İşsizlik ve istihdam
1625 Okunma, 10 Yorum
Reşat Nuri Erol - Milli Gazete
Ilker Ardic

Hükümet, aradan sekiz yıl geçtikten sonra, nihayet "işsizlik meselesi" ile ilgili derin uykusundan uyanıyormuş... "İşsizlik meselesi"ne olan ilgisizliğine son veriyormuş... "Ulusal İstihdam Stratejisi" hazırlıyormuş... "Mâli Kural"dan (bu konuyla ilgili endişelerimi ve 'Mâli Kural'ın ne demek olduğunu önceki yazımda yazdım ya, neyse) sonra ekonomi yönetimi ile ilgili bakanların gündemi "işsizlik" imiş... Bu hafta içinde ekonomi yönetiminden sorumlu bakanlar, bir süredir hükümetin üzerinde çalıştığı "Ulusal İstihdam Stratejisi" üzerinde konuşmak için bir araya gelmiş; edinilen bilgilere göre bu hafta sonunda "istihdam stratejisi" ile ilgili çalışmalar hızlandırılacak ve tekrar taraflara sunulacakmış...

Bu arada pazartesi günü Türkiye İstatistik Kurumu, Ocak-Şubat-Mart aylarını kapsayan Şubat dönemi istihdam verilerini açıklayacak... Malum olduğu üzere, Ocak döneminde işsizlik oranı yüzde 14,5 seviyelerine çıkmıştı!.. Bunlar resmî rakamlar... Biz ise bıkıp usanmadan işsizliğin bu resmî rakamların çok üzerinde ve "felaket" veya "sosyal tufan" seviyelerinde olduğunu hep hatırlatıyoruz ama...

Hükümete ve ekonomi bakanlarına 'Günaydın! Bugünlere kadar nerelerdeydiniz?' demiyorum, demeyeceğim. Bu kadar uzun süreli ilgisizlik ve ihmalden sonra, her şeye rağmen sonunda "işsizlik ve istihdam meselesi"ni gündemlerine almaları sevindirici bir gelişme. Sekiz yıllık ihmalin, ilgisizliğin ve zararın neresinden dönülürse, -adeta işsizler ordusuna dönüşen milyonlarca vatandaşlarımız için- orası kârdır. Bizim (vatandaşımız) için önemli olan bağcıyı (hükümeti) dövmek değil, üzüm yemek yani halkımızın işsizlik meselesinin çözümlenmesidir. Umarım, "işsizlik ve istihdam" konusunda bugüne kadar yazdıklarım ve bundan sonra yazacaklarım dikkate alınır da, hiç olmazsa ülkemizin ana sorunlarından biri olan "işsizlik ve istihdam sorunu" acilen çözüme kavuşturulur.



Başbakan ve hükümet üyelerinin görüşlerine değer verdiği ve dikkate aldığı Hayrettin Karaman, dünkü (13.05.2010) "Yoksulluk ve işsizlik" başlıklı yazısında meseleyi gündemine almış: 'Anayasa değişikliği, yargının direnişi, Ergenekon davası, daha çok demokrasi, skandallar... derken bazı önemli konular ve problemler ister istemez gözden, gönülden ve çözüm teşebbüslerinden uzak kalıyor, unutuluyor, erteleniyor. Halbuki mesela en önemlilerinden ikisi yoksulluk ve işsizlik problemleri olanca gerçekliği, acıları ve kahırlarıyla devam ediyor. / Demokrasi ve hukuk devleti için çalışılıyor, ama en önemli insan hakkı hayat ve insanca yaşama hakkıdır; bu konuda önemli bir gelişme sağlanamıyor. Hem terör ve cinayetler doğrudan hayat hakkını tehdit ediyor, hem de yoksulluk ve işsizlik, bunlara maruz kalanları ölümle hayat arasındaki bir kritik çizgide tutuyor, ölümü tercih edenler oluyor, etmeyenler de yaşamıyor, yaşar gibi yapıyor ve sürünüyorlar...'

Hayrettin Hoca yazısını, benim son zamanlarda "tarım ve istihdam" konusunda yazdığım yazılarla birebir örtüşen bir çözüm önerisi ile sonlandırmış: 'Köye, küçük üretim araçlarına ve büyük küçük tarım üretimine dönüş gerçekleştirilmeli, bunun için gerekli teşvikler, gerekiyorsa kanuni düzenlemeler yapılmalıdır.'

Tekrar hatırlatıyorum: Hükümet ve ekonomi bakanları, Hayrettin Karaman başta olmak üzere, bendenizin ve diğer aklıselim sahiplerinin çözüm önerilerini dikkate alıp yapılması gerekenleri yaparlarsa, hem hükümet hem de halkımız için çok hayırlı olacaktır.



Sonuç: Topluluk bir sorunu çözmek isterse onu tartışmaya başlar. İlgililer ve çözüm üreticiler birbirlerine o sorunu anlatıp tartışırlar. Birinin aklına gelen bir şey öbürünün düşüncelerine temel olur. Birinin düşünceleri öbürünün uygulamasına sebep olur. Herkes o sorunu çözmekle meşgul olur ve sonunda sorun çözülür. İktidar ve muhalefet, halkı hiç de ilgilendirmeyen ve ana sorunlarına çözüm olmayan lüzumsuz meselelerle oyalanacağına, "işsizlik ve istihdam" gibi ciddi meselelerle ilgilense iyi olur.

 

Ilker Ardic


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:05

ALİ BULAÇ

a.bulac@zaman.com.tr

TÜSİAD ile MÜSİAD’ın izdivacı (1)

Son 100 yılın en önemli olayı geçen hafta (13 Mayıs) gerçekleşti. MÜSİAD yetkilileri, TÜSİAD’ı ziyaret ettiler.

