İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1299 Okunma
İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR

 

ÜÇÜNCÜ KONU

 

 

 

ŞERİAT DEVLETİ

OLMANIN MAHZURLARI

 

 

ŞERİAT DEVLETİ OLMANIN MİLLET ÇIKARLARINA AYKIRILIĞI: DİN ADINA SAVAŞ YAPMA ZORUNLUĞU İÇİNDE NE BARIŞ'A VE NE DE GELİŞME OLANAĞINA KAVUŞULAMAMASI; ŞERİAT DEVLETİ NİTELİĞİ İÇİNDE YAŞAMAK TÜRK'E ÇOK PAHALIYA MALOLMUŞ VE TÜRK BUNU TARİHTEN SİLİNME TEHLİKESİNE MARUZ KALIRCASINA ÇEKMİŞTİR

 

 

İlhan Arsel'e göre;

Uzun vadeli barış Karlofça Anlaşması'ndan sonra başladı.

 

"I- Karlofça'ya (1699) ve İstanbul Andlaşması'na (1700) gelinceye kadar Barış Andlaşması (Devamlı Barış hali) Diye Bir şey Bilmeyen Devlet.

1966 tarihinde yani Karlofça andlaşmasının imzalanması tarihine gelinceye kadar Osmanlı devleti için uzak veya yakın komşulariyle barış halinde bulunma durumu diye bir şey bahis konusu olmadı... Batı'nın gelişmesi ve güçlenmesi ve teknik alanda ilerlemesi yeni ve etkili silahlarla donanması sonucu Osmanlı devleti için Batı'ya karşı devamlı savaş halinde bulunma olanağı ortadan kalktı...(s. 729)

... ilk kez Karlofça andlaşması sonucu Avusturya ile 25 yıl ve Moskova ile 30 yıl, ve Polonya ve Venedik ile süresi olmayan dönemler itibariyle BARIŞ yapıldı."(s. 730)

 

İSLÂM MEDENİYETİ YAŞLANMIŞTI,

AVRUPA MEDENİYETİ İSE DAHA GENÇTİ.

İSLÂMİYET'TE VERİLEN SÖZDE DURMAK ÇOK ÖNEMLİ.

 

İki medeniyet veya komşu olan iki devlet; genç olan yaşlıyı yenmeye başlar ve savaşlar devam eder. Onu alır ve daha ilerideki devletlerle karşılaşır. Genellikle o zaman kendisi de yaşlanmış olabilir; veya karşılaştığı devlet kendisinden ya genç ya da yaşlı olur. O da yaşlı ise birbirlerini yenemezler, karşılıklı denge oluşur ve uzun zaman beraber yaşarlar.

 

Avusturya İmparatorluğu da böyle Osmanlılarla eş bir imparatorluk idi. Karlofça, bu iki devletin eşit güçte ve seviyede olduğunu ortaya koydu. Osmanlılar geri çekildiler ve sonunda her ikisi de aynı zamanlarda tarihe karıştılar.

Bu arada ortaya çıkan Avrupa Medeniyeti gençti. İslâm Medeniyeti ise yaşlanmıştı. Dolayısıyla bu yaşlanma ve gerileme, Osmanlıların aleyhine gelişmişti. Barışın başlaması bundan ileri geliyordu. Birbirleriyle savaşabilecek halleri kalmayınca, iki taraf barış yapar ve birinden biri güçleninceye veya çökünceye kadar barış devam eder.

İslâmiyet'e göre;

Verilen sözde durmak çok önemli bir meseledir. Bundan dolayı anlaşmalardan kaçınılmıştır. Ola ki anlaşma yapar ama sonra riayet edemeyiz diye korkulmuştur.

Genellikle karşılıklı anlaşma yerine devlet kendisinin hangi şartlarla savaş yapacağını belirtmesi ve ona göre davranması esası vardır. Herkes bilir ki ben şu hareketlerden kaçınırsam komşum bana saldırmaz, şu hareketleri yaparsam da savaş çıkar. Böylece kurulan denge barışı korur.

O zamanki haberleşmelerle meseleleri halka duyurmak mümkün olmamakta idi. O şartlar altında barışın uzun zaman sürmesi güçtü. Bugün ise ülke halkları birbirini yakından tanımaktadır. Henüz demokratik yönetimler gelmemiştir. Yoksa savaş çok ender olarak ortaya çıkar. Hele süper devletlerin fitnesine son verilirse, mesele kalmaz.

 

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Karlofça'dan sonra

Kırımlılar isyan etmiş ve savaş çıkmıştı.

 

"II- Memleketi Barış Halinde Tutmanın Din'e (Kur'an'daki Cihad emrine) Aykırı Sayılması ve Padişah'a karşı Kırım Hanlarının İsya-na Zorlanması

Kırım taraflarının Osmanlı devletine karşı isyankar davranışları ve bağımsızlık isteyecek kadar ileri gitmeleri sonucu olarak pek büyük karışıklıklar doğmuştur. Kırım hanları ve Tatarlar, İslâm'ın savaş (devamlı cihad) emrine riayet etmedi diye Osmanlı Padişahına karşı bağlılık yemininden kendilerini kurtarmış görünmüşler ve Osmanlı devletinin kendilerine rehberlik edemeyeceğini ve yol gösteremeyeceğini ileri sürmüşlerdir...(s. 730)

Bundan dolayıdır ki Osmanlı hükümeti 1699 ve 1700 yıllarında imzalamış olduğu barış andlaşmalarına uymak ve onun hükümlerini yerine getirebilmek için Kırım hanına karşı savaş açmak durumunda kalmıştır..."(s. 731)

 

 

İSLÂM MEDENİYETİ'NİN YAŞLANMASI ASIL SEBEP.

GELECEĞİN DÜNYASINDA ÇEVRE SAĞLIĞI VAKIFLARI.

 

Osmanlı Devleti, İslâm ülkelerinin çoğunu anlaşma ile ilhak etmişti. Ruslara karşı Osmanlı yardımını talep eden Kırımlılar Osmanlı hakimiyetine girmişlerdi. Sonra anlaşma ile tavizler verilince isyan etmişlerdir. Savaşsız gelen savaşsız gider.

Nev ar ki, Osmanlılar ile Kırımlılar arasında çıkan savaş Kırımlıları bugünkü feci duruma getirmiştir. Elbette asıl olan İslâm Medeniyeti'nin yaşlanması ve her yerde hayatiyetini kaybetmeye başlamasıyla bu olaylar olmuştur. Çarlık ise giderek güçlü bir devlet oluyordu. Tekniğin gelişmesi ile yerkürenin kuzey bölgeleri de hayat ve ilerleme imkânını buldular. Böylece tabiat şartlarının ağırlığı sebebiyle soğuk olan bu yerler de artık gelişmeye başladı. Hattâ o kadar gelişti ki, bugün gelişmişlik, kuzeylilik; geri kalmışlık da güneylilikle ifade edilmektedir.

