İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1309 Okunma
ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU

İKİNCİ KONU

 

 

BİRİNCİ

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

HÜKÜMETİ DÖNEMİ

(1920-1923)

 

 

İlhan Arsel'e göre;

Kurucu değil de 'olağanüstü yetkilere sahip meclis'

tabirini kullandı.

 

"I- Birinci Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşu ve Kuruluşundaki amaç

İstanbul'un yabancı kuvvetler tarafından işgalinden 3 gün sonra, yani 19 Mart 1920 tarihinde Atatürk, olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis'in en kısa bir süre içerisinde Ankara'da toplanması için gerekli teşebbüslere geçti. İl'lere ve Kolordu kumandanlıklarına gönderdiği bir bildiride Devlet'in Başkenti'nin işgal altında bulunduğunu, Osmanlı "Meclis'-i Meb'usan"ı'nın dağılmış olduğunu ve bu durum karşısında milletin bağımsızlığını ve devlet'in kurtarılmasını sağlayacak tedbirleri almak üzere millet tarafından seçilecek ve olağan üstü yetkilerle donatılacak bir Meclis'in Ankara'da toplanmasını istiyor ve seçimlerin yapılabilmesi için gerekli bilgileri veriyordu.

Atatürk, Ankara'da toplanacak olan Meclis'in, esas itibariyle, "Kurucu Meclis" olması fikrinde idi ve ilk önceleri kullandığı deyim de böyle idi... Fakat "Kurucu Meclis" deyimi'nin halk tarafından pek bilinen bir deyim olmaması nedeniyle kullanılmaması gerektiği yönünde yapılan öğütler (özellikle Erzurum ve Sivas'tan yapılan ikazlar) üzerine "Kurucu Meclis" yerine "Olağan üstü yetkilere sahip bir Meclis" deyimini kullandı."(s. 776)

 

'OLAĞANÜSTÜ YETKİLERE HAİZ MECLİS'

ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU.

 

Meclis 'Misak-ı Millî'yi belirleyince herkes bir nefes almıştı. Türkler ne yapacaklarını bilir olmuşlar; Batılılar da planımız geç de olsa gerçekleşiyor demişlerdir. Bu arada Padişah da rahatlamıştı. Çünkü fazla tazyik görmüyordu.

İngilizler kademeli plana karşıydılar. Geçici bir Anadolu Hükümetini kurmaya gerek yoktu. Rum ve Ermeniler silahlandırılır ve katliama girişilirse, Müslümanların gidecekleri bir yer bulunmadığı için işi bitiririz görüşündeydiler. İngiltere bunu kendi üstün mevkiinden dolayı istiyordu. Çünkü I. Dünya Savaşı Amerikalıların desteği ile kazanılmış ve İngilizler Avrupa'da kendilerini kurtarıcı gözü ile görüyorlardı. Ama bu anlayış diğer devletlerin işine gelmiyordu. Zaman kazanılacak ve daha eşit şartlarda Türkiye yine paylaşılacaktı.

İngilizler işte bu siyasette oldukları için İstanbul Meclisi Mebusan üyelerinden yakalayabildiklerini Malta'ya götürdüler. Bu olaylar Mustafa Kemal'in işine yaradı. Meclisi Ankara'da toplama imkânını buldu. Bu meclise 'Kurucu Meclis' diyemezdi, çünkü o zaman Osmanlı İmparatorluğu'na varis olunmayacak demekti. Kurulan yeni meclis adi bir meclis de değildi. Bu durumda 'olağanüstü yetkilere haiz meclis' toplanıyordu.

Olağanüstü kelimesiyle geçici olduğunu ima ediyor, üstün yetkisi ile de başka kuvvet tanımadığını belirtiyordu.

Bakınız, burada yine seçilen kelimelerin çok önemi vardır. Bunlar askerlik sanatının bir göstergesidir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu birikimlerine dayanarak başarılı olmuşlardır.

İslâmiyet'e göre;

Bir hükümdara isyan etmek yoktur, otoritesini yok etmek yoktur.