Görüşmede üzerinde görüş birliğine varılan konular şunlar: Krize karşı ve kriz sonrasında yapılanmada takip edilecek yol. KOBİ’lerin geliştirilmesi ve transformasyon. TÜSİAD’ın konuyla ilgili özel projeleri. Karşılıklı işbirliği. Türkiye’nin büyümesi için ortak gayret. Ortak projelerin yürütülmesi. İşsizlik, eğitim, demokratikleşme vs. Vardan, "TÜSİAD’la ilk defa bir araya geliyorsunuz. Ne değişti de bu ziyaret gerçekleşti?" sorusuna "Her şeyin oluşması için bir zaman gerekiyor. O zaman bu zamanmış" cevabını veriyor.

Bu köşeyi takip edenler, bundan bir süre önce (25 Ocak 2010) orta sınıfın ağır bir krizin içinden geçtiğini; tedrici olarak sermaye ve statü el değiştirirken, asıl üretici güçlerin zorlanmasına karşılık, kökeni itibarıyla imalattan gelmeyen zümrelerin kendilerine sağlanan gayrı tabii kaynak transferleriyle zenginler zümresine katıldıklarını; ancak bu sürecin "yeni şanslı zümreleri" öteden beri "devletin serasında yetişen imtiyazlıların sınıfı"na katmaktan başka işe yaramadığını; ileride etkilerini hissedeceğimiz bu değişimin sembol göstergesinin MÜSİAD’ın TÜSİAD’laşma yolunda attığı adımlarda somutlaştığını yazdığımı hatırlayacaklardır. Hüküm cümlemiz şöyleydi: "Bu süreçte TÜSİAD’a perspektif yoksunluğu dolayısıyla ve farkında olmaksızın önce form, arkasından normlar seviyesinde benzeşmeye başlayan MÜSİAD Türkiye’nin içine girdiği zamanın ruhunu temsil etmekten uzağa düşüyor. Yaşadığımız büyük politik ve fikri değişimin iktisadi boyutunu ne TÜSİAD ne onu taklit eden MÜSİAD doğru okuyor."

Sürecin fikir babaları sorunun esasına girmeden dokundurmalarda bulundular; değerli dostum İbrahim Öztürk de bir televizyon programında benim bu iddianın altını doldurmadığımı söyledi. Haklıdır. Araya başka konular girdi, bir türlü bu konuya sıra gelmedi.

MÜSİAD-TÜSİAD buluşması neden son 100 yılın en önemli olayıdır? İttihatçıların iktidarından sonra geçen yüzyılın ilk büyük iktisat kongresi Cumhuriyet’in kuruluşuyla eşzamanlı olarak 1923’te İzmir’de yapıldı. Orada öne çıkan görüşe göre, bizde mademki kalkınmayı gerçekleştiren tarihsel bir burjuvazi yok, bu durumda devlet bu sınıfı yaratacaktır. "Devlet zengini Türk burjuvazisi" oluşturmak amacıyla bir yandan gayrimüslimler üretimden, zenaat ve ticaretten temizlenirken -tehcir, tenkil ve mübadelenin bununla yakın ilgisi var- diğer yandan halktan elde edilecek kaynaklar yine devletin kontrolünde -yani bürokrasi eliyle- bu zümreye aktarılacak. Bu zümrenin iki asli görevi olacaktır: 1) Ülkenin Batılı usulde kalkındırılması. 2) Batılı/modern yaşama tarzını temsil edip bunu Anadolu halkına empoze etmesi.

Eğitim, hukuk, askerî güç ve medya bunun taşıyıcı ve dönüştürücü araçları olacaktır. Siyasetin ve siyasilerin görevi bu konsepti aksaksız işletmekten ibarettir. Bunu iyi yürüten siyasetçiler tabii ki maliyeden ve bürokratik nimetlerden bir miktar faydalanacaklardır.

Süreç 1970’lere kadar işledi. Bu tarihten sonra Anadolu’da devletten beslenmeyip kendi kaynaklarını kendisi oluşturan, Batılı yaşama tarzını benimsemeyip İslami/mazbut hayat yaşayan muazzam bir ekonomik ve ticari hareketlilik başladı. Hareket sıçrama yapacak noktaya gelince devlet, 1923 ruhuyla 28 Şubat’la buna cevap verdi. 28 Şubat’ın mesajı şuydu: Devletin kontrolü ve onayı dışında ekonomik faaliyet ve model olamaz; Batılı yaşama tarzına uymayan zenginlere hayat hakkı tanınamaz. 28 Şubat’tan sonra "yeşil sermaye" diye yaftalananlar, süreci değerlendirip "mazbut hayat"ı "muhafazakârlık"la değiştirdiler; dini/İslami kökenlerini "alan dışı"na çıkarıp politik sisteme dahil oldular ve II. Abdülhamit’in modernleşme projesini referans alıp geleneksel-muhafazakâr formu, modern normlarla doldurmaya koyuldular. MÜSİAD’ın TÜSİAD’laşması 300 sene zulüm gören kilisenin Roma’yı taklit edip, 476’dan sonra "dini Roma" olarak ortaya çıkmasını andırıyor.

17 Mayıs 2010, Pazartesi

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:06

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) şubat ayına ilişkin işsizlik oranını açıkladı.

Buna göre işsizlik oranı ocak ayında yüzde 14.4 oldu. Bu oran ocak ayında yüzde 14.5 olarak açıklanmıştı

Türkiye’de Şubat ayında işsizlik oranı yüzde 14,4 olarak belirlendi.

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) Hanehalkı İşgücü Araştırması, “2010 Şubat Dönemi sonuçlarına (Ocak, Şubat, Mart 2010)” göre, Türkiye genelinde işsiz sayısı bir önceki yılın aynı dönemine göre 238 bin kişi azalarak, 3 milyon 564 bin kişiye geriledi.

