İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1277 Okunma
İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.

Yazara göre,

Cihat ibadetlerin başında yer alırdı.

 

"F- Başta Muhammed olmak üzere bütün yüzyıllar içinde İslâm'ın en büyük düşünürleri ve yazarları CİHAD fikrini kutsallaştırmışlardır.

Buharî ve Müslim ve diğer en güvenilir kaynaklardan çıkan Hadis'lerden anlaşılmaktadır ki din adına CİHAD (savaş) İslâm Peygamberi'nin en kutsal saydığı bir iştir: "İnsanlara savaş açmak bana emredilmiştir. Tanrı'dan başka tanrı yoktur diyinceye kadar savaş gerek"; sözü en ziyade kullandığı sözlerden olmuştur. Kendisine sorulan: "En hayırlı iş nedir?" sorusuna "Tanrı'na iman'dır", "pekiyi ondan sonra nedir?, "Cihad"tır diye cevap verdiği ve Cihad'tan sonra en hayırlı olan işin Hac'ca gitmek bulunduğu yine Müslim'den alınma Hadis'lerle bellidir...

Ebu Hanife'nin, Ebu Yusuf'un bu konularla ilgili öğütlerini, yorumlarını... Bu konuda bk. Shaybani, Kitab al-Aşl, "The Islamic Law of Nations; Shaybani's Siyar", İngilizceye çeviri Madjid Khadduri tarafından, The John Hopkins Press 1966, sh. 76, 101, 102 ve d.)..."(s. 713)

 

ORDULAR NASIL OLUŞACAKTIR?

İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.

 

Bir ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamak, adaleti taksim etmek için orduya ihtiyaç vardır. Ordusuz devlet düşünülemez. Jandarmasız devlet düşünülemez. Polissiz devlet düşünülemez.

Bunlar bir devletin temel unsurlarıdır.

Ordular nasıl oluşacaktır?

Ya bir hanedan ülkeyi kendisinin kabul edip bir ordu oluşturacak ve bu ya kölelerden ya da paralı askerlerden ibaret olacak veya vatandaşlar asker yapılacaktır. Ancak bu durumda savaşmak istemeyenler de savaşa sürüklenecektir. İslâm düzeninde hanedan ve saltanat olmadığına göre, paralı asker veya kölelerden ordu oluşturulması söz konusu olamaz. Geriye yapılacak tek iş kalmaktadır, halktan asker olmak isteyenleri askere almak.

Bu takdirde de askerliğe rağbeti sağlayacak teşvikler koymak ve cazip hâle getirmek gerekmektedir. Bunun dünyadaki teşviki 'siyasi haklara sahip olma' ve dolayısıyla 'yönetici olmahakkı'dır. Ancak dünyadaki bu maddî kazanç da yeterli değildir. Ayrıca âhiretteki cennet mükâfatları ile de teşvik edilmesi gerekir.

Kur'ân'da, savaşanlarla savaşmayanların her ikisinin de cennete gidecekleri, ancak savaşanların savaşmayanlara nazaran daha üstün derecelere sahip olcakları bildirilmiştir.

İslâm düzeninde;

Savaşa isteyenler katılır. Diğerleri askerlik bedelini ödemekle yetinirler. Savaşa katılmayanlar da cennete giderler; ama savaşa katılanların derecesi daha yüksektir.

Devlet içinde de savaşa katılanların siyasi hakları vardır. Katılmayanların, bucaklarında siyasi hakları vardır ama devlet içinde yoktur. İsteyenler jandarma hizmetlerine katılır, o zaman il içinde siyasi hakları olur, devlet içinde olmayabilir. Kıyas bunu gerektirir.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Kılıç kalemden daha efdal sayılırdı.

 

"1- İSLAM'ın yetiştirdiği en büyük düşünürler (örneğin FARABİ gibi) ve en büyük ozanlar (şairler-Abu Tammam veya al-Mutahabbî gibi) din adına SAVAŞLARI ve ÖLDÜRMELERİ fazilet bilmişlerdir.

1400 yıllık İslâm tarihi içerisinde SAVAŞ'ı, ve özellikle din adına, Tanrı uğruna savaş fikrini (Cihad'ı) hoş karşılamayan veya yermiş olan çıkmış mıdır? HAYIR...

Al-Farabi, her ne kadar son derece insanî sayılabilecek görüşlerin düşünürü olmuş ise de din adına savaşlar konusunda Şeriat'ın çizdiği çerçeve dışına taşamamıştır...

IXcu yüzyılın en büyük şairlerinden sayılan Habib bin Avs at-Ta'i Abu TAMMAM,... Bir şiirinde-

Kılıç, KİTAB'da söylenilen gerçeklerden de daha gerçektir.

Onun keskin ucunda DOĞRU olan ile OLMAYANIN ayrımı vardır"...(s. 714)

Savaş aşığı hayranlar ordusunu Osmanlı İmparatorluğunun her devrinde bol bol bulmak mümkündür..."(s. 715)

 

CİHAD, HARB VE KITAL; KALEM VE KILIÇ İLE CİHAD.

İNSAN HAKLARINI MÜ'MİNLER KORUYACAKTIR.

 

Cihad var, harb var, kıtal var.

Cihad kalem ve kılıçla yapılır. Birçok hallerde kalemle yapılan cihadlar daha üstün olur. Cihadın esası kalemledir.

Cihaddan sonra harp hâli vardır. Harp hâli, siyasi ilişkilerin kesilmesi ve iktisadi ve içtimai ilişkilerin kalkmasıdır.