Ancak bu hükümdarın otoritesi yok olmuşsa ayrı otorite kurmak vardır.

Osmanlılar, hep Selçuklulara bağlı kalmışlardır, ama kendi otoritelerini kurmuşlardır. Selçuklular, Abbasîlere bağlı kalmışlar ama kendi otoritelerini kurmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa, Padişahı tanıyordu ama kendi otoritesini kuruyordu.

İstiklâl Savaşı'nda Ankara Meclisi'nin kurulması İslâmiyet'e uygundu, şeriata uygundu. İstiklâl Savaşı'nı iyice incelemeliyiz. Şeriata uyarak mı yoksa şeriattan ayrılarak mı bu savaşı kazandığımızı tesbit etmemiz gerekir. Ona göre şeriata karşı tavır almamız gerekir.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Hilafet ve saltanat meclisi baştan gruplara ayırmıştır.

 

"A- BİRİNCİ BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN TOPLANMASI VE GÖREVE BAŞLAMASI: (s. 776)

Bu bildiri üzerine yapılan seçim sonucunda memleketin çeşitli bölgelerinden 232 temsilci seçilmiş ve bunlar İstanbul "Meclis'i Meb'usan"ından gelen 92 ve dışardan (Yunanistan'dan 1, ve Malta'dan 14) gelen 15 temsilci ile birlikte 337 üye olarak 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da toplanmış ve ilk olarak aldığı bir kararla kendi varlığını ilân etmişti...

Bu vesile ile şunu hatırlatmak yerinde olacaktır ki egemenlik ve hükûmet konularında Birinci B.M.Meclisi, daha ilk anlardan itibaren birbirine karşıt iki görüşe sahipti. Üyelerden bir kısmı kurulan Meclis'in ve hükûmetin geçici olarak iş görmesi ve Saltanat ve Hilafet makamının düşman'dan kurtarılacağı ana kadar çalışması ve sonra tekrar eski rejime, yani Meşrutiyet rejimine, dönülmesi fikrinde idiler. İkinci görüşe sahip olanlar ise, yep yeni bir devlet kurmak, milleti kendi egemenliğine sahip duruma getirmek ve Osmanlı hanedan ve saltanatına, yani milleti yüzyıllar boyunca köle haline sokan güçlere son vermek amacında idiler... Atatürk, yukardaki ikinci fikrin savunucusu olarak taraftarlarını başarıya ulaştıracaktır..."(s. 777)

 

YÖNETİMLER TABAKALAŞMA İLE OLUŞTURULUR.

İSLÂM DÜZENİNDE KAMU HİZMETLERİ ŞİRKET GİBİDİR

 

Yönetim tabakalaşma ile oluşturulur.

Askerlikte erler sınıfı vardır ve icracı olanlar da onlardır. Onların üstünde astsubaylar vardır. Sonra subaylar gelir. Sonra da generaller gelir. Yönetim için bu tabakalaşma şarttır. Genel olarak subaylarla erlerin arası iyidir. Çünkü direkt olarak birbirleriyle muhatap değildirler. Paşaların da astsubaylarla arası iyidir.

Askerî yönetim böyle olduğu gibi, bir fabrika yönetimi de böyledir. Topluluk tabakalaşır ve yönetim öyle sürer. Genellikle kral asilzadelerle uğraşır. Asilzadeler bürokratlarla ve onlar da halkla uğraşırlar. İngiltere'de asilzadeler krala karşı varlıklarını kabul ettirebilmiş ve Lordlar Kamarası'nı oluşturmuşlardır.

Devlet hastalanıp gelir temin edemeyince, giderleri karşılamak için yeni vergiler koyar. Halk ise yeni vergileri ödeyemez ve ayaklanır. Buna karşı çare ve çözüm de halk meclislerinde olur. Böylece önce Kara Avrupası'nda oluşan halk meclisleri İngiltere'de belirince çift meclis ortaya çıktı. Osmanlılar Batı'dan taklit ettikleri bu sistemi getirdiler ve Ayan Meclisi'ni koydular. Osmanlılarda olduğu gibi Türkiye'de de hâlâ Batı taklidi müesseseler vardır. Bunlar hiç bir hizmet görmezler ve sadece yük olurlar. Milletin kendi ihtiyacından doğmamış yabancı müesseseler bir işe yaramaz.