İşsizlik oranı ise Şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre 1,7 puan azalarak, yüzde 14,4 seviyesinde gerçekleşti. Geçen yıl aynı ayda işsizlik, yüzde 16,1 olarak açıklanmıştı.

Türkiye’de Şubat ayında istihdam edilenlerin sayısı, önceki yılın aynı ayına göre 1 milyon 488 bin kişi artarak, 21 milyon 267 bin kişi oldu.

İstihdamın sektörel kompozisyonuna bakıldığında, tarımın istihdam içindeki payının 1,6 puan, inşaat sektörünün payının 0,1 puan arttığı, buna karşılık hizmetler sektörünün payının ise 1,7 puan gerilediği gözlendi. Söz konusu dönemde sanayi sektörünün payı ise değişmedi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hanehalkı İşgücü Araştırması, “2010 Şubat Dönemi Sonuçlarını (Ocak, Şubat, Mart 2010)” açıkladı.

Buna göre, Şubat ayında, Türkiye’de kurumsal olmayan nüfus, bir önceki yılın aynı ayına göre 807 bin kişilik artışla, 71 milyon 43 bin kişiye, kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus ise 863 bin kişi artarak, 52 milyon 223 bin kişiye ulaştı.

Söz konusu dönemde istihdam edilenlerin sayısı, bir önceki yılın aynı ayına göre 1 milyon 488 bin kişi artarak 21 milyon 267 bin kişiye yükseldi. Tarım sektöründe çalışan sayısı 662 bin kişi, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı da 826 bin kişi arttı.

Şubat’ta istihdam edilenlerin yüzde 23,7’si tarım, yüzde 20,3’ü sanayi, yüzde 5,3’ü inşaat, yüzde 50,7’si ise hizmetler sektöründe yer aldı.

GENÇ NÜFUSTA İŞSİZLİK ORANI YÜZDE 25,5

Türkiye genelinde işsiz sayısı da 2009 yılının aynı ayına göre 238 bin kişi azalarak, 3 milyon 564 bin kişiye geriledi. İşsizlik oranı ise 1,7 puanlık azalışla yüzde 14,4 seviyesinde gerçekleşti.

Şubat’ta kentsel yerlerde işsizlik oranı 1,8 puanlık azalışla yüzde 16,3, kırsal yerlerde ise 1,6 puanlık azalışla yüzde 10,3 oldu.

Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 25,5 olarak açıklandı. Geçen yılın aynı ayında söz konusu oran yüzde 28,6 düzeyindeydi.

KAYIT DIŞI İSTİHDAM YÜZDE 41,7’YE YÜKSELDİ

Yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı da bir önceki yılın aynı ayına göre 0,9 puanlık artışla yüzde 41,7 olarak gerçekleşti. Bu dönemde, geçen yılın aynı dönemine göre tarım sektöründe sosyal güvenlikten yoksun çalışanların oranı yüzde 83,9’dan yüzde 85,6’ya yükseldi, tarım dışı sektörlerde ise yüzde 28,6’dan yüzde 28,1’e geriledi.

İŞGÜCÜNE KATILMA ORANI YÜZDE 47,5 OLDU

Şubat’ta, Türkiye genelinde işgücüne katılma oranı, geçen yılın aynı ayına göre, 1,6 puanlık artışla yüzde 47,5 olarak gerçekleşti.

Erkeklerde işgücüne katılma oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 0,7 puanlık artışla yüzde 69,8, kadınlarda ise 2,6 puanlık artışla yüzde 26,1 oldu.

İşgücünün eğitim ve yaş dağılımlarına bakıldığında, toplam işgücünün yüzde 16,9’unu 15-24 yaş grubundakiler oluşturdu.

Lise altı eğitimlilerde işgücüne katılma oranı, erkekler için yüzde 67,9, kadınlar için yüzde 21,9 oldu. Yükseköğretim mezunu erkeklerde yüzde 83,8 olan işgücüne katılma oranı, kadınlarda yüzde 71,1 olarak hesaplandı.

İŞSİZLİK KENTTE YÜZDE 16,3, KIRDA YÜZDE 10,3 OLDU

Kentsel yerlerde işsizlik oranı 1,8 puanlık azalışla yüzde 16,3, kırsal yerlerde ise 1,6 puanlık azalışla yüzde 10,3 oldu.

Söz konusu dönemde, iş arayanlara bakıldığında, işsizlerin yüzde 31,9’u eş dost vasıtasıyla iş aradı. İşsizlerin yüzde 90,8’i (3 milyon 235 bin kişi) daha önce bir işte çalıştı.

Daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin yüzde 44,7’si hizmetler, yüzde 23,9’u sanayi, yüzde 20’si inşaat, yüzde 8,9’u tarım sektöründe çalıştı, yüzde 2,5’i ise 8 yıldan önce işinden ayrıldı.

İşsizlerin yüzde 32,3’ünü çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 19,7’sini işten çıkarılanlar, yüzde 15,3’ünü kendi isteğiyle işten ayrılanlar, yüzde 8,1’ini işyerini kapatan/iflas edenler, yüzde 7,5’ini ev işleriyle meşgul olanlar, yüzde 7,4’ünü öğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar, yüzde 9,7’sini ise diğer nedenler oluşturdu.

İŞGÜCÜ DIŞINDA OLANLARIN YARISI DAHA ÖNCE BİR İŞTE ÇALIŞTI

Şubat 2010 döneminde işgücü dışında olanların yüzde 50,5’i daha önce bir işte çalıştı. Şubat’ta işgücü dışında olup, daha önce bir işte çalışanların yüzde 20,2’si tarım, yüzde 11,3’ü sanayi, yüzde 3,4’ü inşaat, yüzde 19,7’si hizmetler sektöründe çalışmış, yüzde 45,4’ü ise 8 yıldan önce işten ayrıldı.

