkin”

Bundan önce menfi bir cümle gelmişti; tasdik etmedi, salât etmedi. Buradaki “velâkin” de o cümleleri teyit etti, tamamladı. Yalnız tasdik etmemekle kalmadı, zıddı olan muhalefeti de yaptı. Buradan görülüyor ki “velâkin”deki “lam” nefy için değil te’kîd için gelmiştir. Tasdik tekzibin zıddıdır ama tevelli salâtın zıddı değildir. Salât burada tevellinin zıddı kabul edilmiştir.

Salâtı iki manada alıyorduk. Biri atın hızlı bir şekilde ileriye atılması, diğeri de eğitimdir. Bu durumda “salât” ileri koşmak ise “tevelli” geri gitmedir; “salât” eğitim ise “tevelli” eğitimsiz ve beceriksiz olma demektir.

İnsan geliştikçe melekeleri artar. Ne var ki o melekeleri kullanabilmesi için eğitim alması gerekir. Beş yaşındaki çocuk okumayı bilmez, yedi yaşındaki çocuk okumayı bilmez ama okumayı öğrenebilir. Kabiliyeti olduğu halde öğrenmemek geriye gitmek demektir. O halde beşikten mezara kadar eğitim almamak demek, sahip olduğu halde imkânları değerlendirmemek ve görevini yapmamak demektir.

كَذَّبَ

(KaüÜaBa)

“Tekzib etti.”

Kur’an’da yalan söylemekten çok başkasını tekzip etmekten bahsedilir. Biri bir şey söylediği zaman aksi delilin yoksa onu tekzip etmeyeceksin. Delilin yoksa tasdik yapmayabilirsin ama delil olmadan tekzip de etmeyeceksin.

İnsanlarda iki zayıf nokta vardır; ya her söyleneni tasdik ederler ya da her söyleneni tekzip ederler. Oysa delil ikame edildiğinde tasdik edilecek, senin delilin olduğu zaman da tekzip edeceksin. Ehl-i tarik birçok keramet nakleder ama kerameti gösteremez. Onun için onun kerametini tasdik etmeyiz ama kerameti olmadığını ispat edecek delilimiz olmadığı için de tekzip etmeyiz.

Delilin olmadığı halde tekzip etmek, delilin olduğu halde tasdik etmemek küfür derecesinde günah sayılmıştır. “Velâkin” kelimesi bu iki duruma işaret eden bir kelime olmaktadır. Yani her şeyi tasdik etme değil, delili ikame edileni tasdik etmemek yerilmiştir. Tekzip de delili olmadığı halde tekziptir.

وَتَوَلَّى

(Va TaValLAy)

“Tevelli etti.”

Sırtını çevirdi, dinlemedi bile.

Allah insanı yarattı, insanın diğer canlılardan pek çok farkı vardır.

Bedeni farkları vardır.

a) İnsan daldan dala atlayamaz, diğer hayvanlar kadar koşamaz, ayakları buna müsait değildir.

b) İnsanın ellerinde pençeleri yoktur, avını yakalayıp parçalayamaz.

c) İnsanın çeneleri avını ısırıp koparmaya veya otları otlamaya müsait değildir.

d) İnsan hayatı boyunca aile içinde birlikte yaşamaya ve yardımlaşmaya muhtaçtır. Sık sık hasta olmaktadır. Yardım almak zorundadır.

İşte insanın böyle zafiyet içinde yaşayabilmesi için topluluk içinde olmayı ona zorunlu kılmaktadır. Topluluk içinde olma demek topluluğun kişilere yüklediği görevi yapma demektir. İnsan yaratılışı gereği böyle bir bağlantı içinde olmayı istemez durumdadır. Dolayısıyla topluluktan uzakta durmaktadır. Söz dinlememektedir, topluluğa uyum denen eğitimi kabul etmemektedir.

Günde kılınan beş vakit namaz ve vitir namazı ne işe yaramaktadır?

Önce her vakitte ezan okunmakta ve insanlar buluşmaya çağrılmaktadır. Bir araya geldiklerinde kamet getirilip toplantının başladığı ilan edilmekte, tekbirler alınarak ve gündeme uyularak toplantının gerekleri yerine getirilmekte, sonra da selam verilerek toplantı sona erdirilmektedir.