Osmanlı padişahlarının kendi otoritelerini düşünecek kadar bir endişeleri yoktu. Çünkü cumhuriyet yönetimine kadar onların iktidar ve saltanatlarını hiç kimse tartışmamıştı.

İslâm düzeninde; kamu bir şirkettir.

Yaptığı hizmetlerine karşı üretimden pay alır.

Bu pay beşte bir, onda bir, yirmide bir ve kırkta bir

olarak belirlenmiştir.

Devlet görevlileri bu payı aralarında paylaşırlar, halka yeni vergi yükleyemezler, esasen buna gerek de yoktur. Bu nedenle vergi problemi olmamıştır ki, halk meclisi problemi ortaya çıksın.

Diğer taraftan savaş için de aynı şey söylenir. Savaşa gitmeden önce halkın katkıları tesbit edilir. Savaş sonunda elde edilen ganimetin yarısı savaşanlara, yarısı da savaşa sermaye koyanlara verilir. Dolayısıyla hiç bir savaş ağır vergilerle karşılanmaz. Dolayısıyla halk isyanı da belirmez.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

I. Meclis

tarihte görülmemiş bir demokrasi örneği vermiştir.

 

"B- KABUL EDİLEN VE UYGULANAN HÜKÜMET SİSTEMİ:

İlk kuruluşu sırasında Birinci Büyük Millet Meclisi tam anlamiyle "Meclis hükûmeti" sistemini benimsemişti. Gerçekten de yasama ve yürütme görev ve yetkilerini kendinde alıkoyan Meclis, sadece yasama yetkilerini değil, fakat belli sayıda kimselere verildiği takdirde en iyi ve etkili bir şekilde kullanılacağı sanılan yürütme yetkilerini dahi kendi kullanmak durumunda idi...

Meclisin Bakanlar kurulu üzerindeki denetimi görülmemiş derecede sıkı ve devamlı idi...

Meclisin denetimi sadece Bakanlar bakımından, sadece İdare bakımından değil ve fakat milleti ilgilendiren her bakımdan kendini duyurmaktaydı...(s. 778)

Özetle şunu söylemek yerinde olacaktır ki Birinci B.M.Meclisi'nin yerleştirdiği bu denetim sistemi sayesindedir ki millî devlet hayatımızın bu ilk ve fakat çok nazik döneminde başarılar birbirini takip etmiştir...(s. 779)

 

BİRİNCİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ.

TARİHTE HİÇBİR MECLİS BÖYLE BAŞARI GÖSTERMEDİ.

 

Gerçekten de I. Meclis, o güne kadar tarihte eşi ve benzeri görülmemiş demokrasi örnekleri vermiş ve son derece başarılı uygulamalar yapmıştır. Bu konuda yazara katılmamak mümkün değildir. Bundan dolayı yazarın görüşlerini aynen aktarıyoruz:

"İlk kuruluşu sırasında Birinci Büyük Millet Meclisi tam anlamiyle "Meclis Hükümeti" sistemini benimsemişti. Gerçekten de yasama ve yürütme görev ve yetkilerini kendinde alıkoyan Meclis, sadece yasama yetkilerini değil, fakat belli sayıda kimselere verildiği takdirde en iyi ve etkili bir şekilde kullanılacağı sanılan yürütme yetkilerini değil, fakat belli sayıda kimselere verildiği takdirde en iyi ve etkili bir şekilde kullanılacağı sanılan yürütme yetkilerini dahi kendi kullanmak durumunda idi. Meclis tarafından oylanan kanunların hepsinde: "Bu kanun'un yürütülmesine B.M.Meclisi memurdur" deyiminin yer aldığı görülmekteydi. Yürütme yetkisini, tıpkı yasama yetkisinde olduğu gibi, büyük bir kıskançlıkla kullanmak isteyen Meclis kendi adına Başkumandanlık yetkilerini verdiği Atatürk'ü bile belli süreler itibariyle sınırlamıştır; bu yetkiyi her üç ayda bir yenilemek suretiyle elinde bulundurmuştur.

