Sağcılık Erdoğan’a hiç yakışmıyor
1099 Okunma, 0 Yorum
Ruşen Çakır - Vatan
Tayibet Erzen

Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com

 

26.12.2010

 

Dün Galatasaray Lisesi’nin önünde gözaltında kaybedilen yakınları için 300. kez toplanan “Cumartesi Anneleri”nin arasındayken aklıma Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’nun, AKP’nin en temel paradokslarından birini “AKP yönetimi ‘vermeyi’ seviyor ama ‘istenmesi’nden aşırı ve tepkisel bir tedirginlik duyuyor” şeklinde özetlemiş olması geldi.

Malum, Başbakan Erdoğan, kendisine yöneltilen bir soru üzerine Cumartesi Anneleri hakkında “ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Birileri tarafından kullanılıyorlar” demişti. Ama eğer dün Galatasaray Lisesi’nin önünde bulunsaydı veya güvendiği birini oraya yollamış olsaydı çok ama çok fena yanıldığını, diğer bir deyişle o içleri yaralı insanların taleplerinden aşırı ve tepkisel bir tedirginlik duymasının son derece saçma olduğunu görürdü.

“Neden?” diye sorulacak olursa, öncelikle Cumartesi Anneleri’nin Erdoğan’la veya onun hükümetiyle herhangi bir alıp veremedikleri yok. Yani 12 Eylül’e ve Güneydoğu’daki OHAL uygulamasına kurban verdikleri yakınlarını bahane edip hükümeti devirmek, hatta zayıflatmak gibi bir arayış içinde oldukları kesinlikle söylenemez. Hatta tam tersine gözaltında kayıp olaylarından sorumlu tuttukları bazı isimlerin, Ergenekon başta olmak üzere, son dönemdeki bazı davalarda yargılanmaları nedeniyle AKP’yi takdir ettiklerini de görüyoruz.

Peki Cumartesi Anneleri ne istiyor? Bir kayıp yakını taleplerini şöyle özetledi dün: “En azından kemiklerine kavuşmak, onlara birer mezar yapmak, başlarında dua etmek, mevlit okutturmak istiyoruz.”

Bir de tabii ki, bütün bu kayıp olaylarının sorumlularının bulunup cezalandırılmasını bekliyorlar.

İçten sesleniş

Gözaltında kaybolan kişilerin bir şekilde devrimci hareket veya Kürt siyasi hareketiyle ilişkili olduklarını biliyoruz. Başbakan sırf bu yüzden Cumartesi Anneleri ile arasına mesafe koyuyor olabilir. Çünkü daha önce birçok vesileyle karşımıza çıktığı gibi Erdoğan, beklenmedik anlarda “sağcı” refleksler verebiliyor. İşin içine bir de “devletin sürekliliği” denen o saçma ilke gelince, normal şartlarda yanında durması gerektiği insanları karşısına alıp, hiç hoşlanmadığı kişileri korumak durumunda kalabiliyor. Kendisini yıllardır yakından izlemeye çalışan bir gazeteci olarak gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim: Sağcılık Erdoğan’a hiç yakışmıyor.

Ama tekrar ediyorum: Başbakan Erdoğan eğer dün Galatasaray Lisesi’nin önünde bulunsaydı veya güvendiği birini oraya yollamış olsaydı o insanlara çok büyük bir haksızlık yapmış olduğunu anında fark ederdi.



Devamı için TIKLAYINIZ.

 

Yorum:

DEVLET BAŞKANI

Bir devlet düşünün ki, bünyesinde onlarca millet barındırıyor.

Bir devlet düşünün ki, içinde onlarca dil konuşuluyor.

Bir devlet düşünün ki, hukukunda onlarca anayasa var.

Bir devlet düşünün ki, içinde onlarca ordu var.

Devlet içinde devlet tıpkı matruşka gibi ancak çok temel bir farkı var ki, o da bu devletlerin birbirine benzememesidir. Aslında oluşum gayeleri de budur, farklı olmak. Kişiye özel diyet gibi, kişiye özel yerleşim yeri. Böyle bir düzen olabilir mi? Hayal gibi, şaka gibi bir şey bu ancak Adil Düzen’le mümkün.

