CEZA HUKUKUNDA MAĞDURUN KORUNMASI
Süleyman Akdemir
1957 Okunma
İSLÂM HUKUKUNDA MAĞDURUN KORUNMASI

5)  İSLÂM HUKUKUNDA MAĞDURUN KORUNMASI :

I — İslâmiyet Hakkında Genel Bilgiler :

87 — Kuruluşundan günümüze kadar İslâm Medeniyetinin Dört Aşama geçirdiği kabul edilir (1).

Birinci Aşama, Peygamber ve Sahabeler Dönemi'dir. Bu dönemde ortaya çıkan sosyal kurumların oluşmasını etkileyen faktörler Kur'an ve Peygamber'in Kur'anı açıklayıcı mahiyetteki fiilleri ve sözleridir. Peygamber'in sözleri sonradan Hadis Kitaplarında toplanmıştır; Kur'an’ın orjinal metni ise değişmeksizin günümüze kadar gelmiştir.

İkinci Aşama, Müçtehitler Dönemi'dir. Bu dönemde, Kur'an hükümlerinin çağlara göre yorumlanıp uygulanabilmesi doğrultusunda pek çok araştırma yapılmış, birer hukuk ekolü olan Mezhepler bu dönemde kurulmuştur. Dönemin bilimsel çalışmaları ile ilgili olarak günümüze kadar gelen pek çok yazılı kaynak bulunmaktadır.

       Üçüncü Aşama, İmparatorluklar Dönemi'dir. Bu dönemde, Bizans, İran ve Yunan medeniyetleri ile ilişkiler kurulmuş, İslâm medeniyeti ile sözü edilen medeniyetler birbirini etkilemeye başlamıştır. Bu Dönem hakkında pek çok yazılı kaynak mevcut olduğu halde, sosyal kurumların kuruluşu ve işleyişi üzerine yeterli bilimsel araştırma yapılmamıştır.

Dördüncü Aşama, Batılılaşma Dönemi'dir. Bu dönemde, Batıda başlayan bilimsel ve teknik ilerlemeler karşısında, İslâm toplumları bir varlık gösterememişler ve sonunda Batı medeniyetinin etkisi altına girmeye, kendi yerli kurumlarını batılı kurumlarla değiştirmeye başlamışlardır. Halen yaşanan bu dönem hakkında da yeterli bilimsel araştırmalar yapılmış değildir.

88       — İslâm Medeniyeti hakkında yapılan bu dörtlü ayırım içeri-
sinde temel İslâmi bilgileri yansıtan ve orjinalliği olan Birinci ve İkin-
ci Dönemler'dir. İslâm dini Birinci Dönemde tamamlanmış, Peygamber
ve ondan sonra gelen Dört Halife. İslâm Devletini meydana getiren
sosyal kurumların ilk örneklerini ortaya koymuşlardır. İkinci Dönemde
ise, Birinci Dönemin, Birinci Dönemde ortaya konulan kurumların çağ-
lara göre gelişip yenilenmesinin yolları aranmıştır. Burada sadece
ilk iki dönem üzerinde durularak; İslâmiyetin toplumsal yapı üzerinde-
ki etkisi ve yapılan değişiklikler, Fıkıhta mağdurun korunması hakkın-
da mezheplerin görüşleri ve Kur'an'da mağdurun korunmasını öngören
hükümler esas alınarak kısaca açıklanmaya çalışılmıştır.

II - Mekke'nin Sosyal Statüsü (Âkile Müessesesi) :

89— İslâmiyetten önce Mekke halkı «âkile» adı verilen kabîle toplulukları şeklinde gruplardan oluşmaktaydı. Kabileler, şehrin savunulmasında ve diğer şehirlerle ilişkiler kurulmasında bir tür Federal Şehir Devleti yapısını geliştirmişlerdi. Buna karşılık iç yönetimlerde her kabîle bağımsız bir yapıya sahipti. Kabileler içi sıkı bir dayanışma uygulanır, iyi ve kötü durumlarda birlik ve beraberlik içinde hareket edilirdi. Bu sıkı dayanışma karşısında, hiçbir kabîle mensubunun, diğer bir kabîle mensubuna yapacağı kötülüğün cezasız kalabileceği düşünülemezdi (2).

90— Hz. Muhammet, Mekke'nin sosyal statüsü içinde yer alan kabilelerin en üstünü sayılan Benû Hâşim kabilesine mensuptu (3), Nitekim, Benû Hâşim kabilesinin başkanı olan amcası Ebû Talib'in islâm dinini kabul etmediği halde, yeğeni olduğu için Hz. Muhammed'i himaye etmesinden dolayı Mekkeliler uzun süre kendisine cephe almaya cesaret edememişlerdir. Çünkü, aksine bir tavır kabileler arası çatışmanın tehlikesini taşıyordu. Ebû Talib'in ölmesi ve yerine Ebû Leheb'in kabîle başkanı olması, Hz. Muhammed'in Mekke'deki pozisyonunu sarsmış ve kısa bir müddet sonra Amcası Ebû Leheb tarafından «kanun dışı» sayılarak kendi kabilesinin himâyesi kaldırılmıştır. Hicrete kadar, vefat eden eşi Hz. Hatice'nin kabilesi tarafından himaye edilmiştir. Ebû Leheb'in başkanlığında, her kabileden bir gencin katılması suretiyle öldürülmesine karar verilince Hz. Muhammet Medine'ye hicret etmiştir (4).

 

III — Medine Şehir Devletinin Kurulması :

91— Hz. Muhammed'in Mekke'de başlayan «Emân Hakkı» (hukukî ve fiilî himaye) elde etmek için gerekli araştırma ve gayretleri, Hacca ziyarete gelen Hazrec kabilesine mensup bir grup hacı kümesinin müslüman olması ve daha sonraki yıl Evs ve Hazrec kabilelerine mensup çok sayıda kimsenin katılması ile neticelenmiştir. Hz. Muhammed'i öldürmek üzere Mekkeli kabîleler aralarında anlaşmaya varınca, O da kendisine emân veren Medineli kabîlelerin yanına hicret etmiştir (3).

92— Hz. Muhammed'in Medine şehrine yerleşmesi ile birlikte giriştiği ilk ve en önemli faaliyet kabîleler [âkileler) arasında çatışmalara ve kan davalarına son verecek bir sözleşmeyi hazırlamak ve aralarında dayanışmayı sağlayacak birliği kurmak olmuştur. Hadis Bilgini İmam Buhârî'nin yazdığına göre, Hz. Muhammed, şahsî hizmetine bakan Enes'in ailesinin evinde müslim ve gayrimüslim halkın katıldığı büyük bir halk meclisi toplamış ve bu toplantıda, içerde kan davalarını yasaklamayı, dışardan gelecek saldırıları uzaklaştırmak için kuvvetleri birleştirmeyi teklif etmiştir. Bu teklif kabul edilince, Medine civarını içine alan kabîlelerin en geniş manâda otonomisine dayanan konfederal yapıda bir Şehir Devleti kurulmasını sağlamıştır. Medine Şehir Devletinin kurulmasıyla ihkakı hak yasaklanarak, adlî müracaatların Devlet Başkanına yapılacağı esası getiriliyor, askeri sefere kimlerin iştirak edeceğine Devlet Başkanının karar vermesi kabul ediliyor ve harb ile sulhun ayrılmazlığı esası getiriliyordu.

93— Medine Şehir Devletinde kişilerin üzerindeki bazı yükler de hafifletilmiştir. Örneğin adam öldürmelerde, kısas tatbik edilmediği takdirde kan diyetinin Akileler tarafından ödenmesi kabul edilmiştir. Düşmanın elindeki harb esirlerinin fidye-i necat ödenmesi suretiyle kurtarılması için de, piramidal bir yapıda topluluğa yansıyan bir tür sosyal sigorta kurulmasına itttifakla karar verilmiş ve kararlaştırılan ilkeler yazıyla tesbit edilmiştir (6).

94     — İslâmiyetten önce Medine bölgesinde bir Devlet teşkilâtı
bulunmadığından, yeni kurulan bütün siyasî ve sosyal organizmalar,
müesseseler, ihtiyaçları karşılayacak şekilde ortaya çıkarılmış ve el-
de edilen tecrübe ve karşılaşılan vakalara göre geliştirilmiştir. Başlan-
gıçta Şehir-Devlet idare ve teşkilâtı, Merkezî Hükümet haline gelmiş
ve İslama katılan her bir yeni kabîle ve üzerinde yaşadığı bölge, bir
eyâlet olarak gelişmiştir. Devlet genişledikçe fethedilen topraklarda
yaşayan kabilelerin başkanları, eğer müslüman olmuşlarsa kendi ka-
bilelerine başkan atanmışlardır. Hz. Peygamber'in Medine'de kurmuş
olduğu Devlet, kan diyetini ödemekle yükümlü «Akileler»den oluş-
maktadır. Peygamber'in ölümünden sonra kurulan imparatorluklarda
da bu esas muhafaza edilmiştir (
7).

