"Çakma türbanlı" ve son yazı
1779 Okunma, 4 Yorum
Fehmi Koru - Yeni Şafak
Ahmet Kirtekin

Çakma siyaha ve çakma türbanlıya dair

“Gazetecinin tebdil-i kıyafet ederek mesleğini icra etmesi doğru mu?” sorusunun 'Evet' veya 'Hayır' cinsinden keskin bir cevabı yok. Gazetecinin görüş aldığı veya gözlem yaptığı kişiyi mesleki kimliği hakkında önceden uyarması beklenir ilkesel olarak; buna karşılık tahmin edilebilir durum ve ortamlarda bu temel ilkeye 'aykırı' davranması da hoş görülür.

Bu sebeple, normal halinde başı açık bir gazetecinin tesettüre girerek yaptığı görüşme ve gözlemleri okurlarıyla paylaşması, mesleki açıdan, öyle hemen 'yanlış' diye yaftalanacak bir tarz değildir. 'İyi niyetli' ve 'anlamaya yönelik' çabalar desteklenir bile.

Tarzın büyük zihniyet devrimine yol açmış bir örneği de var: Amerikalı gazeteci John Howard Griffin'in 'Black Like Me' ('Benim Gibi Siyah') adıyla kitaplaştırdığı röportaj ve gözlemleri...

Griffin, 1960 yılında, yani 'siyah-beyaz' ayrımına yasalarla son verildiği dönemde, Amerika'nın güneyinde, siyahların uğradığı ayrımcılığı sergileyebilmek için renk değiştirmiştir. Bir gün önce 'beyaz' yüzüyle karşılaştığı insanların ertesi gün kendisini 'siyah' hale dönüştürdüğünde yaptıkları fena muameleyi, tahkir edici bakışlarını, bazılarının da nefret kusmasını anlatır kitabında.

Yapay biçimde siyahlaşmakla sadece beyazların tepkilerini ölçmemiştir Griffin, görüntüsünü farklılaştırması, siyahların beyaz muhataplarına açmaktan kaçındığı gerçek hisleri öğrenmesine de yaramıştır. Griffin'i renk değiştirmeye iten de konunun bu yönüydü zaten: Amerika'nın güneyinde genç zenciler arasında intihar eğilimi artmakta, ama siyahlar beyazlara içlerini açmadığı için sorunun kökenine inilememekteydi.

'Beyaz adam' Griffin o görevi de üstlenir. Siyah yüzüyle çıktığı altı haftalık yolculukta başına gelenleri 'Sapia' adlı pek bilinmeyen bir dergide dizi halinde yayımlar. Siyah okurları “Bizim bu ülkede 400 yıldır neler çektiğimizi, karşılaştığımız sorunları, uğradığımız ayrımcılığı, nasıl hakir görüldüğümüzü 66 gün kendisini bize benzeterek yaşamış, ama tam yansıtamamış” tepkisini verirler; buna karşılık, beyaz okurları, Griffin'in beyaz yüzüyle aynaya bakarken bütün anlayışlı tavrına karşılık kendisinde bile varlığını hissettiği 'ırkçı' yönden müthiş etkilenir.

Griffin, yarım yüzyıl boyunca hep baskıda kalıp on milyondan fazla satan kitabıyla, 'beyaz Amerikalı'nın içindeki 'gizli ırkçı' ile yüzleşmesini sağlamış oldu.

'Siyah' olmak ile 'siyah' görünmek arasında önemli bir fark var; bunu daha ilk gün bir otobüs garajında hareket saatlerini sorduğunda yaşamış Amerikalı 'siyah/beyaz' yazar... Görevli kız kendisine öyle bir yüz ifadesi ve hakaret sözcükleriyle mukabele etmiş ki, herhangi bir siyahı yerin dibine batıracak bu muameleyi Griffin'in içindeki 'beyaz' müthiş gülünç bulmuş...

Amerikan zihniyet dünyasında yaptığı 'devrim' çapında etki sebebiyle, 'Black Like Me' kitabının 50. yıldönümü iki yıl sonra değişik etkinliklerle kutlanacak.