Bu arada toplantıya katılabilmek için dört şart getirilmektedir.

a) Birincisi vakittir. Gündeki mesai saatlerine göre namaz kılınmaktadır. Vitirde herkes ezanla uyanmakta ve kendi evinde münferiden namaz kılmaktadır.

b) Sonra toplantı yerine gelerek birlikte toplantı eda edilmekte ve sabah mesaisine başlanmaktadır.

c) Öğle vakti namazla mesaiye son verilmektedir.

d) İkindi vakti namaz kılınarak akşam mesaisine başlanmaktadır.

e) Güneş batarken akşam mesaisi sona erdirilmektedir.

f) Yatsı kılınarak uykuya dalınmaktadır.

Toplantıya katılmak için insanın elbise giymesi şart koşulmuştur.

Toplantılara katılmak için temizlik de şart koşulmuştur.

Nihayet toplantı için vakit gibi yere de ihtiyaç vardır.

Toplantıya gelindiğinde yine dört iş yaparız.

1) Bir imam seçeriz.

2) İmamın duracağı divan yerimiz olur.

3) Sıraya girip saf bağlarız.

4) Ne amaçla katıldığımız, hangi toplantıyı yaptığımız duyurulur.

Toplantı içinde de birlikte hareket etmeyi, söz söylemeyi, söz dinlemeyi öğreniriz.

a) İmam Kur’an okur, bazı rekâtlarda biz de okuruz.

b) İmam Kur’an okurken biz dinleriz.

c) Kur’an’ın manası üzerinde düşünürüz.

d) Dua ederiz.

Hareketlerimiz de dörttür; ayakta dururuz, eğiliriz, secde ederiz, otururuz.

Bir de sözlerle bazı taahhütlerde bulunuruz.

Tesbih ederiz.

Hamd ederiz.

İstiğfar ederiz.

Tekbirler alırız.

Bunu her gün yaparız. Böylece kendimizi devamlı olarak denetlemiş, eğitmiş ve topluluğun ferdi hâline getirmiş oluruz.

İşte, insanoğlu bu sıkıntılara gelmeyi istemeyen bir varlıktır.

Oysa her hareketimin hem çok yarayışlı hem de çok zevkli olması gerekir.

ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى

(ÇümMa ÜaHaBa EiLAy EaHLiHIy YaTaMaoOAy)

“Sonra ehline temettı ederek zihab etti.”

Bu âyetin manasını anlayabilmemiz için “temettâ” kelimesinin manasını anlamamız gerekir. “Meta” (مَتَى) esnek madde demektir. Mantar esnek bir maddedir. “Mata” (مَطَى) ise esnemek, sünmek demektir.

İnsan kendisine verilen görevleri yerine getirmediği gibi, başkasının işlerine karıştığı gibi, yandaşlarına gittiği zaman da kendisine yoldaş aramaktadır. Onlara kendisini beğendirmek için değişik kalıplara girmektedir. Hangi kalabalık içinde olursa o kalabalığın hevasına kapılmakta, onun heyecanlarını duymaktadır. Akıntılara kürek çekmektedir. Böylece kalabalık sel gibi ne tarafta meyil varsa o tarafa akmakta ve zaman zaman çevreyi yıkmaktadır.

Masdar tefe’ûl bâbından gelmiştir. Çünkü insan topluluğa uyum sağlamak için onlara hoş görünmek ister, babalarından ne duymuşsa onu yapar.

İnsan bir defa herkesin hakkını tasdik etmeli ve onların işine karışmamalı, kendisi de topluluğa sırtını çevirmemeli diyoruz. Ondan sonra da topluluğa uyum sağlamak için babalarının yolundan gittikleri için yeriyoruz.

Bunu nasıl uzlaştırırız?

İnsanın bedenen eksik taraflarından biri de zevklerin her zaman onu doğru yola götürmemiş olmasıdır. İnsan cinsi arzu duyar, zina yapmak ister. Ama evlilik dışı yollardan bunu yapmakla hem kendisine hem de topluluğa çok büyük zarar verir.

İşte insanı diğer varlıklardan ayıran husus budur.