Kıtal ise tamamen karşı karşıya gelip savaşmaktır. Çatışmanın son merhalesidir. Başka bir çare ve çözüm kalmayınca, ordular karşı karşıya gelir ve savaşırlar.

İslâmiyet'te en efdal ibadet cihaddır;

Kıtal değildir, harb değildir, savaş değildir.

Harb ve kıtal, cihadın mütemmimidir. Zaruret hâlinde devreye girerler. Dolayısıyla, 'kılıç kalemden üstündür' sözü, İslâmî değildir.

Cihad diğer ibadetlerden üstündür. Fikir cihadı da cihaddır. Korkmadan, cesaretle ve azimle hakları savunmak da, mermi atmak kadar, hattâ ondan daha kutsidir.

İslâmiyet'te;

İnsan haklarının korunması mü'minlere yüklenmiştir.

Bu çetin ve meşakkatli görevi ifa ettiklerinden dolayı da

şerefli kılınmışlardır.

Ne var ki, herkes bu görevi yüklenebilir. Bunu yapmak isteyen kimsenin dinini değiştirmesine gerek yoktur. Ancak inanmadan savaşmayı meşru görmemiştir. Yani maddî kazanç için savaşmak meşru değildir.

Ama insan haklarına inananlar savaşabilirler. Daha doğrusu herkes savaşabilir, ama komuta hakkına sahip olmayabilir. Bu durum da elbette devletten devlete değişecek, son söz daima başkanın olacaktır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Müslümanlar

hâlâ dünyayı Müslüman etmek için cihat yapıyorlar.

 

"2- XXci YÜZYILIN İNSANCIL VE BARIŞSEVER DÜNYASINDA DAHİ FİKİR ÖNCÜLÜĞÜNÜ KILIÇ GÜCÜNDE ARAYAN ŞERİAT ZİHNİYETİ.

Ünlü karihci TOYNBEE'nin A Study of History  adlı yapıtında savunmuş olduğu "Kılıç gücüyle (savaşla) kurtarıcılık olmaz" şeklindeki sözlerine karşılık olmak üzere bir Şeriatcı yazar kılıçla, savaşla her şeyin sağlanacağı kanısını savunur. Ona göre "Tarihi olaylar Toynbee'nin kılıç kullanan kurtarıcı başarısızlığa mahkumdur  görüşünü çürütmektedir...(s. 715)

Şunu hatırlatmak yerinde olacaktır ki yeryüzünün İslâm orduları tarafından fethedilmesi gereği ve bütün dünyanın İslâm'a alınması amacı daha 1928'lerde Müslüman Kardeşler kuruluşunun kendisine temel amaç yaptığı bir gerekti. Müslüman Kardeşler kuruluşu Mısır'da ortaya çıkan bir örgüt olup...

Bu konuda bk. S. D. Goitein, Studies in İslamic History and İnstitutions, (Leiden 1966, sh. 38)..."(s. 716)

 

İSLÂMİYET SAVAŞLA YAYILMAZ;

İSLÂMİYET'TE ZORLAMA YOKTUR.

 

Müslümanın tek bir gayesi vardır; o da cennete gitmektir.

Her Müslüman bilir ki, nasılsa öleceğim. Bundan dolayı Müslüman ölmekten korkmaz, ama cennete gidememekten çok korkar. Bunun için Müslümanın gayesi, kendi hayatını idame etmenin yanında, aynı zamanda İslâmiyet'i yaymaktır. İslâmiyet'i yaymak Müslümanın vazifesidir.

İslâmiyet savaşla yayılmaz.

Tam tersine, savaş insanları İslâmiyet'ten kaçırır. Dolayısıyla Müslüman savaştan hoşlanmaz. Aksine, anlatarak tebliğ etmeyi sever, ama ne var ki Müslüman olmayanlar insan haklarına saygılı olmadıkları ve fikir hürriyetinin manasını bilmedikleri için Müslümanlar savaşmak zorunda kalmışlardır.

Çağımızda ise savaşma kabiliyetini kaybettiler. Çünkü artık eskisi gibi savaşmaya gerek yoktur. Batı dünyası fikir hürriyetini benimsemiştir. Artık kılıçla değil kalemle cihad devri başlamıştır.

II. İslâm Medeniyeti kalem cihadı ile kurulacaktır.

Artık fikir hürriyeti her yere yayılmıştır. İnsanlık yeni ve olumlu bir merhaleye gelebilmiştir. Diktatörlükler kendiliğinden gitmekte ve yıkılmaktadır.

İslâmiyet'te zorlama yoktur.

O kadar ki, İslâm dinine göre, kalben tasdik etmeden ben inandım dersen münafıklık olur ve bu hâl kâfirlikten daha kötüdür.

Barış düzenine gireceksin, her söze kulak vereceksin, neye kanaatin gelirse ona inanacaksın. Kendi içtihatlarına göre amel edeceksin. İnsanı cennete götüren ancak böyle bir ameldir.

Acaba bu anlayışın neresi kötüdür?

 

                                                 İKİNCİ KONU

 

 

OSMANLI DEVLETİ'NİN

SAVAŞÇI NİTELİĞİ

 

 

 

 

İlhan Arsel'e göre;

Savaşçı bir ulus olan Türkler,

güçsüze yardım geleneklerine

cihad fikrini de ekleyip din amaçlı devlet kurdular.

 

"I- Devlet'in Savaş'tan (Cihad'tan) Başka Amacı Olmaması ve Sonuçları.