Bir bizim ülkemize bakın, halkına yabancılaşmış, onu dinlemeye bile sabrı ve isteği olmayan, içine gömük, önyargılı bir başkan. Bir de yukarıda anlattığım düzende boy gösterecek başkana bakın.

Bu düzendeki başkanın işi bir hayli zor. Her şeyden önce ‘bilgili’ ve ‘güçlü’ olmalıdır. Bunun dışındaki özelliklerini Üstad Süleyman Karagülle’nin çok yerinde bulduğum bir makalesinden aktarıyorum.

a) Devlet başkanı herkese eşit uzaklıkta olmalıdır. Bir insan kötü olabilir, suçlu olabilir. Onları cezalandıracak kurumlar ve kurallar vardır. Devlet başkanı bir zümreyi veya kişiyi tutmamalıdır. Özel görüşmeler yapmamalıdır. Kur’an böyle bir görüşmeyi çok ağır şartlara bağlamıştır.

b) Devlet başkanı istişare müessesesini kurmalı ve tüm halkı ile istişare etmelidir. Bunlar siyasi parti temsilcileridir. Halk dertlerini ve görüşlerini partilere bildirir. Partiler merkezlerinde görüşleri birleştirir ve devlet başkanına arz ederler. Bu görüşmeler açık olur. Kararları kendisi alır. Şûra dışında her hangi bir tekelden veya locadan talimat almaz ve onlarla görüşmez.

c) Devlet başkanı her söze kulak vermeli ve onlardan en iyisini seçmelidir. Öyle bir mekanizma geliştirmelidir ki; herkes görüşlerini devlet başkanına ulaştırabilmelidir. Tabi ki bu yeni bir görüştür. Görüş önemli olduğunda görüş sahibi ile görüşmeli ve görüşünü değerlendirmelidir. Tekli sistemde devlet başkanını yeni görüşlerden uzak tutarlar. Belli kimselerle görüşmeyi engellerler. Devlet başkanı bu engeli aşamadığı taktirde şeriat düzeni içinde devlet başkanlığı yapamaz.

d) Devlet başkanı kurallar ve kurumlar normal çalışırken asla müdahale etmemelidir. İşleri uzaktan gözetmelidir. Kur’an “bizi güdün demeyin, bize nezaret edin deyin” ayeti ile bu hususta en açık hükmü koymuştur. Fatih Sultan Mehmet’in divana katılmak yerine divanı perde arkasından takip etmesi bu sebepledir. Ancak eğer kurumlar çalışamazsa veya kurallar yetmezse o zaman devlet başkanı olağanüstü yetkilerini kullanıp kurumları işler hâle getirmeli ve yeni kuralların gelmesini sağlamalıdır. Sivil devlet başkanları bu değişimi yapamadıkları için Türkiye’de sık sık askeri müdahaleler zorunlu olmuştur. Oysa bu müdahaleler devlet başkanınca yapılmalı idi.

 

 

 

Tayibet Erzen






Sayı: 81 | Tarih: 26.12.2010
Ahmet Hakan
İler tutar yanı yok
1618 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Geçmişin Anlamı
1536 Okunma
Süleyman Karagülle
Reşat Nuri Erol
“ADALET” ne zaman?!.
1184 Okunma
7 Yorum
Ilker Ardic
Mehmet Şevket Eygi
Çok Ayıp!
1160 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Sağcılık Erdoğan’a hiç yakışmıyor
1099 Okunma
Tayibet Erzen
Abdurrahman Dilipak
GEMİLER
1082 Okunma
Abdülvahap Kösesoy
Zülfü Livaneli
Yazarlar gladyatör değildir!
1005 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ruhat Mengi
Türkiye Kürdistanı'nın İlanıdır!
991 Okunma
Vahap Alma
Ebubekir Sifil
Çoğunluğun Problemleri
963 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas


© 2024 - Akevler