Diğer canlılar ancak üreyecekleri zaman cinsi arzu duymaktadır. İnsan ise devamlı cinsi tatmin arzusundadır. Hattâ cinsi iktidarı olmayanlar bile karşı cinsle bir arada olmak istemektedir. İşte, insanı zayıf kılan, cehul kılan budur. Bu kötü arzu evliliğe dönüştüğü zaman ise en büyük başarılara sebep olmaktadır.

İnsan önce ömrünün ilk üçte birinde aile içinde ve ailenin mensup olduğu topluluk içinde eğitim alır, uygarlığı öğrenir. Sonra topluluğa katılır, üretim yapar ve aileyi geçindirir. Bu üretimi yaparken birtakım sıkıntılar içinde kalır. O sıkıntıları yener ve yenmek için de birtakım buluşlar yapar. Öğrendiklerine katkılarda bulunur. Ömrünün sonuna geldiği zaman da öğrendiği ve yeni şeyler eklediği uygarlığı çocuklarına ve torunlarına aktarır. Bu ne sayesinde olmaktadır? Serbest cinsi ilişkinin yasaklanması ve insanın diğer canlılardan daha fazla böyle bir ilişkiye ihtiyaç duyması sayesinde olmaktadır.

Demek ki insanoğlu için her işte bir yasak konmuş, bir de emir verilmiştir. Emri yerine getirirsen büyük başarıya ulaşırsın, yerine getirmezsen büyük sıkıntılara girersin. İnsanın önüne iki yol çizilmiştir, ister sağa gider ister sola gider. Yollar birbirine çok benzer ama biri selamettir biri felakettir. Gruplanmalar ve hizipleşmeler de insanın fıtratında vardır. İyilikte ve takvada yardımlaşma, birleşme, beraber olma vardır. İsm ve udvanda da beraber olma ve birleşme vardır. Allah insanı gayret göstermeden ism ve udvanda birleşmeye götürmektedir. Oysa birr ve takvada ise insan tembellik göstermekte ve direnmektedir.

“Taksim’e gelin parkta ağaçlar dikeceğiz” desek kimse adımını atmaz ama “Taksim’e gelin ağaçları deviriyorlar!” diye çağırsak, koşa koşa gelirler ve ağaçları devirirler.

İşte bu ehline tematta etmektir.

Biz kooperatif kuruyoruz.

Türkiye’nin gittiği uçurumdan kurtulması için çözümler üretiyoruz.

İnternet sitemiz var, yayın yapıyoruz; gazete sütunumuz var, duyuruyoruz.

Tek bir kul bizi internetten bulup katılmış değildir.

Ama Taksim’de başbakanı indirmek için herkes heyecanla koşuyor.

Peki, başbakanı indireceksiniz de yerine kimi geçireceksiniz?

Gayet basit; sermaye bize emretti, indiriyoruz!

Sermaye oraya koyacak kimseyi bulur.

Taksim olaylarına para alarak katılan, yevmiye alarak katılan kimseler vardır. Ama bunların çoğu temettadan başka bir gaye ile katılmış değildir. Ey insanoğlu; gel bu aşağılık durumdan vazgeç, Allah’ın sana verdiği imkânları doğru yolda kullan.

ثُمَّ

(ÇümMa)

“Sonra”

Tasdik etmedi, salât etmedi. Aksine tekzip etti, tevella etti.

Sonra bir de ehline gidip temettı etti.

Sonra” kelimesinin getirilmesinin sebebi vardır. İnsanlar iş yaparken kimseye sormazlar, kendi özgürlükleri içinde hareket ederler. Ben bunu yapıyorum ama sonu ne olur diye düşünmezler. Çevrelerine ihtiyaçlarının olamayacağını sanırlar. Sonra iş kötüye gidince, işte o zaman ehline başvurup onlardan yardım beklerler, destek beklerler.

Buradaki “Sümme”nin ifade ettiği mana budur.

Oysa insanlar yapacakları işleri çevrelerine danışmalıdırlar. Onlardan gerekli görüşleri almalıdırlar. Karar verdikten sonra da ehline değil topluluğa yani Allah’a başvurmalıdırlar.

Başbakan Erdoğan’ın miting yapması budur.