Meclisin Bakanlar Kurulu üzerindeki denetimi görülmemiş derecede sıkı ve devamlı idi. Meclisin denetimi gizli veya açık toplantılarda en etkili bir şekilde sürdürülmekte ve denetim devletin bütün işlerini ve "cephedeki bölüklerin hesabına varıncaya kadar" her şeyi kapsamaktaydı. Böylesine bir denetime bağlı Bakanlar ve İdare kendilerine bırakılan işlere en büyük bir ciddiyetle bağlanmışlardı.

Meclis'in denetimi sadece Bakanlar bakımından, sadece İdare bakımından değil ve fakat milleti ilgilendiren her bakımdan kendini duyurtmaktaydı. Kişi hürriyetlerine vaki ihlalleri dahi en büyük bir titizlikle takip eder ve sorumlulardan hesap sorulmasını sağlardı. B.M.Meclisi'ne tenkit yönelttiği için bir gazeteyi kapatan bir nahiye müdürünün bu davranışı dolayısiyle yapılan bir tartışmada üyelerden biri "...bu gazetenin böyle bir iddiasından, böyle bir denetiminden dolayı ödül verilmesi gerekirken her nasılsa T.B.M.Meclisi'nin yapmak istediği devrimleri memurlar kavrayamıyor, zihinlerine sokamıyorlar... Bir nahiye müdürü bütün gücünü bir hükümdar gibi sürdürmek istiyor... Efendiler müstebid memurların artık bu memlekette yeri yoktur, ve yaşamayacaklardır... T.B.M. Meclisi kendi görevini denetleyenlerden memnundur. B.M.Meclisini kim tenkid ederse en saygıya değer kişi o'dur. Çünkü B.M.Meclisi lâyuhti olamaz", demiş ve Meclis tarafından şiddetle tasvip edilmişti.(s. 778)

Özetle şunu söylemek yerinde olacaktır ki Birinci B.M.Meclisi'nin yerleştirdiği bu denetim sistemi sayesindedir ki, millî devlet hayatımızın bu ilk ve fakat çok nazik döneminde başarılar birbirini takip etmiştir. Ve denilebilir ki, o tarihten bu yana hiç bir Meclis devlet ve millet işlerine böylesine içten bir görev duygusu, iş ciddiyeti ve millet sevgisiyle sarılmamıştır."(s. 779)

 

*   *   *

 

Yazara göre;

1921 Anayasası

mahallî demokrasiyi getirmiştir, uygulanamamıştır.

 

"II- Millî Devlet Hayatımızın ilk yazılı Anayasa'sı: 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa ("Teşkilatı Esasiye Kanunu")

 

23 Nisan 1920 tarihinde toplantılarına başlayan Ici B.M.Meclisi 20 Ocak 1921 tarihine gelinceye kadar, yani 9 ay boyunca Atatürk'ün daha ilk günlerde Meclis'e sunduğu önergelerde yer alan prensiplere göre çıkarılmış kanunlarla çalışmalarını sürdürmüştür. Bu arada kurulan "Anayasa Komisyonu"nun 4 aylık bir gayreti ve Atatürk'ün önergeleri uyarınca hazırladığı 8 maddelik bir kanun tasarısı 18 Ağustos 1920 tarihinde Meclis'e verilmişti. Başlığı "B.M.Meclisi'nin şekil biçim ve niteliğine dair kanun" olan bu tasarının gerekçe kısmında saltanat ve hilafet makamının kurtarılacağı, vatan ve milletin bağımsızlığa kavuşacağı zamana kadar Meclis'in "normal olan" şeklini alamayacağına dair fikir yer almıştı...(s. 779)