Medeniyetler sıcak bölgelerde doğdu. Gelişip orta kuşağa geçti. Şimdi de kuzeye doğru kaymış bulunmaktadır. Gelişen teknoloji artık kuzey ile güneyi aynı seviyeye getirmiştir. Teknoloji sayesinde soğuk yerler ısıtılmakta, sıcak yerler de soğutulmaktadır. Bundan sonraki medeniyetin, öncekinden farklı olarak, iklimden ziyade coğrafi merkezîlik bakımından rol oynayacağı öngörülebilir.

Batı Medeniyeti;

Sanayiini çevre kirliliğini hiç düşünmeden geliştirdi.

Geleceğin dünyasında 'çevre sağlığı vakıfları' kurulacak ve bu vakıflar sanayi artıklarını çevreyi kirletmeden değerlendireceklerdir. Bu vakıfları kuran ülkeler huzurlu bir hayat için müsait olacak, yeryüzünün diğer tarafları ise kirlenmiş olacağı için sağlıklı bir hayat sürmeye elverişli olmayacaktır. Önce davranıp bu vakıfları kuran ülke, gelecek medeniyetin merkezi olacaktır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Akıl gereği değil şeriat gereği, o da

çaresizlikten savaş yapılmaz ve verilen sözde durulurdu.

 

"III- Memleket ve Millet Sorunlarını Millî Çıkarlara Göre Değil Fakat Sadece Şeriat Gereklerine Göre Ayarlama Geleneği

1699 ve 1700 tarihli andlaşmalarla 25 ve 30 yıl süreli barış yükümü altına giren Osmanlı devleti bu andlaşmalara, güçsüzlüğü ve savaşacak durumda bulunmaması nedeniyle sadakat göstermeye çalışmıştır. Oysa ki Rusya, bu andlaşma hükümlerini hiçe sayarak, Kırım'a saldırı hazırlıkları içerisinde idi. Kırım Hanı Osmanlı nezdinde gerekli ikazları yaparak durumu bildirmiş ve Rus saldırısını önleyebilecek tedbirlerin alınmasını istemiştir...(s. 731)

Özü valisi Yusuf Paşa'ya Polonya ve Moskova ile yapılmış barış andlaşmalarının hükümlerine ve yükümlerine uygun davranması Padişah tarafından bildirilirken Kur'an'ın al-Nahl Sûresi'nin 91ci Ayetindeki "Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak pekiştirdiğiniz yeminlerinizi bozmayın" hükmü ile al- İsra Sûresi'nin 34 cü Ayetindeki "... Ahdi de yerine getirin, doğrusu verilen ahidde sorumluluk vardır" hükmüne dayanılmakta idi..."(s. 732)

 

OSMANLI - AVRUPA MÜNASEBETLERİ VE MÜCADELESİ.

DÜŞMAN İLE NE ZAMAN

SAVAŞILIR VEYA SAVAŞILMAZ?

 

Osmanlı İmparatorluğu,İslâmiyet'in sağladığı güçle Batı'ya doğru ilerlemiş bulunuyordu. Düşmanları o ilerleme asırlarında ona karşı bir şey yapacak durumda değillerdi. Sonraları gerilemeye başladı. Osmanlıların yaptığı savaşlar, Osmanlı ve Avrupalı savaşları değildi, İslâm ve Hıristiyanlık savaşlarıydı.

Avrupa ırkı yıpranmamış bir ırktı. Kuzeyden gelen Cermenler, Slavlar ve Tatarlar buraları devamlı olarak canlı ırk hâline getirmişlerdi. Güney-batı ve güney-doğudan gelen İslâm Medeniyeti, Avrupa'yı istilâ etmeye başlamıştı. Avrupa savaşları ancak din birliği içinde organize ederek kendini savundu. Haçlı orduları batılıları birleştirmişti.

Ne var ki, Batı dünyası Müslümanlara karşı yenilirken İslâmiyet'i de öğrenmişti. Sonraları zaferler kazanınca yepyeni bir medeniyet doğdu. Mezopotamya'nın Mısır, İbrani'nin Yunan, Hıristiyanlığın Roma medeniyetlerine dönüşmesi gibi; İslâmiyet de Batı Medeniyeti'ne dönüşmüştü. Yani 'hak' medeniyeti 'kuvvet' medeniyeti olmuştu. İslâm Medeniyeti ise yaş-lanmıştı ve yavaş yavaş çöküyordu.

Durmadan gerileyen Osmanlılar ister istemez savaşmak zorunda kalmışlardı. Çünkü Batı Haçlı Ordusu plan yapmıştı. Müslümanları Balkanlar ve Anadolu'dan çıkaracaktı. Bu plan 2000 yılında tamamlanacaktı. İstiklâl Savaşı, bu planın erkene alınması sonucunda yapılmıştı. Batılılar 2000 yılını beklemeye bile gerek görmediler. Oysa planları önce millî devlet kurup Endülüs'te olduğu gibi lâdinî bir devlet kurmak, sonra İspanya'da olduğu gibi Müslümanları topyekün imha etmekti. Erken imhaya giriştiler ve sonunda gayr-i müslimlerle birlikte kendileri imha edildiler. Şimdi işleri zorlaşmıştır ama yine de planlarından vazgeçmiş değillerdir.

İslâmiyet'e göre;

Haklı da olsan, eğer düşman ordusu on kattan fazla ise artık savaşmayacak ve çekileceksin. İki kattan aşağı ise savaşacak ve çekilmeyeceksin. Çünkü savunma daha güçlüdür. Eğer iki kat ile on kat arasında ise duruma göre savaşacak veya çekileceksin.

Osmanlılar savaşa savaşa çekilmek zorunda kalmışlardır. Şunu da kabul etmek gerekir ki, Osmanlıların yerine buraları işgal edenler baştan sözde devletler kurdular ama şimdi hepsi de ayrı devlettirler. Gelecek dünyanın nasıl şekilleneceği ise henüz bilinmiyor. Çünkü ne kapitalizm ne de sosyalizm dengeyi kuramadı. İkisinin boğuşması da artık son buldu.

Avrupa Topluluğu yeni bir düzen aramaktadır, ama o düzeni bulması mümkün değildir. Çünkü mağlubiyetler onu uslandırmamıştır ve kulaklarını da hak medeniyetine karşı tıkamış olduğu halde hâlâ kuvvet medeniyeti içinde çareler arıyor. Sovyetlerde yapılan reformlar da bu durumdan farksızdır.

Biz bu kitapla bu medeniyetleri uyarıyoruz.

Artık kuvvet medeniyetlerinden hak medeniyetine geçmenin yollarını arayın. Yoksa bunun dışındaki arayışlarınız ve yaptıklarınız sizleri asla kurtaramayacaktır. Elinizde büyük imkânlar var. Bu imkânları insanlığın saadeti ve refahı için kullanın. Sömürme aracı yapmayın. Osmanlı Devleti gibi zoraki yaşama yerine, kökten inkılâba yönelin. Bunu gerçekleştirebilmeniz için ne yapmanız gerektiğini sonunda anlatmış olacağız.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Din uğrundaki savaşlar devletleri çökertir.

