Kürtleri doğru anlamak
1001 Okunma, 0 Yorum
Mümtazer Türköne - Zaman
Arif Ersoy

22 Ağustos 2010, Pazar

 

Kürtleri ciddiye almak ve doğru anlamak lâzım. Kürtlerin, özellikle Güneydoğu'da yaşayan Kürtlerin Türkiye'nin geri kalanında yaşayanlardan bariz farkları var.

Bugüne kadar devlete hep mesafeli oldukları için kendi sorunlarını kendileri çözmeye çalışmışlar. Eğer sorunlarınızı devlete havale etmek yerine kendiniz çözüyorsanız size "sivil toplum" adı veriliyor. Kürtler üstelik politize bir toplum. Hem sivillik hem de yüksek bir politik bilinç örgütlü ve özgüveni olan bir toplum ortaya çıkartıyor. Kürtler örgütlü bir halk; tepkileri canlı ve sağlıklı. Türkiye'nin geri kalanının bu anlamda Kürtlerden öğrenecekleri çok şey var.

PKK'nın ilan ettiği son ateşkesi kavramakta zorlananlar, Kürtlerin örgütlü ve sivil bir toplum olduğunu dikkate almadan hiçbir şeyi anlayamazlar. Öcalan, güya ateşkes emrini verdiği son avukat görüşmesinde şunları söylüyor: "Referanduma yönelik Diyarbakır'da birkaç gün önce bazı sivil toplum kurumlarının açıklamalarını dinledim. Tabii bunlar devletle anlaşmışlar. 'Eğer PKK tasfiye olursa inisiyatifi size veririz' diye onları ikna etmişler. Bu konuda birileri kendileriyle anlaşmış" diyor ve bu ifadelere imalı bir "Tabii biz buna engel oluyoruz; onların bu planları tutmuyor." cümlesi ekliyor.

Öcalan'ın hedef tahtasına yerleştirdiği STK'lar, 31 Mayıs İskenderun saldırısından hemen sonra bir araya gelip PKK'ya "ateşkes çağrısı yapan" Diyarbakır'daki 99 sivil toplum kuruluşu. Sayı daha sonra arttı ve bütün bölgeye yayıldı; ateşkesten sonra bu STK'lar, yine Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu'nun ağzından önceki gün "Referandum'a evet" açıklaması ve çağrısı yaptılar. Türkiye'nin yakıcı sorunu olan Kürt sorunu konusunda ahkâm kesenler bu "evet çağrısı"nın PKK'nın "boykotu pazarlığa açma" taktiği karşısında ne anlama geldiğine dair fikir yürütecek durumda değillerse susmayı tercih etsinler. MHP Genel Başkanı, AK Parti'yi Öcalan'la pazarlık yapmakla ve PKK ile anlaşmakla suçluyor. Öcalan ise bölgedeki sivil toplum kuruluşlarını "devletle anlaşmak"la itham ediyor. Bu durumda devletle anlaşan kim? PKK mı? PKK'ya rağmen STK'lar mı? Kimin dediği doğru? Bahçeli'ninki mi, yoksa Öcalan'ınki mi? Aslında kimsenin devletle anlaştığı yok; herkes kendi hesabını görüyor. Güneydoğu'da bugüne kadar görülmemiş çok farklı bir gelişme yaşanıyor. Sivil toplum tam da varlık sebebine uygun olarak kendi kaderine sahip çıkıyor.

Demokratik Toplum Kongresi, PKK'nın legal uzantılarından, belki BDP'den daha önemli bir örgüt. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un eşbaşkanlığını önceki hafta devraldığı DTK ilk iş olarak PKK'ya yönelik bir ateşkes çağrısında bulundu. Diyarbakır'da STK'ların geliştirdiği inisiyatif içinde rol alan bir dostum, DTK'nın "ateşkes çağrısı"nı doğrudan Kandil'in sipariş ettiğini söyledi. STK'ların "orta şiddetli savaş"ın daha başında iken yaptıkları "ateşkes çağrısı" bu siparişe ilham vermiş olmalı. Şöyle bir oyun oynanıyor: PKK ateşkes ilan etmek istiyor. Sipariş vererek çağrı yaptırıyor ve sonunda bu çağrıya uyarak "eylemsizlik" kararı vermiş oluyor. Kısaca son ateşkes Kandil'de kararlaştırıldı, sahne ona göre hazırlandı. "Referandum boykotu"nun kaldırılması için başlatılan pazarlığın zevahiri kurtarmak dışında hiçbir anlamı yok. Savaşı başlatan Öcalan değildi; ateşkese karar veren de o değil. Ateşkes, Öcalan'la görüşmeden önce ilan edildiğinde, tam üç haftadır İmralı ile avukatlar görüşemiyordu. Öcalan'ın güya ateşkese onay verdiği 15 Ağustos'tan önceki en son görüşme tarihi 23 Temmuz.