1921 Anayasası halk yönetimi ve halk'ın İdare'ye katılması konularında da yeni hükümler getirmişti. Memur sınıfı'nın bu memlekette, halk ile ilgisiz oluşu, halkın amiri, halkın efendisi olarak davranması ve memlekette halkın yararına bir yönetim'in konamamış olması hususları göz önünde bulundurularak Anayasa'ya halkçılık esasları konmuştu. Gerçekten de 1921 Anayasası, milleti doğrudan doğruya iş başına getirmek, millete hürriyetini sağlamak, milleti egemen kılmak amacını gerçekleştirmek için egemenliğin millete ait olduğunu ve millet'in bu hakkı Meclis eliyle kullanacağı esasını yerleştirmekle yetinmemiş ve fakat İl'lerde, Kaza'larda ve Nahiye'lerde halk yönetiminin yürürlüğe konmasını öngörmüş, ve her idarî bölgede o bölge halkının seçim yolu ile temsilciler seçerek kendi mahalli işlerini görmeleri imkanını yaratmak istemiştir. Ancak ne var ki halkçılık prensiplerini uygulamak mümkün olamamıştır..."(s. 780)

 

İNSANLARIN ORTAK YAŞAYIŞ VE ÇALIŞMASI.

TOPLULUĞUN TEMELİ AŞİRET VE KABİLEDİR.

 

İnsanlar ortak yaşayış ve ortak çalışmalarını;

Kabile içinde, bucak içinde, site içinde yaparlar.

Bunların arasında çıkacak nizalar buralarda halledilmelidir.

Her site başlı başına adeta bağımsız devlet gibi olmalıdır.

Her site kendi kamu hukukunu kendisi ortaya koymalıdır.

Özel hukuk ise zaten içtihatlarla mezheplerce konmaktadır.

Bugünkü İsviçre kantonları böyle kuruluşlardır.

I. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti de bu sistemi benimsemiştir. Bu sistem kısmen uygulanmıştır. İl veya devlete savunma, ulaştırma, eğitim gibi ortak hizmetler için ihtiyaç vardır. Nasıl topluluk oluşurken kişinin varlığı ve hukuku korunuyorsa, devlet oluşurken de sitelerin varlığı ve hukuku korunmalıdır.

Ne var ki, 'merkezî sistem' bunları istemez.

Halkı sömürebilmek, meşru ve gayrimeşru algılarını alabilmek için hep 'yerinden yönetim'e karşı çıkılmış ve her zaman mahallî idarelerin hukukuna tecavüz edilmiştir.

Kenan Evren'in de iktidara gelir gelmez yaptığı ilk iş küçük belediyeleri kapatmak olmuş, böylece -rüşveti kaldırma iddiasındaki bir başkan- rüşvet çarkını iyice genişletmiş, onbinlerce nüfuslu kişiliği olan siteleri de idam etmişti.

Bunlar hep şeriatı bilmemekten ve

Şeriata karşı olmaktan doğan yaralardır.

Gelecekte bu tür cinayetlerin cezası idamdan daha ağır olabilir!

Gerçekten de işlenen cinayetler ve topluluk yapısını katletmeler korkunç boyutlardadır. Cehalet bu cinayetleri işletmektedir. Halk da çaresizlik içinde seyirci olmaktan öteye bir şey yapamamaktadır. Yapılan nedir? Hem tüzel kişilik tanıyor hem de bu tüzel kişilikleri öldürenlere katil gözü ile bakmıyoruz.

İslâm düzeninde;

İnsanların topluluk oluşturmaları esas alınmış ve

bunun temeli de aşiret ve kabile olmuştur.

Aşiret 10 haneden, kabile 1000 haneden oluşur.

100 hane de siteyi meydana getirir.

Bir aile 3 ile 10 kişi arasında kabul edilir.

Demek ki, aşiretin nüfusu 30 ile 100 arasında;

Sitenin/ köyün nüfusu 300 ile 1000 arasında ve;

Bucağın nüfusu 3 000 ile 10 000 arasında olacaktır.