Gördük ki Şeriat devleti demek SAVAŞ devleti demektir. Devlet'in en birinci amacı Kur'an'daki CİHAD emirlerine uymak ve dini yaymaktır; savaşlar yapmaktır. Kitabımızın başında Osmanlı devleti'nin kuruluş amacının bu olduğunu ve devlet'in kurucusu olan Osman Gazi'nin bu amacı bu şekilde tanımladığını görmüştük...(s. 717)

Bu nitelik Osmanlı devletinin de başlıca özelliği olmuştur ve hattâ denilebilir ki Osmanlı devleti, gelmiş geçmiş İslâm devletleri içerisinde en fanatiği olmak bakımından İslâm dinini yaymayı ve Şeriat gereğince fetihler ve talanlar yapmayı kendisine başlıca amaç bilmiştir: "Bütün İmparatorluklar, az veya çok dozda olmak üzere yağma ve talan makinesidirler. Ve fakat hiç biri Osmanlı devleti kadar bunda aşırı ve kararlı olmamıştır" der bir yabancı izlemci...

Bk. Paul Coles, The Ottoman Impact on Europe, (London 1968. sh. 154)..."(s. 718)

 

 

TÜRKLER VE AMERİKALILARIN SAVAŞ TAKTİĞİ.

SAVAŞ İNSAN HAKLARININ KORUNMASI İÇİNDİR

 

Savaşın en kazançlı taktiği ve durumu, çarpışıp yorulan ve zayıflayan iki ordudan yenilmekte olana yardım etmekle sağlanır. Taraflar çarpışınca zaten bitkin hâle düşerler. Bundan dolayı az bir destekle mağlup olan galip gelir. Sonra zafer paylaşılır. Bu taktik merhametten değil, savaşın bir gereği olarak böyledir.

Amerikalılar, birinci ve ikinci Dünya Savaşları'nda böyle yaptılar. Yenilmekte olan tarafa yardım ettiler, onları galip getirdiler, sonra zafer nimetlerini birlikte paylaştılar. Bundan dolayı güçlü devlet oldular. Süper güç hâline geldiler.

Türkler, tarih boyunca bu durumu çok iyi becerdiklerinden dolayı takdire şayandırlar. Ama bunun insanlıkla bir ilgisi yoktur. Türklerde de savaş hanedan savaşı ve ganimet savaşı idi. O çağlarda ve belki de bugün savaş hâlâ böyledir.

İslâmiyet'e göre;

Savaş insan haklarının korunması için yapılmaktadır. Savaş asla geçim yolu veya geçim kaynağı yapılmamıştır. Savaş ganimet için değildir; savaşı finanse etmek ve savaştan caydırmak için ganimet vardır.

Türkler, bu ulvî gayeyi de benimsedikten sonra, kendi irsî kabiliyetlerini de bununla birleştirip imparatorluklar kurdular ve bin yıl çağlarının en üstün medeniyetinin temsilcisi olarak dünyaya egemen oldular.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlılar dinî vaadlerle kandırarak halkı savaştırdılar.

 

"II- Millî Çıkarlar Adına Savaş Yapılmaz Din Adına Yapılır

Fakat birazdan da göreceğimiz gibi, İslâm'ı kabul ettiğimiz tarihlerden Atatürk sayesinde kavuştuğumuz MİLLÎ ve AKILCI devlet yaşamlarına erişinceye kadar biz Türkler savaş'ı "millî çıkarlarımız" veya "millî haysiyet duygularımız" veya "millî savunmamız" v.s.. adına yapmazdık... sadece ŞERİAT adına yapardık; sadece Kur'an'daki CİHAD hükmüne uymuş olmak, dini yaymış bulunmak için yapardık...(s. 718)

Öte yandan şunu belirtmek gerekir ki asıl savaş heveslisi olan "toplumdan" ziyade devletin başında bulunan ve devleti yöneten devleti götüren sınıf idi, çünkü savaş'tan ve savaş sonucu nimetlerden yararlananlar onlardı..."(s. 719)

 

SAVAŞLAR YA KORKU İLE VEYA İNANARAK YAPILIR;

İNSAN HAKLARI İÇİN SAVAŞANLAR CENNETE GİDER.

 

Savaşlar ya korkuya dayanır ve halk zorla savaştırılır ki, bugünkü savaşlar böyledir; veya inanca dayanır ve inananlar inançları için savaşırlar.

Dünya hayatında savaşsızlık sözkonusu olmadığına göre, acaba hangi savaş iyidir? İnananların savaşı mı, yoksa korkanların savaşı mı?

Osmanlılar, kendileri de inanarak savaştılar. Bizzat kendileri de inanarak savaştıkları için onlar hakkında 'kandırdılar' denemez. Kandırmış olsalar bile, kandırmak korkutmaktan yine de daha iyidir.

Bu durum, onların despotik yönetim kurmadıklarının bir delilidir.

Osmanlılar vâdetmediler, hizmet ettiler; din vâdetti.

Dinin bu vaadi de gerçekti.

Allahkâinatı yarattı ve kitaplar gönderdi.

Kur'ân  Allah'ın sözüdür. Bu ilmen sabittir.

İlim bunu nasıl ispat eder diyemesziniz. İlmin gücü insana gereken her şeye yeter. İlim. Kur'ân'ın Allah sözü olup olmadığını ispata gücü yetendir. Kur'ân'ı Batı istatistik ilimleri ile inceleyerek Kur'ân'ın ilâhî söz olduğu yani kâinatın varedicisinin eseri olduğu kesin olarak belirlenmiştir.