 

"IV- "Din Uğruna Savaş Amacı" Osmanlı devletini her türlü gelişmeden ve Uygarlığa Hizmet'ten Alıkoymuş, ve Yok Olmağa Sürüklemiştir:

Yüzyıllar içerisinde sadece DİN UĞRUNA savaşlar yapmak ve bunun dışında hiç bir amaç izlememek durumunda bulunan bir devletin ve toplumun her hangi bir gelişme göstermesi, ilerlemesi, fikir-sanat-kültür yönlerinde aşama yapması ve UYGARLIK gelişmesine katkıda bulunması düşünülemez.

Uygarlığa katkıda bulunmak şöyle dursun ve fakat böyle bir devletin gerilikler içinde çökmekten ve yok olmaktan kurtulması mümkün değildir...(s. 732)

Bu tarih boyunca milletlere ders olmuş bir doğal kanundur. Bu kanun Osmanlı devleti için de hükmünü yürütmüştür ve belli sonuçlarını yaratmıştır..."(s. 733)

 

TÜRKİYE YENİ MEDENİYET KURARSA YAŞAYACAKTIR

İNSANLIK YENİ BİR HAK MEDENİYETİNE MUHTAÇTIR

 

Genç devletler eğer yaşlı bir devletin komşusu iseler, onların savaşları devletlerini ihya eder. Osmanlı İmparatorluğu için durum budur. Genç devletin yanında başka genç bir devleti varsa, hangi devletin medeniyeti eski ise o çöker. Şayet ikisi de eski medeniyete sahip iseler ve kendileri de genç iseler, gelişemezler. Yeni medeniyeti benimseyen bir devlet ortaya çıkar ve bunları yutar.

Türkiye bugün genç devletlerin komşusudur. Bu komşu devletlerin medeniyetleri ise yaşlanmaktadır. Türkiye ise, çökmüş bir medeniyetin mensubu olmanın ardından, bugün medeniyetsizdir.

Türkiye'nin yaşama şansı,

Yeni medeniyeti kurmasına bağlıdır.

 

Muasır medeniyetin üstüne çıkar ve yeni medeniyeti kurarsa, komşularının saldırılarından emin olur. Güçlü bir 'süper devlet' olarak yaşar. Bunu yapmazsa Haçlı ordularının saldırılarından kendisini koruyamaz ve helâk olur gider.

Unutmayalım ki, yeni medeniyet ülkelerin fethi ile olmayacaktır. Yeni dünyada devletlerin nüfusları 30 ile 100 milyon arasında olacak ve toprak bütünlüğü bulunacaktır.

Türkiye bu bakımdan ideal bir devlettir.

Gerçekten de kimseye verecek bir karış toprağı bile yoktur. Kimsenin bir karış toprağına da ihtiyacı yoktur. Türkiye'nin tek eksiği, yeni medeniyeti kuracak yapıya maalesef henüz ulaşamamasıdır.

 

İslâmiyet'e göre;

Medeniyetlerin ömürleri 1000 yıl civarındadır.

İnsanın ömrü de yaklaşık 100 yıl civarındadır.

Yani medeniyet insan ömrünün on katıdır. Elbette aynen insan gibi daha kısa ömürlüler de vardır, daha uzun ömürlüler de vardır.

Önce hak medeniyetleri kurulur, sonra karşısında kuvvet medeniyeti doğar; sonra yeniden bir hak medeniyeti kurulur. Biri zirvede iken diğeri çökmektedir. İşte şimdi hak medeniyeti çökmüş, kuvvet medeniyeti ise zirvededir.

İnsanlık yeni hak medeniyetine gebedir.

Dünya bu medeniyeti beklemektedir.

Bakalım nerede filizlenecektir?

 

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Osmanlılar,

savaştan ilme ayıracakları vakitleri olmadığı için,

Batılılar onların çökeceklerini daha önce keşfettiler.

 

"A- Osmanlı Devleti'nin çökmeğe mahkum olduğunu daha XVII ci yüzyıl başlarında keşfeden BATI

1606 da yayınladığı "Devletlerin kuruluşu, gelişmesi ve çökmesi" adlı kitabında bir Fransız yazarı, bizim o en azametli, en güçlü olduğumuzu sandığımız dönemlerde bizi iç ve dış yönümüzle ele almış, eleştirmiş, güçlü ve zayıf yönlerimizi araştırmış ve bundan bir takım önemli sonuçlar çıkarmıştır...

Bu kitap için bk. R. de Lusing, The Beginning, Continuance and Decay of Estates, (Translated from French into English By I. F., London 1606)...(s. 733

Bütün enerjisini, ve gücünü ve varlığını TÜRK CİHAD'lara din adına savaşlara yöneltmiştir. İlim, kültür ve uygarlık ile ilgilenecek durumda değildir. Bu nedenle çökmeğe, yok olmağa mahkumdur..."(s. 734)

 

'HER ÜMMETİN BİR ECELİ VARDIR...'

YENİ HAK MEDENİYETİ 2000 YILINDA DOĞACAKTIR.

 

Kur'ân'da, 'her ümmetin eceli var, günü gelince bir saat geciktirilmez ve bir saat öne alınmaz' şeklindeki âyet ile devletin bir canlıya benzetilmesi ilkesinden hareket eden İbn Haldun, kurduğu sosyolojisini hep bu ilkeye dayandırdı. Yaşlanmaları izah etti.

Genç olduğu dönemde devlet kuvvetlidir. Gelir çok israf azdır. Hazine dolmaktadır. Oysa devlet büyüyünce fetihler durur. Devletin masrafı artmıştır, geliri yoktur. Hükümdarlar da eski şatafatlı ve gösterişli yaşayışlarından kaçınırlarsa çöktükleri ortaya çıkar, saldırı ve isyanlar artar. Şatafatlı hayat ise israfa neden olur ve çöküşü hızlandırır. Velhâsılı İbn Haldun'a göre kurtuluş yoktur.

İslâm uleması da kurtuluşun olmadığını bilmiş ve Osmanlı Devleti ile ilgili raporlarında bu beyanları yer almıştır. Bu durum daha Kanuni devrinde keşfedilmişti. Ama yapılacak bir şey yoktu. İçtihat müessesesi unutulduğu için yeni medeniyeti kurmayı akıl edemediler, Batı'yı taklide başladılar; ama bu taklit de onları kurtaramadı ve çökertti.

 

İslâmiyet'e göre;

Ecel yalnız ölüm için değildir, doğum için de gerekmektedir.

Kur'ân'da bu ecel âyeti nekre olarak iki defa tekrar edilmektedir. Bu tekrar, medeniyetler için iki ecel olduğu anlamına gelir; doğum zamanı ve ölüm zamanı. Öyleyse günü gelmeden yeni medeniyet doğmaz. Yeni medeniyetin doğuşu, milâdî tarihe göre 500'lü yıllar civarında olmaktadır.

2000 yılı yeni hak medeniyetinin doğuş yılı olacaktır.