Baştan kendisine diyoruz ki; bu anayasa ile bir yere varamazsınız, gelin Allah’ın anayasasına kulak verin. Bu “Kur’an anayasamızdır” demekle olmaz, Kur’an’ın içerdiği manaları ele alıp uygulamak gerekmektedir. Bunun için çeşitli yollardan kendisine ulaştığımız halde, o bunları yapmaya heveslenir ama bizden uzak bizden ayrı yapmaya kalkışır. Ondan sonra da iş sonuçsuz kalır. Taksim Meydanı işgal edilir. O da devletin gücünü kullanarak bu işe son vermesi gerekirken, aksine devletin polisini oradan çekiyor, onlar da taraftarları ile yürümeye başlıyor, yani ülkeyi bölüyor. O da Allah’tan değil de ehlinden medet umuyor.

Oysa biz ona belki sekiz sene önce önerdik; siyasi partiler aldıkları oylarla orantılı olarak ilim adamlarını gönderecekler, onlar, uzlaşarak anayasa hazırlayacaklardır. O ilim adamları içinde biz Akevler olarak sizin adınıza yer almalıyız. Şimdi AK Parti’den ayrılıp parti kurmak isteyen yetkililer teklifimizi reddettiler. O zaman reddettiler, çünkü AK Parti’nin başarısını istemiyorlardı. R. Tayyip de onların arabasına bindi gidiyor; hâlâ gidiyor!..

İnsan fıtratı böyledir. Karnı doyduğu zaman acıkmayacağını sanır. Acıkınca da doymayacağını sanır. Bu durum onu helake götürmektedir. Bu zafiyet hepimizde vardır. Bu zafiyetin hesabı kıyamette verilecek, ondan sonra herkes kendi yerine gidecektir.

ذَهَبَ

(ÜaHaBa)

“Gitti”

“Zehab etmek” ayrılmak demektir.

“Zehab anhu” demek” ondan ayrıldı demektir.

“Zehebe ileyhi” demek, oraya veya ona gitti demek olur.

İnsan yaptıklarını yaptıktan sonra iki durum olur.

Ya kötülüğü başarmış olur. O zaman yine ehline gider, böbürlenir. Ben kahramanım, bakınız başardım! Başkasının hakkını gasp ettim! Onu iktidardan indirdim! Onu yendim!..

Başaramadığı zaman da yine ehline gider ve der ki; kötü durumdayım, yardım edin!

İnsanın sosyo-psikolojik yapısı insanı insan yapmaktadır. Topluluklar basit ruhi özelliklerin birleşmesinden oluşan sosyal olaylarla var olur ve yaşar. Hayvanlarda bu böyledir ama insanlarda bu oluş bu kadar değildir. İnsanın ruhi istekleri yeterli değildir. İnsanı bu yanlış yoldan doğru yola götürecek iradi düzen vardır.

İradi düzen nedir?

Akıl yoluyla ne yapacağına karar vermedir. Aklınızla düşüneceksiniz ve sonunda karar vereceksiniz. Buna “içtihat” diyoruz. İçtihat yapacaksınız ve öyle hareket edeceksiniz. Kararlarınızda yetkinizi aşmayacaksınız. Siz yetkinizi kullanacaksınız. Sonra sorun çıkarsa yine sosyal kurumlara başvuracaksınız.

إِلَى أَهْلِهِ

(EiLAy EaHLiHIy)

“Ehline”

Ehl” insanın sahip olduğu yetenektir, güçtür.

“Emaneti ehline veriniz” âyetindeki “ehil” ile doğrudan Türkçede kullandığımız ehliyet kastedilmektedir.

“Karye ehli” dediğimizde ise o karyenin halkı kastedilmektedir. Çünkü o karyeyi o halk bilmekte ve o karyede yaşama onların melekesidir.

Ehlihi” deyince onun mensup olduğu bir topluluktur.

1) Birinci ehli ehl-i beyttir. Beytin halkı beyte maliktirler. Dolaysıyla “ehli” dediğimiz zaman ailesi anlaşılmakta yahut aşireti anlaşılmaktadır. İnsanın ilk melcei ailesidir. Her darda kaldığı zaman yanında ailesi olmaktadır. Demek ki ailesine gitmiştir.

2) Ailesinden sonra karyesi, beldesi, medinesi de onun ehlinin yer aldığı yerlerdir. İnsanlar buralarda kendi topluluklarına başvururlar ve oralarda kendilerini gösterirler.

3) Üçüncü ehli ise sosyal gruplardır. İlmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları onun başvuracağı ehlidir. Bunlar resmi ehillerdir.