Söz konusu dönemde, 1 milyon 587 bin kişi işe yeni başlamış veya iş değiştirmiş olup, bunun toplam istihdam içindeki oranı yüzde 7,5 oldu. İşe yeni başlayan veya iş değiştirenlerin yüzde 31,1’i 25-34 yaş grubunda yer aldı.

Bu dönemde işe başlayan veya iş değiştirenlerin yüzde 24,7’si sanayi, yüzde 40,1’i hizmetler, yüzde 19,5’i inşaat sektöründe, yüzde 15,7’si ise tarım sektöründe işe başladı.

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:27

Tohum bankası fikri şeytani bir plan

Bu yerler neden bir askeri üs gibi korunuyor?

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar yani GDI ile ilgili yaptığı açıklamalar ile gündeme gelen Willİam Engdahl dün verdiği bir konferansta önemli açıklamalar yaptı.

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin davetlisi olarak Türkiye ye gelen Willam Engdahl, "nasıl insan kalırız" adlı programda konuştu.

Programın açılış konuşmasını yapan Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer in “ekolojik dünya ekonomik dünya arasında bir savaş yaşanıyor. Bu savaşta kazananların sayısı bir elin parmağını geçmezken kaybedenlerin sayısı milyarlarca insan ve tabii düzendir” dedi.

Yıllarca kullanılan kimyasal tarım ilaçları nedeniyle toprakların zarar gördüğünü belirten Eıllıam Engdal, toprağın kendini toplamasının uzun zaman alacağını belirtti.

Engdal ayrıca tohum bankası fikrinin şeytanı bir plan olduğunu, kutuplardaki tohum bankasının kırlı bir tezgâhın parçası olduğunu söyledi. Engdal, "bu yerler neden bir askeri üs gibi korunuyor?”, "Bankalarının atom bombasına bile dayanıklı hale getirilmesinin sebebi nedir?" diye sordu. Engdal, bu bölgelerin Bill Gates vakfı ve Monsanto tarafından korunduğunu söyledi.

Engdal, dünyaya GDO’lu gıda ve ilaç ihraç eden Monsanto’nun, kendi çalışanlarına GDO’lu ürün yedirmediğini söyledi. Türkiye’deki et ithaline de değinen Engdal, "Türkiye ben Amerika’dan et ithal etmek istemiyorum derse Amerika Türkiye’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet eder ki Dünya Ticaret Örgütü artık tümüyle Amerika’nın çıkarlarını koruyan bir örgüttür" dedi.

Engdal, GDOlu ürünlerin güvenli olduğuna dair yapılan araştırmalarında gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Bu testlerin Monsanto, Rockfeller, Dupont gibi şirketler tarafından yapıldığını kaydeden Engdal "bu karteller testlerin sonuçlarını istedikleri gibi değiştiriyorlar" dedi.

Gıda Güvenliği Hareketi

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:30

Cep telefonu - kanser ilişkisi kanıtlandı

Dünya Sağlık Örgütü 10 yıl süren cep telefonu kullanımı araştırmasını açıkladı. Çalışmaya göre cep telefonuyla günde 30 dakikadan uzun konuşmak beyin kanseri riskini üçte bir artırıyor

Günde 30 dakikadan fazla cep telefonu kullanmak beyin kanseri riskini artırıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 10 yıl süren çalışmasının sonuçları cep telefonu ve kanser arasındaki ilişkinin sonuçlarını ortaya koydu. 13 ülkeden 30 yaş üstü 5 binden fazla katılımcıyla yapılan araştırmada, günde 30 dakikadan fazla cep telefonuyla konuşanlarda beyin kanseri riskinin üçte bir arttığı gözlendi.

Uzmanlar cep telefonlarının kulaklıkla kullanılmasını, direkt kulağa koyulmamasını öneriyor ancak cep telefonu kullanıcılarının büyük bölümü, cep telefonlarını kulaklıkla kullanmayı tercih etmiyor. Cep telefonunu günde 30 dakikadan az ya da kulaklıkla kullanmanın beyin kanseriyle doğrudan ilişkisi olup olmadığıysa gözlemlenmedi. Uzmanlar, cep telefonu kullanımının son 10 yıldır yoğunlaştığını, cep telefonu kullanmanın az ya da dolaylı olmasının beyinde nasıl bir hasara neden olduğunun henüz geniş çaplı bir araştırmaya konu olmadığını söyleyip uyarıyor: Yakın gelecekte cep telefonunun uzun vadeli zararlarını da göreceğiz.

30 yaş altı ‘ağır kullanıcı’

Uzmanlar özellikle 30 yaş altı kişilerin cep telefonunun en sık kullanan kitle olduğunu söylüyor. Araştırmacılar, 30 yaş altı cep telefonu kullanıcıları, ‘ağır kullanıcılar’ olarak tanımlanıyor. Bu kişiler cep telefonuyla günde 30 dakikadan fazla konuşuyor. 30 yaş üstü kullanıcıların genel cep telefonu kullanma ortalamasıysa ayda iki saat. Araştırmacıların bir sonraki adımı, çocukların cep telefonu kullanmasının beyin tümörü oluşumuna etkisini araştırmak olacak. Uzmanlar, çocukların beyin hücreleri henüz gelişmemiş olduğu için risk altında olduklarını düşünüyor. (The Daily Mail)

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:32

Bakanlığın ’sessiz operasyonuna’ dikkat

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanlığı, ülkenin tüm ekosistemini etkileyecek bir kararı neden sessiz sedasız çıkarır? Bunun gibi daha kaç değişiklik yapılacak? iyibilgi röportaj

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği Genel Başkanı Kemal Özer sorularımızı yanıtladı:

Kemal Bey, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı GDO Yönetmeliği’nin genel hükümleri arasında yeralan ’İnsan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı ve piyasaya sunulması yasaktır’ hükmünü, düzenlemeden sessiz sedasız bir şekilde çıkarttı ve bu değişiklik Resmi Gazete’de yayınlandı (Bkz: Bu kadarına da pes artık!) Bu değişikliğin sizce ne gibi sonuçları olabilir?