Diğer taraftan size baştan beri verdiğimiz cevapların hep Kur'ân'da bulunması, 1400 yıl sonra kendisine tevcih edilen sualleri cevaplayabilmesi, bir mucize değil midir? Onun ilâhî bir söz olduğunu ispatlamaz mı? İşte bu kitap insan hakları için savaşanları Allah'ın cennete götüreceğini vâdettiği için biz savaşıyoruz.

Peki, sizlere sormak istiyoruz;

Siz neye dayanarak insan hakları için uğraş veriyorsunuz?

Yani Kur'ân bizleri hak için kandırıyor; ama sizleri kandıran nedir?

Çünkü siz de hak için ve insanlık için savaştığınızı söylüyorsunuz.

Lütfen, bu sorumuza mantıklı ve makul bir cevap verir misiniz?

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlılardaki sürekli savaş siyaseti

ancak cumhuriyet döneminde bitti.

 

"III- Din adına ve Talan uğruna savaş gereği Osmanlı Padişahları'nı belli bir Fikrin ve İdealin savaşçısı olmaktan uzak kılmıştır.(s. 719)

İslâm Türk devletlerinde ve özellikle Osmanlı devletinde Hükümdarların ve Padişahların SAVAŞ'ı sırf DİN emri ve gereğidir diye yaptıkları ve bu nedenle ne kendi öz halklarını ve ne de "CİHAN ŞUMUL" denebilecek amaçları gözönünde bulundurdukları söylenemez...

Onların öğünebildikleri tek iş din adına savaşlar açmak, savaş alanlarında başarılar kazanmak, yağmalar ve talanlarla hazinelerini doldurmak, ülkeler ele geçirmiş olmaktı. XIX cu yüzyılda bile bu zihniyette değişiklik görülmemiştir;...(s. 720)

Birinci dünya savaşını kazanan milletlerin en büyük amacı Türk'ü şeriat adına savaş açacak yetenekten çıkarmak olmuştur. 1916 yılında, yani büyük savaşın bitmekte olduğu bir tarihte bir yazar: "Bu savaş'ın en gerekli ve haklı sonuçlarından biri de Türkiyeyi parçalamak ve onu artık hiç bir zaman din adına savaşlara giremeyecek ve gayri muslim halkları ezemeyecek duruma getirmektir" diyordu.

Bk. S. G. Wilson, a.g.e., sh. 292.(s. 721)

Yine tekrarlamakta yarar vardır ki Türk'ü din adına veya yağma ve talan için savaşlar yapma alışkanlığından kurtaran ve uygarlığın geliştiği kerteye yani BARIŞCILIĞA yükselten Atatürk olmuştur..."(s. 722)

 

İSLÂMİYET;

HIRİSTİYANLIĞIN HASMI DEĞİL HÂMİSİDİR.

BATI MÜSLÜMANLARI YENDİ AMA

İSLÂMİYET'E YENİLDİ.

 

Anadolu Selçuklu Devleti parçalanınca, beylikler kendi aralarında savaşmaya başladılar. Hiç bir hedefleri ve gayeleri yoktu. Savaşın hiç bir ideal tarafı yoktu. Dolayısıyla çok zayıf kaldılar. Birbirlerine karşı bir üstünlük de sağlayamadılar.

Osmanlılar ise gözlerini Batı'ya diktiler ve ideal savaşlar yaptılar. İslâmiyet'in dünyada duyulup yayılması için savaştılar ve bunu da başardılar. Ne var ki, karşılarına Hıristiyanlık çıktı. Oysa İslâmiyet Hıristiyanlığın hasmı değil hâmisi idi. Ama kavmiyetçilik dine büründü ve bin yıl karşılıklı savaşıldı.

Osmanlılar yenilmeye başlayınca artık oralarda yerli devletler kurup çekilmeliydiler. Gelen halkı da muhacir olarak kabul etmeliydiler. Ama onlar hep bu ülkeleri savundular. Ellerinde tutmaya çalıştılar ve yenile yenile gerilediler. Cumhuriyet döneminde alınmış olan çok isabetli bir kararla bu anlamsız savaş bitti.

Türkiye coğrafi durumu elvermemesi nedeniyle Batılılar tarafından paylaşılamıyor. Birinci Dünya Savaşı sonunda Batı dünyasının gerçekleştirdiği paylaşma harekâtı, dünyada benzeri görülmeyen bir İstiklâl Savaşı sayesinde başarısızlıkla sonuçlandı. Zamanla toparlanıp güçlenen Türkiye, bölgede çok önemli bir caydırıcı güç olarak varlığını sürdürüyor. Bütün bu gelişmelerin tabiî sonucu olarak Türkiye savaş yapmadan durabiliyor ve varlığını sürdürüyor.

İslâmiyet'in getirmiş olduğu insan hakları artık bütün dünya tarafından bilinmektedir ve belli bir seviyede benimsenmiş bulunmaktadır. Şimdi Batı dünyası bizden öğrenmiş bulunduğu insan haklarını bizlere öğretiyor. Bu durumda ne hakla ve ne için savaşacağız?

Ama Kıbrıs'ta olduğu gibi, Yunanistan ve Bulgaristan'da olduğu gibi; ve en son Bosna ve Çeçenistan'da olduğu gibi Batılılar hâlâ dinî savaşları sürdürüyorlar.