Kur'ân'a göre, Hz. İsa'nın doğuşu insanlık tarihi için bir başlangıç noktasıdır. Onun için biz tarihleri milâdî olarak değerlendiriyoruz. Kur'ân'a göre değerlendirmeler yaptığımızda da gerçekleri görebilmekteyiz.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Bir Batılı 400 yıl önce

'savaşçı topluluk medenî olamaz' diyor.

 

"a) Roma ile kıyaslama-Savaşçı milletlerin genellikle ilim ve kültürde geri kaldıkları. Bu tür geriliğin milletleri cesur ve savaşçı kıldığı

Osmanlı devletini Roma ile kıyasladıkta yazar Romalıların da, Yunan ilişkisi ve etkisi ile sanat ve ilme açılmadan önce çok iyi asker millet olduklarını belirtir ve genel sonuç olarak "Eski dönemlerin tarihini eleştirdikte şunu izlemekteyiz ki... en ziyade savaşçı olan milletler, en ziyade haşin, kaba, eziyet ve yoksulluğa yatkın, ve her türlü uygarlıktan uzak toplumlardır."

İnsan tabiatını inceltecek bilgilerden, kültürden yoksun olmak bu milletleri fevkalade cesur ve savaşçı yapmaktadır, der. Çünkü ona göre ilim, sanat ve kültür haşin ve kaba insanları ince ruhlu ve yumuşak kalpli yapar... İlim ve kültür gelişmesinden uzak insanlar ise katı kalbli, öldürme sanatında usta yaratıklardır."(s. 734)

 

İSLÂMİYET'TE 'İLKAH' OLAYI VARDIR.

YENİ İSLÂM MEDENİYETİ NASIL DOĞACAKTIR?

 

Savaşçı topluluklar, çökmekte olan medeniyetlerin hükümran olduğu ülkeleri işgal ederler ve yeni medeniyetin doğmasına sebep olurlar. Medenî topluluk rahata kavuşur ve savaşma kabiliyetini kaybeder. Rahata düşkün olur. Yani Batılı yazarın dediği doğru değil, aksi doğrudur. Medenî topluluklar savaşma ve mücadele etme kabiliyetlerini kaybederler

İbn Haldun bu gerçekleri 600 yıl önce ortaya koydu. Demek ki bu tesbitler ancak 200 yıl sonra Batı'ya ulaşabildi. Bu fikirler bile Batı'nın Doğu'dan ne derece etkilendiğini göstermektedir. Ne var ki, Batı dünyası doğru sözü ters çevirdi ve yanlış olarak belirtti veya yazar belki de orada anlatılanları çarpıtıyor.

İslâmiyet'te 'ilkah' olayı vardır.

Yeni bir medeniyet, ayrı iki medeniyetin ilkahı ile doğar. Eskiden bu ilkahlar, yerleşik medeniyetlere barbarların saldırısı ile oluşurdu. Eski medeniyetler hep böyle doğmuştur.

Mezopotamya Medeniyeti de böyle doğup gelişti. Anadolu, Hint ve Çin medeniyetleri hep böyle gelişti. Bu arada Türklerin rolü, bu medeniyetleri taşımak olmuştur.

Ancak büyük medeniyetler silsilesi hep Orta Doğu'nun 'hak medeniyetleri' ile Batı'nın 'kuvvet medeniyetleri' birleşerek doğmuştur. Avrupa Medeniyeti de, İslâm Medeniyeti ile Roma Medeniyeti'nin birleşmesiyle oluştu. Yeni medeniyet de, İslâm Medeniyeti ile Batı Medeniyeti'nin birleşmesiyle doğacaktır.

Ne var ki, birleşme başka topluluklarda, mesela Zencilerde, Çinlilerde yahut Eskimolarda da olabilir.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlılar okumayı sevmeyen bir topluluk idi.

 

"b) Türkler diğer bütün milletlerden daha savaşçı olarak geri kalmağa mahkumdurlar (yazara göre)

XVIIci yüzyıl başları itibariyle Türklerin diğer bütün milletlerden daha çok savaşçı ve bütün yaşamlarını genel olarak savaş yapmakla geçirdiği bir gerçek olarak kabul edilir...(s. 734)

XVIIci yüzyıl başları itibariyle Osmanlı devletini eleştiren yazarlar Fatih Mehmet, Selim, Süleyman gibi Padişahların okumaya meraklı olduklarını, ve özellikle tarih ve matematik ilimlerine eğildiklerini ve fakat bu geleneğin daha sonraları tamamen söndüğünü ve koyu bir kültürsüzlük ve bilgisizlik devrinin yerleştiğini böylece Osmanlı devletinin uygarlıktan yoksun ve sadece savaş makinesi niteliğinde bir devlet haline geldiğini ve bu nedenle eninde sonunda mutlaka çökeceğini belirtirler.

Bu konuda bk. R. de Lusing, The Beginning, Continuance and Decay of Estates, (Translated from French into English By I. F., London 1606, sh. 6-7 ve d.)..."(s. 735)

 

TÜRKLER ASKER BİR MİLLETTİR.

KUR'ÂN BAŞTAN SONA KADAR İLMİ ÖĞRETİR.

 

Türkler asker bir millettir.

Bütün kuzeyliler böyledir. Cermenler, Slavlar ve Moğollar da böyledir. Bunlarda disiplin ve itaat son derece gelişmiş bir anlayıştır. Ailede hiyerarşik bir itaat sistemi vardır.

Doğup büyüdüğüm köyde amcaların yanında yeğenler konuşmazdı. Ağabey varken kardeşe söz düşmezdi. Aynı şekilde validelerin yanında gelinler dilsiz olur, abla varken kızkardeş konuşmazdı. Büyüklerin meclislerine çocuklar gidip oturmazdı. Yaşlının önüne geçilmez ve mutlaka arkası takip edilirdi. İlme ve alime son derece saygı gösterirlerdi. Ben daha ilkokulda okuyordum ve biraz da Arapça öğrenmiştim. Babamın nüfuzundan yararlanarak saygısızca hareketler yapardım ama büyüklerim bu hareketlerimi hoş görürlerdi. Bir gün açık bir yerde on kişilik bir meclis vardı. Oraya vardığımda yaşları benim yaşımın belki üç katı olan büyüklerim ayağa kalktılar. Ben onlara neden ayağa kalktıklarını sordum ve kalkmamaları gerektiğini izah ettim. Çünkü ben yaşça onlardan çok küçüktüm. Bana şu cevabı verdiler: "Biz sana değil senin ilmine kalkıyoruz", dediler. Oysa Hz. Peygamber: "Yabancılar gibi benim ayağıma kalkmayın", demişti.

Yaşadığım bu olay, Osmanlıların ilme ne derece saygılı olduklarını gösterir. Ne var ki, yaşlanmış olan Osmanlı toplumu ilmî hayatla çelişiyordu. Dolayısıyla kendisinden yararlanılamıyordu. Bu sebeple okumanın bir değeri olmamıştır. Oysa silâh her yerde ve her zaman işe yarıyordu. Savunma yapmak için de silâha ihtiyaç vardı. Yani Osmanlıların okumayı yeteri kadar sevmemeleri tarihî gelişmenin bir sonucuydu.