Köy, ekonomik topluluk olup tüzel kişiliği yoktur. Çünkü köyde birbirine çok yakın olan aşiretler yaşar, bunlar geçinemezler, aralarında bir üst yönetimin hakemlik yapması gerekir.

Oysa bir bucakta 100 kadar aşiret vardır. Bunlar birbirlerini tanırlar, ama aralarında adaletsizliğe sebep olacak yakınlıkları yoktur. Kaza teşkilâtı bundan dolayı buralarda kurulur.

Kararların temyizi yoktur.

Ancak bucaktan gidilirse orada iadei muhakeme sözkonusu olabilir.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Başları uçurma tehdidi ile

saltanat ve hilafetin kaldırılması kolay olmuştur.

 

"III- Saltanat'ın Hilafet'ten ayrılması ve kaldırılması: 1 Kasım 1922

Birinci B.M.Meclisi uzun tartışmalardan ve çekişmelerden sonra 1 Kasım 1922 tarihinde Atatürk'ün uyarıcı görüşleri ve sözleri üzerine saltanat'ı hilafet'ten ayırarak kaldırmış ve hilafeti daha bir süre öylece bırakmıştı...(s. 780)

Atatürk her fırsatta bu fikri kökleştirmenin yollarını aramıştı: '...egemenlik ve saltanat, diyordu, hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye tartışma ile görüşme ile verilmez. Egemenlik, saltanat, güç ile, ... ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milleti'nin egemenlik ve saltanatına konmuşlardı; bu zorbalıklarını altıyüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk milleti bu saldırıcıların (mütecavizlerin) hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatı, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu, olması gereken bir şeydir. Bahis konusu olan millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Mesele zaten var olan bir gerçeği anlatmaktan ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada toplanmış olanlar, Meclis ve her kes meseleyi doğal görürlerse, fikrimce, uygun olur. Aksi takdirde, gerçek yine usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir..." Bu ihtar üzerine, egemenliği hala Padişah'ta sanan ve bu görüşte ısrar eden bazı gerici üyeler: "... özür dileriz, efendim, biz konuyu başka bakımlardan ele almakta idik; açıklamalarınızdan yararlandık. Mesele... halledilmiştir" diyerek millet egemenliği görüşüne katıldıklarını bildirmişlerdir. Bk. NUTUK. Cilt II, sh. 691.

Böylece 1 Kasım 1922 tarihli Meclis kararı ile Saltanat makamı hilafetten ayrılarak kaldırılmış ve Meclis saltanat makamı yerine geçmiştir."(s. 781)

 

MUSTAFA KEMAL'İN HATASI NEDİR?

İSLÂM DÜZENİNDE FİKİR SERBESTLİĞİ VARDIR.

 

10 kişi bir araya gelelim. Bu topluluk içki içmesin ve içkinin aleyhinde olsun. Biz de o topluluğa katıldığımızda içki içtiğimizi gizlemek için şiddetle içkiye karşı oluruz ve içki taraftarı olanlara saldırırız. Hattâ bu kimse eğer bir hasmımızsa, bekleriz böyle bir şey yapsın da biz ona içkicidir diye saldıralım. Oysa biz ondan çok daha fazla içki aşığıyızdır. Bunu diğer 10 arkadaşımız da yaparsa o toplulukta içki düşmanlığı had safhada olur ama bütün fertleri gizli olarak içki müptelâsı olabilir.

Burada görülüyor ki, topluluk içindeki bir çok fikirler böyledir. Fertlerin hiç biri tarafından benimsenmediği halde o topluluk tarafından şiddetle savunulur. Bunu kıracak bir uyarıya ihtiyaç vardır. Başkanın görevi işte budur. Mustafa Kemal'in 'ihtimal bazı kafalar kesilecektir' sözlerinden önce herkes padişah taraftarı idi; ama gerçekten değil de sadece herkesin öyle düşündüğünü sandığı için öyleydi.