IV — İslâm Fıkhında Mağdurun Korunması :

95     — İslâm Ceza Hukuku, yani Fıkhın Ukûbat Bölümü Cinayetler,
Had'ler, Kefaretler ve Ta'zirler olmak üzere dört ana bölüme ayrılır.
Cinayetler kişilere, Had'ler Devlete ve Hükümete, Kefaretler toplulu-
ğa, Ta'zirler ise idarî düzenlemelere karşı işlenen suçları ifade et-
mektedir.

A -Cinayetler (Kişilere Karşı İşlenen Suçlar):

1.   Kısas ve Mağdurun Affetmesi :

96     — İslâm Fıkhında kişilere karşı işlenen kasdî adam öldürme-
ler ve müessir fiil hallerinde temel ceza «kısas»tır. Mağdurun suç
failini affetme hakkı da vardır. Eğer mağdur af hakkını kullanırsa kı-
sas düşer ve mağdura tazminat ödenir (
8). Mezhep İmamları, denklik

varsa ve mağdur affetmemişse kısasın yapılacağında ittifak etmişlerdir. Hangi durumlarda denklik olmadığı için kısasın yapılamayacağı ihtilaflıdır. Küçük yaralanmalarda diyetin miktarı bilirkişinin takdirine bırakılmıştır (9).

         Mezhep İmamları, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edileceğine ittifak etmişlerdir. Kısas diyete dönüşürse, genel kaide olarak, görme, işitme, düşünme, yürüme, çalışma, cinsî ilişki kurma fonksiyonları gibi temel fonksiyonlardan birinin izâlesi tam diyeti gerektirir.

Aynı fonksiyonu gören birden çok organın söz konusu olması halinde diyet organ adedine bölünerek her bir organ için ödenecek miktar tesbit edilir. Örneğin, iki gözden birinin kör edilmesi halinde yarım diyet, bir parmak için 1/10 (onda bir] diyet gerekir (10).

2.   Diyetin Âkile Tarafından Ödenmesi :

97— Hz. Muhammet, Medine Devletinin kuruluşunda, İslâmiyetten önceki Arap kabilelerini yeniden organize ederek devam ettirmiş; kendisinin vefatından sonra bu sosyal organizasyon gelişerek devam etmiştir. Hz. Ömer zamanında her kabîle (âkile] Mensubu Ehli Divan adı verilen bir deftere kaydolmak mecburiyetinde tutulmuş ve böylece âkilelere hukukî bir statü kazandırılmıştır. Âkileler, İslâm Tarihinde, toplumun sosyal organizasyonu ifade ettiği gibi, aynı zamanda mağdurun zararlarının giderilmesi ve onun korunmasını da içine alır.

98— İslâm Hukukunda hatalı öldürmelerde, diyetin öldürenin âkilesi tarafından ödeneceğinde ittifak vardır, ödemeler üç yıllık taksitle yapılır. Öldürenin ödemeye iştirak edip etmiyeceği (11) ve çarpışmada iki taraf da ölürse diyetin nasıl hesaplanacağı ihtilaflıdır (12).

 

99     — Divân Ehline (kişilerin yazıldıkları defter) asebenin iştirak
edip etmeyeceği hususu ihtilaflıdır (
13). Âkile aileden başlayarak di-
vâna, asabeye, çarşıya, mahalleye, beldeye ve vilâyete doğru geniş-
ler (
14).

100— Ebû Hanîfe'ye göre, diyetin ödenmesinde âkile mensupları arasında zengin-fakir ayırımı yapılmaksızın, herkes eşit tutulmuştur. Buna göre, yılda kişi başına üç veya dört dirhem ödenir (15). Mâlike göre ise başka çevrede (16) yerleşmiş olanlar, âkilenin ödeyeceği diyete iştirak etmezler.

101— Diyetin cinayetten mi, yoksa mahkeme kararından sonra mı ödeneceği hususu ihtilaflıdır (17). Diyet ödeyen ölünce, diyet bor-

 cunun terekeye intikal edip etmeyeceği tartışmalıdır (18).

102— Yaklaşan bir tehlikeye karşı tedbir almadığı için cinayete sebep olanların ödeyecekleri diyetin miktarı konusunda ihtilaf vardır (19). İşlenen fiilin, esasen cinayeti doğuracak nitelikte olmamasına rağmen, mağdurun bilinmeyen bir zaafı ya da eksikliği nedeniyle cinayete dönüşmesi halinde diyetle mi yoksa tazminatla mı hükmedileceği ihtilaflıdır (20).

103— Cenîn için tam diyetin 1/10'u ödenir. Ceninin annesi ile birlikte ölmeleri halinde, cenîn için de ayrıca diyet alınıp alınmayacağı, kölelerle gayri müslimlerin ceninlerinin diyet miktarları ihtilaflıdır (21).

104— Cinayete sebep olanlar da kural olarak tazminat öderler (22).

 

105— İslâm Hukukunda kadınlar diyet ödemezler. Bu yüzden kadının diyeti arasında fark vardır; kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısı kadardır. Yaralama fiillerinde bu oranın uygulanıp uygulanmayacağı ihtilaflıdır (23). Karı-koca ilişkilerinden doğan yaralanmaların diyet veya tazminata konu olup olmayacağı da ihtilaflıdır (24).

106— Gayri müslimlere de diyet ödenmektedir. Ancak ödenecek diyetin miktarının müslümanlarla eşit olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır (25). Köle cinayet işlerse sahibi köleyi veya diyetini vermekte serbesttir. Ancak cinayet kasten işlenmişse ya kısas, ya da af ve diyet vardır (26).

                                                                                                                                                         107— 107-Mezhep İmamları hür, erkek ve müslümanın tam «diyet» -inin 100 deve olduğunda ve «kasten» öldürmelerde tazminatın katilin kendi malından ödeneceğinde «ittifak» etmişlerdir. Ödemenin peşin veya taksitle yapılacağı hususu ihtilaflıdır (27). Verilecek develerin yaşlarında da ihtilaf vardır (28). «Amd» ve «hata»'da değişiktir. «Şibih amd» (kastın aşılması) in diyeti «amd»'in diyeti gibidir (29). Nakit ödemelerde ihtilaf vardır. Dinar yani altın para esas alınırsa miktarı 1000'-dir. Dirhem yani gümüş para esas alınırsa verilecek miktar 10.000 veya 12.000'dir (30). «Diyet»'te sığır veya koyunu da asıl kabul edenler vardır; Bu durumda diyet, 200 sığır veya 2.000 koyundur (31). Elbiseyi 200 takım olarak kabul edenler vardır (32).

108— Diyetin fiilin işlendiği «yer», «zaman» ve «kişi» bakımından ağırlaştırılıp ağırlaştırılmayacağı hususu   ihtilaflıdır (33). Birden fazla ağırlaştırıcı sebebin olması halinde ağırlaştırmaların ne şekilde «içtima» edeceği hususu ihtilaflıdır (34)-

3.   Kasâme :

109— İslâm Fıkhında suç faili bilinmeyen ve üzerinde öldürme eseri bulunan bir ölünün bulunduğu mahal ahâlisinden elli kimsenin özel bir suretle yemin etmelerine «kasâme» denilmektedir. Bir mahallede veya bir karyede (köyde) veya bir şahsın mülkünde veya evinde yahut bir karye veya beldeye ses işitilecek derecede yakın olup kimsenin mülkünde bulunmayan boş bir yerde bir ölü bulunduğu ve kendisinde -döğülme, gözlerinden kan fışkırması gibi- öldürüldüğüne dair bir eser görüldüğü halde, katili bilinmezse, ölünün velîleri o yerin ahâlisinin inkârlarına rağmen beyyinesiz dava açma ve o yerin ahâlisinden yemin etmelerini talep etme hakkını hâizdirler (35).

110— Mezhep imamları, bir ölü bulunur ve katili bilinmezse, «kasâme»'nin meşruiyyetinde ittifak etmişlerdir(36).

111— Ebû Hanîfe'ye göre, kasâmenin kaynağı «mülkiyet»'tir. Mâlik olmak, o yerde güvenliği sağlamak demektir. «Devlet» kendi mülkünde işlenen cinayetlerin canisini bulamazsa zararı tazmin etmesi gerekir. Mamafih, ölümün cinayetle vuku bulduğunu belirleyen izlerin olması şarttır (37).

112— Mâlike göre kasâme, «failin ortaya çıkarılması» amacıyla meşru kılınmıştır. Zannı galip varsa kasâmeye gidilir (38).

113— Şafiî'ye göre kasâmenin kaynağı «töhmet»'tir. Aralarında mevcut olan düşmanlıktan dolayı şüphelenilen kimselere ve yakınlarına yemin verilerek açık ifadelerinin alınmasıdır (39).

114— Afımed'e göre «kan davası» veya «karşılıklı çatışma» varsa kasâmeye başvurulur. Münferit taleplerle kasâmeye gidilmez (40).