Öyle görülüyor ki, Batı bu işi başaramayacak ve insanlığın bu problemini halletmek yine bize düşecek. Her şeye rağmen Batı dünyası, kendisi ve insanlık için ileri adımlar atmış bulunmaktadır. Ancak bundan sonra bu adımları daha ileriye götürebilecek seviyede değildir. Artık bu özelliğini yitirmiştir.

İslâmiyet'e göre;

Savaşların galibi her zaman medeniyette de galip demek değildir. Batı Müslümanları yendi ama İslâmiyet'e yenildi. Bu bakımdan savaşların yine de faydası vardır.

Türkiye Devleti'ni barış ülkesi hâline getirmeliyiz. Ordumuz çok güçlü olmalı, ama hiç bir yere saldırmamalıyız. Dünyaya uluslararası hakemlik sistemini getirmeliyiz.

İslâmiyet'i öğrenmeli ve öğretmeli, yaşamalı ve yaşatmalı, tebliğ etmeli ve yaymalıyız; ama Müslüman ülkelerle birleşme düşüncesinden vazgeçmeliyiz.

Çünkü onlar İslâmî devlet kurmamışlardır. Bu açıdan bakıldığında, Batılılar İslâm ülkelerine nisbetle daha İslâmî devletler kurmuşlardır.

Onlara gerçek İslâmiyet'i yani Tevrat, İncil ve Kur'ân'ı öğretmeliyiz. İslâm ülkelerini de uyarmalıyız. Artık gayr-i İslâmî düzenden çıksınlar; barış düzenine gelsinler, demokrasiye gelsinler, lâikliğe gelsinler, liberalliğe gelsinler, sosyalliğe gelsinler...

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlı Devleti'nin varlığı da dinî savaşlar içindi.

 

"IV- SAVAŞCI RUH ve Sadece Savaş Amacı DEVLET'e, hiç bir zaman halkı ve vatandaşı düşünmek fırsatı vermemiş, vatandaşı da savaştan başka hiç bir şeye değer vermeme geleneğinde tutmuştur. (s. 722)

İngiltere... ve yine diğer Batı ülkelerinde, örneğin Fransa, İsviçre, Belçika, v.s.., biraz daha geçte olsa halkın iktidar uygulanmasına katılması yolları denenirken biz ve bizim halkımız din adına savaşlardan başka bir şey bilmez ve düşünmezdik...(s. 723)

"... Fakat genel olarak halkın mutluluğuna çalışma bilinci XVI cı yüzyıl devletlerinde daha henüz pek zayıf bir şekilde belirmeğe başlamıştı. O devrin devlet ve hükümetlerine hakim olan amaç genellikle her türlü araçlarla iktidarı elde tutmak (ki genellikle askeri güç sayesinde bu olmakta idi), ve bu aynı araçlarla iktidarla ilgisi bulunan imtiyazlı sınıfların mutluluğunu sağlamak idi. Doğu'da ve Batı'da devlet için asıl olan bunlardı. İşte Osmanlı devletini yöneten kuruluşlar için de.. durum bu olmuştur... Fakat dinin öngördüğü amaç en güçlü şekilde kendisini duyurtmuştur, çünkü Osmanlı toplumunun gücü ve fetihleri İslâm'ın gücü ve fetihleri olarak benimsenmiştir." Bk. A. H. Lybyer, "The Government of the Ottoman Empire in the Time of Suleiman the Magnificent", sh. 147-8...(s. 724)

Din adına açılan Haçlı seferlerinden hemen sonra bile bu çeşit savaşlara girişmeyi yeren çevreler ve fikir mihrakları olmuştur..."(s. 725)

 

TÜRKİYE'NİN VE BİZİM GÖREVİMİZ NEDİR?

İSLÂMİYET SAVAŞ RUHUNU YARARLI HÂLE GETİRDİ.

 

Kâinat varedilmiş. Varlıklar farklı yaratılmış. İş bölümü meydana getirilmiş. Her varlık kendini korur ve kendi varlığını sürdürür. Görevi odur. Ama kendini korurken, buna paralel olarak düzeni de korumuş olur.

Dünya ayı kendine doğru çeker, çünkü görevi odur. Ay da dünya etrafında dolanarak kaçmaya çalışır, onun görevi de odur. Sonuçta denge oluşur ve düzen kurulur. Kâinatta kurulu bulunan bir çok mekanizme böyle bir düzen içinde bulunmaktadır.

Bir yaprak da bunlar dışında bir şey yapmaz. Kendi varlığını korur. Havadan karbondioksidi alır ve gıda yapar. Kökleri ile alışverişte bulunur, şeker verir ve suyu alır. Böylece hem kendisini hem de ağacı yaşatır. Bunun dışında başka ne yapar? Karbondioksitle kirlenen havayı temizler ve doğayı yaşanacak hâle getirir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun da elbette bir varlığı vardı. O da yeryüzündeki ve kendi çağındaki görevini yapıyordu. Kendi hanedanını koruyordu. Bunun için savaşlar yapıyordu. Bütün devletler de böyle yapıyordu. Varlıklarını sürdürmek için bildikleri başka bir sistem yoktu.

Savaş yapmayan devlet mefhumu yeni çıktı. Kapitalistlerin 1950'den sonra buldukları suni devlet sistemi yenidir. Ancak bu sistem sayesinde İslâmiyet bütün dünyaya duyuluyor ve beşeriyet yeni dünya görüşünü öğreniyordu. Beşeriyet belli bir seviyede gelişme göstererek Avrupa Medeniyeti'nin doğuşuna sebep oluyordu. Komünizmin de insanlığı yaşlanmış olan dinlerden ve inançlardan arıtma fonksiyonunu ifa ettiğini daha önce açıklamıştık.