Hürriyet'ten Ayşe Arman'ın yaptığı böyle bir çalışma mı? Aralarına karıştığı insanları anlamaya mı çalışmış, yoksa kendisinin (ve tabii mahallesinin de) önyargılarının doğruluğunu ispata mı? Kendisini 'siyah' ('türbanlı/başörtülü') hale mi dönüştürmüş gerçekten, yoksa kıyafetine büründüğü kişilerin karikatürüne mi? Arman'ın çalışmasından Griffin'in ABD'de gerçekleştiği türden bir 'devrim' mi çıkacak, yoksa evlerde ve kafelerde dalga geçilecek malzeme mi? Griffin yüzünü boyamak için aynaya baktığında içindeki 'ırkçı'yı keşfetmişti; Arman aynaya baktığında ne görüyor?

Soruların cevaplarını dizisi okurları biliyor zaten, ama ben Ayşe Arman da bu soruları kendisine sorsun istedim.

 

Yorum:

Ayşe Arman 19 Temmuz Pazar günü yayınladığı yazısının başlığında bir süreci özetliyordu aslında. Bu nedenle yorum yapmak yerine Ayşe Arman’ın yazısının bir bölümünü yayınlıyorum.

 

 

Kimi beğendi, kimi beğenmedi AMA HERKES KONUŞTU


Bir dizi hazırladık. En fazla biz şaştık kaldık! Çünkü beklediğimizden çoooook daha yaygın bir tartışma yarattık. Kimi beğendi, kimi beğenmedi ama bir hafta boyunca herkes konuştu. Kimse tepkisiz kalmadı. Ne kadar tebrik aldıysak, bir o kadar da hakaret aldık.

Köşe yazarlarının çoğunluğu eleştirdi. Beğenmediler. “Bu, daha önce yapılmış bir şey” dediler. “Yeteri kadar sosyolojik gözlem yok” dediler. “Maymunluk” dediler, “Soytarılık” dediler. “Sığ” dediler, “Yüzeysel” dediler. “Aç kapa Artema oldu bu kadın!” dediler. Ama tabii yaptığımız şeyi iyi bulanlar da vardı. Bunların hiçbirini kişisel almıyorum. Ben işimi yapıyorum. Bazen iyi yapıyorum, bazen yapamıyorum. Allah’tan şunu biliyorum: Yaptığımız her şeyi, herkes beğenecek diye bir şey yok. Huzurlarınızdan ayrılmadan önce, bu diziye ilgi gösteren herkese teşekkür ediyorum ve sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum...

NE BEKLİYORDUNUZ?

Bir yıldır çözülemeyen başörtüsü meselesine yeni bir bakış açısı getirmemizi değil herhalde! Biz ne derin bir sosyolojik yaklaşım peşindeydik, ne de insanların inançlarıyla alay etme. Ne başörtüsünü yayma kaygımız vardı, ne yok etme. “Karşı Mahalleli” kavramlarının oluştuğu, “zenci Türkler” benzetmelerinin rahatlıkla yapılabildiği, geldiğimiz şu noktada, sokaktaki vatandaş birbirine hangi uzaklıkta, onu anlamaya uğraştık. Bir kadın gözüyle, şeklen de olsa tesettürlü olmak nasıldır, ne tip zorlukları, avantajları vardır bunu hissetmeye çalıştık elimizden geldiğince. Ve gördük ki kadın, her yerde, her şekilde kadın. Ve, o mahalle, bu mahalle desek de hepsi aslında Türkiye...

B İ Z İ M  M A H A L L E

NASIL TEPKİ VERDİLER?

*Kimi çok eğlenceli, kimi ise çok cesur ve yaratıcı bulmuş.
* Kimi “İyi ki yaptınız! Eskiden tesettürlülere önyargıyla bakardım, şimdi onları anlamaya çalışıyorum” demiş, kimi ise “Esas baskı, mini eteklilere! Siz bunu göz önüne serdiniz!” deyip, teşekkür etmiş.
* Tabii tek fikir yok, “Türbanlı fotoğrafların görüntü kirliliği yarattı, özür dile bizden!” diyen de var, “Ne yapmaya çalışıyorsunuz, türbanı gözümüze sokup alıştırmaya mı?” deyip kızan da...