İslâmiyet;

Okumayı ibadet yapmış bir dindir. Namaz okumaktan ibaret olmuştur. Kur'ân baştan sona kadar ilmin nasıl yapılacağını öğretmektedir. Arkeolojiye varıncaya kadar her ilmin tahsilini istemektedir.

Bu gerçek Emevîlerde gelişmiş ve Abbasîlerde zirveye ulaşmıştır. Endülüs Emevîleri de Abbasîler kadar ilme katkıda bulundular. Selçuklu ve Osmanlılar zamanında eski ilimler tekrar edilmiştir.

Unutmamak gerekir ki, gezegenlerin hareketlerini gözetleyerek zayirce denilen listeleri yapan Uluğ Bey'dir. Bugünkü anlamda ilk rasathaneyi kuran da Uluğ Bey'dir. Kendisi hem astronom hem de hükümdardır. Buradaki gözetlemeler Batı'ya tercüme edilmiş, Kopernik ve Kepler bu listelere dayanarak gezegenlerin hareket kanunlarını bulmuş ve Nevton da bu kanunlardan yerçekimi ve ivme formüllerini keşfetmişti. Ne var ki, bu devletin yıkılmasıyla İstanbul'a gelen ulema astronomiyi bırakmış ve mantık ilimlerini tedris etmiştir. Çünkü Osmanlılar sürekli olarak savaşmaktaydılar.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Batılılar Osmanlı Devleti'nin değişik ülke ve ulusları

barındırması nedeniyle çökeceğini keşfettiler.

 

"c) Savaşlar yolu ile ölçüsüz şekilde genişlemiş olması nedeniyle  de Osmanlı Devletinin çökeceği

Nitekim XVIIci yüzyılın başlarında Batılı bir yazar... Osmanlı devletinin ölçüsüz şekilde büyümüş olması konusunu ele alarak bunun, Osmanlı devleti için çökme nedenlerinden biri olacağını söylemiştir... Bk. R. de Lusing, The Beginning, Continuance and Decay of Estates, (Translated from French into English By I. F., London 1606, sh. 151-154 ve d.)(s. 735)

Millet olacak şekilde gelişmemiş bir toplumun devlet yaratması veya var olan bir devleti yaşatması mümkün olamazdı. İste Osmanlı devletinin bu nedenlerle çökebileceğini daha o dönemlerde Osmanlılardan başkaları görebilmekte idiler."(s. 736)

 

OSMANLILAR AVRUPALILARA LÂİKLİĞİ ÖĞRETTİLER.

AVRUPA BÜTÜN İNSANLARI HIRİSTİYANLAŞTIRDI.

 

Osmanlı İmparatorluğu ülkeleri fethediyor ve orada İslâm düzenini getiriyordu. Ancak Osmanlı Türkleri kendi tabiatları ve dinlerine uyarak ne kimseyi zorla İslâmlaştırdılar ne de Türkleştirdiler. Sadece değişik din ve kavimde olan insanlara saadet ve refah getirmeğe çalıştılar. Avrupalılara lâikliği öğrettiler. Bunu kimse inkâr edemez. Tabii bunun sonucu olarak çökmeye başladıklarında kendileriyle din ve dil birliği olan topluluk-ları bırakmadılar.

Bizanslılar ise tebaalarının tamamını Rumlaştırmış ve Hıristiyan yapmışlardı. Ne var ki, bu durum bugün büyük sonuçlar ve değişiklikler doğurmamıştır. Zorla Rumlaştırılan yerler şimdi Rum değildir.

Osmanlılar ise arkalarında bir Türk devletini bıraktılar ve belki yirmiye yakın devletin yıllar sonra tekrar varolmasına neden oldular. Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Sudan, Yemen, Arabistan, Irak, Ürdün, Suriye, Filistin, Lübnan, Ermenistan, Gürcistan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Bosna-Hersek, Makedonya, Slovenya, Hırvatistan, Arnavutluk, Macaristan hep Osmanlı İmparatorluğu'nun vilayetleri idi. Burada Umman ve Kuveyt gibi suni devletleri saymadık. Bu devletlerin ve kültürlerinin varlığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun lâik devlet anlayışından ileri gelmektedir.

Halbuki Avrupa'da Hıristiyanlıktan başka bir dine inanan insan kalma-mıştı. İslâmiyet yetişip reformlar olmasaydı diller de unutulacaktı.

 

*   *   *

 

 

Yazara göre;

Batılılar Osmanlılarda da Romalılarda olduğu gibi

ordunun siyasete karışacağını 400 yıl önce bildiler.

 

"B- Yeniçerililerin kazan kaldırıp devletin varlığını tehlikeye sokacağını, Roma İmparatorluğu tarihinden, yararlanarak öngören batılı yazarlar ((XVIIci yüzyıl)

Osmanlı devletinin çökeceğini daha XVIIci yüzyılın başlarında öngören bazı Batılı yazarlar, bir diğer neden olarak Yeniçerililerin kazan kaldırma geleneğini geliştireceklerini, ve tıpkı eski çağlarda Roma'da Pretorian'lerin yaptıkları gibi hükümdarları taht'tan indirip, tahta çıkartacaklarını belirtmişlerdir...(s. 736)

Padişahların, savaş yolu ile orduyu meşgul edemeyecek duruma düşmeleri veya rahat bir hayata ve sefahata dalmaları halinde de Yeniçerililerin ayaklanacaklarını yine ayni yazar o tarihlerde öngörebilmekte idi.

Bk. R. de Lusing, The Beginning, Continuance and Decay of Estates, (Translated from French into English By I. F., London 1606, sh. 151-154 ve d.)"(s. 737)

 

ONLAR 'TENKİT' EDİYOR BİZ 'TEKLİF' GETİRİYORUZ.

ASKERİ YÖNETİM VE SİVİL YÖNETİM USÛLÜ FARKLI.

 

Devletler yenilmeye başlayınca ülkelerini savunmak için ordularını beslemeleri gerekir. Oysa bu merhalede gelirler azalmıştır. Gerileme döneminde Osmanlıların değişik sıkıntıları vardı. Dolayısıyla Yeniçeri Ordusu son zamanlarda Osmanlılara problem olmuştu. Osmanlı Devleti bunların asker sayısını azaltamıyor, buna bağlı olarak besliyemiyor, bunlardan dolayı da zaman zaman kazan kaldırmalar oluyordu. Zamanla zor da olsa bu problem çözüldü. Ancak Millî Ordu oluştuğunda da siyasî bölünmeler sebebiyle Balkan Savaşları kaybedilmiştir.

Cumhuriyet Ordusunun yönetime müdahaleleri ise, ordunun çok güçlü olmasından, buna karşılık sivil yönetimlerin köhnemiş bir bürokratik düzen olmasından ileri gelmektedir. Siviller yönetimi yürütemiyor ve düşüyorlar. Ordu zaman zaman müdahale etmek zorunda kalmak suretiyle sivillerin ellerinden tutup kaldırıyor ve tekrar ayakta kalmalarını sağlıyor.