115— Kasâmede yemîne, iddia edenlerin mi, yoksa itham edilenlerin mi önce başlanacağı ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe'ye göre, yemin sadece davalılara yöneltilir ve yemin edecekler davacılar tarafından seçilir. Davacılar çoksa, sıra ile ve birer birer seçerler. İtham olunanlar elli'den azsa yemin tekrarlattırılarak elliye tamamlanır. Yeminden nükûl (cayma) eden olursa kendi mallarından tazmin eder Diğer Mezhep İmamlarına göre, yemin'e itham edenlerden başlanır. Davacılar öncelikle itham ettiklerinin katil olduğuna yemin ederler, sonra da karşı tarafa yemin ettirilir. İtham edilenler beraat ederler; yemin etmezlerse kendi mallarından diyeti öderler (4l).

 

B — Had'ler (Devlete veya Otoritesine Karşı Suçlar) :

116— Bugünkü Hukukta «Devlete veya otoritesine karşı işlenen suçlar» ya da «Devletin aslî mağdur olduğu suçlar» adını verebileceğimiz suçlar, İslâm Fıkhında «Sırf Allah'ın Hakları (Haliseten Hakkullah]» olarak isimlendirilir. Bu suçların karşılığı olarak tespit edilen cezalara ise Had'ler denilir (42).

117— Bu suçlar, doğrudan doğruya Devleti mağdur ettiğinden, fiile mâruz kalanların affetme yetkisi bulunmamaktadır. Suçun oluş şekli veya kovuşturulması esası bakımından âkile'ye bazı yükümlülükler getirilmiş ise de, ortaya çıkan zararın giderilmesinde kural olarak âkilenin sorumluluğu yoktur. İslâm Hukukunda «Sırf Allah'ın Hakları» kabul edilen suçlar, riddet (Devleti tanımama), baği (Hükümeti tanımama), zina (aileyi ve nesebi bozma), kazf (Suçsuz kimseleer suç atma), hırsızlık (mülkiyeti koruma), yol kesme (güvenliği sağlama), sarhoşluk (Mükellefiyeti koruma) olmak üzere yedi kısma ayrılmaktadır (43).

C — Kefaretler (Topluluğa Karşı İşlenmiş Suçlar) :

118— İslâm Ceza Sistemini tamamlayan son unsur kefaretlerdir.
Topluluk içinde davranış kurallarına aykırı hareket edilmesinden doğan
kefaret cezaları, fiil Devleti ya da kişileri hedef almadığından sadece
topluluğun mağduriyetine sebep olmaktadır. Hatalı öldürmelerde, oruç
bozmalarda, hac yasaklarını ihlâllerde ve temînatlı sözleri yerine ge-
tirmemelerde kefaret cezalarının uygulanacağı kabul edilmiştir (
44).
Hatalı öldürmelerde ödenen kefarete, katil kefareti denilmektedir. Bu

tür öldürmelerde, diyet âkile tarafından ödenerek suçtan zarar görenlerin mağduriyeti giderilmekte ve böylece hatası ile ölüme sebep olan, tazminat yükünden kurtularak kendisinin ve yakınlarının mağdur olması önlenmektedir. Ancak, diyetin âkilece ödenmesi topluluktaki mağduriyeti kaldırmadığından, katil kefareti ile suç failine topluluğa yararlı işler yaptırılmış olmaktadır.

119     — Müslümanların hatalı öldürmelerinde kefaret gerekeceği
konusunda Mezhep İmamları ittifak etmişlerdir. Katilin zimmî, köle
(
45) veya kâfir olması hali ile amden katilde, kefaretin gerekip gerek-
meyeceği ise ihtilaflıdır (
46). Hatalı öldürmelerde kefaret olarak bir
mümin kölenin âzat edileceğinde, eğer köle bulunmazsa iki ay kesin-
tisiz oruç tutulacağında ittifak vardır. Fakirlerin doyurulmasını savu-
nanlar da vardır (
47).

D — Ta'zir :

120     — İslam Fıkhında Ukûbat bahsini tamamlayan son unsur ta'-
zir cezalarıdır. Günah olduğu halde, had, kısas veya kefaret cezalarının
uygulanmadığı yerlerde, Mezhep İmamları, ma'siyyetin meşru oldu-
ğunda ittifak etmişlerdir (
48). Ta'zir cezası Peygamber'in âyette olma-
dığı halde bir sarhoşu dövdürmesi ve fitne çıkaran Mervan adında bi-
rini Medine'den sürmesine   dayandırılmaktadır.   Ayrıca Hz. Muham-

med'in kızgınlığından dolayı konuşmaması, tahkikat sebebiyle bazı sanıkların gözaltına alınması halleri de gerekçe olarak gösterilmiştir (49). Buna rağmen gene de, ta'zir cezalarının en üst sınırı ve bu cezaların âmme hakkı (Allah hakkı) olup olmadığı meselesi üzerinde Mezhep İmamları arasında tartışma vardır (50).

V — Kur'anda Mağdurun Korunması :

A — Genel Olarak :

121 — İslâm Fıkhı, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnetin etkisinde gelişmiştir. Fıkıh, döneminin şartları ve imkânları içindeki meselelere cevap aramış, getirdiği çözümlerde çağıyla sınırlı kalmıştır. Bu şekliyle Fıkhın günümüzde uygulanması düşünülemez. Bu böyle olmakla beraber, İslâm Fıkhı ile meşgul olan araştırıcılar ya bu hukuk sistemini hissî bir şekilde övmek ya da çağa uymadığından bahisle tamamen reddetmek gibi bir davranışın içine girmektedirler. Bunlardan başka, söz konusu hukuk sisteminden yararlanabileceğini, fakat bunun için çağımızın ihtiyaçlarına ve meselelerine cevap verecek ve çözüm getirecek yeni «içtihat”ların yapılması gerektiğini işaret edenler de bulunmaktadır (51).

Kanaatimizce, tarihte yaşanmış ve geliştirilmiş bütün hukuk sistemleri insanların hukuk alanındaki evrimine katkıda bulunacak hükümleri taşımaktadır. Bu şekliyle İslâm Hukukundan da yararlanılması gerekeceği tabiîdir. İslâm Hukukunun çağımızın gereklerine çözüm getirebileceği düşüncesi ise ancak Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas hükümleri yeni baştan değerlendirilerek ve yeni meseleler tartışılarak «içtihat»'ların yeniden yapılması ile mümkün olabilir. Ancak bundan sonradır ki, İslâm Hukukunun çağa cevap vermesinden söz açılabilir.

Böyle bir yola başvurulduğunda ilk ele alınacak ve araştırılacak eser Kur'andır. Kuranı anlamak ve ilgili konulardaki hükümlerini çıkarabilmek için geliştirilmiş «Usulû-Fıkıh» ilmi ve günümüzün gelişen ilimleri de dikkate alınarak bazı yaklaşımlar ve tespitler yapılabilir. Biz, burada mağdurun korunması açısından Kur'an'da tespit ettiğimiz âyetleri vermeye çalışacağız. Bunun için de, önce Kur'an'da Âkile müessesesi üzerinde duracak, sonra Kur'an'da yer alan cezalar ve kaza hakkındaki âyetleri yazacağız.

B — Kur'an'da Âkile (Velayet) :

122— Hazreti Muhammed'in Medine'de kurduğu ilk İslâm Devleti, kabîlelere göre teşkilâtlanmış ve her kabîle kendi içinde bir «âkile» kabul edilmişti. Kur'an «âkile»yi ifade etmek için «velayet» kelimesini kullanmıştır (52). Arapça'da «âkile» ayak bağı anlamına geldiği halde, «velayet» arka çıkma, kayırma ve destekleme gibi anlamlara gelmektedir (53). Bu nedenle âkilenin ifâde ettiği anlamı ortaya koyabilmek için «velayet» kelimesinin Kur'an'da kullanıldığı yerleri ve anlamları araştırmak gerekmektedir (54).

123— Kur'an'da kullanıldığı anlamda «velayet» ile «emân» ve «silm» kelimeleri arasında yakınlık vardır. «Eman» devlet için genel güvenliği sağlamayı «silm» bu güvenliği barış içinde devam ettirmeyi, «velayet» ise, bu güvenliği sağlamanın ve devam ettirmenin yollarını ifâde etmektedir (55). Devletler arasında barışın   korunması uluslararası hukuk kurallarına uyularak sağlanır. Devlet içinde güvenliğin sağlanmasının ve devam ettirilmesinin yolu ise, birbirine yakın olanların meydana getirdiği grupların kendi aralarında yardımlaşmaları, yani «velayet» ile mümkündür.

124 — Kur'an'a göre inananlar birbirlerinin (56), inanmayanlar da birbirlerinin velîsidirler (57). Aynı dinde olmayanlar birbirlerinin velîsi olamazlar (58). Hristiyan ve Yahudiler de birbirlerinin velîsidirler Devlet içinde bulunan tüm âkileler de birbirlerinin âkilesi (velîsi) dirler (60). Bir âkileden yararlananlar (barınanlar) o âkileye dahildirler (6l). Hicret etmedikçe (başka ülkeden) âkileye dahil olunmaz (62).

125— Kur'an'a göre toplumlarda iki mecburî ve iki ihtiyarî âkile (velayet) vardır (63). İlmî âkile aynı müctehide uyanlar tarafından teşkil edilir (64). İlmî âkile toplu sözleşme (misâk) mahiyetindedir (65). Siyasî âkile orduları ifade eder; güvenlik bunlarla sağlanır (66). İlmî ve siyasî teşekküllere katılmak mecburîdir (67). Ayrıca dinî kuruluşlar (âkile) ve meslekî kuruluşlar (âkile) olup bunlara katılma mecburiyeti yoktur (68). İlmî, siyasî, dinî ve meslekî âkileler (kuruluşlar) birden fazla olup hayırda yarış  (rekabet) içindedirler (69).