Kâinatta her şey ve her kes görevlidir ve görevini yapmaktadır. Osmanlılara verilen görev de, insanlığa din ve vicdan hürriyetini götürmek için savaşlar yapmaktır.

Bütün bunlar olmuştur ve artık insanlık tarafından bilinmektedir. Fakat bizim meselemiz sadece bunları bilmek değildir.

Asıl mesele, bizim görevimiz nedir?

Asıl mesele, bunu tesbit edip görevimizi en iyi bir şekilde başarmaktır.

Cumhuriyet rejimi savaşmıyor. 'Yurtta sulh cihanda sulh' diyor. Saldıran olmazsa savaşmayacak. Peki, sadece bu anlayış yeterli midir?

Türkiye'nin görevi nedir ve niçin yaşıyor?

Acaba beşeriyete ne getirmek için vardır?

Bizler bunu belirlemeliyiz.

İslâmiyet'e göre;

Her varlık Allah tarafından yaratılmıştır ve ona düzen içinde görevler verilmiştir. İnsanı Allah yarattı ve herkese ayrı ayrı görevler verdi. Bir farkla, insanların görevlerini çeşitli yaptı ve onlara seçme hakkı tanıdı. Böylece onu yüceltti. İnsanları kendi aralarında yarıştırdı. Daha iyi işler yapanları daha yüksek mertebelere getirdi. İnsanı bilinçli ve iradeli yaptı. Ona cihad ruhunu verdi.

İnsanlar savaşıyorlar yani yarışıyorlar. Savaşı dinler getirmediler. İslâmiyet veya dinler, insanda varolan savaş ruhunu en yararlı bir şekilde değerlendirmeyi insanlara öğretti. Aslında yeryüzünde din savaşları olmadı, dini istismar eden savaşlar oldu. Bu noktanın çok iyi anlaşılması ve kavrannması gerekmektedir.

Şimdi de kapitalizm veya sosyalizm uğruna savaşılıyor. Yani tanrısız dinler uğruna savaşılıyor. Kitleler halinde katliamlar oluyor. Tarih elbette 20. yüzyılda akıtılan kanları ve yapılan katliamları tesbit edecek, belki de başlangıçtan itibaren tüm insanlık yaratılalıdan beri akıtılanlardan daha çok bulacaktır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlılarda sürekli savaş

ülkeyi harap ve yoksul kılmıştı.

 

"A- Din uğruna açılan savaşlar yüzünden HALK hem mânen ve hemde maddeten sefil ve perişandır- Fakat her şeye rağmen savaş açmağa devam olunmuştur.

Milletin çıkarları gerektirsin ya da gerektirmesin din adına girişilen savaşlar bir kere her şeyden önce halk'ın mânen ve maddeten sefil ve perişan olması sonuçlarını doğurmuştur... "... Hiç bir taraftan, önce tahmin edilenin yarısı kadar olsun vergi geldiği yoktu. Koca Osmanlı ülkesi, karışıklıklar, kıtlıklar, soygunculuklar ülkesi olmuştur."

Bu satırlar Cevdet Paşa tarihinin hemen her sahifesinde rastlanan savaş olaylarının yine onun kalemiyle çizilen hazin manzarasıdır...(s. 725)

Bazan öyle olurdu ki cephelerde çarpışan ordunun Başkumandanı padişahtan dilenircesine para ister Padişahta ona yalvarırcasına sabretmesini veya kendi derdinin çaresine bakmasını söylerdi..."(s. 726)

 

SAVAŞ HER DURUMDA KAÇINILMAZDIR.

İSLÂMİYET MELEKELERİ İYİYE KANALİZE EDİYOR.

 

Osmanlılar başlangıçta hep savaştılar. Çünkü Orta Asya'da da savaştan başka bir şey bilmiyorlardı. Zaferden zafere gidiyor ve ülkelere güvenlik sağlıyorlardı. Ülkedeki çalışmayı ve ekonomik bakımından gelişmeyi ise Hıristiyan ve Yahudilere bırakmışlardı. Hıristiyanlar ziraat ve küçük sanatlarla meşgul idiler. Yahudiler ticaret yapıyorlardı. Türkler de vergilerini alıp savaşıyor ve ülkeyi savunuyorlardı. Düzen böyle kurulmuştu.

Yenilmeye başlayınca da yine savaşmak zorunda kaldılar. Çünkü bu sefer de onlar rahat bırakılmadılar. Bu durum sonuna kadar böyle devam etti. Bu savaşlar, gerileme ve yenilme safhasında elbette ülkeyi yoksul bıraktı sözü, yanlıştır. Osmanlılar sonuna kadar gayr-i müslimleri askere almadılar. Tam tersine, onlara bedava ulaşım imkânlarını sağlayarak malların değerlenmesini temin ettiler ve refah içinde yaşamayı gerçekleştirdiler. Bu refah onları da uyuşturdu ve Batı teknolojisinin gerisinde kaldılar. Bu durum, onların değil, Osmanlıların değil; yaşlılığın bir arızasıdır. Bu durum bugün Almanya için sözkonusudur. Yabancı işçiler olmasa Almanya hayatını sürdüremez.