HER İKİ MAHALLEDEN DE ÖZKÖK’E SUÇLAMA

İki farklı mahalleden de aynı suçlama geliyor:
“Ertuğrul Özkök, türbanı yaymak için size bu diziyi hazırlattı...”
“Ertuğrul Özkök, türbanla dalga geçmek için size bu diziyi hazırlattı...”
Akıl veren, manipüle eden, “Aç, kapa, örtün, soyun!” diyen, basında kurşun manyağı gibi “Armanmania” yaratan gerçekten hep Ertuğrul Özkök mü? Özkök’ün çalıştığı insanlara vizyon verdiği kesin... Ama özgür bırakıyor... Hatta, bunu o kadar profesyonel yapıyor ki, bir şey danışmak için onu aradığınızda, kendini buldurmuyor bile... Sen kendi kendine çabalıyorsun... Ama işte herkes, her şeyden onu sorumlu tutuyor. Hürriyet’in yayın yönetmeni olmanın kaderi de bu olsa gerek.

EN ÇOK GELEN ELEŞTİRİ

“Üniversiteye neden gitmediniz”e DEMET’İN CEVABI

“Türbanla o mahalle senin, bu mahalle benim” diye dolaşmaya niyetlenip de, üniversite kapısını zorlamayı aklımıza getirmemek mümkün mü?
Ama teknik bir problem söz konusu:
Temmuz ortasındayız ve üniversiteliler tatilde.
“Ne yapabiliriz?” diye düşünürken aklımıza İstanbul Üniversitesi Baltalimanı Tesisleri geliyor. Evet, tabii ki aynı şey değil ama oraya da Boğaz havası alıp iki çay içmek için gelen ve türbanlı diye alınmayıp geri dönenler olduğunu duymuşuz, “Hadi” deyip, Baltalimanı’na doğru yola koyuluyoruz.
¡
 Kapıdaki görevli nazikçe...
“Kusura bakmayın, giremezsiniz!” diyor.
O gece özel bir düğün varmış, “İçeride hazırlıklar var, düğün misafirleri dışında herkese kapalı bugün...” diyor.
Ayşe zorluyor.
“Türbanlı olduğumuz için mi yoksa?”
Adamcağız; “Yok” diyor, “Eskiden olsa, yani şöyle 4-5 ay önce filan kesinlikle giremezdiniz ama şimdi rektör değişti, herkes girebiliyor...”
Arabaya biniyoruz. “Keşke bir üniversite kapısı da yapabilseydik” diye hayıflanıyoruz. Yaz sıcağında, başımız sımsıkı örtülüyken empati yapmaya çalışıyoruz. “İnançla, kendi isteğiyle başını örtmüş olanlar hava sıcak da olsa, taşımak zor da gelse, kendi istekleriyle örtünmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlardır” diye düşünüyoruz. “Peki ya baba, koca, mahalle baskısıyla örtünenler? Evden dışarıya çıkabilmek için mutlaka örtünmek zorunda bırakılanlar? İşte esas onlar için çok ama çok zor olmalı” diye içimizden geçiriyoruz.
Ve ister kendi sonsuz inancıyla, ister mahalle baskısıyla örtünmüş olsun, bu ülkenin kadınlarının, Atatürk’ün her kızının, üniversitede okumaya hakkı olduğunu düşünüyoruz. Okusun ki, maddi özgürlüğü olsun, okusun ki kararlarını kendisi versin, okusun ki yine kendisi gibi kararlarını kendi verecek kız çocukları yetiştirsin...
Ama bu, bizim işimiz değil, Meclis’te o turuncu deri koltuklarda oturan ve çoğunluğu erkek olan vekillerin işi. Şu ana kadar hiçbir meclis, bu sorunu çözememiş, aksine mahalleler ayrılmış, kavgalar çıkmış. “Bize kolonya ferahlığında bir çözüm lazım” deyip Tarabya’ya doğru yol alıyoruz.
¡
İstikamet, Kalender Orduevi...
Orduevi kartımız filan yok, içeri kartsız zaten girmek mümkün değil. Ama bir-iki önünden geçelim bakalım Radikal yazarı Nur Çintay’ın yazısında olduğu gibi kaşlar kalkıyor mu, türbanlı görünce Kalender Orduevi’nde huzur kaçıyor mu? Bir de biz görelim diyoruz.
Birkaç kere önünden geçip gidiyoruz.
“Herhalde şanslı günümüzdeyiz” diye gülüşüyoruz, çünkü yine hiçbir tepki yok.../ Demet ŞEN