GDO dediğimiz şey, bir organizmanın genlerinden değiştirmek istediğimiz bir başka organizmaya gen nakli demek. Bu transfer türleri içersinde en çok tartışılan meselelerden biri de antibiyotiklere direnç transferidir. Dünyanın en tartışmalı meselelerinden biridir. Avrupa ilaç idaresinin yaptığı açıklamalar var bu konuda. Bitkilerin ve hayvanların antibiyotiğe dirençli hale getirilmiş olması demek, insanlar ve hayvanlar hastalandığı zaman antibiyotiklerin fayda etmeyeceği anlamına geliyor. Yani savunma sistemleri zayıflatılıyor ve dışarıdan müdahaleler faydasız hale getiriliyor.

Yani bu antibiyotiğe dirençli genlerin mikrop ve virüslerde ortaya çıkması mümkün mü?

Tabii ki. Zaten Avrupa’nın en çok uyardığı alan burası. Bu durumda tüm canlıların bedenleri savunmasız hale getiriliyor. O zaman daha güçlü antibiyotik tüketimi zuhur edecek. Antibiyotiklerin sayısı dünyada belli. İnsanların vücudları antibiyotiklere dirençli hale gelirse, hastalığa karşı koruyucu antibiyotik şansını yitiriyor.

Esas soru şu: Tarım ve köy işleri bakanlığı bu yönetmeliği neden kaldırma ihtiyacı hissetti Hangi talep bunun kaldırılmasına sebep oldu? Neden aşama aşama sürekli geri adım atılıyor. Gözden kaçırarak yapılıyor. Yeni çıkan kanunun yürürlüğe girmesi için 5 ay var. Yeni kanuna göre yeni düzenlemeler yapmak yerine sürekli farklı adımlar atılıyor.

Biliyorsunuz şu an üzerinde çalışılan etiket tebliğ taslağı var. Bu taslakta GDO ile ilgili hiçbir düzenleme yok. Bu düzenlemeyle o taslağın yönetmeliğe uyumlu hale getirilmesi söz konusu. Kamuoyunun dikkatinden kaçırılmaya çalışılıyor. Planlı bir eylem

www.iyibilgi.com röportaj

Bu konuda daha geniş bilgi için Kemal Özer’in ’Deccal Tabakta’ adlı eserinden faydalanabilirsiniz.

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:47

Bunca işsizlik varken buluşma hoş, gerisi boş!

(TÜSİAD-MÜSİAD buluşmasını kastediyor... RNE)

Perihan Çakıroğlu, Bugün, 17.5.2010

TÜSİAD ile MÜSİAD, iki farklı çizgideki iş dernekleri olarak, bir nezaket ziyareti ile buluştular ve "Bunlar iyi hareketler" tadında değerlendirildiler.

Başkanlar Ümit Boyner ile Ömer Cihat Vardan’ın Tepebaşı’ndaki tarihi TÜSİAD binasında bir araya geldiği günlerde, iş konseyleri toplantılarında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu DEİK ile Türk İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu TUSKON’un ise "Bu işi en iyi ben yaparım", "Hayır, bu iş bana verildi, koordinasyon benden sorulur" çizgisinde atışıp, yarıştıkları gözleniyordu.

Gerçi, memlekette bunca işsizlik varken, işveren kesimi aralarında buluşsa ne yazar, buluşmasa ne yazar! Bu vatanın evladı 5-6 milyon resmi işsiz için patronların buluşması kimseyi ırgalamıyor. Siz yatırımdan haber verin.

Yine de bardağın dolu tarafından bakalım. Büyük abi TÜSİAD, kayıtlı, kuyutlu büyük patronları temsil ediyor. Gizli zenginler, derneğe üye değil.

TÜSİAD’a kızıp, 20 yıl önce Korkut Özal ile Erol Yarar’ın kurulmasına öncülük ettiği MÜSİAD, muhafazakâr ve dindar küçük-orta boy sermayedarların derneği. Neredeyse çeyrek asra yaklaşan ömür süresine göre büyük burjuva ortaya çıkaramadı. Şimdiki Başkan Ömer Cihat Vardan’ı takdir ediyorum.

Ümit Boyner’le buluşarak kompleks yapmadan gerçekçiliğini ortaya koydu.

Anlaşıldığı kadarıyla da kendisine rakip görmediği TÜSİAD’la işbirliğine çok sıcak bakıyor. Kurucu Başkan Erol Yarar ile daha sonraki başkan Ömer Bolat’tan farklı bir çizgide yürüyor.

Gelelim TUSKON’a. Bu dernek de işin doğrusunu söylersek TÜSİAD’a alternatif olmak için kuruldu. Amacı, Anadolu’dan büyük firmalar çıkartıp, onların dünyaya açılmasına katkıda bulunarak gücünü göstermekti.

Başkan Rızanur Meral ve yönetimi, baktılar ki Avrupa pazarı TÜSİAD’dan soruluyor, daha çok Asya-Pasifik ve Afrika’ya yöneldiler.

Ne kadar başarılı olduklarını bu yıl göreceğiz.