Ancak bu sözler söylendikten sonra herkes cumhuriyetçi oldu ve bir daha gündeme gelmemek üzere saltanat tarihe karıştı.

Ama meselâ İslâmiyet ile ilgili inkılâplar böyle olmadı. Yirmi yıldan fazla Türkçe okunan ezan birden Arapça okundu ve tek kişi bile çıkıp da Türkçe ezan okumadı. Oysa kanun Arapça okumayı emretmiyor, müezzinleri serbest bırakıyordu. Biz işte öyle bir yol bulmalıyız ki, bu fertlerce benimsenmeyen baskılar asgariye indirilebilsin.

İslâmiyet, sosyal grupların bir düşünce ve inanç etrafında toplanmaları ve hakem kararı olmadan kimsenin cezalanmaması ilkesini getirmekle, bu tür terkedilmesi gereken görüşler ve müesseselerin en uygun şekilde ortadan kaldırılmalarını sağlamıştır. Halk önce tartışacak ve sonra başkan karar vererek halkı aydınlatacaktır.

Mustafa Kemal'in hatası; tarafları tartıştırdıktan sonra kendisinin karar verip kaldırması gerekirken, tartıştırmadan taraf olmuş ve sonunda zor kullanmak durumunda kalmıştır. Bu uygulama da tek partili sistemin bir sonucu idi. Kararların ekseriyetle alınması, yani şeriattan uzaklaşmış olmanın bir sonucu idi.

İslâm düzeninde; fikir serbestliği vardır.

Fikirler etrafında gruplaşmalar vardır.

Kutuplaşmayı önlemek için de bu gruplaşma beşten (5) fazla tutulmakta ve yirmiden (20) fazla olmamaktadır. Bu beşle yirmi (5-20) Kur'ân'ın yarılama ve katlama sisteminden çıkmaktadır.

Başkan istişâre edecek, konuları tartıştıracak, kendi görüşünü en sonunda söyleyecektir. Uygulama olmadan önce de kimse itiraz etmeyecektir. Uygulamada zorluk çıkarmayacaktır.

Sonra kararlar hep aşiret seviyesinde tartışılacak, bucak seviyesinde kararlaştırılacak ve uygulanacaktır.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Birinci Meclis üç yıl çalışmış ve görevini yapmıştı.

 

"IV- Birinci Büyük Millet Meclisi'nin Yenilenmesi: Nisan 1923.

Birinci B.M.Meclisi'nde Atatürk'ün fikirlerine ve getirmek istediği yeniliklere ve özellikle millet egemenliği prensibine karşıt olan ve Atatürk'ü her vesile ile engellemeğe kararlı bir grup vardı ki bunlar çeşitli ve dolambaçlı yollardan Atatürk'e saldırmaktan geri kalmazlardı. Hattâ Atatürk'ün Meclis'e üye seçilmesini imkânsız kılacak çareleri kanun şekline getirmek düşüncesinde idiler. Bu nedenle Meclis âdeta çalışamaz, olumlu iş çıkaramaz hale girmişti. Esasen Meclis, kendisine daha ilk anlarda seçmiş olduğu amacı'da, yani memleketi düşmanlardan kurtarma amacını'da gerçekleştirmişti. Memleketin yeni ve önemli sorunlarını yeni ve taze ruh ile seçilmiş bir başka Meclis'in ele alması zamanı gelmişti...

Böylece 23 Nisan 1920 tarihinde toplanan Birinci T.B.M.Meclisi üç yıllık bir çalışma döneminden sonra 1 Nisan 1923 tarihinde tarihe karışmış oldu."(s. 781)

 

BİRİNCİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ.

EKSERİYET SİSTEMİ YOK, SON SÖZ BAŞKANIN.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi üç yıl gibi çok kısa bir zamanda, orduyu yeniden oluşturmuş, doğuda ve batıda savaşlar kazanarak tarihin en şerefli vazifesini yüklenmişti. Yüklendiği bu vazifeyi de yüzünün akı ile başarmıştı.