Bir hususu daha belirtmek gerekir. İnsanlar devamlı savaşacak şekilde varedilmişlerdir. Nitekim Mustafa Kemal de öyle diyor; hayat mücadeleden ibarettir. Kim kazanırsa o yaşar. Gerçekten de eğer bir ülkede dış savaşlar varsa, ülkede iç huzur vardır. Dış barış varsa, ülkede iç savaş vardır. Cumhuriyet tarihi bunun açık kanıtıdır. İkinci Cihan Savaşı'na girseydik, ülkede 1950 ve 1960 hareketleri olmazdı. Türkiye'de yetmiş yıldır savaş olmuyor ama her on yılda bir iç kanama oluyor.

Demek ki, Osmanlıların sürekli savaşları iç barışı getirmiştir. Sonuna kadar halkın devlete isyanı söz konusu olmamıştır. Askeri darbeler gerçekleşmemiş ve hanedan hep iktidarda kalmıştır.

Matematikçiler biliyorlar ki, problemi hangi yoldan çözerseniz çözün, yapacağınız işlem aynıdır. Hangi siyaseti benimserseniz benimseyin, savaş kaçınılmazdır. Ama iç savaş ama dış savaş.

İslâmiyet;

İnsan fıtratında mevcut özelliklerin değişeceğini kabul etmez. Bu itibarla insanları meşgul edecek müesseseler getirmiştir. Bunları daha önce de belirttiğimiz gibi; daha çok mal sahibi olma ve ilerideki savaşları kazanma hırsı, daha çok kadınla evlenme ve çocuk sahibi olma hırsı, hayır yapma hırsı, savaş kazanma hırsı, ibadet ve yarışlara katılma hırsı...

İslâmiyetbunları hep düzenlemiş ve zararlı olma yerine yararlı olma şekline çevirmiştir. Kazanma hırsı faizciliğe dönüşürse zararlı olur. Cinsî arzu hırsı fuhşa dönüşürse zararlı olur. Hayır yapma hırsı yerine halkı ezme gelirse zararlı olur. Savaşta da cihat yerine talan olursa zararlı olur. İbadet yerine içki ve eğlence yer alırsa zararlı olur.

İslâmiyet böylece her melekeyi iyi taraflara kanalize ediyor ve hiç bir zaman köreltme cihetine gitmiyor.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Hesapsız girişilen savaşlar dilenerek sürdürüldü.

 

"B- Gereksiz yere savaşlar yapmak için halkın soyulması-Hem de din adamının fetvasiyle.

Ülkede işlerin bozuk gitmesi, devletin savaş yapacak güçte olmaması, askerin bitkin ve yorgun ve perişan durumda bulunması, halkın sefalet içinde yaşaması, evet bütün bunların Padişahlar ve vezirler için önemi olamazdı. Önemli olan şey kendi kaprisleri, keyifleri ve bilgisizce ve düşünmeden verdikleri kararlardı. Devlet savaş yapamayacak durumda olsa bile canları istedimi savaş yapmak gerekirdi...(s. 726)

Cevdet Paşa'nın kaleminden okuyalım -"... Fakat devletin hazinesinde savaşı sürdü-recek para altın yoktur. Çünkü memleket viraneye dönmüştür... Kıtlık başlamıştı. Bunun üzerine Padişah kimin elinde gümüş ve altın eşya varsa hazineye versin diye fetva çıkardı. Ulemadan tek bir kişi gümüş teslim etmedi." Bk. Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler, Cilt I, sh. 324-5."(s. 727)

 

OSMANLI İÇ DAYANIŞMASI İYİ VE MAKUL BİR ŞEYDİ.

SAVUNMA SAVAŞINDA HER ŞEY DEVLETE VERİLİR.

 

Galibiyet dönemlerinde savaşlar kârlı olur. Ülkeyi mamur eder. Çünkü mağlupların sermayesine sahip olunur. Karşı tarafın hazineleri ele geçer. Çökme dönemlerinde ise savaşlar felâket üzerine felâket getirir. Ganimetlerin gelmesi şöyle dursun, servetler ve gelirler, dolayısıyla ülkeler kaybolmaya başlar. Akıllı yöneticiler bu dönemlerde savaştan kaçarlar. Ne var ki, bu kaçış da mümkün değildir. Çünkü bu sefer karşı taraf savaştan kaçmamaktadır.

Osmanlıların yapabilecekleri iki şey vardı; ya gayr-i müslim vatandaşların mallarını yağma etmek veya kendi halkını ağır vergilere boğmak. Ancak İslâmiyet bunlara müsade etmemişti. Bu durumda ianelerle savaşı yürüttüler. Bu da bir çeşit iç dayanışma demekti. Çok makul ve iyi bir şeydi. Çünkü devlet kendi vatandaşlarından yardım dileniyordu.

İslâmiyet'e uyan bu devlet, halkının mallarını gaspetmediği için daha uzun zaman yaşadı. Çarlığın yıkılışı ile Osmanlıların yıkılışını karşılaştırırsak, Çarlık daha genç bir devletti. Oysa yıkıldı gitti. Osmanlılar ise 600 yıllık bir geçmişe sahip bulunuyorlardı. Bunu, en kötü zamanlarda bile bazı İslâmî prensiplerden ayrılmamaya borçlu bulunuyorlardı. Halbuki İbn Haldun devletlere 100-120 yıllık bir ömür biçiyordu.

İslâmiyet'e göre;

Savunma savaşlarında halkın her şeyini devlete vermesi gerekir.

Çünkü aksi takdirde ve mağlubiyet halinde bütün ülke yine elden gidecektir.  Bundan dolayı halk her şeyini ülkesi için vermelidir.

