Ben bir Erbakancı idim
1196 Okunma, 0 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

28.02.2011

BENİM babam azılı bir “Selametçi” idi.

“Yeşil komünist” derlerdi bize...

Mahallenin haylaz ve acımasız çocukları bizi “Kadayıfın altı kızardı mı?” diye kıl etmeye çalışırlardı.
Kızlara pek çaktırmazdık “Erbakancı” olduğumuzu...
-  13 yaşımda Amasya’nın Suluova kazasında sadece yüz yirmi kişinin katıldığı MSP mitinginde “Biz biz biz / Fatihlerin nesliyiz” diye slogan attım.
-  14 yaşımda MTTB’de “tekvando” kursuna gidip yeteneksizlikten harcandım.
-  15 yaşımda MTTB’yi ürkek bulup Akıncılar’a geçtim.
-  16 yaşımda Erbakan’ın Meclis’teki bütçe görüşmelerinde yaptığı destansı konuşmalar karşısında kendimden geçtim.
-  17 yaşımda kendimi kültür sanata vurdum ve mağrur bir gülümsemeyle Erbakan’ı hafiften küçümsemeye başladım.
* * *
Erbakan Hoca, 12 Eylül’den sonra kimselerin iplemediği Refah Partisi’ne iki oy daha kazandırmak için inanılmaz bir inatla çabalarken, biz olanca fiyakamızla “Bu Hoca çok âlem adam vallaha” diyerek kafa bulurduk.
O zamanlar gençtik.
Kimimiz radikal takılırdı, kimimiz şiir yazardı, kimimiz öykü tadında yaşardı, kimimiz de Özal’dan kaptığı nemaya fit olurdu.
Hoca’dan uzak durulan dönemdi yani.
Sonra bir şey oldu, tuhaf bir şey:
Kimsenin iplemediği Refah Partisi, hakikaten de yükselişe geçmeye başladı.
Varoşlardan “Refah’ın vakti geldi” türküsü yükseliyordu.
“Başbakan Erbakan” sloganı, yılların hayali olmaktan çıkıyordu galiba.
Hepimiz doluştuk Refah Partisi’ne.
Ne de olsa omuz vermek farz olmuştu ve ne de olsa son tahlilde hepimiz “Refah Partili” idik.
* * *
Bin türlü zulüm, bin türlü ayak oyunu, bin türlü ötekileştirme numaralarının ardından nihayet başbakan oldu Erbakan...
Başbakanlığının ilk günüydü.
Makam odasına girdim. 
Benim gibi bir tıfılı ayakta karşıladı ve kapıya kadar uğurladı.
Bir nezaket adamıydı o. 
Hem de öyle yapay nezaket değil. 
Eşine az rastlanır içselleştirilmiş bir nezaket adamıydı.
Ama bu “nezaket abidesi” adama, ağız tadıyla bir gün bile Başbakanlık yaptırmadılar.
Genelkurmay bildirileriyle zıplattılar. Manşetlerle vurdular. MGK’larda terlettiler. Partisini kapattılar.
En demokratların bile yaşananları “cami” ile “kışla”nın kavgası olarak gördükleri ve bu nedenle taraf olmaktan kaçındıkları günler...
Edilen alayları saymıyorum bile...
Zaten alay edilmek, Erbakan’ın hep kaderidir.
* * *
28 Şubat olmuş, iktidar gitmiş, Refah Partisi hakkında kapatma davası açılmıştı.
Yenilginin getirdiği “yorgunluk” ve “yılgınlık”, büyük bir uğursuzluk gibi çökmüştü camianın üzerine.
Kimsenin kıpırdayacak hali kalmamıştı.
Bir karamsarlık, bir umutsuzluk, bir “Bitti bu iş” havası ki... Sormayın.
Hiç unutmuyorum:
O yaz, Kuzey Ege’ye vurmuştum kendimi. 
Altınoluk civarında kafa dinliyordum.
Aklıma esti, kalktım Hoca’nın Altınoluk’taki yazlığına gittim.
Gördüğüm manzara şuydu:
Erbakan Hoca ve birkaç hukukçu milletvekili, bahçenin bir köşesindeki barakadaoturmuşlar kan ter içinde “savunma” hazırlıyorlardı.
Hiçbir şey olmamış gibi... Hukuk işliyormuş gibi... “Savunma yapma”nın bir anlamı varmış gibi...
İşte öylesine bir direnç ve inat abidesiydi Erbakan.
* * *
28 Şubat, Erbakan’ın siyaset sahnesinden manevi olarak çekildiği günün adıdır.
Bir hareket, esaslı bir hareket çekmesi gerekiyordu o gün... 
Maalesef çekmedi.
Ve bu nedenle manevi olarak kendisi çekilmiş oldu.
Çekilmemiş gibi yapsa da, iki tane parti kursa da, arkadan idareyi sürdürse de, iddiasına devam etse de, yeniden partisinin başına geçse de, talebelerine ağır bir şekilde yüklensede, hastane odasında son nefesine kadar mücadeleye devam etse de...
Olay çoktan bitmişti.
Çabası nafile, söylemi bayat, tarzı eski, yanındakiler demodeydi.
Takdiri ilahiye bakın:
Manevi olarak siyaseten bittiği bir günün arifesinde, maddi olarak da öbür dünyaya göç etti.
Allah rahmet etsin.
Biz kendisinden razıyız, Allah da razı olsun.