126 — Kur'an'a göre her toplumun (cemiyet-society) bir başkanı (imam) vardır (70). Halk başkanlarına kesin olarak uymak zorundadır (71). Toplulukta tam bir fikir serbestliği olup tartışma ibadetlerin en

büyüğü olarak belirtilmiştir (72). Hakka davet dinî bir görev sayılmıştır (73).

Kur'an'da başkanlara karşı gelinmeyeceği, emirlerine itiraz edilemeyeceği, başkanı veya topluluğu beğenmeyenlerin veya karşı gelenlerin oradan hicret ederek ayrılmaları gerekeceği ifâde edilmekte (74) başkanın da ilim adamlarının ittifakı ile sabit olan cezaların dışında herhangi bir eziyette bulunamayacağı, ceza veremiyeceği, mallarına el koyamıyacağı, sadece sürebileceği söylenmektedir (75).

127    — Kur'an'a göre, Velîlerin kısas isteme (76) hukukî yardım
(
77) savaşta yardım etme (78), âkile başkanlığı ve mülkî başkanlık (79)
gibi hak ve yetkileri vardır. Bir yerin güvenliğini tekeffül edenler o ye-
rin velîleri (âkilesidir) (
80). Suç faili belli olmasa da kasâme yoluyla
âkileler zararı (diyeti) topluca öderler (
81).

C — Kur'an'da Cezalar :

128    — Kur'an'da yer alan cezaları üç grupta toplamak mümkün-
dür. Bunlar, Had'ler, Cinayetlerin cezaları (kısas, tazminat ve diyet)
ve kefaretlerdir. Ta'zir cezaları Kur'an'da yer almamaktadır.

1.  Hadler :

129    — Kur'an'da Hadlerin başında Devlete ve hükümete (Allah'a
ve resulüne) karşı işlenen suçlar gelir. Bu suçların cezaları öldürmek,
asmak, bir eli ve bir ayağı çapraz kesmek veya sürmektir (
82). Cezalar-
dan hangisinin uygulanacağı hususunda Kur'an, Had'lerin kötülükleri
en iyi bir şekilde savma kaidesine göre verileceğini ifade etmekte-

d'ir (8i). Buna göre, savaş esirleri karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılabileceği gibi C84), köle de yapılabilirler (85); yenilmeden önce savaşı bırakmamışlarsa öldürülebilirler (86).

       Kur'an'da bunlardan başka, hırsızlıkta el kesme (87), evlilik dışı cinsî ilişki kurmada yüz sopa (88), zina iftirasında seksen sopa (89) had cezası uygulanmaktadır. Zinayı sanat haline getiren (fuhuşu irtikâp eden) kadınların müebbet hapis cezası ile tecziye edilerek (90) köle haline getirebilmekte (91), erkeklerden fuhşu irtikâp edenler hadım edildikten sonra köle olarak istihdam edilebilmektedir (92).

2.Cinayetler (Kısas-Tazminat-Diyet) :

130    — Kur'an'da kişilere karşı işlenen kastî öldürme ve müessir
fiillere karşı kabul edilen temel ceza, «kısas»'tır (
93). Cinayetlerden
mağdur faili affederse tazminat alabilmesi imkânı tanınmıştır (
94).
Tazminatın tayin ve tespitinde örf esas alınır (
95). Örfün belirlenmesin-
de ise âkilelerin görüşleri esas alınır (
96) ve yapılan ödemelerde kolay-
lık gösterilmesine dikkat edilir (
97).

Kur'an hatalı öldürmelerde failin âkilesi tarafından diyet ödenmesi gerektiğini (98), ayrıca faile kefaret cezası verileceğini ifâde etmektedir (99).

3.Kefaretler:

131    — Kur'an'da «katil», «kent yasakları», «yemîn» ve «zihâr» ol-
mak üzere dört türlü kefaret kabul edilmiştir. Hatalı öldürmelerde uy-

gulanan katil kefareti, ya bir köle azat etmeyi ya da altmış gün peş peşe oruç tutmayı gerektirir (10°)

         Kent yasakları kefaretinde kentin kurucularının ilim adamlarının ittifakı ile tespit edilen kuralların ihlâllerinde uygulanır. Kent yasakları kefaretinde kast aranır, uygulanan ceza, iki bilirkişinin takdir edeceği miktarda kurban, fıtra veya buna denk oruçtur (101).

Kur'an'a göre yeminli, yani teminatlı sözlerde hata veya bunlara riayetsizlik sorumluluğu gerektirir (102). Şahitlerin (tahkikatla görevlilerin) yanlışlığı fıskı (siyasî haklardan mahrumiyeti) muciptir (103). Yeminlere riayetsizliklerin cezası on yoksulu doyurmak veya giydirmek; bir köleyi azat etmek veya üç gün oruç tutmaktır (104).

Zihâr kefareti; eşlerine yanaşmamaya yemin edenlerin yeminlerini bozmaları halinde uygulanacak kefarettir. Zihâr kefaretinde cezalar, ya bir köle azat etmek ya peşpeşe iki ay oruç tutmak ya da altmış yoksulu doyurmaktır (105).

          Kefaret cezaları kişilerin kendi beyanlarına göre tespit edilir ve kendi kendilerine uygulanır (106). Yanlış beyan veren veya cezayı kendisine uygulamayanlar asi kabul edilir ve topluluk dışına sürülürler (107).

D — Kur'an'da Kaza :

132 — Kur'an'a göre ihtilâflar kaza (yargı) yolu ile çözülür (108). Muhakeme yapılmaksızın ceza verilemez ve cezanın mahkemenin hükmüne uyması gerekir (109). Mahkeme kararları kesindir. Taraflar uymamazlık edemezler (110).

Uyuşmazlıkların çözümlenmesinde taraflar isterlerse hakem seçebilirler. Hakemliğine başvurulanlar, hakemliği kabul edip etmemekte serbesttir. Ancak hakemliği kabul ettikten sonra karar vermekten kaçınılmaz, adaletle karar verilmesi gerekir (111). Mahkemeler de hüküm vermek zorundadır (112). İdare ve mahkeme karşısında herkes eşit hakka sahiptir (113). Her toplum kendi kitapları (toplu sözleşmeleri) ile ilzâm olunur (114).

        Kuran'a göre, muhakeme beyanlara (115), şahitlere (116), hakemlere (117) ve müftilere dayanır; kadı kararları tespit, tasdik ve infaz eder (119). Kaza teşkilatı kabileler (nahiye) de kurulur (l2°). Muhakeme namazları müteakip yapılır (121). Adliye görevlileri Devlete karşı sorumludurlar (122).

DİPNOTLAR;

(1) İslam Medeniyeti ve Gelişmeleri için bak: Corci, Z., İslâm Medeniyeti Tarihi, I, Sadeleştiren Çevik, M., İstanbul, 1976, s. 7; Barthold-w., İslâm Medeniyeti Tarihi, çev. Köprülü, M.F., Ankara, 1963, s. 11-12, 44, 73 ve dev.; Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri tarihi, I, Çev. Çağatay, N., Ankara 1964.

(2)  Hamîdullah, M., Rasûlullah Muhammed, İstanbul, 1973, s. 93

(3)       Benû Hâşim kabilesi diğerlerinden sadece daha kalabalık değil, aynı zamanda

yeğenleri mevkiindeki Benû'l-Muttalib kabilesiyle de ebedî ittifak anlaşması yapmış bir kabileydi. Benû Hâşimlere gerektiğinde yardım etmek üzere müttefik durumundaydılar. Bak: Hamidullah, Resûlullah... 93 ve dev.

(4)  Hamidullah, Resûlullah. 94, 99, 101, 109

5-Hamidullah, Resûlullah. 109

(6)Tesbit edilen bu metnin Arapça ve Türkçesi için bak: Tuğ, S., islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, istanbul, 1969, s. 31 ve dev. Bu sözleşmede konumuzla ilgili hükümler üzerinde de durulabilir: «Kureyş'den olan muhacirler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar, harp esirlerinin fidye-i necâtini mü'minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adet umdelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir»; «Benî Ayflar... Benî Harisler... (ve diğer kabileler aynı hükme tabidir). “Mü'minler kendi aralarında ağır mali mesuliyetler altında bulunan hiç kimseyi bu halde bırakmıyacaklardır, fidye-i necat ve kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir»; «Takva sahibi mü'minler, kendi aralarından mütecavize ve haksız bir fiil ikaını tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kastını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır»; «Allahın zimmeti (=himaye ve teminatı) bir tekdir; müminlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin tanıdığı himaye onların hepsi için hüküm ifade eder..» «Herhangi bir kimsenin, bir müminin ölümüne sebep olduğu kati delillerle sabit olur da maktulün velisi kan diyetine rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur...» «Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de kendisi cürüm ika edecektir. Himaye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesna, bir himaye hakkı verilemez...» «Bu kitap (=yazı), bir haksız fiil ika eden veya cürüm işleyen ile ceza arasına engel olarak giremez. Kim ki bir harbe çıkar emniyette olur veya kim ki Medine içinde kalırsa yine emniyet içindedir; haksız bir fiil ve cürüm ikaı halleri müstesnadır. Allah ve Rasûlullah Muhammet himayelerini, (bu sahifeyi) tam bir sadakat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.» Ayrıntı için bak: Hamidullah, Resûlullah... 126-129; Hamidullah, M., islâm Peygamberi, Çev. Mutlu, M.S., I, istanbul, 1966, s. 121 ve dev.