20. yüzyıldaki askerî hareketler Batı tarafından tezgâhlanmaktadır. Ülkede anarşi çıkarılmakta, sonra ihtilâl yaptırılmakta ve böylece gelişmemiş ülkelerin gelişmesinin önleneceği sanılmaktadır. Oysa bu topluluklar ve devletler, düşe kalka yönetimi ve askerliği öğrenmektedirler. Bir gün daha güçlü birer devlet olarak onların karşılarına çıkacaklardır.

Sosyal kanunları bilmek kehanet değildir. İnsanın bir gün mutlaka öleceğini söylemek gibi bir şeydir. Romalıların ve diğer imparatorlukların başına gelenler, yaklaşık olarak elbette Osmanlıların başına da gelecekti. Böyle olacağını Osmanlı uleması ile birlikte söyleyen çoktu, ama çare ve çözüm olarak yapılması gereken neydi? İşte asıl onu söyleyen yoktu. Aslında yazar da çözüm olarak bir şey söyliyemiyor, sadece tenkit ediyor ve Batılılardan aktarmalar yapıyor. Biz ise hem ülkemizi hem de bütün dünyayı kurtaracak olan alternatif bir sistem ve düzen öneriyoruz. Aramızdaki fark budur; onlar sadece 'tenkit' ediyorlar, biz ise 'teklif' getiriyoruz.

İslâm düzeninde; millî ordu vardır.

Ordular ayrı ayrı bölgelerde yerleştirilmekte ve devlet başkanı baş komutan olmaktadır. Yani başkan orgeneraller arasından seçilmektedir.

Ordu mensupları değişik bölgelerden gelmişler ve orduları kendileri seçmişlerdir. Ayrı bütçeleri vardır. Gümrük ve askeri bedeller ile bütçeden pay almaktadırlar. Savunma yerlerinde kendi eğitim ve öğretimlerini yapabilmektedirler.

Sonra askerî yönetim usûlü ile sivil yönetim usûlü farklıdır. Askerî mıntıkalarda savaş hükümleri uygulanmaktadır. Dolayısıyla müdahale söz konusu olmamaktadır.

Ancak devlet, düzeni ve medeniyet yaşlanınca elbette bir dengesizlik olacak ve o medeniyet de çökecektir. Bundan bin yıl önce bugünkü dünyayı görmek mümkün olmadığı gibi, bugünden bin sene sonra da dünyanın nasıl bir hal alacağını bilmek mümkün değildir.

Biz bin yıl sonraki insanlar için ancak bir İbn Haldun olabiliriz.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlılar ilmen 1600'larda çökmeye başladılar.

 

"C- BATI, daha XVIIci yüzyıl başlarında, Osmanlı devletini yenmek ve çökertmek için AKIL yolu ile çareler bulurken Osmanlı devleti her şeyi kader ve din yolu ile halletme çabasında

Osmanlı devleti Batı için en büyük bir tehlike olarak daha ilk kurulduğu andan itibaren ortaya çıkmış oluyordu.

Bu büyük tehlikeyi önlemek, yok etmek için Batı'nın bulduğu çareler akıl yolu ile bulunmuş çarelerdi. Osmanlı devleti bütün başarılarını ya da yenilgilerini akıl dışı nedenlere ve özellikle kadere ve din verilerine dayatır ve her şeyi Tanrı emridir diye benimserken Batı, sadece AKIL ve tarihî ve siyasî tecrübelere dayanarak üstün gelme yollarını buluyordu..."(s. 737)

 

OSMANLILAR 600 YIL YAŞADILAR.

İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR.

 

Osmanlılar 600 yıl yaşadılar.

İlk 200 yıl gelişme dönemidir.

Orta 200 yıl duraklama devresidir.

Sondaki 200 yıl da çökme çağlarıdır.

Osmanlı Medeniyeti İslâm Medeniyeti'nin uzantısıdır.

Aynı medeniyet Mezopotamya'da Babillilerde görülür. Bu medeniyet de Osmanlı Medeniyeti gibi 'kuvvet' medeniyeti değil 'hak' medeniyetidir. Ama yapısı kuvvete dayanır. Ondan dolayı da yenilik yapmayan veya yapamayan bir medeniyettir. Bunu bir örnek ile açıklamaya çalışalım.

Bu medeniyet, filizlenme ile oluşan ağaca benzer. Bir ağaç eğer tohumdan çıkıp büyürse tüm hayat evrelerini en sağlam bir şekilde geçirir. Oysa kökten filizlenip büyürse yeni ağaç olur ama aslında aynı ağaçtır. Bodur olur ve yaşı da kısa olur.

Osmanlı Medeniyeti ve Selçuklu Medeniyeti ayrı medeniyetler değildir, ama İslâm Medeniyeti de değildir. İslâm Medeniyeti'nden filizlenen ayrı bir medeniyettir.

Bu nedenledir ki medeniyetlerin ömrü normalde 1000 yıl olduğu halde İslâm Medeniyeti'nin ömrü 1400 yıl olmuştur. Osmanlıların İslâmiyet'e yakınlığını ve uzaklığını buna göre değerlendirmek gerekir.

Ayrıca Osmanlı Medeniyeti, İslâm Medeniyeti ile Bizans Medeniyeti'nin eşleşmesinden oluşmuştur. Bütün karakterleri ile İslâm olması zaten mümkün değildir. Bundan sonra gelen medeniyetler de böyle olacaktır.

İslâmiyet ideal bir düzendir.

Ama hayat onu kendisine uydurmuştur ve bundan sonra da uyduracaktır.

İçtihat ve icma işte budur.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Batılılar deniz kuvvetlerini oluştururken

biz dinî yasak gereği yenilik yapmıyorduk.

 

"Osmanlı devletini yenmek ve çökertmek için Batı'nın denizlerde üstünlük sağlaması gerektiğini öğütleyen yazar.

Bir kere ilk yapılacak şey denizlerde üstünlük sağlayıp Osmanlıyı denizlerde mat etmek. -"Şunu sonuç olarak söylemek isterim ki, diyor yazar, Türkleri denizlerden uzaklaştıracak (yoksun kılacak) olursak, karalarda da alt etmek kolaylaşacaktır... Onun (Osmanlı devletinin) Mısır ve Suriye ile olan bağlantılarını da koparabiliriz." Bk. R. de Lusing, The Beginning, Continuance and Decay of Estates, (Translated from French into English By I. F., London 1606, sh. 149)...

Ve Batı, deniz üstünlüğünü sağlayıcı tekniği geliştirirken ve örneğin manevra yeteneğine sahip gemiler inşa ederken bizim büyüklerimiz, din adamının sözünü dinleyerek bu çeşit yeniliklere gitmekten kaçınmışlardır."(s. 738)

 

YENİLİK GELENEĞİ YIKMA VE YENİSİNİ GETİRMEDİR.

İSLÂMİYET İNSANLARI ARTIK İLME DÂVET EDİYOR.

