Ağrı'da Soğan Var mı?
1240 Okunma, 0 Yorum
Mehmet Altan - Star
Mehmet Hikmetumut

• Borsa neden yükseldi? 11 Mayıs 2010 Salı

Ağlayanlar... Ayılanlar... Bayılanlar... Baykalcılar çok üzgündü ama borsanın kılı kıpırdamadı. Cuma günü yüzde beş düşen borsa, hafta sonu yapılan AB Zirvesi kararlarının rüzgârıyla kanatlanarak uçtu gitti. Baykal’ı hiç tınmadı...Siyaseten pozisyon korumakla yaşam tüketen Baykal, keşke biraz da sosyal yaşamın dertlerine kulak verseydi. Borsa’nın, bir Ana Muhalefet liderinin istifasından etkilenmemesinin nedenlerini de iyice araştırmak gerek. Türkiye gibi siyasetle yatıp kalkan bir toplumda, Cumhuriyet’in kurucusu olan partinin lideri istifa edince borsa neden yükselir

 

• Kürt siyasetinin Zergan sorunu 10 Mayıs 2010 Pazartesi

Biz, Dunaysır Köprüsü’nü kurtaralım derken... Devlet de Hasankeyf’i yok etme peşinde... Mardin’den Batman’a dönerken Hasankeyf’e de uğradım. Oranın çilekeşleriyle çay yudumladım, onları dinledim...Hasankeyf’i yok edecek bir baraj ısrarının anlamsızlığını bir kez daha gördüm. ***Buralarda turladıkça..Kürdistan...Kürt halkı... Kendi kaderini tayin hakkı kavramlarını işitip duruyorsunuz.Benim derdim ise “yönetilenin” yaşam kalitesi ile ilgili... *** Yerel yönetimi epeydir elinde tutup da Büherke’ye...  Zergan’a... Dunaysır Köprüsü’ne bu kadar ilgisiz kalmak...Kürt halkının kanalizasyonlarla iç içe ömür tüketmesini garipsememek de benim çok garibime gidiyor... İnsansız bir siyaseti doğrusu pek anlamıyorum.***Bir ülkede insansız siyaset yaklaşımı böyle herkesi esir alınca sonunda politika “bel altı stratejisine” yelken açıyor...Herkes topluca “yönetim” ile yatıp kalkınca, kanalizasyon paçadan akıyor ama biz her gün biraz daha kirlenen siyaseti konuşmaya devam ediyoruz

 

• AB’siz uçak düşer mi? 9 Mayıs 2010 Pazar

Bunları neden anımsatıyorum? Çünkü bu topraklar insanlığın büyük dönemeçlerini çok geriden ve gecikerek takip ediyor. Neden? Çünkü kendi sorunlarını çözerek aşma kabiliyeti çok yetersiz, iç dinamikleri çok zayıf. 2010 yılındayız ama tartışma konularımız ve tekrarladığımız klişeler 1908’deki II. Meşrutiyet’ten mek parmak ilerde değil.Bu yaşımda sürekli “AB sürecine” vurgu yapmam bu nedenle... Evrensel bir dost rüzgârın ivmesini, sorunları çözerek daha hızlı bir dünyalaşma için çok gerekli bulmamdan...*** Bugün 9 Mayıs Avrupa Günü...AB reformlarından uzak kalarak hiçbir açılımı gerektiği gibi tamamlayamayacağımızı, Kemalist Cumhuriyet’i de mokratikleştiremeyeceğimizi söylemek için vesile saydım. Tarihsel nedenlerini de kestirmeden  yukarıda anlattım

 