7-Hamidullah, Resûlullah. s. 126

8-Bilmen, III, 63 ve dev.; Muhammed b. Abdurrahman, Rahmetül-Ümmeti R Ihti-lafül-Eimmeti  (Ümmetin rahmeti Eimmenin (İmamların) ihtilafındadır) Mısır,Hicri 1306, s. 113, Söz konusu eser Şarani'nin telif ettiği Mizan adlı eserin kenarında basılmış olup İslam fıkhının dört mezhep esas olmak üzere kısa bir özetini ihtiva etmektedir.

9-Muhammed B. Abdurrahman, 122; Bilmen, III, 32

10-Muhammed B. Abdurrahman, 123-124; Bilmen, III, 49

11-Öldürenin ödemeye iştirak edip etmeyeceği hususunda Ebû Hanîfe, o da âkilenin bir ferdidir, diğerlerine gereken ona da gerekir, diyor. Mâlik'in arkadaşları arasında ihtiiaf vardır, ibni Kasım, Ebû Hanife'nin görüşündedir. Diğerleri ise cani âkilenin içinde ödemeye iştirak etmez. Şafiî'de âkile genişlemişse iştirak etmez, genişlememişse iştirak der, diyor. Buna göre âkilesi diyeti taşımıyorsa kalan kısmı «Beytül-Mâl»e (Devlet hazinesine) intikal eder. Muhammed b. Abdurrahman, 127; Bilmen, III, 53 ve dev.

(12)İki hür atlı çarpışsa, ikisi de ölse. Mâlik ve Ahmed'e göre iki tarafın âkilesi karşı tarafa tam diyetlerini öderler. Ebû Hanîfe'den gelen rivayetler çeşitlidir. Râniganî, bu hususta iki rivayet vardır, diyor. Biri Mâlik ve Ahmed'in içtihatları gibidir. Diğerleri ise yarımşar diyetlerin iki tarafa ödenmesi şeklindedir. Şafiî'nin mezhebi de bu görüştedir ve her birinin terekesinde yarı kıymetleri

vardır. Şafiî'den diğer bir görüş de hayvanların helakleri gibi olup hederdir, yani semavi afetlerdendir. Muhammed b. Abdurrahman, 126-127.

13-«Ehli» Divâna caninin asabesinin (babadan erkek akrabalar) katılıp katılmayacağı hususunda Ebû Hanîfe, âkile divan âkilesidir, yoksa akrabalarına intikal eder; aciz kaldıkları takdirde mahalle ehline, eğer bunlarda taşıyamıyorlarsa belde halkına intikal eder; cani köylü ise ve köylüler taşıyamıyorsa kente intikal eder, diycr. Mâlik Şafiî ve Ahmet, caninin akrabası olmadıkları takdirde, divan âkilesi de değilseler, bunlar diyetten bir şey yüklenmezler, diyorlar. Muhammed b. Abdurrahman, 127

14-Bir caninin âkilesi üç derecedir; 1- Önce kendisinin kayıtlı bulunduğu divân ehlidir. Bunlar bir «sancak» aıtında hareket ederler. Belirli maaşları alırlar. Aynı asabeden olmaları gerekmez. Birinci derecede sorumluluk bu birimdedir, 2- Caninin mensup olduğu «kabîle» veya «kavim» dir. Aralarında yardımlaşma ve dayanışma bulunan birbirlerinin hareketlerini «kontrol» ederek topluluk halinde yaşıyan ve fertlerinden birinin işlediği cinayetten dolayı gereken diyeti aralarında taksim ederek ödeyen ikinci sorumluluk birimidir. Bir kabile içinde ödeme kifayet etmezse en yakın olan kabîle efradı ilâve edilir. 3- «Beytül-Mâl’dir. İstisnaî olarak başvurulan ödeme birimidir. Mamafih, âkilelerin ödemelerinde önce Beytül-Mâl'den yapılıp sonra âkileye rücu mümkündür. Ayrıca kölelerin âkilesi sahiplerinin âkilesi olup ödemeler köle için ona göre belirlenmektedir. Bilmen, III, 54

15-Mâlik'e göre bu hususta takdir edilmiş bir şey yoktur. Herkesin kolayına gelecek ve zarar vermiyecek şekilde hesap yapılır. Şafiî'ye göre takdir yapılır. Zengine 1/2 dinar, orta halliye 1/4 dinar yükletilir. Bundan asgarisi olmaz. Diyet payının yüklenilmesinde âkileye mensup olanların zengini fakiri arasında, Ebû Hanîfe'ye göre, fark yoktur, «eşittir»ler. Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre ise orta halliye nispetle zenginden daha fazla alınır. Muhammed b. Abdurrah. man, 128-129

16-Gaip olanın veya âkilenin bulunduğu yerde oturmayanın ödeme yapıp yapmıyacağı hususunda Ebû Hanîfe ve İbni Muhammet, ikisi birdir, öder, diyorlar. Mâlik'e göre âkilenin bulunmadığı yerde oturan kimse iştirak etmez; grup halinde bulunuyorlarsa öderler. Şafiî'den her iki görüş de rivayet edilmiştir. Muhammed b. Abdurrahman, 129

17-Ödemeler, Ebû Hanîfe'ye göre, hâkimin hükmünden sonra yapılır. Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre ölümden itibaren yapılır. Muhamed b. Abdurrahman, 129

 

18-Ödeme yapanlardan biri ölse, kalan taksitlerin düşüp düşmeyeceği hususunda Ebû Hanîfe, düşer; terekesine gidilmez, diyor. Mâlikî'lerden ibni Kasıma göre malına gidilir, yani terekesinden alınır. Muhammed, b. Abdurrahman, 129

19-Bir kimsenin yola veya başkasının mülküne bakan bir duvarı yıkılma tehlikesi gösterse ve sonra bir kişinin üzerine yıkılsa ve o kişi ölse Ebû Hanîfe'ye göre, kendisinden duvarın yıkılması veya tamir edilmesi talep edilmiş ve o da mümkün olduğu halde bunu yapmamışsa o takdirde «sebep» olduğu zararı tazmin etmek zorundadır, aksi takdirde ödemez. Mâlik ve bir rivayete göre Ahmet, yıkılması veya tamir edilmesi istenmiş fakat yıkmamış veya tamir etmemişse tazmin eder, diyorlar. Mâlik, bu talep üzerine bilirkişi şartını ayrıca koşmuştur. Mâlik'ten bir başka rivayete göre tehlikeli hal şiddetle belirmiş olduğu halde, yıkmamış veya tamir etmemişse, yıkım talebi istensin istenmesin, bilirkişi tutulsun tutulmasın tazmin eder. Ahmet'ten bir rivayete göre, azsa tazmin etmez, Şafiî'nin arkadaşlarından iki rivayet vardır. Sahih olanı tazmin etmemesidir. Muhammed b. Abdurrahman, 129-139

20-Çocuğa veya yaşlıya bağırıp da, o da çatıda veya duvar üzerinde iken düşse ve ölse, yahut çocuğun aklı gitse veya reşit biri aklını kaybetse veya bir başkan bir kadını huzuruna veya meclise çağırsa ve o da heyecanından çocuğunu düşürse veya aklını kaybetse, Ebû Hanîfe'ye göre bunlardan hiç birinde tazminat gerekmez. Şafiî, hepsinde âkile üzerinde diyet vardır, diyor. Ahmet, bunların hepsinde «âkile» üzerinde diyet vardır, buna başkanın çağırmasından dolayı ortaya çıkan mağduriyetler de dahildir. Yalnız kadının düşürdüğü çocuktan dolayı gurre (diyet) gerekmez, diyor. Muhammed b. Abdurrahman, 130

21-Bir kimse kadının karnına vursa, çocuğu düşürse, sonra da kadın ölse Ebû Hanîfe ve Mâlik'e göre, ceninin ayrıca diyeti gerekmez. Kadın için ise tam diyet vardır. Şafiî ve Ahmet burada tam diyet ve ceninin gurresi vardır, diyorlar. Köle ceninlerinde kıymet bakımından ihtilaf vardır, Mâlik, Şafiî ve Ahmet anasının kıymetini 1/10'udur, diyorlar. Bu cinayet günündeki değerdi!. Çocuğun erkek veya kız olması farketmez. Cariyenin efendisinden olan ceninin gurresi ise babasının 1/10 diyetidir. Zimmiyenin cenininin babası müslim ise diyeti böyledir. Ebû Hanîfe'ye göre erkek ceninin diyeti 1/10, kız ceninin ise 1/20'dır. Muhammed b. Abdurrahman, 130