TEPKİLERİN  YÜZDE 63’Ü KADIN YÜZDE 47’Sİ ERKEK

Posta kutumuza binlerce mail düştü. Yüzde 63’ü kadın, yüzde 47’si erkekti. Hem bizim mahalleden, hem karşı mahalleden. En hakaret içeren, en tehditkâr, en ağır, en terbiyesiz mesajlar, karşı mahallenin erkeklerindendi. Gelelim, karşı mahalle ile ilgili diğer tespitlerimize...

K A R Ş I  M A H A L L E

NELERE KIZDILAR?

* “Bez parçası” dememize. Bu lafa sinir oluyorlar. Türban da yok. Başörtüsü denmesini tercih ediyorlar.
* “Örtü duymayı engelliyor!” tespitimize bozulmuşlar. Çünkü yanlış yapmışız, boneyi takarken, kulakların dışarıda kalması gerekiyormuş. Bir dahaki sefer öyle takarız inşallah.
* Ninja Kaplumbağa benzetmesine alınmışlar. Kafamı duvarlara vursaydım da o benzetmeyi yapmasaydım! Bu arada, haşemayı severek kullananlar var. Amaaaaa “O yağmurluk gibi şeyi giyeceğime suya hiç girmem!” diyenler de...
* “Reina’da ne işimiz var bizim?” En çok Reina’ya gitmemize kızmışlar. “3 K’ya (kampus-kamu-kışla) gitseydiniz de, mahalle baskısını oralarda yaşasaydınız” diyorlar. (Üniversiteye gidemedik ama İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’ndaki tesislerine gittik. Bu sayfanda sokaklarda birlikte dolaştığımız Demet’in kaleminden okuyacaksınız...)

EN ÇOK NELERDEN SIKILMIŞLAR?

Günlük hayatta karşılarına çıkan şu klişe cümlelerden:
* Ne varsa kapalılar da var!
* Sen hariç canım, sen modern kapalısın!
* Benim lafım türbanı siyası simge olarak kullananlara... Sen üzerine alınma!
* Benim anneannem de kapalıydı... Bakın, babam da hacıdır... Babaannemin de tülbenti vardı...
* Bunların burada ne işi var!

BU DİZİ HANGİ KADINSAL SORUNA PARMAK BASTI?

İyi kıyafet bulmak ciddi bir sorun. Gerçekten de giyecekleri güzel kıyafet bulamamak, canlarını fena halde sıkıyor. Tekbir’i biraz babaanne işi buluyorlar. Yenilerden Armina hoşlarına gidiyor. Mahmutpaşa’dan da çok iyi şeyler çıkabildiğini söylüyorlar. Onlar da kapanarak güzelleşmenin kolay olmadığını kabul ediyorlar.

EN ÇOK NEDEN HOŞLANMIŞLAR?

Cevabı tek: Empati yapılması. Kendimizi, şeklen de olsa onların yerine koymuş olmamız, pek çok tesettürlüyü güldürmüş. Kızanlar olsa da, bize mail atanların büyük çoğunluğu diziyi, samimi ve yapıcı bulmuş. Ama kadınlar... Erkekler değil... Onlar kafamıza çürük domates attılar!

NASIL TEPKİ VERDİLER?