• Başbakanı kim protesto edecek? 8 Mayıs 2010 Cumartesi

Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi, Türk-Yunan çekişmesinden en fazla karlı çıkanın Almanya olduğunu vurguluyor. Gazete, “Türkiye Almanya’nın en iyi müşterisidir. Son 5 yıl içerisinde Ankara, Alman üretimi silahların en önemli alıcısıydı. Almanya’nın silah ihracatının yüzde 14’ü NATO müttefiki Türkiye’ye, yüzde 13’ü ise Yunanistan’a yönelik gerçekleşti. Ankara ile Atina arasında süregelen çekişmeden kazançlı çıkan ülkelerin başında Almanya yer almaktadır” diye yazmakta.Avrupa Parlamentosu’ndaki Yeşil Grup lideri Daniel Cohn-Bendit de aynı fikirde, üstelik durumla dalgasını geçiyor... Bendit, Avrupa ülkeleri ve Yunanistan arasındaki silah ticaretini “Yunanistan’a bizim silahlarımızı satın alsın diye kredi veriyoruz” diyerek mizah yoluyla eleştiriyor. *** Bu haberler ışığında büyük resim ne? Ekonomik krizin kendi gerçeğinin kimseyi dinlemeden hükmünü icra etmesi. Irkçı-milliyetçi gruplar Türkiye’ye karşı Başbakan Erdoğan üzerinden bayrak açmaya kalkışsalar da... Ekonomik kriz Yunanistan’ı “barışa”, “Türkiye’yle dostluğa” zorluyor...Aşırı yüksek silahlanmaya “dur” diyor... Ve “silah indirimi” peşindeki Yunan Hükümet’i ister istemez Erdoğan’ın ziyaretini dört gözle bekliyor. ***Hayat böyledir...Bazen “sağ gösterip, sol vurur”... Kimisi sığ sulardaki dar siyasetin terkisinde Türkiye düşmanlığı yaparken... Hayat da Yunanistan’ı “silah indirimine ve Türkiye dostluğuna” iter. Kimi hayatın gerçeklerini okurken, Yunan ırkçıları gibileri de “dön baba dönelim” bina okur... *** Borsa düşer, dolar patlar, Euro sarsalanırken, o “büyük resim”de “dostluk ve barış” gibi çok olumlu mecburiyetler var. Kriz deler geçer ama bazen de düzeltir geçer diyoruz ya, işte bu...

 

• Demirel, Deniz’in idamında ne oy kullandı? 7 Mayıs 2010 Cuma

İnsanlık tarihinin en geçerli “yargıcı” zamandır... İşin eğrisini ve doğrusunu, güncel hay huy içindeki rezil şamatalara bakmadan belirler, bir cerrah soğukkanlılığı ile hükmünü verir... Kimi zaman ilkel milliyetçi spekülasyonlarla düşen uçağın neden düştüğünü karmanyolaya getirmek isteyen yayınlar teknik bir raporla açığa çıkar... Bazen de, “halk iradesine” bağlı, “demokrat” biri olduğunu iddia eden eski bir cumhurbaşkanının, askeri yönetimin idama mahkûm ettiği, eline silah almamış gençlerin idamında nasıl aşırı bir iştahla rol oynadığını herkese hatırlatıverir. Demirel, “siyasi sorumluluğum” yoktu diyor... Ama “insani sorumluluktan” hiç söz etmiyor... Çünkü onun insani sorumluluğu “dün dündür, bugün bugündür” mantığına göre çalışıyor...Zaten tarihin şaşmaz yargısı da bu nedenle onu mahkûm etmekte

 

• F-4 uçuran sanık gördünüz mü? 6 Mayıs 2010 Perşembe

Biz, 28 Şubat’ta Sincan’da “tank yürüten” ve “tankla balans ayarı yaptığını” söyleyen darbeciler gördük. Şimdiki moda acaba “uçak uçurmak” mı? Benim anlamadığım hükümetin suskunluğu... Unutmuş olabilirler, anımsatayım... Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 65. maddesi, “beş yıl ve daha fazla ceza gerektiren suçlardan yargılananların açığa alınması” yetkisini Milli Savunma Bakanı’na veriyor. Mahkeme davetine uymayan... Hakkında ağır ithamlar olan... Ve bununla yetinmeyip, duruşma sırasında mahkeme üzerinde F-4 uçuran bu generali hükümet hala görevden almayı düşünmüyor mu? Üstelik halkın iradesi tehdit edilirken, uçan askeri uçakların masrafını da gene halk vergileriyle ödüyor. ***Ağır iddialara rağmen görevde kalmaya devam eden bir generalin... Yargılandığı mahkemenin üçüncü kez yinelenen davetine aldırmayıp... Duruşma sırasında mahkeme binası üzerinden F-4 uçurduğu bir ülkede... Belki de halkın iradesinden, parlamentodan, muhalefetten, iktidardan, savunma bakanından ve görevden almadan filan söz etmek çok yersiz. Çünkü fiili durum, “ne olduğumuzu” gösteriyor... Hala utanmadan bunun “parlamenter bir hukuk devleti” olduğunu söyleyen var ise beri gelsin

 