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

Görevler

Allah insanlara çeşitli görevler verir. Kimini iyilik yolunda görevlendirir, kiminin kötülük yapmasına müsaade eder. Bu dünyada kimini korur, kimini korumaz.

İyilik yolunda görevlendirdikleri tıpkı bir dişli çark gibidir. Bu dişli çarkın bir turu bir dönemi, diğer turu diğer dönemi ifade eder. O dönem içinde o kişi görevini yapar ve tamamlar ve dişli çark dönmeye devam ederken görevin devamını başkaları devralır.

Hz. Muhammed Kuran'ı toplamak istediğinde bu uyarıyı Kuran vasıtasıyla almıştı. Çünkü onun görevi bitmişti. Kuran'ın toplanması, öğretilmesi, beyan edilmesi, korunması Allah'a aitti. O görevleri Allah başkalarına verecekti.

Dişli çark sürekli dönüyordu ve herkes kendi döneminde kendine düşen görevi yapıyordu. İşte Erbakan'da ilginç bir dönemde ortaya çıktı. İnançlı insanların pıstığı, korktuğu bir dönemde inançlı insanların bu devleti yönetebileceğini gösteriyordu. Gün geldi Adil Düzen ortaya çıktı. Süleyman Karagülle hocam tarafından temeli atıp teorisi gerçekleştirilen Adil Düzen'i duyurma görevi Erbakan'a verilmişti. Bunu çok güzel yaptı. Ancak uygulama görevi onun değildi. Erbakan dişli çarkın bir turunu döndürmüştü ve gerekeni yapmıştı. Allah razı olsun, mekanı cennet olsun.

 

 

Lütfi Hocaoğlu






Sayı: 90 | Tarih: 27.02.2011
Ahmet Hakan
Ben bir Erbakancı idim
1196 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Avrupa heyecanı neden dindi?
1093 Okunma
Tayibet Erzen
Ebubekir Sifil
İNNÂ LİLLÂH VE İNNÂ İLEYHİ RÂCİ'ÛN
1067 Okunma
Zafer Kafkas
Mahir Kaynak
Libya’da ne oluyor?
1051 Okunma
8 Yorum
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
Mübarek’ler
1014 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Merhum Necmeddin Bey
1014 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruhat Mengi
Ahmet Hakan da öğrendi!
940 Okunma
Vahap Alma