(22)Bir kimse evinin bahçesinde bir kuyu açsa, bir kimse bu kuyuda helak olsa, Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed'e göre kuyuyu açan tazmin eder. Bir kimse mescide bir yaygı serse veya kendisi için bir kuyu açsa veya kandil assa ve düşse ve bunlardan dolayı bir kimse ölse, Ebû Hanîfe eğer bunlara komşuları izin vermemişse tazmin eder, diyor. Şafiî'den iki rivayet vardır. Biri tazmin, diğeri iskattır. Ahmet'ten iki rivayet var, sahih olanı tazminatın olmamasıdır. Hasırın serilmesinden dolayı bir kimse düşse bunda tazminat olmadığında ihtilaf yoktur. Bir kimse kendi evinde kuduz köpeği bağlasa, köpek de birini ısırsa Ebû Hanîfe ve Şafiî'ye göre mutlak olarak tazminat yoktur. Mâlik'e göre kuduzluğunu biliyorsa tazmin eder. Ahmed'in sahih rivayetine göre tazmin etmez. Muhammed b. Abdurrahman, 131

23-Müslim, hür kadının diyetinin, hür müslim diyetinin yarısı olduğunda «icma» vardır. Yaralamalarda eşitlik olup olmadığı hususu ihitlaflıdır. Ebû Hanîfe ve yeni görüşüne göre Şafiî, yaralamalardan hiç birinde eşitlik yoktur, diyorlar. Kadının diyeti yarımdır. Mâlik ve eski görüşüne göre Şafiî ve bir rivayete göre Ahmet, 1/3'ten aşağı yaralama diyetlerinde eşitlik vardır, diyorlar; 1/3'üne baliğ olursa o zaman erkeğin diyetinin yarısı olur, diyorlar. Ahmet'ten bir rivayete göre 1/3'e kadar eşit alınır, fazlasında yarılama yapılır. Muhammed b. Abdurrahman, 125; Bilmen, II!, 47

24-Koca karısı ile birleşirken bir zarar iras etse Ebû Hanîfe ve Ahmed'e göre tazminat gerekmez. Şafiî'ye göre diyet vardır. Mâlik'ten ise iki görüş vardır; biri takdir, diğeri ise diyettir. Muhammed b. Abdurrahman, 125

25-Kitabîlerin (Yahudi, Hıristiyan veya bir kitaba bağlı olanların) diyetlerinde ihtilaf vardır. Ebû Hanife'ye göre hata veya kast gözetmeksizin müslimlerin diyeti gibidir. Mâlik'e göre de hata ve kast farkı gözetmeksizin müslim diyetinin yarısıdır. Şafiî'ye göre ise hata ve kast farkı gözetmeksizin müslim diyetinin 1/3'üdür. Ahmed'e göre Hıristiyan ve Yahûdîlerde ahit vardır. Müslimin onu öldürmesi halinde diyet müslim diyeti gibidir. Hata ile öldürürse ondan iki rivayet vardır; birisi müslim diyetinin yansı, diğeri müslim diyetinin 1/3'ü şeklindedir. Muhammed b. Abdurrahman, 125-126; Bilmen, III, 50

(26)Kölenin diyeti kıymetidir. Bunun hürün diyetinden fazla olamıyacağı görüşünde olanlar vardır. Hür bir kimse, köleyi öldürürse, diyetin mi yoksa kıymetin mi ödeneceği ve bunu failin mi yoksa âkilesinin tarafından mı ödeneceği hususu ihtilaflıdır. Kölelerin yaralanmalarında ödenecek diyetlerin eksilen kıymetlerine göre mi, yoksa kıymetlerin hürler için tayin edilen nispetler üzerin, den mi takdir edileceği hususu ihtilaflıdır. Bir köle hata ile bir cinayet işlerse imamlar diyet hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ebû Hanîfe, Mâlik ve bir rivayete göre Ahmet köleyi mağdurun velîlerine iade etmekle veya zararı tazmin etmekle muhayyerdir diyorlar. Kıymeti öldürenin diyetinden fazla olsun eksik olsun farketmez. Mağdur tarafı köleyi sat, bizim hakkımızı ver diyemezler. Şafiî ve bir rivayetine göre Ahmet diyeti ödemek veya satmak üzere mağdur tarafına vermekte serbesttir. Kölenin değeri fazla tutarsa bu fazlalık sahibine geri verilir. Ayrıntı için bak: Muhammed b. Abdurrahman, 126; Bilmen, III, 48

27-Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre peşindir, Ebû Hanîfe'ye göre ise üç sene taksitle bağlanır. Muhammed b. Abdurrahman, 120; Bilmen, İli, 52

28-Develerin kıymeti bakımından yaşlı, dişi ve gebe olması önem taşır.

29-Amdin diyetinde Ebû Hanîfe ve Ahmed'in bir görüşüne göre ödenecek develerin sayısı dörde bölünür. Yirmi beşer adet olmak üzere iki, üç, dört ve beş yaşına girmiş dişi deve ödenir. Şafiî'ye göre bölünme üçlüdür. Otuz adeti dört, otuz adeti beş ve kırk adeti de gebe olmak üzere ödeme yapılır. Ahmed'in bir görüşü de Şafiî'nin görüşü gibidir. Kastın aşılması halindeki diyet, kasten adam öldürme gibidir. Hata diyetlerinde Ebû Hanîfe ve Ahmed'e göre develer beş gruba bölünür. Yirmişer adet iki, üç, dört ve beş yaşında dişi deve ve yirmisi iki yaşında erkek deveden verilir. Mâlik ve Şafiî'nin görüşleri de böyledir. Sadece iki yaşındaki erkek deve yerine üç yaşında erkek deve olmasını şart koymuşlardır. Muhammed b. Abdurrahman, 120; Bilmen, IH, 48 ve dev.

30-Ebû Hanîfe ve Ahmed'e göre deve bulunsa da diyetin altın veya gümüşten ödenmesi caizdir. Ancak bunlara göre altın ve gümüşün asıl veya deveden bedel mi olduğu hususu ihtilaflıdır. Mâlik'e göre altın ve gümüş kendileri asıl olup develer dikkate alınmaz. Şafiî deve varsa karşılıklı rıza olmadıkça altın ve gümüşe gidilmez; gidilirse kendisinden iki rivayet vardır. Tercih olunan yeni görüşü ödenme esnasındaki develerin altın ve gümüş cinsinden değeridir; bu orana göre artarsa artar, eksilirse eksilir. Eski görüşü ise 1000 dinar veya 12.000 dirheme gidilir şeklindedir. Dirhem üzerinden diyetin miktarı hakkında ihtilaf vardır. Ebû Hanîfe 10.000, Mâlik, Şafiî ve Ahmed 12.000 dirhemdir, diyorlar. Muhammed b. Abdurrahman, 120; Bilmen, III, 50-51

31-Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî'ye göre sığır ve koyun asıl değildir. Karşılıklı anlaşarak, deve kıymeti üzerinden belirlenir. Ahmed'e göre sığır ve koyun asıl olup şer'an takdir edilmiştir. Bu durumda sığırdan 200, koyundan 2.000 adet verilir. Muhammed b. Abdurrahman, 121; Bilmen, III, 51

32-Elbise asıl değildir. Ancak 200 takım elbiseyi iki parçadan olmak üzere diyete tekabül eder, diyenler vardır. Muhasnmed b. Abdurrahman, 121

(33)Bir kimse Harem'de iken birini öldürse veya kendisi ihramda iken öldürse veya mahrem birini öldürse diyetin ağırlaştırılıp    ağırlaştırılmayacağı hususu ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe'ye göre bunların hiç birinde diyet ağırlaştırılmaz. Mâlik'e göre sadece babasının oğlunu öldürmesi halinde diyet ağırlaştırılır. Ağırlaştırma develerden üçlü olarak bölme şeklinde olur. Otuzu dört, otuzu beş, ve kırkı gebe olmak üzere ödenir. Şafiî'ye göre Haremde ve harem aylarında suçların cezaları ağırlaştırılır. Devenin dışında ağırlaştırma yoktur. Ağırlaştırma sadece develerin yaşlarını ileri almakla olur. Ahmed'e göre de diyet ağırlaştırılır. Altın ve gümüşte tam diyetle 1/3 ilave edilerek, develerde ise yaşa-göre değil, tam deve miktarına 1/3 ilave edilerek yapılır. Muhammed b. Abdurrahman, 121; Bilmen, III 47 ve dev.