• Kim bu AK Partililer? 5 Mayıs 2010 Çarşamba

Türkiye’de “anti-demokratik rejimin” bin bir türlü kaşarlanmış oyunu vardır... Bunlardan biri de parlamentoda “parti üyesi” gibi duran ama “başka odaklara” bağlı üyelerdir... 28 Şubat’ı anımsıyor musunuz, o parlamento hallaç pamuğu gibi atılmış, “parti üyesi” gibi duranlar 28 Şubat’ın “askeri” çıkmıştı.Tabii bir de “biat” yerine “güven anlayışının” çok daha geçerli olduğu anlaşılmakta...“Biat” eden öyle sessiz sedasız duruyor ki; içindeki eziklik ve kızgınlık birikiyor, en zor anlarda “ilke anlayışını” bıçaklayarak “kişisel husumete” dönüştürüyor... Hâlbuki “biat” yerine, “ilke üzerinden” daha sesli ve özgür, eşit bir ilişki, çalkantısına rağmen çok daha güvenli olabiliyor... Bu fire, “biat” eder görünen “kırgın kızgınların” mı, “Ergenekon taifesinin” mi, yoksa “şantaj kurbanlarının” mı, görüp anlayacağız

 

• Ağrı’da soğan var mı? 4 Mayıs 2010 Salı

Ne Genelkurmay Başkanı’nın akıl ve demokrasi dışı konuşması... Ne Hitler tartışması... Ne Anayasa oylaması... Ne OYAK açıklaması... Hatta ne de parti  kapatma maddesinin düşmesi...Hiçbiri beni sabah yollarda radyodan duyduğum bir tek cümle kadar etkilemedi... O cümle ne mi?***Biliyorsunuz, birkaç zamandır aylık enflasyon oranları, her ayın üçüncü günü ama sabah saat 10’da açıklanıyor... Dün de böyle oldu ve gördük ki kuru soğan zam şampiyonu... Bir ay içinde yüzde 47 zamlanmış...Biz et fiyatları ile uğraşırken, esas başını alıp giden kuru soğan olmuş.Belki de çok büyük kalabalıklar için yaşamın gerçek yüzünü ve tek hakikatini yansıtan o cümleyi de, o haberler sırasında duydum.Dar gelirli yoksul kesimler pek kolayından et zaten alamaz iken, şimdi listeye bir de soğan eklenmiş... Et alıp da soğan alamaz isen, yemeğin tadı tuzu yok... Soğan alırsan da tek başına yemek olmuyor.İkisi arasında sıkışıp kalmışlar..“Pazarda yapılan bir röportajın bu açmazda kalan yoksul kalabalıkları kendi seslerinden yansıttığı” cümlesine irkildim...Çarşı pazarın yoksul yığınları ile siyasal gündem arasında çok büyük bir açı vardı...***Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre enflasyon Nisan ayında TÜFE’de yüzde 0.60, ÜFE’de ise yüzde 2.35 arttıÜretici fiyatlarındaki artış, fiyatlar genel düzeyinin yukarı doğru hareket edeceğini gösteriyor... Bu, pazarlarda yaşam biraz daha zorlaşacak demektir. Zaten...Yıllık enflasyon TÜFE’de yüzde 10.19 olurken, ÜFE’de yüzde 10.42’ye tırmandı.Böylelikle TÜFE’de bir ay aradan sonra, ÜFE’de ise 2008 Kasım ayından sonra çift aneli enflasyon rakamına geri dönülmüş oldu.İşsizlik, yoksulluk, yoksunluk, mesleksizlik, gelir dağılımı adaletsizliği yetmezmiş gibi bir de fiyatların yukarı doğru hareketlenmesi söz konusu..Bu ne demek? “Azıcık et mi, azıcık soğan mı” ikileminin boğazları sıkmaya başlayan çatalının iyice hoyratlaşması demek... *** Bir de... Bunların insan yaşamlarına kezzap döken zorluğu yetmezmiş gibi, medyanın ilk sayfalarından ne kadar göreceğini merakla beklediğim ve Ağrı’dakilerin yaşamını daha da karartan ve beş bin evin sular altında kalmasına neden olan bir felaketten haberdar oldum. Ağrı’da üç gündür etkisini sürdüren sağanağın 100. Yıl, Kazım Karabekir ve Fatih mahalleleri ile TOKİ bölgesini olumsuz etkilediğini...Kent merkezinden geçen Murat Nehri, Taşlıçay Deresi ve Kör Çayı’nın taştığını...Kanalizasyon şebekesinin iflas ettiğini öğrendim. Beş bin ev sular altında kalmıştı... Ağrı’da yaşam durmuş, her yan göle dönmüştü... Allah’tan can kaybı yoktu...Et, soğan derken..Ağrı için bunun çok önüne geçen bir doğal afet söz konusuydu...*** Son zamanlarda iyice avaz avaza bağırıp duruyorum:“Çok fazla siyasallaşıp, sosyal yaşamdan iyice kopar olduk.” “İnsan odaklı yaşam” deyip duruyoruz...Bu nedir?Pazarda azıcık soğan ile azıcık et arasında sıkışıp kalan...Ağrı’da mütevazı evi suyun altında kalandır...Lice’de istihbarata rağmen ölümünün neden önlenemediğini sorgulamaya devam edeceğimiz 29 yaşındaki gencecik teğmenimizdir, daha da genç olan erlerimizdir...***Çarşıda...Pazarda...Ağrı’da...Kısacası her yerde...Yaşam acıları böylesine bastırmışken...Ankara siyasetine endeksli yaşamak..Bazen çok fazla bunaltıyor...Bu kadar sosyal gerçeklerden uzak kalıp siyasallaşmak yerine, sosyal sorunları yansıtan bir aynaya çok daha fazla ihtiyaç duyuyorum. Çünkü...“İnsan” yok ise siyasete ve iktidar kavgasına ne gerek var ki