Milli Görüş çizgisinde çalışan Anadolu Aslanları Derneği ASKON’u da unutmayalım. Necmettin Erbakan’ın etkisi zayıflayınca Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Parti ile zaman zaman flört eden ASKON Başkanı Mustafa Koca elinden geleni yapsa da MÜSİAD ile TUSKON kadar tanınamadı.

Şimdi şunu söylemek istiyorum. TUSKON, MÜSİAD ve ASKON’un toplamından bir TÜSİAD çıkmıyor.

Öyleyse, şimdi TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e düşen sorumluluk, tek kadın başkan olarak bütün iş dernekleriyle işbirliği yaparak öncelikle işsizlere iş yaratmanın yollarını açmak.

Yeni buluşmalar hayırlı olsun...

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
13:47

Bunca işsizlik varken buluşma hoş, gerisi boş!

(TÜSİAD-MÜSİAD buluşmasını kastediyor... RNE)

Perihan Çakıroğlu, Bugün, 17.5.2010

TÜSİAD ile MÜSİAD, iki farklı çizgideki iş dernekleri olarak, bir nezaket ziyareti ile buluştular ve "Bunlar iyi hareketler" tadında değerlendirildiler.

Başkanlar Ümit Boyner ile Ömer Cihat Vardan’ın Tepebaşı’ndaki tarihi TÜSİAD binasında bir araya geldiği günlerde, iş konseyleri toplantılarında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu DEİK ile Türk İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu TUSKON’un ise "Bu işi en iyi ben yaparım", "Hayır, bu iş bana verildi, koordinasyon benden sorulur" çizgisinde atışıp, yarıştıkları gözleniyordu.

Gerçi, memlekette bunca işsizlik varken, işveren kesimi aralarında buluşsa ne yazar, buluşmasa ne yazar! Bu vatanın evladı 5-6 milyon resmi işsiz için patronların buluşması kimseyi ırgalamıyor. Siz yatırımdan haber verin.

Yine de bardağın dolu tarafından bakalım. Büyük abi TÜSİAD, kayıtlı, kuyutlu büyük patronları temsil ediyor. Gizli zenginler, derneğe üye değil.

TÜSİAD’a kızıp, 20 yıl önce Korkut Özal ile Erol Yarar’ın kurulmasına öncülük ettiği MÜSİAD, muhafazakâr ve dindar küçük-orta boy sermayedarların derneği. Neredeyse çeyrek asra yaklaşan ömür süresine göre büyük burjuva ortaya çıkaramadı. Şimdiki Başkan Ömer Cihat Vardan’ı takdir ediyorum.

Ümit Boyner’le buluşarak kompleks yapmadan gerçekçiliğini ortaya koydu.

Anlaşıldığı kadarıyla da kendisine rakip görmediği TÜSİAD’la işbirliğine çok sıcak bakıyor. Kurucu Başkan Erol Yarar ile daha sonraki başkan Ömer Bolat’tan farklı bir çizgide yürüyor.

Gelelim TUSKON’a. Bu dernek de işin doğrusunu söylersek TÜSİAD’a alternatif olmak için kuruldu. Amacı, Anadolu’dan büyük firmalar çıkartıp, onların dünyaya açılmasına katkıda bulunarak gücünü göstermekti.

Başkan Rızanur Meral ve yönetimi, baktılar ki Avrupa pazarı TÜSİAD’dan soruluyor, daha çok Asya-Pasifik ve Afrika’ya yöneldiler.

Ne kadar başarılı olduklarını bu yıl göreceğiz.

Milli Görüş çizgisinde çalışan Anadolu Aslanları Derneği ASKON’u da unutmayalım. Necmettin Erbakan’ın etkisi zayıflayınca Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Parti ile zaman zaman flört eden ASKON Başkanı Mustafa Koca elinden geleni yapsa da MÜSİAD ile TUSKON kadar tanınamadı.

Şimdi şunu söylemek istiyorum. TUSKON, MÜSİAD ve ASKON’un toplamından bir TÜSİAD çıkmıyor.

Öyleyse, şimdi TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e düşen sorumluluk, tek kadın başkan olarak bütün iş dernekleriyle işbirliği yaparak öncelikle işsizlere iş yaratmanın yollarını açmak.

Yeni buluşmalar hayırlı olsun...

Reşat Nuri Erol
17.05.2010
16:05

Milli Selamet değil CHP leşen,

Yazar: Hamza_Hamza - 2010-05-17 10:14:43

Sadece mevcut konjokturel durumu değerlendirip pay arayanlar CHP’lileşti. Bu yozlaşma her alanda kendini gösteriyor. Oysa 1970 lerde "Yeniden Büyük Türkiye" diye yola çıkıp bunun MÜSİAD gibi bazı önemli kuruluşları ile temelini atanlar, 90 lardan sonra elde ettikleri mevziler sayseinde Yeni bir dünya vizynuna ulaştırdılar. Ancak hesap edilmeyen yine insan kalitesi idi. Bu ulvi vizyona sarılmak yerine kendi ikballeri için Bâtıl zihniyetin oyuncağı olma pahasına kendi yollarında yürüdüler. MSP nin bu iki vizyonu hala ayakta ama... Ne mutlu sadakatle sarılıp yalnız Mevla(cc) nın rızası için çalışanlara...

Reşat Nuri Erol
19.05.2010
09:05

ALİ BULAÇ

a.bulac@zaman.com.tr

TÜSİAD ile MÜSİAD’ın izdivacı (2)

Toplumun görece devlet karşısında özerkleşmeye başlamasının tarihi siyasette DP’nin 27 Mayıs darbesiyle tasfiye edilmesinden sonra 1969’da MNP’nin sahneye giriş yapması; eğitimde 1960’lardan başlamak üzere gelişme gösteren imam hatipler ve yüksek İslam enstitüleri; iktisadi ve ticari alanda Anadolu kökenli tüccar ve sanayicinin ortaya çıkmasıdır.