4- Bunun dışında insanlar arkadaş olur ve resmi olmayan gruplar oluştururlar. Bunlar da onun ehlidir. Burada kastedilen daha çok bu olabilir. İnsanlar özel olarak arkadaş olurlar ve birlikte iş yapmaya kalkışırlar. Bunlar birbirinin ehlidirler.

يَتَمَطَّى

(YaTaMaoOAy)

“Kendisine taraftar arar.”

“Temetta etmek” demek, sürekli kendisine taraftar aramak demektir.

İnsan hayatı boyunca ben ne yapayım ki insanlar benim yanımda olsunlar, insanlar benim ehlim olsunlar diye çalışır. İnsandaki bu kendisine taraftar arama duygusu sebebiyle kendi enesini merkez yapıp tüm dünyayı hükmü altına almak istemektedir. Bu arama değişik alanlarda olmaktadır.

1- Önce herkes kendisine eş arar, akraba arar. Bunu elde etmek için de kendine göre kahramanlık yapar. Güç gösterisinde bulunur. Servet elde eder. Sanat yapar.

2- Sonra insan kendisine kazanç arar yani geçinmek için kazanır ama yetmez. Daima daha fazla kazanarak onun gücü ile çevresinde daha çok insan toplamayı arzu eder. Hiç kimse ben geçinmeme yetecek kadar kazanayım dememektedir. Gözü daima daha çok zengin olma arzusuna bağımlıdır. Herkes para kazanmak istiyor. Gayesi ehlini artırmaktır.

3- Bunun dışında insan olarak kendisinde mevcut melekeleri ile yeni sosyal grupları oluşturmaktadır. Fikir melekesini kullanarak ilimde başarı elde edip onunla ehlini artırmak ister. His melekesini harekete geçirerek insanlara kendisini sevdirerek ehlini artırmak ister. Mesleki kabiliyeti ile insanların işlerini görerek ehlini artırmak ister. Nihayet gücü ile insanları korkutarak ehlini artırmak ister.

Demek ki insana kabiliyet verilmiştir. Diğer insanlarla bir olma kabiliyeti ile kendisini güçlü hâle getirme isteği insanı yaşatan bir kabiliyettir. Bu isteği iyi kullanırsa cennete gider, kötü kullanırsa cehenneme gider.

أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (34) ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (35)

(EaVLAy LaKa Fa EaVLAy ÇümMa EaVLAy LaKa Fa EvLAy)

“Sana îlâ edip îlâ etti sonra sana îlâ edip îlâ etti”

Dört defa “Evlâ” kelimesi ile iki âyet oluşturulmuştur. İki “Leke” vardır. İki “Fa” ve bir “Sümme” vardır. İki âyet bir “Evlâ” kelimesi üzerine bina edilmiştir. “Evlâ” kelimesinin manası da çok açık değildir. “Evlâ” “Veli” kelimesinin if’âl babından fiil-i mazidir. Ayrıca en yakın manasına gelen ism-i tafdil de olabilir.

Tek başına bu âyetin anlamını anlamak mümkün değildir. “Leke”deki zamir nereye raci olmaktadır? “Evlâ”daki fail kimdir? Hepsinde aynı mıdır, anlaşılamaz. O halde bu âyetlerin anlamını çözmemiz için sûredeki yeri göz önüne alınmalıdır.

Buradaki “Ke” zamirini biz insan olarak anlıyoruz. Sûreyi sonuna kadar öyle manalandırıyoruz. “Ke” zamirini Nebi’ye raci kılmaktadırlar. O şekilde anlasak bile sadece Nebi değil, tüm Kur’an’a inanarak okuyanlar olarak anlayabiliriz. Bu takdirde insanlar böyle yaratıldı ama sen böyle değilsin. Sen ise böyle hareket etmiyorsun şeklinde bir yorum ortaya konabilir. O halde buradaki “Ke” harfini ey insan veya ey mümin kâri olarak anlayabiliriz. “Evlâ”daki fail de Allah’tır. Her “evla”daki fail başkası olabilir. Üzerinde durulması gereken husus dört veliden kastın ne olduğudur. Arada hep atıflarla gelmiştir, dolayısıyla farklı şeyleri ifade etmektedir. Çözmemiz gereken sorun burada düğümlenir.