* Çok saygılı, sevgili, öğretici, nazik nazik eleştiren mail’ler var. Çok büyük çoğunluğu kadın.
* Belli ki en favori şairleri Mehmet Âkif, en sevilen dizesi de şu: “Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desene hayvanlar senden daha medeni!”
* Tabii kötülük saçan, bela okuyan, tehdit savuran, hedef gösteren, küfür kıyamet mail’ler de var. Ama azınlıkta. Enteresan bir şekilde tamamı erkek. Yüzde 100 kadını ilgilendiren tesettür konusunda, erkeklerin kadınlardan daha çok, üstelik cansiperane bir şekilde türbanı korumaları ise düşündürücü...
* Bundan sonraki araştırmayı, genelevde yapmamızı öneren “yaratıcı” mail’ler de gelmiş!
* Nihat Odabaşı fotoğraflarıyla türbanlı fotoğrafları karşılaştıranlar çok. Bir kısmı “Doğru yolu bulmuşsunuz!” diyor, bir kısmı “O kadın, bu kadın olamaz!”
* “Allah sizi başımızdan eksik etmesin!” diyen de var, hidayete ermemiz için duacı olan da, “Allah belanızı versin!” diyen de...

KÖŞE YAZARLARI NASIL YAKLAŞTI?

* Oturduğu yerden, tekneden eleştirenler.
* “Daha önce yapılmıştı bu! Yeni bir şey yok” diyenler.
* “Sen ne anlarsın, git soyun!” diyenler.
* “Türban bizimdir, bizim olacak!” diyenler.
* “Siyasal bilgiler okusaydın, üzerine sosyoloji master’ı ya da doktorası yapsaydın, hızını alamayıp Meclise girseydin bile bu konuyu çözemezdin. Bu mesele çözümsüzdür!” diyenler.
* Komik olmaya çalışanlar, bir sonraki maceramız için fikir bulmaya uğraşanlar.
* Cevap almak için laf çakanlar.
* Küfür kıyamet, ana avrat düz gidenler. Bunu da ahlak kisvesi altından yapanlar.
* Okuduğunu bile anlamayanlar.
* Beğense de beğenmese de, işin hakkını teslim edenler.
* “Gazetecilik böyle olur, masa başında değil, sokağa çıkarak yapılır. Aferin onlara!” diyenler.
* Her şeyin altında bir Ertuğrul Özkök arayanlar, her şeyi onun yaptırdığını düşünenler.
* Desteğini esirgemeyenler, öğreterek eleştirenler, üzerine bir fikir daha koyup yeni bir bakış açısı getirenler.

aarman@hurriyet.com.tr

19 Temmuz 09 Pazar/ Hürriyet

 

Ahmet Kirtekin


YorumcuYorum
Ilker Ardic
21.07.2009
04:25

Yazarların ve basının sürekli türbanla uğraşması çok garip çünkü nedya Türbanla uğraştıkça gençlik kötü yola gidiyor türbanlılar ın bu ülkeye zararı olmaz ama böyle giderse daha zararlı bir nesil yetişecek ve sonrada ah nerde o güzelim türbanlılar diye bağırıp durursunuz medya bu lafım size ama siz aldırmayın olurmu? Türbana devam!

faani
21.07.2009
19:09

"ah nerde o güzelim türbanlılar" ifadesi baya baya bir abartılı olmuş galiba!!! gençlik kötü yola giderken maşallah başını örten herkes -hele hele "türbanlılar"!- birer ahlak abidesi -maaşallah 41 kere tuu tuu tuu!!!-. Allah onları toplumumuzdan eksik etmesin! mazallah içimizdeki salihleri yitirirsek afâta garkoluruz!!! -gerçi bu muslihler için söylenmişti ya, neyse!-

SN BATYAS durumu biraz abartmış sanırım. kötü yol ile türban arasındaki olası bir korelasyon da ilginç olurdu ya neyse. belki iyi niyetli bir yorum ama gerçekçi değil...