34-Birden fazla ağırlaştırıcı sebep olması halinde Şafiî ve Ahmed arasında ihtilaf vardır. Meselâ bir adam Harem'de, harem ayında, mahrem olan birini öldürürse Şafiî'ye göre tek ağırlaştırma ile yetinilir. Ahmed'e göre her biri için ayrı ayrı ağırlaştırılır. Muhammed. b. Abdurrahman, 121

35-Bilmen, III. 156

36-Muhammed b. Abdurrahman, 131

37-Ebû Hanîfe'ye göre kasâmeyi gerektiren, bir topluluğun hıfz ve himayesinde olan bir «yer»'de ölünün bulunmasıdır. Mahalle, ev, mahalle mescidi ve köy bunlardandır. Halkı üzerinde kasâmeyi gerektirir. Ancak bulunan ölüden, yaralama, vurma, boğma gibi öldürme izlerinin bulunması şarttır. Ağızdan veya arkadan çıkan kan öldürülmeye tek başına delil değildir. Kulağından, gözünden çıkmışsa öldürülmüştür. Kasâme yapılır. Muhammed b. Abdurrahman, 131; Bilmen, 111,156

38-Mâlik'e göre yaralama, vurma veya boğma suretiyle öldürülmüş ve kendisinde «levs» (galip zan doğuran şey) denilen öldürülme alâmeti bulunmuş olan hür, müslim bir kişinin velîleri, muayyen kimse aleyhine «beyyinesiz» katil davası açınca kasâmeye gidilir. Keza maktul ile birlikte tenha bir yerde kanlı silahla birlikte bir kimse bulunursa kasâmeye gidilir. Muhammed b. Abdurrahman, 131-132; Bilmen, III, 170

39-Şafiî'ye göre kasâmeyi gerektiren şey «levs»'tir. Levs, müddeînin «beyyine» ikâme edememesine rağmen, haklı olduğunda karine bulunmasıdır. Ölünün bir mahallede veya bir köyde görülmesi ve o yerin halkının bu adamla «açıkça düşmanlığın» bulunması gibi veya aralarında düşmanlık bulunmasa bile hepsinin ölünün çevresinden kaçışması halleri levs'tir. Ona göre bir âdilin şehâdeti, keza kadınların, çocukların, kölelerin hatta kâfirlerin şehâdetleri de levs'tir. Halk arasındaki söylentiler de levs sayılabilir. Keza ölünün üzerinde katilin bir izinin bulunması da kasâmeyi gerektirir. Bir yerde «izdiham» olur ve adam ölürse yine kasâme yapılır. Bilmen, 174, vd. Muhammed b. Abdurrahman, 132

40-Ahmed'e göre katil ile maktul arasında kasâme yapılmaz. Ona göre «levs», iki «kabîle» arasında «kan davası» bulunması gibi veya anarşistler (ehli baği) ile Devlet kuvvetleri arasında olması gibi topluluklar için mümkündür. Arkadaşların görüşü de böyledir. Sırf maktulün iddiası ile levs olması Mâlik'e göredir. Muhammed b. Abdurrahman, 132; Bilmen, III, 179

(41)Kasâmede iddia edenlerden mi, yoksa itham olunanlardan mı yemîne başlanacağında ihtilaf vardır. Şafiî ve Ahmed iddia edenlerden başlanır. Eğer davacılar nükûl eder ve beyyineleri de bulunmazsa o zaman davalılara elli yemin verdirilir, ve beraat ederler. Mâlik, davacılardan yemîne başlanır diyor. Nükûl ederlerse ne hükmün verileceğinde ihtilaf vardır. Bir rivayete göre kan batıl olur, kasâme yoktur; diğer rivayete göre davalı erkekse yemin verdirilir ve beraat eder. Eğer nükûl ederse malından diyeti öder, âkilesine bir şey yüklenmez. Çünkü nükûl itiraf hükmündedir ve itirafta âkile bir şey yüklenmez. Diğer bir rivayete göre, az olsun çok olsun âkile yüklenir. Yemîn edenler beraat etmiş olur. Ebû Hanîfe'ye göre kasâmede yemin sadece davalılara düşer. Davacılar, faili ortaya çıkaramayınca, davalılardan elli erkeğe yemin verdirir. Bunları davacılar seçer. Onlar da «biz öldürmedik, öldüreni bilmiyoruz» diyerek Allah'ın adına yemin ederler. Elli kişi olmazsa, yemin tekrarlanarak elliye baliğ edilir. Tamam olunca, o mahalle halkının âkilesine diyet vacip olur. Davacılar katili belirlemişlerse, kasâme yapılmaz. Böyle bir tayin diğer mahalle halkını beraat ettirir. O zaman maznuna yemîn verdirilir, ederse serbest bırakılır. Eğer velîler çoksa, Mâlik ve Ahmed aralarında hesap ile bölüştürülür, diyorlar. Şafiî'de aynı görüştedir. Ebû Hanîfe kura ile birisinden başlanır, sonra sırasıyla takip edilir, diyor. Muhammed b. Abdurrahman, 133, 134; Bilmen, III, 172 ve dev.

42-Bu hususta Bilmen şöyle demektedir: «Her hangi bir cürmün mazarratı, fesadı «âmme»'ye müteveccih olursa, ondan dolayı tatbik edilecek ukubetin menfaati de âmmeye râci bulunur, işte âmmenin mesalihi için yani, içtimâi heyete ait fesatları def, menfaatleri celp için ifası icap eden ve miktarları şer'an muayyen bulunan bu cezalara «hududullah, hududi şer'iyye» denildiği gibi «huhuku ilahiyye» namı da verilir. Bu cezaların böyle Hak Teala Hazretlerine nispet edilmesi, bunların ehemmiyetine ve başkaları tarafından afüv ve iskat edilmeyeceğine işareti mutazammındır». Bak: Bilmen, III, 187

43-Muhammed, b. Abdurrahman, II, 136; Bilmen, İM, 187 ve dev.

44-Bunlardan başka topluluk içinde kabul edilen suçlar ve bunlara karşı kefaret niteliğinde cezalar da vardır. Bunlara şunlar örnek verilebilir: Tüm gayrı meşru akitlerin, devletçe korunmaması, iflâs edenin    borcunu ödemedikçe yeni akit yapamaması, karısını üç defa boşayanın bir daha onunla evlenememesi, katilin maktule vâris olamaması, yasaklara riâyet etmeyenin saldırılara karşı korunmaması, faizle işlem yapanların faizi istemeleri halinde anamalı için dava açamamaları, namazda sehiv secdesi yapılması, evlenmesi meşru olmayanların evlenmeleri halinde zina yapmış sayılmaları.

45-Zimmî veya kölelerin katillerinde Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed, «zimmî»'ler için alelıtlak, müslim kölenin katlinde ise alel-meşhur kefaretin icâp edeceği görüşündedirler. Mâlik'e göre zimmî'nin katlinde kefaret gerekmez. Muhammed b. Abdurrahman, 34

46-Amden katilde Ebû Hanıfe ve Mâlik, kefaret gerekmez diyorlar. Şafiî gerekir, diyor. Ahmed'den bu konuda iki rivayet de vardır. Muhammed b. Abdurrahman, T34; Kâfir bir kimse müslim birini hata ile öldürürse, Şafiî ve Ahmed'e göre kendisine kefaret gerekir; Ebû Hanîfe ve Mâlik'e göre gerekmez. Çocuk veya deliyi öldürürse, Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre kefaret gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre gerekmez. Muhammed b. Abdurrahman, 134

47-Mezhep İmamları hata kefaretinde bir mümin kölenin âzat edilmesinde «ittifak» etmişlerdir. Bulamazsa peş peşe oruç tutar. Yedirme hususunda ihtilaf vardır. Ebû Hanîfe ve bir rivayete göre Ahmet burada yedirme geçerli olmaz. Ahmed'in diğer bir rivayetinde göre geçerli olur. Şafiî'den iki görüş vardır. Sahih olanı geçerli olmamasıdır. Sebebiyetle katil üzerinde kefaretin gerekip gerekmiyeceği hususunda Mâlik, Şafiî ve Ahmet, gerekir. Ebû Hanîfe gerekmez, diyorlar. Ancak hepsi diyetin gerekeceğinde ittifak etmişlerdir. Muham. med b. Abdurrahman, 134

48-Muhammed b. Abdurrahman, 156

 

49-Ayrıntı için bak: Bilmen, İli, 305

50-Ebû Hanîfe, Ahmed, Şafiî had seviyesine varmaz, diyorlar. Mâlik ise başkan uygun görürse artırabilir. Sebeplerin artması ile ta'zir cezaları da artar mı? Ebû Hanîfe ve Şafiî ta'zirdeki cezanın sınırı hiç bir zalman hududu aşamaz, diyorlar. Ebû Hanîfe bu cezaların en azı şarap içmede kırk sopadır. Ebû Hanîfe'ye göre otuz dokuz, Ahmet ve Şafiî'ye göre on dokuzdan fazla ta'zir cezası uygulanamaz. Mâlik'e göre başkanın içtihadı kaç sopayı gerektiriyorsa o kadar vurulabilir, diyor. Muhammed, b. Abdurrahman, II, 157; Şafiî, bunlar Allah hakkı değildir ve fakat sadece meşrudur, diyor. Bu cezayı uygulayan suç işlemiş olmaz. Ebû Hanîfe ve Mâlik bir kimsenin dövülmeden «ıslah» olmıyacağı kanaat geldiği takdirde dövmeden islah edecekse, bu cezanın uygulanmasının vacip olduğuna kail olmuşlardır. Bu, islahta dövmenin meşruiyeti ile ilgili hüküm olup ceza ile ilgili değildir. Eğer dövmenin dışında islah yolları varsa, dövmeye gidilmesi gerekli değildir. Ahmed'e göre fiil, ta'ziri gerektiriyorsa uygulaması vaciptir. Muhammed, b. Abdurrahman, II, 156-157