PKK ile "derin" bir pazarlığın yürütüldüğü belli. Ahmet Türk'ün "BM gözetiminde silahların bırakılması" önerisi, "Habur kazası" ile inkıtaya uğrayan sürecin yeniden başlatıldığını gösteriyor. PKK tasfiye ediliyor, hem de kendi rızasıyla. Öcalan'ın tartışmaya açılan "demokratik özerklik" önerisi, geri planda olanlara dair bir fikir veriyor. "Demokratik özerklik" bağımsız ordusu, diplomasisi, meclisi ve yürütme organı olan -federalizm bile çok hafif kalır- düpedüz bağımsız bir devlet öngörüyor. Bu kadar uçuk bir öneri, ancak tasfiyeyi örtmek için vitrine çıkartılabilir.

Referandum pazarlığı, demokratik özerklik önerisi ve keskin söylemlerin tamamı bu derin dönüşümü örtmek için. Asıl soru: Bu sonuç kimin eseri? Bu sonuç STK'ların önderliğinde Kürtlerin eseri. Yoksa bu pazarlıkların hiçbiri mümkün olmazdı. Kürtler üzerlerindeki iki taraflı -devlet ve PKK'dan gelen- şiddet baskısını aşıp özgür iradelerini cesaretle ortaya koyuyorlar. STK'ların "referanduma evet"i bu anlama geliyor. Kürt toplumu ve siyaseti çoğullaşıyor. Başta MHP olmak üzere bütün diğer taraflara ise en başta "Kürtleri doğru anlamak" görevi düşüyor.

YORUM

Hastalığın teşhisi tedaviden önce gelir. Teşhisi doğru yapılmayan hastalık tedavi edilmez. Yanlış ilaçlar yanlış teşhis edilen hastalığı iyileştirmediği gibi yeni hastalıklara, hatta tedavisi mümkün olmayan tahribatlara yol açar. Tabip hastalığı teşhis aşamasında önce hastanın şikâyetlerini dinler, hastalığın belirtilerini inceler ve ona göre hastalığı teşhis eder.

Ülkemizde “Kürt Sorunu var!” demek yanlış bir teşhistir. Ülkemizde dış güçlerin, ırkçı idarecilerin, Marxist-Leninist ve ateist bir teşkilatın ve mihrakların üretmeye çalıştığı bir yapay “Kürt Sorunu” kırk yıldan beri üretilmeye çalışmaktadır.

Bu sorun emperyalist güçler ve işbirlikçileri tarafından ülkemizde “böl, parçala, çatıştır, yönet ve sömür” ilkesine göre üretilmeye çalışılan ayrıştırmacı bir sorundur. On binlerce insanın hayatına mal olan bu dış menşeli politika, Doğu ve güney Doğuyu ve ülkemizi geri bıraktı. Yüz milyar dolarlar heba edildi. Bu sorun silah tüccarlarına kazanç sağladı. Ülkemiz ve bölge halkını yoksullaştıordı..

Ülkemizde baskı, dayatma, keyfi yönetim ve geri kalmışlık sorunları bulunmaktadır. Ülkemizde gayri milli bir eğitim politikası uygulanmaktadır. Milletimizin ahlaki ve manevi değerleri zayıflatıldı. Geçlerimiz İslam’dan ve bizi birbirimize bağlayan ahlaki ve manevi değerlerden uzaklaştırıldı. İşsiz bırakıldı. Adeta terörün kucağına itildi.

Bizim insan ve ırk anlayışımız çatışmayı esas alan bir anlayış değil; iyilikte yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir anlayıştır. Batılılar zihnen az geliştikleri için hala ırkçılık mantığına sahipler. Kedi ülkelerinde ırkçılığı milli birliği güçlendirmek ve diğer ırkları ötekileştirmek için kullanmaktadırlar. Sömürdükleri coğrafyalarda ise ırkçılığı “böl, parçala, çatıştır, yönet ve sömürmek” için kullanmaktadırlar. Coğrafyamız Batılı emperyalist ülkelerin bu ırkçı politikalardan dolayı talan edildi. Milyonlarda Müslüman katledildi. Ülkelerimiz harap, kaynaklarımız talan edildi.

Osmanlı Devleti ırkçı bir devlet değildir. Her ırktan insan padişahtan sonra ikinci sırada bir makam olan sadaret makamına gelebilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti de ırkçı bir devlet değildir. Bizde farklı dilleri konuşanlar arasında bir ayrım yoktur. Doğu ve Güney Doğudan gelen insanımız Türkiye Cumhuriyeti Devletinin her mevki ve makamına gelebilmektedir. Milletimiz ayrımcı değildir. Her yerde ve ortamda birlikte kardeşlik içinde yaşıyoruz. Biz Müslümanız ve birbirimizin kardeşleriyiz.

Bu devlet bütün Müslümanların ve ülkemizde yaşayan herkesin devletidir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra dışarıdan ülkemize gelen bütün Müslümanlara, ırklarına bakılmamaksızın kucak açıldı. Türkiye’de Devleti idare edenler arasından ırkçılar olmuştur. Bu ırkçı ateistler birçok yanlış politikalar izlemişlerdir. Doğu ve Güney Doğuda yaşayan insanlarımıza zulmetmişlerdir. Bunlar bütün milletimize zulmettiler.  Sömürgecilerin sömürgelerde yaşayanlara yapmadıkları muameleleri bu millete yaptılar. Bu zalim ve ateistler, Devlet yönetiminde ve ordumuzun içinde bulundular. Emperyalizme köle gibi hizmet ettiler; emperyalist değerleri millete zorla benimsetmeye çalıştılar. Bunların söylem ve eylemi Devlete ve ordumuza mal edilemez. Onlar ülkeyi bölmekle görevli küçük bir zümredir.