“Evlâ” kelimesi ism-i tafdil olarak da Kur’an’da gelmektedir. Ancak burada mübteda olmaz. Çünkü nekredir. Dolayısıyla sadece fiil olarak alacağız.

O halde âyetin tercümesi şöyledir.

Allah sana iyla etti, peşinden yine iyla etti.

Sonra Allah sana iyla etti, peşinden yine iyla etti.

“İyla etmek” demek veli tayin etmek demektir.

Demek ki insanı böyle yarattı, eksik yarattı, yanlış yapar yarattı ama ona karşı ona veliler atadı. Bir insana dört defa veli atamıştır.

Bu manayı verdiğimizde seni eksik yarattı ama öyle gelişigüzel bırakmadı. Bu eksiğini gidermek için seni dört güçle teyit etti.

Böyle bir âyet gelmeseydi, yukarıda anlatılanlarla kalsaydı, o zaman biz öyle yaratıldık diye boyun eğmek zorunda kalacaktık. Oysa Allah bize bunları bu eksikliğinizi giderin diye anlatmaktadır. Bize haber vermektedir. “Allah sana veli atadı, Allah sana veli atadı” denmektedir.

İki defa peş peşe veliden bahsetmektedir.

“Sonra” kelimesi ile başka velayetten bahsetmektedir. Bu “Sümme”yi değişik şekilde düşünerek bu âyetlere manalar verebiliriz.

1. İlk akla gelen “sümme” dünya ve âhirettir. Dünyada sana veli atadı, âhirette de veli atadı.

2. İkinci akla gelen ise dünyada tabii veli atadı. Baliğ oluncaya kadar o veli seni yola getirmektedir. Büyüdükten sonra da seçmeli dayanışma velilerini atadı anlamı çıkar.

3. İlim ve dinde birer veli atadı, ekonomi ve siyasette ise başka birer veli atadı.

4. Bucakta ve ülkede sana birer veli atadı, ülkede ve insanlıkta başka birer veli atadı.

Görülüyor ki biz bu formülü değişik yerlerde değişik şekillerde yorumlayabiliriz.

Ailede iki veli anne ve baba olarak anlaşılabilir.

Olgun çağa gelince de yine velayet hıdane ve vesayet olarak devam etmektedir.

Dünyada iki veli ise doğal veli ile intihablı veli şeklinde anlaşılabilir.

Âhirette iki veli nedir?

Muhakeme esnasında velayet vardır, cennet ve cehennemde de velayet vardır.

Görülüyor ki bu âyet bize değişik velayet sistemlerini anlatmaktadır.

Siz bu velayet sistemleri üzerinde düşünebilir ve başka velayetleri de bulabilirsiniz.

Âyetin esas anlattığı ise insanın başıboş bırakılmadığıdır. İnsanın kendisi böyle eksik yaratılmış ama ilâhi vahiy ve akılla desteklenmiştir. Dolayısıyla bu eksiklikleri yenecek güç kendisine verilmiştir. Sûrenin temeli bu âyette saklıdır. Allah insanı eksik yaratmış ama o eksikliğini fazlası ile başka şeyle gidermiştir.

İnsanı çıplak yarattı. İlk insanlar yaprakla örtünmeye başladılar.

Sonra tekstili geliştirdiler, geliştirdiler ve o şekle getirdiler ki bugün uzay elbisesini giyiyor ve uzayda dolaşabiliyoruz.

Demek ki eksik yaratılmamız daha ileri gidebilmemiz içindir. Kendi çalışmamızla eksiğimizi giderebildiğimiz gibi daha ileri hamle yapma imkânına da ulaşmış oluyoruz.

أَوْلَى لَكَ

(EaVLAy LaKa)

“Sana iyla etti.”

Sana veli atadı yahut sana velilik etti.

Vechi tevliye etmek yüzünü ona çevirmek anlamındadır. “Evlâke” denseydi seni yönlendirdi anlamı çıkardı. “Leke” deyince senin için başkasını tevliye etti anlamına gelir. “Aleyke” demeyip “Leke” denmiş olması da velayetin hükmetme anlamında değil de koruma ve destekleme anlamında olduğunu ifade etmesi içindir.