51-Karaman, H., İslâm Hukukunda içtihad, Ankara 1975, s. 179, 182, 190

 

52-Arapça'da velayet kelimesi velî kelimesinden gelmektedir. Arka, sırt anlamında arka çıkma, destekleme, sırtını dayama manalarını kazanmıştır. Velî kelimesinin çoğulu evliyâ'dır. Türkçe'de kullanılan veli, mevlâ, mütevelli, vâlî, vilâyet kelimeleri bu kökten türemiştir. Kur'an'da tevellî etmek, kendisine bir velî veya vâlî seçmek (Nahl 100), tevliye etmek, yönelmek (Bakara 177), sığınmak (Tevbe 57) manalarında bir çok yerde kullanılmaktadır. Kelimenin etimolojisi ve ayrıntı için bak. ibni Manzur, Yâ harfi C. 15, s. 409

53-Kur'anda yeni müesseselere yeni isimler verme usulüne çokça rastlanmaktadır. Meselâ Devlet karşılığı Arapça'da mülk olduğu ve Kur'an'da da bu manasıyla kullanıldığı halde Devlet hakları yerine «Hakkullah» tabiri kullanılmaktadır. Böylece Devlet kelimesi yerine «Allah» kelimesi ikame edilmiştir. Hükümdarın karşılığı ise «Melik»tir. Ancak Kur'an bu kelimeyi sadece Mısır devlet başkanlarından bahsederken kullanmış, Devlet başkanını ise «Resul» kelimesi ile ifadelendirmiş ayakbağı anlamına gelen «âkile» kelimesi yerine ise arka çıkma anlamına gelen «velayet» kelimesi kullanılmıştır.

54-Velî ve mevlâ kelimesi arka çıkmaktan başka şu manalara da kullanılmaktadır: Yetiştirici (râb), Devlet başkanı (mâlik), yönetici (seyyid), bağlanan (tâbi), anlaşma yapan (âkit), yeminli anlaşma yapan (halif )gibi Velî ve mevlâ kelimeleri hem ism-i fail hem de ism-i meful olarak kullanılmaktadır. Çoğulları, velinin «evliya», mevlânın ise mevalî'dir. Bak: İzni Manzur, C. 15, s. 409 ve dev. Ayrıca Kur'an'daki bu kelimenin kullanılışı ile ilgili yerler için Kur'an fihristlerine bakılabilir.

55) ibni Manzur'un Lisanül-Arab'ına bak: Nun ve Mim harflerinin ciltleri.

(56)Tevbe 71; Mâide 55, 56

(57)Enfal 73

(58)Tevbe 23

(59)Mâide 51

(60)Şura 9, 46

(61)Nisa 75

(62)Nisa 89

(63) Tevbe 71; Enfâl 72; Kur'an'da emri bil-marufu ifade etmek üzere ilmî kuruluşlar, nehyi anil-münkeri ifâde etmek üzere siyasî kuruluşlar görevlendirilmektedir. Bunlardan birine girmek, yani bir mezhebi seçmek veya ordunun bir birliğine (âkilesine) katılmak müslümanlar için zorunluluk olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan, bir dinî âkileye veya meslekî âkileye katılmak zorunlu değildir. Bak: Aşağıdaki dipnotlar.

64-Ma ide 63

65-Ra'd 20; Nisa 21

66-Maide 82; Tevbe 71

67-Tevbe 71; Fetih 10

68-Had id 27; Tevbe 60

69-Kur'an ilmî kuruluşlardan «Ahbar», siyasî kuruluşlardan «kıssıs» dinî kuruluşlardan «ruhban», meslekî kuruluşlardan «mensek» olarak bahseder. Bak: Maide 63; Maide 82; Hacc 67; Hadid 27; Bunların çok sayıda ve rekabet (yarış) içinde olacakları ile ligili olarak bak: Ali imran 144; Bakara 148

70-isra 71

71-Mücadele 9

 

              (72)Zümer 18; Bakara 256; Asr 3

73-Ali imran 110

74-Nisa 65; Mümtahine 12; Nisa 97; Ancak buradaki başkanlığı çeşitli kademelerde düşünmek gerekir. Kişilerin bağlandıkları (biat) kimseler başkanlarıdır. Onların da bağlandıkları kimseler diğerlerinin dolaylı veya kademeli başkanıdırlar. Bunlar sırasıyla Mahalle başkanı, nahiye başkanı, il başkanı ve Devlet başkanı olarak sıralanır. Diğer taraftan âkilelerin teşkil edilişi en az bir kabîle yani nahiye iledir. Esasen kişiler, islâmiyette ilmî, iktisadî, siyasî ve dinî âkilelere bağlanırlar. Bunlar her biri ayrı ayrı olmak üzere dört ayrı şurayı teşkil edip Devlet başkanının danışma organı olarak yer alırlar. Devlet başkanı bu dört kuruluş (şûra) ve fonksiyon (teşrii, icra, kaza ve murakabe) ları arasında hakem olarak denge teşkil eder.

75-Tâ-Hâ 2; Gasiye 22; Ali imran 161; Mâide 33

76-İsrâ 33

77-Bakara 282

78-Bakara 107. 120; İsrâ 45, 75, 89, 123, 173; Tevbe 74, 116; Ankebût 22; Ahzâb 17, 65; Şûra 8, 31; Fetih 22

79-Ra'd 11

80-Enfâl 34

81-Câsiye 19

82-Mâide 33

83-Mü'minûn 96; Bu kaideye riddet (Devleti tanımama) faili halinde, isyan, adam öldürme, malları talan etme veya alma gibi bir dereceye varmamışsa sadece sürgün cezası verilebilir, islâm fıkıhçılarının riddet'ten dolayı ölüm cezalarını kabul etmeleri bize göre isabetli değildir. Esasen Dinde zorlama yoktur âyeti ile de çatışmaktadır.

84-Muhammed 4

85-Enfâl 67

86-Mâide 34; Bakara 194

87-Mâide 38

88-Nur 2

89-Nur 4

90-Nisa 15; Dikkat edilecek olursa Kur'an'da zinadan dolayı «recim» cezasının kabul edilmediği görülür.

91-Nisa 25

92-Nur 31; Nisa 16

93-Bakara 178; Mâide 45; Bakara 179

94-Bakara 178

95-Bakara 178

96-Bakara 178

97-Bakara 178; Nisa 92

98-Nisa 92

99-Nisa 92

 

(100)Nisa 92

(101)Mâide97; Bakara 125, 126; Maide 95

(102)Mâide 89

(103)Nur 4

(104)Mâide 89

(105)Mücâdele 3, 4

(106)Mâide 45

(107)Mâide 33; Mü'minûn 96

(108)Yûnus 93

(109)Yûnus 54, Mü'min 20, Nemi 78

(110)Ahzâb 36

(111)Nisa 65; Mâide 42

(112)Nisa 58

(113)Nisa 135

114-Mâide 43

115-Beyân ifadesi, iddia, ikrar, inkâr, yemin yeminden nükûl, def'i'yi... içine alır.

116-Kur'an'da şahit ve şehit ifadeleri görgü tanıkları olmayıp olayı tahkik eden ve bugünkü karşılığı olarak muhakkik, müfettiş, polis veya dedektif olarak görev yapan kimseleri anlatmaktadır. Şahitleri müddei seçer, kadı'nın görevi bunları tezkiye ettirerek şehâdetlerini kabul veya yenilerini getirilmesini istemek şeklinde belirir. Şahitlerin görevi geçmişle ilgili olup delilleri tespit ederek olayı tahkik etmektir. Sonucu duruşmada izah etmeden bildirirler. Şahitlik tanıyanlar arasında yapılabilir. Görev yerleri kabilelerdir. Bak: Mâide 106; Hucurat 13 Esasen İslâm Dininin temelini ifade eden Kelime-i Şehâdet araştırarak Allah'ı bulmayı ve kabul etmeyi belirtir. Yoksa Allah'ın görülmesini değil.

117-Hakemler taraflarca seçilir, iki kişi aynı kimseyi hakem olarak seçebilirler. Tarafların hakemleri de bir baş hakem seçebilirler. Takdirle ilgili olan dava.larda şahitler yerine hakemler davayı yürütürler. Bak: Nisa 65; Mâide 42

(118)İslâm Hukukunda müftî sabit olan olayın karşılığını hükme bağlar. Herkesin
   kendi mezhebinin müftisinin verdiği fetva uygulanır.

119-Kadı, İslâm Hukukunda, gelen hükmün mezhebe muvafakatini tahkik eder, ve aleyhine hükmedilenin fetvasına göre hükmü karara bağlar ve infaz eder. Kadı, duruşmaları idare eden ve kararı tasdik eden mercidir; yani şahitlerin şehâdetlerini, hakemlerin kararlarını ve müftilerin fetvalarını tasdik eder. İslâm Hukukunda kadı'nın en önemli özelliği olayların içine hiç bir zaman girmemesidir.

120-Cum'a 9

121-Mâide 106

122-En'am 52 '

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



© 2024 - Akevler