Ne var ki, Osmanlılar yabancı ülkelerde savaşıyorlardı. Bundan dolayı durumda bir anormallik vardı. Savunma savaşları yapıyorlardı ama kendi ülkelerinin savunma savaşlarını yapmıyorlardı, başka ülkelerin savunma savaşlarını yapıyorlardı. Bu nedenle sıkıntı vardı ve gönül rızası ile asker toplayarak savaşıyorlardı.

Böyle olmasına rağmen, ani çöküşler olmamıştır. Meselâ, Sovyetlerde olduğu gibi Avrupa devletleri birden bire elden gitmedi. İki asırdan fazla süren gerilemelerle Osmanlı İmparatorluğu yavaş yavaş çöküp gitti. Aniden gerçekleşen bir yıkılış olmadı.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Nihayet bu iş bir fetva ile

yabancı devletlerden borç almaya kadar götürüldü.

 

"C- Yabancılardan alınan borç para ile savaş (cihad) görevine devamda sakınca görmeyen devlet.

Bir aralık devlet öylesine parasız kalmış, ve soyup sovana çevirdiği halktan öylesine para sızdıramayacak hale gelmişti ki tek çare dışardan, başka devletlerden borç para almak kalmıştı.

-Her hususta "Kafirlerle" ilişkiyi yasaklayan din adamı borç para alma işinde fetvasını rahatlıkla vermiştir...(s. 727)

"Akçe darlığı öyle korkunç bir hal almıştı ki değil Felemenk'ten veya İspanya'dan, bunlar ne de olsa birer devletti, Fas hakimiyetinden hattâ Cezayir ve Tunus ocaklarından bile borç alınması düşünülmüş onlara da başvurulmuştu. Fakat her yerden para yerine özür dileme mektupları geliyordu." Bk. Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler, Cilt I sh. 322..."(s. 728)

 

OSMANLILARIN BORÇLANMASI YANLIŞTI;

DEVLETLERİN BORÇ ALMASI CAİZ DEĞİLDİR.

 

Savaşlar bir mudarabe şirketidir. Sermayeyi koyanlar sermayeyi koyar, emeklerini koyanlar da emeklerini koyarlar; sonunda ganimet yarı yarıya paylaşılır. Faizsiz sistemin şirket/ ortaklık usûlü budur. Faizli sistemde ise çalışan krediyi alır, kazansa da kaybetse de o ana parasını ve faizini verir ve sonunda kendisi ya kazanır abad olur ya da iflâs eder. Bundan dolayı faiz haram kılınmıştır. Çünkü sonu tekele gider, enflasyona gider, ekonomik çöküntüye gider. Halk faizi ödeyemez ve savaşlara gider. Yine bundan dolayıdır ki, İslâmiyet'te ticari kredi yoktur. Herkes ancak kendi sermayesi veya ortaklık sermayesi ile ticaret yapar.

Borçla savaşmak, hele çökme zamanında savaşmak sadece zaman kazandırır. Borç verenler de ödenmeyeceğini bilirler. Ama yine de borç verilen ülkeyi çökertmek için, yokluk cenderesinde kıvrandırmak için, yıkmak için borç verirler. Bunun için de değişik taktikler uygulanır. Zengin petrol yataklarının bulunduğu İran ve Irak'ı önce savaştırdılar, Irak'a borçla silâh verdiler, sonunda alacaklarını istemeye başladılar. Sıkışan Irak Kuveyt'i işgal etti. Onlar da Suudi Arabistan'ı işgal ettiler. Daha sonra başarabilirlerse, Türkiye ile kapıştıracaklar ve Türkiye'yi savunuyoruz diye Irak'ı işgal edecekler. İşte Irak'ı bunun için savaşa soktular ve bunun için borç verdiler.

Osmanlıların yaptıkları, elbette akıl alacak bir şey değildi. Düşmandan borç para alınıyor ve onunla düşmanın yenileceği iddia ediliyordu. Aslında alınan paralarla savaş yapmadılar? Borçlar savaş için alındı ama bu paralarla savaş değil saraylar yapıldı. Çünkü artık devleti satılmış olan elçiler yönetiyorlardı. Bu hastalık bugün de hâlâ devam ediyor. Borç alınıyor ve teşviklerle deniz kenarlarında turizm tesisleri inşa ediliyor veya halk sahillerde sayfiye evleri yapıyor. Böylece lüks tüketim ve israf yaygınlaştırılıyor. Sosyal ve iktisadi dengeler bozuluyor.

İslâmiyet'e göre;

Devletlerin devletlerden borç almaları caiz değildir.

Sadece savaşa mâlen katılan devlet olabilir. Yani savaş kazanılırsa sermayeye düşen ganimetten ona da payverilir. Halktan iane toplanabilir. Müttefiklerin yardımı kabul edilebilir.

Borç alınamaz. Faizsiz olsa da alınamaz.

Çünkü şirketi mudarabede de kredi alınamaz.

 

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1665 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1391 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1347 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1415 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4252 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1337 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1287 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1374 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1236 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1440 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1453 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1512 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1638 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1295 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1860 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1387 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1309 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1350 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1349 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1387 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1327 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1333 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2719 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1271 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1369 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1365 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1572 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1321 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1353 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1301 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2275 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1277 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1298 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1399 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1673 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1417 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1277 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1318 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1297 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4295 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1550 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1323 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1299 Okunma

© 2024 - Akevler