Milletimizin kahir ekseriyeti Müslümandır. Irkçı değildir. Güney Doğu ve Doğuda yaşayan insanımız Müslümandır ve ırkçı değildir. Bu milletin bütün fertleri ırkçılığı cahiliye âdeti kabul eder. Devlet yöneticilerimiz Marxist- Ateist olan bir grup emperyalist uşağı olan ve terörü destekleyen bir zümreyi muhatap kabul etmemelidir. Onlar Güney ve Doğudaki insanlarımızı temsil etmiyorlar. Ülkemizde bazı zalim ve maksatlı idarecilerimiz halkımıza şefkatle davranmadığı için, baskı yaptığı için, halkın diline ve dinine müdahale ettiği için bazı insanlarımız kerhen terör teşkilatını desteklemiş olabilir. Güney doğudaki insanlarımızın kahir ekseriyeti İslam kardeşliğine inanmakta, ırkçılığın her çeşidini ret etmekte; ülkemizin birlik ve bütünlük için adil ve demokratik bir idareye kavuşmasını istemektedir.   Onlar değil Türkiye’nin bölünmesini, bütün komşularımızla birlik ve dayanışmayı istemektedirler. Onların temel hedefi İslam Coğrafyasında birlik ve dayanışmayı sağlamaktır.

Devletimiz asla terörle masaya oturmamalıdır. Marxist- Leninist ve ateistleri, Doğu ve Güney Doğu halkımızın temsilcisi kabul etmemelidir. Doğrudan doğruya bu bölgede yaşayan halkın gerçek temsilcileriyle görüşmeli.Bölge halkı birlik istiyor, dirlik istiyor ve Türkiye’nin Yeniden Büyük Türkiye olmasını istiyor.

Bölge halkı üzerinde baskı ve dayatmayı kaldırmalı. Bölgenin geliştirilmesi için yatırımlar yapmalı. Bölge insanımızın kendi dilini öğrenmeli, konuşmalı ve kültürüne göre yaşayabilmeli. Terör emperyalizmin maşası konumunda olan Marksizt- Leninist ve modası geçmiş dünyada benzeri kalmamış zihnen geri kalmış bir teşkilatın ürünüdür. Terör insanlık suçudur. Kürdü de, Türkü de öldürmektedir. Terörden beslene, terörden medet umanlarla barış yapılamaz. Terörist zihniyetle demokrasi tesis edilemez. Irkçılık, bölgecilik ve ayrımcılık bu coğrafyada yaşayan herkesin zararına yol açan bir eylemdir. Terörü terk eden, pişman olan ve teslim olanlar af edilmeli ve işsizlere de iş bulunmalıdır.

Devlet yöneticileri Doğu ve Güney Doğuda yaşayan Müslüman kardeşlerimizi, topyekûn milleti dinlemelidir. Güney Doğuda halkımızı temsil eden STK ’lar barış istiyorlar. Milli birliği ve dirliği sağlamak için çalışıyorlar. Emperyalizmin ülkemiz ve bölgemizle ilgili sinsi planlarını gayet iyi biliyorlar. Onlar Selahattin-i Eyyübilerin torunlarıdır. Haçlı uzantıları olan Siyonistlerin oyunlarına gelmezler. Devlet yönetimi onları dinlemelidir.     

Güney ve Güney Doğuda yaşayan insanlarımız ve topyekûn milletimiz ne istiyor? Hukukun üstün olduğu, nimet- külfet adil paylaşıldığı ve yalan-hileye dayanmayan paylaşımcı bir demokrasinin egemen olduğu Yeniden Büyük Türkiye’nin inşasını talep etmektedir. Artık çağımızda milli birlik ve dayanışma zorla, baskıyla değil; hukukun üstünlüğünü egemen kılmakla, paylaşımda adaleti tesis etmekle ve siyasette azamı katılımı sağlamakla gerçekleşir.

 

 

Arif Ersoy






Sayı: 63 | Tarih: 22.08.2010
Oktay Ekşi
Erbakan Çözer
1108 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Ahmet Hakan
Değmez ama yine de yazdım
1072 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Havuzlu Villa
1019 Okunma
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Anayasa paketini mi oylayacağız, yoksa?..
1003 Okunma
Tayibet Erzen
Mümtazer Türköne
Kürtleri doğru anlamak
1001 Okunma
Arif Ersoy
Ahmet Altan
BÜYÜK İNSANLAR
964 Okunma
Özer Ataç
Mehmet Şevket Eygi
Evet mi, Hayır mı?
950 Okunma
Emine Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Sadece ekonomi topallamıyor
947 Okunma
5 Yorum
Ilker Ardic


© 2024 - Akevler