MSP’nin ağır sanayi hamlesi, bu kesimleri sanayi merkezli ekonomik faaliyete yöneltti.

İslamcı entelektüeller, bu sosyo-politik süreci alternatif iktisadi teorik arayışlarla destekleyip beslemeye çalıştılar. Sembol kitapları örnek göstermek gerekirse ilk sembol iki kitap rahmetli Seyyid Kutup’un "İslam Kapitalizm Çatışması ve İslam’da Sosyal Adalet"; ikinci sembol kitap Muhammed Kutup’un "Taklitlerin Çarpışması" kitabı idi. Seyyid Kutup, kapitalist üretim yapısını ve bölüşüm sistemini reddederken, "adalet" merkezli bir sosyo-ekonomik faaliyet öneriyordu. Muhammed Kutup da, iktisadi hareketliliğin İslam’a özgü bir yaşama tarzını bozmaması gerektiğini, İslami geleneklere uygun bir yaşama modelinin hem mümkün hem zaruri olduğunu anlatıyordu. Bu, tam da, 1929’dan beri uygulanan "devlet zengini yaratma" projesinin dışında, hatta tam karşısında bir modeli ima ediyordu. Medeniyet, sanat, edebiyat, felsefe ve şehir hayatı iktisadi faaliyet ve üretimle sağlanan zenginlikten ayrı düşünülemez. Bu süreci ya seküler biçimde tanzim edeceğiz veya Ed Din’in genel çerçevesini gözeterek. "Ed Din fi’l-medin" dinimizin ve tarihî tecrübemizin pusulası olduğuna göre bunu İslam içinde kalarak yapacak, yani İslam üzeri özgürleşecek, refahı sağlayacak ve güçlenecektik.

28 Şubat buna geçit vermeyeceğini bize anlattı. Bu durumda amacı İslam merkezli yeni, adil, özgür ve ahlaki bir dünya kurmak olmayıp; salt zenginlik ve güç olan kesimler, "İslami iddia ve kökenleri"nin bir ideal, hatta gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal olduğunu öne sürüp, referans çerçevelerini radikal bir biçimde değiştirdiler. İşte 21. yüzyılın ilk yıllarından başlamak üzere referans çerçevemizin "İslam"dan "muhafazakâr demokrasi"ye dönüşmesinin asli hikâyesi budur.

Tarihî kanun şudur: Nasıl düşünürseniz öyle yaşarsınız, nasıl yaşarsanız öyle düşünmeye başlarsınız. Düşüncenin temelinde salt güç, zenginlik ve (bireysel) özgürlük olunca, sizin varacağınız yer bu işin ilk orijinal nüshasını ortaya koyanların yaşama tarzını, kültürünü, tüketim alışkanlıklarını ve beğenilerini iktibas etmeniz olacaktır. Sizi teselli edecek -aslında yanıltacak- yegane şey, geleneksel formunuzu muhafazakârca koruduğunuza ilişkin kendinize yaptığınız telkindir ki, sırf bu yüzden II. Abdülhamid’in modernleşme projesi -ki bu Turgut Özal ile yeniden dirilmişti- II. Mahmut ve Mustafa Kemal’in modernleşme projesinden daha daha yanlış, hatta zehirleyicidir.

TÜSİAD zengin, adaletsiz ve güç temerküzünün timsali Roma ise, MÜSİAD çevrenin dışlanmış, kızgın ve ötekileştirilmiş mağdur ve mazlumlarıdır. Anlattığım süreç mağdurlar adına mücadele edenleri dönüştürüyor, başkalaştırıyor. MÜSİAD’ın niçin TÜSİAD’laştığını şu üç noktada özetliyorum:

1) İki örgüt arasında iktisadi politikalara yön veren zihniyet benzerliği. Farklı form ve argümanlarla iki örgüt de "bölüşüm"ü değil, "büyüme"yi temel alıyorlar ki, büyüme devlet müdahalesinin asgariye indirildiği serbest piyasa ile mümkündür. Bu konseptin "adil piyasa" kaygısı yoktur. 2) Mevcut imkânlar çerçevesinde üretim yapısıyla ilgili iki örgütün de yaklaşımı aynıdır. Bu üretim yapısı "meşru ve sınırlı ihtiyaçları" değil, "nefsin sınırsız arzuları"nı tahrik etmeyi öngörüyor.

3) iki örgüt mensuplarının -hiç değilse önemli bir bölümünün- tüketim ve harcama alışkanlıkları hızla birbirine benzeşiyor ve bu en yetkili ağızlardan savunuluyor. Bu ise İslamiyet’in yasakladığı "tekasür ve tefahur"a dayalı bir hayat tarzı olup "tevazu, kanaat ve infak"ı ya sistemin dışına atıyor veya marjinalleştiriyor.

Bu çerçevede TÜSİAD-MÜSİAD evliliği topluma adil ve "felahı unutturmayan refah" getirmeyecek, aksine ezilenlerin aleyhine olacaktır. Benim itirazım bu. Yanılıyorsam, düzeltin.

19 Mayıs 2010, Çarşamba

Reşat Nuri Erol
19.05.2010
09:06

BİR KOMPLO TEORİSİ

Mehmed Şevket EYGİ

Dostlarımdan, ismini vermeyeceğim bir zatın son olaylarla ilgili mektubunu aşağıda okuyacaksınız. Patlatılan skandal bombasının çok hesaplı kitaplı bir komplo olduğuna dair tahminlerin doğruluğu, her geçen gün kuvvetleniyor. Baykal harcandı ama asıl harcanmak, yahut güçten düşürülmek istenen AKPartisi ve Başbakandır.