Ne var ki, düşmana karşı birleşen topluluklar, tehlike bittikten ve gittikten sonra anlaşamazlar. Herkes kendine göre bir devlet kurmak ister. Aralarında kavga etmeye başlarlar. Kanlı çekişmeler bazen zaferleri de bitirir. Burada bu vesileyle son Afganistan örneğini hatırlayabiliriz. Afganlılar düşmana karşı savaşı kazandılar ve çağın süper güçlerinden birinin yıkılmasına sebebiyet verdiler, ama kendileri bir türlü devlet kuramadılar.

İstiklâl Savaşı kazanıldıktan sonra, daha Lozan Anlaşması bile bitmeden iç çekişmeler ve tartışmalar başlamıştı. Bu çekişmeler komutanlar arasına da girmişti. Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi baştan beri etkili olan kişiler, genel gidişattan memnun değillerdi. Mustafa Kemal, diğer komutanlardan çok İsmet Paşa'yı tutuyordu. Sadece Mareşal Fevzi Çakmak'a karşı çok saygılı davranıyordu.

Bu yeni merhalede işlerin yürüyebilmesi için seçimler yenilendi. Yeni seçim çok güçlü bir hâle gelmiş bulunan Mustafa Kemal'in atamalarıyla gerçekleşti. Her şeye rağmen bu seçim demokratik olarak yapılmıştı, ama Mustafa Kemal'in tavsiyelerine uyularak yapılmıştı. Ancak halk bu seçimde önemli bir hata yaptı. Mustafa Kemal'e muhalefet edenler de mecliste yer almalıydı. Halk bazı konularda direnmeli ve Mustafa Kemal'e ihtarlarda bulunmalıydı. Bunlar normal demokrasilerde olması gereken şeylerdir. Ancak halk bunu yapmadı ve sadece onun dediklerini seçti. Bundan sonraki dönemlerde ise artık seçim sadece göstermelik olarak kaldı.

İslâm düzeninde;

Ekseriyet sistemi yoktur, son söz daima başkanındır.

Ancak bu şekliyle temsilcileri değiştirme uygulaması yoktur.

Seçmenler her zaman vekâletlerini geri alırlar ama hiç bir zaman genel seçim olup ani statü değişiklikleri olamaz. Başkan kendisini emin hissettikçe de böyle baskılara gerek olmaz.

Hanedanların tercihi bundan dolayıdır.

Halk başkanından emin olmalı, başkan da halkından emin olmalıdır.

Burada şu durum tartışma konusudur.

Mustafa Kemal bu antidemokratik meclisi oluşturmasaydı inkılâplar yapamazdı denmektedir. İnkılâplar yapılamayınca da ülke geri kalırdı. Dolayısıyla yapılan bu hareket ve uygulamalar yerindedir.

Bazılarına göre, bu harekete gerek yoktu. Her şeye rağmen inkılâplar yine de yapılabilirdi. Kimse de yapılanlara karşı çıkmazdı.

Bazılarına göre, evet bu kendisinin yapmak istediği inkılâplar yapılamazdı ama daha başka inkılâplar yapılabilirdi. Asıl bu yapılması gerekenler yapılmalıydı.

Bazılarına göre, inkılâplara gerek yoktu. Tarihte olan olmuştur, tartışılamaz ve değiştirilemez. Olan her şey iyidir. O halde bizim görevimiz yapılanları değerlendirmek değil, yapılanlardan yararlanmaktır. Meseleyi bu yönüyle değerlendirmektedirler.

 

 

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1657 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1383 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1340 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1409 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4245 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1329 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1279 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1367 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1227 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1432 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1441 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1503 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1631 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1288 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1851 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1378 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1302 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1343 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1342 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1380 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1318 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1323 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2710 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1263 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1361 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1356 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1563 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1313 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1343 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1294 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2266 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1267 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1291 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1392 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1663 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1409 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1270 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1309 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1287 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4284 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1542 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1314 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1292 Okunma