 

Bir toplulukta her yenilik dirençle karşılaşır. Yenilik yapanlar da direnenler de yerleşmiş inançlara dayanarak iddialarını savunurlar. Yenilik olur ama bir işe yaramaz. Çünkü taklit mahiyetinde yenilik olur. Bunların hiç bir değeri yoktur.

Asıl yenilik geleneği yıkmadır ve

yeni gelenek oluşturmadır.

 

Bu da sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Genellikle dışarıdan gelir. Fakat dışarıya nereden gelecektir? Bizim görevimiz önce bunu tesbit etme, sonra da getirmedir. Araştırmak, bulmak, anlamak ve uygulamak.

İşte insanlığı muhtaç olduğu bu devrimleri peygamberler yapmışlardır. Ancak şimdi vahiy olmadığına göre bu devrim ve değişim işi alimlere düşer. Alimler, ilmî araştırmalar yapacak ve cemiyete peygamberlerin getirdiklerine benzer bir şey getireceklerdir. Bunun için de peygamberlerin hayatı iyice öğrenilecek, mukaddes kitaplar iyice tetkik edilecek, böylece peygamberlerin  yaptıklarından ve kitapların muhtevalarından yararlanılacaktır. İşte akıl yolu budur, ilim yolu budur, yapılması gereken de budur.

Batı, peygamberlerin getirdiklerini öğrenip değerlendirmeyi gericilik saymıştır. İşte bunun için Batı dünyasının medeniyeti sakat doğmuştur. Osmanlılar taklit olarak bahriyeyi kuruyorlardı, halk da gelenek gereği direniyordu. İlim ise ne onlarda ne de onlarda vardı. Bu durum Cumhuriyet döneminde de değişmedi.

İslâmiyet;

İnsanları artık ilme dâvet ediyor.

İlim deyince kastettiğimiz, aklî ve naklî ilimlerdir.

Her söze kulak verilecek ve en iyisine uyulacak.

Rüşd araştırılacak ve bulunacaktır. Artık vahiy sona ermiştir.

Eski vahiylerden yararlanılacak ama ilimle değerlendirilecektir.

Kur'ân yeniden anlaşılacaktır. Böylece yeni medeniyet doğacaktır.

Bizim sizlere anlattıklarımız;

Kur'ân'dan kaynaklanan ve çağımıza hitap eden anlayışımızdır.

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Batı savaşmış ama savaşı hep kötülemiştir,

biz ise hep övmüşüzdür.

 

"V- BATI  Ülkelerinde SAVAŞÇILIK ve SAVAŞ FİKRİ aleyhinde uğraşanlar ve savaşı millet çıkarlarına uyduranlar.

Hiç şüphesiz ki SAVAŞ fikri Batı ülkelerinde de, bilinçsiz ve yersiz uygulama alanları bulmuş ve sakıncalı sonuçlar yaratmıştır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki Batı ülkeleri, Şeriat ülkelerinden çok daha akılcı bir tutum içerisinde SAVAŞ'ın felaket doğurucu niteliklerine bilinç edinmişlerdir. Haçlı seferleri ve buna benzer diğer örnekler hariç zamanla Batı savaşı DİN uğruna veya sırf SAVAŞ yapmış olmak için değil hiç olmazsa milli çıkarlar adına yapma yoluna gitmiştir. Bu konuda Batı'nın diğer bir özelliği de doğrudan doğruya SAVAŞ fikri'ne karşı sesini yükselten ve SAVAŞcılığı öğünülecek bir şey gibi değil insanlık için utanılacak bir şey gibi gören.. insanî zihniyeti yaratabilmiş olmasıdır. Her ne kadar bu zihniyet Batı'yı saldırgan olmaktan ve emperyalizm yolunda savaşlar yapmaktan alıkoymamış ise de..."(s. 738)

 

 

İSLÂM TARİHİNİ AYDINLATMAK İÇİN NE YAPMALI?

HER MEDENİYET İÇİN AYRI FAKÜLTE KURMALIYIZ.

 

Savaş iyi midir kötü müdür sorusu yanlıştır.

Her şey zamanında ve yerinde olursa iyidir.

Zamansız ve yersiz olursa da çok kötüdür.

Bıçak, ekmek kesmek için kullanılırsa çok iyidir, adam kesmek için kullanılırsa çok kötüdür. Öyleyse Batı dünyası hem savaşları yapmış hem de kötülemiş ise, bunun anlamı onların savaşı zamansız ve yersiz yapmış olmalarından ileri gelir. Biz de her zaman savaşı övmüşsek, demek ki biz de savaşı hep faydalı amaçlarla ve iyi yerde kullandık demektir.

Bunlar şüphesiz sadece verilen cevaplardır. İlmî değil siyasî cevaplardır. Biz bugün çöküş dönemindeyiz. Hiç bir ilmî araştırmamız yoktur. Okuyup öğrendiklerimiz ve bildiklerimiz çağlar ötesinde kalmıştır. Biz ilimleri Batı'dan öğreniyoruz. Onlar ne yapmışsa biz onu biliyoruz. Onlar her şeyden önce İslâm'ın ruhunu bilmedikleri için doğru göremezler, diğer insanlar düşmanları olduğu için tarafsız olamazlar, dolayısıyla onlardan kendimizi öğrenmeye kalkmamız en azından ilmî değildir.

Bizim kaynaklarımız yeterinden de fazladır. Ne var ki, bunları tasnif edip ilmî bir şekilde araştırmak cidden çok zordur. Onların ıstılahi manasını anlamak kolay değildir. Meselâ, fıkıh kitaplarında 'şahitler' bahsi vardır. Bu bahsi okursunuz ve bu ne kadar iptidai bir düşüncedir diye düşünürsünüz. Sokaktaki iki adam filanı öldürdü dese kişi asılıyor. Şaşırırsınız. Oysa fıkıh kitaplarındaki 'şahit' sıradan bir şahit değil tam bir 'soruşturmacı'dır. Şahit, hakem veya hakim kadar tarafsız, yetkili ve etkin bir kimsedir. Ancak bunu anlamak çok zordur. Biz bunu ancak Akevler uygulamasında anladık.

Bir defa anladınız mı, ondan sonra işler çorap söküğü gibi sökülüp gider. Meselâ, Kur'ân'da 'Allah' deyince 'devlet' kastedilir, 'resul' deyince 'başkan' kastedilir. Bu anahtarınız olmazsa Kur'ân'ın manasını anlamak mümkün değildir.

Ne yapmalıyız ki İslâm tarihini aydınlatalım?

Bunun için şu ilkeyi kabul etmek gerekir. Bugün Batı'da ne varsa mutlaka İslâm'da da onun mukabili vardır. Polis varsa, İslâmiyet'te de ona mukabil birisi vardır. Bilirkişi varsa, İslâm düzeninde de mukabili vardır. Mübaşir varsa, orada da mübaşir vardır. Ancak başka bir adı vardır ve başka bir hizmetle birleşmiştir.