Ilker Ardic
22.07.2009
17:05

SYN. FANİ Aslında amacım türbanlıları sütten çıkmış ak kaşşık yapmak değil bir kısım medyanın Türbanlılarla uğraşarak saçlarını füze gibi yukarıya dikmiş, vücutlarını kilise duvarına çevirmiş,her yerlerine demirler takmış geçlerin elden gittiğini görmemeleridir. Oysa o medyaya göre türbanlılar yobaz onlarsa çağdaş, modern.Dikkat çekmek istediğim buydu. ALLAH Bu Millete tekrar kurtuluş savaşı göstermesin yoksa savaşta ekmek,cephane ve jöle,makyaj malzemesi de lazım olacak ee nede olsa çağdaş olmak lazım.

faani
23.07.2009
10:54

kilise duvarı vücutlu lafı çok güzel :)) ister eleştiri olur. ister laf atma. :)) SN BATYAS kimse türbanlılara yobaz demiyor ki. onlar zorla örtünüyorlar. baba, koca korkusuyla. ya da ranta ortak olmak için. dikkat edin herkes kadınları kurtarmanın peşinde :)) kurtuluş reçetesi de hep aynı: benim dediğimi yap kurtul!!! hem kiliseden dönme çok cami var. oralarda ibadet edilmez mi? :)) makyaj malzemesi de matematiğe vurulmadan kullanılmasın efendim. ak koyun ile karakoyun ayrılınca dediklerinizi bir daha düşünürsünüz.





Sayı: 6 | Tarih: 19.07.2009
Mahir Kaynak
Çin Bilmecesi
2042 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
"Çakma türbanlı" ve son yazı
1779 Okunma
4 Yorum
Ahmet Kirtekin
Mehmet Talü
Miraç Gecesi
1500 Okunma
2 Yorum
Hüseyin Kayahan
Ahmet Hakan
İmam hatiplerin önü neden açılmamalı
1372 Okunma
7 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Oktay Ekşi
Ha gayret...
1320 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Nazlı Ilıcak
100 dolarlık ders
1307 Okunma
5 Yorum
Fatma Karuç
Yılmaz Özdil
Benim Manşetim Cansu...
1302 Okunma
Leyla Okta
Hayrettin Karaman
İslam Dünyası, İri Ülkeler Zayıf Ülkeler
1258 Okunma
1 Yorum
Hilmi Altın
Bekir Coşkun
Piyano ve sopa...
1254 Okunma
4 Yorum
Ersoy Kılıç
Kadri Gürsel
Generaller hata yapmaz mı?
1241 Okunma
1 Yorum
Erkan Tulacı
Ruşen Çakır
Kürt sorununun çözümünde tarihi fırsatta ilk start
1234 Okunma
5 Yorum
Tayibet Erzen
Ahmet Turan Alkan
Kültür Bakanı'nı kınıyorum
1218 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Cengiz Çandar
Ergenekoncu kontratak
1217 Okunma
Ekrem Fildişi
Toktamış Ateş
Türkiye'de yüksek öğretim
1211 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mehmet Altan
Nabucco, siyasal İslam ve hukuk
1210 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Reşat Nuri Erol
Para, faiz, enflasyon ve "Halk Ekonomisi"
1203 Okunma
1 Yorum
Zübeyir Erol
Bekir Berat Özipek
Hazreti İsa YÖK’e uğrasaydı
1198 Okunma
3 Yorum
Bünyamin Demir
Hakan Albayrak
Eski Kafa'da canlanan bir saadet anı
1197 Okunma
1 Yorum
Veysel İpekçi
Murat Bardakçı
Yorgo'nun sandaletine "nâlin-i saadet" deyip önünd
1180 Okunma
2 Yorum
Recep Yıldırım
Mümtazer Türköne
Katsayıyı düzelterek eğitim sistemini kurtarmak mü
1141 Okunma
3 Yorum
Arif Ersoy
Ertuğrul Özkök
İmralı'da hareket var
1106 Okunma
7 Yorum
Süleyman Akdemir
Fikret Bila
"Söz Ola Kestire Başı" Uyarısı
1034 Okunma
1 Yorum
Harun Özdemir