Bir anne veya baba herhangi bir kazaya uğramasın diye çocuğunun arkasından dolaşır. Onu kendisi yönlendirmez. Çocuk istediği tarafa gider. Böylece çocuk kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenir. 7 yaşından sonra bu özgürlük daha çok sağlanır. Kendi işlerinde onun oyu alınır. 10 yaşından sonra veli yeterli gördüğü yerde mezun eder, sonra da geri almaz. Ancak mahkeme kararı ile alabilir. 15 yaşına geldiği zaman da velayeti sona erer.

Demek ki velayet hükmetme demek değildir.

İşte, Allah insana dört ayrı veli tayin etmiştir.

فَأَوْلَى

(Fa EaVLAy)

“Evla etti.” 

Birinci veliyi atadı, arkasından ikinci veliyi atadı. İki veliyi birden atadı. Birini atadı ve ikincisini de atadı. Baba ve anne birden veli oldular. Önce anne veli oldu. Arkasından hemen baba veli oldu. Önce ilmî veli atanıyor, sonra arkasından dinî veli atanıyor yahut aksi oluyor.

ثُمَّ

(ÇümMa)

“Sonra”

İkinci grup veli ayrıdır. Siyasi veli ve mesleki veli ancak büyüdükten sonra atanıyorlar. Ayrı ayrı atanıyorlar ama bir dönemde atanıyorlar.

Bu sebepledir ki 15 yaşına kadar çocuk iş yapmaktadır ama mesleki dayanışma ortaklığı yoktur. Mesleki hataları babasının mesleki dayanışma ortaklığı tazmin eder. Çünkü onu meslekte eğitme sorumluluğu babaya aittir.

İşte burada getirilen “Sümme”nin manası budur. Yani mesleki dayanışma ile siyasi dayanışma aynı zamanda atanacaktır yani kişi seçecektir.

أَوْلَى لَكَ

(EaVLAy LaKa)

“Sana iyla etti.”

Allah insanlara iki şekilde veli atamıştır. Birinci olarak hilkat gereği babasını oğluna veli yapmıştır. Anne ve babası onu eğitip yetiştirmektedirler. İkinci grup velayet ise kişinin kendi velisini kendisinin seçmesi şeklinde olmaktadır. İşte insan bundan sorumludur. Çünkü kendisi seçmiştir. Bu sebepledir ki iki “Evlâ”yı “Sümme” ile ayırmıştır.

فَأَوْلَى

(Fa EvLAy)

 “Evla etti.” 

Arkasından ikinci veliyi atamıştır.

İslâmiyet’te kanun yoktur, onun yerine sözleşmeler vardır. Herkes sözleşme yapamayacağı için rasihler tip sözleşmeleri hazırlarlar. Kişiler bu sözleşmeleri alıp inceler ve birini kabul ederler. Kendileri sözleşmelerde değişiklik yapabilirler. Sözleşmede geçmeyen hususlar tip sözleşmelere göre uygulanır.

Bu sebepledir ki içtihatta herkes bir veli atamak zorundadır. Ahlakta bir veli atayıp atamamakta serbesttir. Atamayanların ahlâkî velisi ilmî velidir.

Ayrıca herkesin bir siyasi dayanışması vardır. Suç işlediği zaman onun dayanışması tazmin eder. Bu velinin de seçilmesi zorunludur.

Ne var ki önce ilmî veliler seçiliyor. Bunlar başkanı seçiyorlar. Başkan siyasi dayanışmanın sorumlularını seçiyor. Halk onlardan birini kendisine veli seçiyor. Bu sebepledir ki iki velayet birlikte olmakla beraber biri diğerinden sonradır.

Böylece eksik insan, zayıf insan, günahkâr insan kurtulmuş oluyor.

 

 


KIYAMET SURESİ TEFSİRİ(75.SURE)
1-1 VE 2.AYET
2136 Okunma
2-3 VE 4.AYET
2516 Okunma
3-5 VE 10.AYETLER
1648 Okunma
4-11 VE 15.AYETLER
1565 Okunma
5-16 VE 19.AYETLER
1731 Okunma
6-20 VE 25.AYETLER
1709 Okunma
7-26 VE 30.AYETLER
1576 Okunma
8-31 VE 35.AYETLER
2158 Okunma
9-36 VE 39.AYETLER
2123 Okunma
10-40.AYET
1640 Okunma

© 2024 - Akevler