O halde, her şeyden önce genel bir toplum anatomisini ve fizyolojisini ortaya koymalı ve bugünkü karşılıkları tesbit edilmelidir. Sonra da hangi medeniyeti ele alacaksak o lugatları taramak suretiyle kelimelerin manalarını araştırıp bu müesseselere tekabül edenleri bulmak ve o devrin bir ansiklopedisini yazmak gerekmektedir. O devrin dili öğrenildikten sonra o devirde yazılan kitapları okumak gerekir.

 

Bundan dolayı medeniyetler için ayrı fakülteler oluşturulmalıdır.

Ahd-i Atik Fakültesi

Ahd-i Cedid Fakültesi

Kur'ân Fakültesi

Hadis Fakültesi

Fıkıh Fakültesi

Asr-ı Saadet Fakültesi

Emevîler Fakültesi

Abbasîler Fakültesi

Endülüs Fakültesi

Selçuklular Fakültesi

Osmanlılar Fakültesi

Ancak bunlar kurulduktan, gerekli araştırmalar yapıldıktan, neticeler ilmî olarak elde edildikten sonra, biz İslâmiyet'i bütün müesseseleri ile bulur ve oluşturur.uz.

Kur'ân, peygamberler tarihini anlatır.

Bu arada büyük medeniyetleri de anlatmış olur.

Meselâ, Yusuf Suresi aynı zamanda Mısır Medeniyeti'ni tanıtmaktadır. İbrahim Peygamber anlatılırken Mezopotamya Medeniyeti de anlatılmış olmaktadır. Kur'ân, ayrıca Ad ve Semud gibi eski kavimlerden bahsetmektedir. Onlardan kalan kalıntıları araştırmamız gerektiği emredilmektedir. Böylece sadece İslâm Medeniyeti'ni değil, eski medeniyetleri de ele almamızı önermektedir.

İşte bu araştırmalardan sonradır ki, Müslümanlar hep savaşı övmüşlerdir. Ama nasıl bir savaşı övmüşlerdir? Bunu iyi bilmemiz ve anlamamız gerekmektedir. İslâmiyet'te, yapamayacağınızı neden söylüyorsunuz, deniyor. Savaşmak ama savaşı yermek. Bu iki yüzlülüktür, çifte standarttır ve münafıklıktır. Başka kavimleri savaştan soğutmak ve hazırlıksız yakalayıp saldırmak. İşte Batı'da asırlardır yapılan budur ve hâlen de yapılmaktadır. Türkiye ile birlikte İslâm ülkelerine bu oyun oynanmaktadır.

Biz Müslümanlar;

Gerektiğinde savaşırız ve savaşmayı da en büyük ibadet sayarız;

ama barışmayı hattâ savaşmayıp ayrılmayı da farz sayarız.

Yani gerektiğinde savaşmamak da farzdır.

Sabır en büyük ibadettir.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Batı'da savaşa karşı olan din adamları çıkmıştır,

bizde ise savaş hep kutsal sayılmıştır.

 

"A- DİN ADINA SAVAŞ fikri ve BATI:

Savaş fikri Batı ülkelerinde de vaktiyle DİN kılığı altında toplumları büyülemiş ve felaketlere ve sefaletlere sürüklemiştir...

CİHAD fikri her iki din sâlikleri için ayni kutsallıkla benimsenir oldu. Hattâ Hiristiyanlık dünyasının cihad konusunda çok daha aşırı davrandığını çok daha insafsız davranışlar gösterdiğini belirten Batılı yazarlar çoktur...

Tıpkı İslâm ülkeleri için olduğu gibi Hiristiyan ülkelerde de daha IX cu yüzyıldan itibaren din yolunda savaşlara katılmanın ve ölmenin cennete gitmek için en güvenilir ve en kısa yol olduğu inancı yerleşmiştir... Bk. Norman Daniel, "Holy War in Islam and Christendom" (İn "Blackfriars", September 1958, sh. 383-391.(s. 739)

Ancak ne var ki BATI'da, bir yandan din adına savaşı kutsal sayan zihniyet oluşurken, zamanla, diğer yandan DİN'in savaş'a araç edilmemesini isteyen ve esas özü itibariyle Hiristiyanlığın savaş fikrini Red'ettiğini savunan ve kaba güc'ü ve askeri zaferleri küçümseyen bir zihniyet ortaya çıkmış ve bu iki zihniyet birbirine karşı gelmiştir..."(s. 740)

 

FİTNE KITALDEN EŞEDDİR.

İSLÂMİYET YAŞANABİLEN HAYATTIR.

 

Tarihi gelişmede dinler genel olarak savaşmışlardır. Hz. İsa savaşmayı cemaatına yasaklamıştır. Çünkü onlar henüz savaşma durumunda değildiler. O, kendisinden sonra gelecek olan peygamberin savaşmayı getireceğini bildirmiştir. Hıristiyanlar bir başka peygambere inanmadıkları için o başka peygamberin kendisi olduğuna ve tekrar geleceğine inanırlar. Oysa o peygamber Hz. Muhammed'dir.

İşte bu nedenledir ki Hıristiyan din adamları savaşa karşı olmuşlardır. Olmak zorunda idiler, ama hayat buna cevaz vermedi, İncil'in hükümlerini ayaklar altına alıp Müslümanlara karşı 'mukaddes savaş' açtılar; hâlâ da savaşıyorlar. Oysa onlara emredilen, Hz. Muhammed'i dinlemeleri idi.

İslâm ulemasıise;

Savaşa karşı değil,

Zulme karşı çıktı, fitneye karşı çıktı.

Çünkü, fitne kıtalden eşeddir, daha şiddetlidir.

Gerçekten savaşta siz de vuruyorsunuz. Oysa zulümde sizin eliniz ve kolunuz bağlı, durmadan dövülüyor ve değişik darbelere veya işkencelere muhatap oluyorsunuz. Silâhsız olduğunuz halde, düşman kurşunlarının başınıza ne zaman patlayacağı veya nerden geleceği bilinmeyen bir serseri kurşunun korkusu içindesiniz.

Bu sebeple İslâmiyet;

Fitnenin kalkması için savaşı emretmiş, ayrıca savaş olsun barış olsun adaletle hükmedilmesini istemiştir. Kimseye haksızlık edilmemesini, haksız yere savaşılmamasını, barışı aramalarını önermiştir. Bu anlayış, savaş aleyhinde bulunup ondan sonra da savaşmaktan elbette çok daha iyidir.

İslâmiyet hayattır.

Yaşanabilen bir hayattır.

Hayal ve gerçek dışı değildir.

Yaşanması zor olan bir şey değildir.

İnsandan olmayacakları beklemez ve istemez.

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1667 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1393 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1347 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1417 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4254 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1338 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1288 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1376 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1236 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1441 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1453 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1513 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1639 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1297 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1861 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1387 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1310 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1352 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1349 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1388 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1327 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1335 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2719 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1271 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1372 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1366 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1574 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1322 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1355 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1302 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2276 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1278 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1299 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1400 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1674 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1418 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1280 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1319 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1298 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4297 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1552 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1326 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1300 Okunma

© 2024 - Akevler