Başta ABD ve İsrail olmak üzere dış güçler Türkiyenin Lozan Protokolları dışına çıkmasına izin vermiyorlar. İçteki işbirlikçileri de var güçleriyle Anayasa tadillerini ve açılımları sabote ediyor.

Dostumun mektubunun metni şudur:

"Yaklaşık 3 ay kadar önce CHP Kadıköy İlçe Teşkilatına kayıtlı bir arkadaşım beni partisine üye olmaya davet etti.Ben kendisine, uzun yıllardan beri Özal çizgisinde olduğumu ve Sn. Deniz Baykal’la bir yere varılamayacağını bildirerek dâveti nazikçe reddettim. Ancak dostum, "İşler senin bildiğin gibi değil, 5 ay CHP kongresinden sonra çooook değişik şeyler olacak ve Sn. Baykal gidecek" dedi. Buna yanıtım, "Hadi canım sen de" olduysa da "Nasıl ve neler olacak?" diye sormadan da duramadım.Daha sonraki günlerde de birkaç defa teyit edilen yanıt çok ilginçti ve o gün için ciddiye almamıştım. Yanıt şuydu: "Sn. Deniz Baykal, kongrede gelişecek bazı olaylar neticesinde Onursal Başkan, K. Kılıçdaroğlu emanetçi başkan olacak, üst yönetim tamamen değişecek, partinin başına 38-39 yaşlarında bir profesör (şu anda yurt dışında) hazırlanıyor. Hattâ Kadıköy’e demir atmış Selami Başkan bile gelecek dönem yok" dedi.

Aradan üç ay geçip, Baykal’ın skandal haberi ve Sarıgül iddiaları ortaya çıkınca, doğrusu başlangıçta pek ciddiye almadığım bu sözleri ciddiye aldım. Hele Sn. Baykal’ın istifa haberini de alınca... İşte benim komplo teorim:

1. AKPARTİ ve bilhassa Sn. R.Tayyip Erdoğan çok kuvvetlendi. Kendisini artık iç dengeler kontrol edemediği gibi dış dengeler de zorlanmaya başladı,

2. AKPARTİ ve Sn. R.Tayyip Erdoğan’ı kolay zapt edebileceğini zannetmiş olan (ve artık gerçeği anlayan) bir büyük "DIŞGÜÇ" olaya el koymaya karar verdi,

3. CHP’ye yepyeni bir misyon yüklenerek, yepyeni bir sol parti olarak lanse edilecek,

4. Bu arada da CHP’nin oylarını düşürmesi mümkün görülen Sarıgül, saçma iddialarla oyun sahasından uzaklaştırılacak,

5. Ve seçimlerde AKPARTİ ve Sn. R. Tayyip Erdoğan oy kaybı ile zayıflatılacak terbiye edilecek ve ondan kendi emelleri doğrultusunda hareket etmesini isteyecek "DIŞGÜÇ"ün eli kuvvetlenecek."

Sorular:

1. Yurt dışında hazırlanan yeni CHPgenel başkanı profesör kimdir?

2. Sabataycı mıdır?Ergenekoncu mudur?

3. Dış güçler ve içteki işbirlikçileri bundan sonra ne gibi bombalar patlatacaklardır?

4. Şu anda Meclis’e girme şansı olan 6 parti vardır, bunların üçü vesayetçi statüko taraftarıdır, üçü ise vesayetsiz gerçek demokrasi istemektedir. Dış güçler ve onlarla işbirliği yapanlar, vesayet karşıtı üç partiyi nasıl eleyeceklerdir?

Ülkemizde gerçekten çok kirli, çok karanlık, çok acayip işler oluyor.

Gerçek ve mecazî mânâda bombalar patlayabilir.

Sahici bombalar atılabilir.

Dosya şeklinde bombalar, derin donduruculardan çıkarılıp ısıtılabilir.

Hatırlıyor musunuz? Ümraniye’de bir gecekonduda bomba, silâh, patlayıcı madde bulunmuştu. Bunların yanında onaltı adet de bomba gibi dosya vardı...

Önümüzdeki seçimlerin neticesinde tek parti iktidar olmazsa mecburen koalisyon yapılacaktır. Ümit ederiz ki, bu koalisyon gerçek demokrasi ve açılım taraftarı partilerden oluşsun.

Arada, AKPartisi kapatılırsa ne olacak?

Bayan Çölaşan mutlaka kapatılacaktır dedi.

ABD,İsrail, Vatikan, Evangelist Haçlılar Türkiye’yi öyle kolay kolay elden kaçırmak istemezler.





Sayı: 49 | Tarih: 16.05.2010
Reşat Nuri Erol
İşsizlik ve istihdam
1625 Okunma
10 Yorum
Ilker Ardic
Ebubekir Sifil
İnsan Özgürlük ve Mükellefiyet
1607 Okunma
9 Yorum
Zafer Kafkas
Hayrettin Karaman
Yoksulluk ve İşsizlik
1251 Okunma
Hilmi Altın
Dücane Cündioğlu
Meryemsiz İsa
1239 Okunma
1 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Oktay Ekşi
Bir Dakika!
1226 Okunma
Vahap Alma
Toktamış Ateş
Sivil anlayış
1213 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mehmet Şevket Eygi
Ayasofya Açılsın Ama Nasıl Açılsın?
1210 Okunma
5 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
İstifası yanlıştı, dönmesi de yanlış olur
1203 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
Gandi'nin gelişi engellenemez
1201 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Fehmi Koru
Yine, yeni, yeniden...
1169 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Zülfü Livaneli
Bir koyunun yüzünde ifade olur mu?
1152 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Nasıl sonuçlanabilir?
1147 Okunma
7 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Altan
12 Eylüle vicdani red
1062 Okunma
Mehmet Hikmetumut