 

• İngilizler bu kadarını yapmış mıydı? 3 Mayıs 2010 Pazartesi

33 yıl önce Taksim’de kurşun sıkan zihniyetin “elemanı” kimdi? Dün yazdım, Ergenekon İddianamesi’ne göre “Binbaşı Alaattin Sezginkurt”... İddianamede yer alan belgede Sezginkurt’un 1 Mayıs katliamına katılmak için Samsun’dan geldiği belirtiliyor, “görevli bulunduğu Samsun Sıhhiye Taburu’ndaki görevini bırakarak Sheraton Oteli’ndeki Kontrgerilla karargâhında bulunduğu tespit edildi” deniliyor. Taksim’de toplanmış insanların üzerine ateş açarak 37’sini gözünü kırpmadan öldürmek nasıl bir şey? Başbuğ, sağı ve solu kabul edilemez bir biçimde suçlayacağına bu iddiaları yanıtlasa ve o sırada da polemik yapmak istiyor ise şu sorunun cevabını düşünse:“Acaba İngilizler bu ülkeye bu kadarını yapmış mıydı?

 

 

 

• Binbaşı Sezginkurt nerede? 2 Mayıs 2010 Paza

 

 

Peki, kim bunlar? İddianame birini deşifre ediyor... Sheraton Otel’inin çatısından kalabalığın üstüne ateş eden kişinin telsiz konuşmalarında “Ocak” kodunu kullanan Binbaşı Alaattin Sezginkurt olduğu belirtiliyor. İddianamede yer alan belgede Sezginkurt’un 1 Mayıs katliamına katılmak için Samsun’dan geldiği belirtiliyor, “görevli bulunduğu Samsun Sıhhiye Taburu’ndaki görevini bırakarak Sheraton Oteli’ndeki Kontrgerilla karargâhında bulunduğu tespit edildi” deniliyor. *** 1 Mayıs 1977 katliamı ile ilgili bu iddiaların açıklanmasından bu yana neredeyse iki yıl geçti. Hiç kimseden ses çıkmadı. Genelkurmay da, Binbaşı Alaattin Sezginkurt da ses vermedi. OYAK Güvenlik Şirketi gibi sessizliği yeğlediler. *** Normalleşip, huzurlu yaşayacak isek devlet içindeki “çeteleri” ortaya serip, acilen cezalandırmalıyız. Bu açıdan...Türkiye’nin yakın tarihinin aydınlatılamamış olaylarının Meclis tarafından araştırılması için düğmeye basılması... Ve aralarında 1 Mayıs 1977’nin de bulunduğu beş katliamın dosyası için “araştırma komisyonu” kurulması çok isabetli olmuştur. Benim önerim, 1 Mayıs Katliamı’na Ergenekon İddianamesi’ndeki belgelerden başlamaları... *** Tabii bu süreci beklerken, insan sormadan da edemiyor: Binbaşı Alaattin Sezginkurt nerede? Eğer hayatta ise neden susup oturuyor da, bu ağır ithamlar karşısında sessiz kalıyor? Yok, eğer, sağ değilse, Genelkurmay neden iddiaları yanıtlamıyor

 

 

 

 

Mehmet Hikmetumut






Sayı: 48 | Tarih: 9.05.2010
Ebubekir Sifil
Apolojetik
2231 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Altan
Ağrı'da Soğan Var mı?
1240 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Ahmet Hakan
Alçağın zaferi
1202 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Olumsuz gelişmeler
1174 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
İslâm’da Cihad ve İctihad
1128 Okunma
2 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
8. madde iki milliyetçilik arasında kaldı
1118 Okunma
Tayibet Erzen
Hayrettin Karaman
Oylar çöpe mi gidiyor?
1099 Okunma
Hilmi Altın
Reşat Nuri Erol
Tarımdaki çöküş nedir?
1097 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
İftiralar Yıldıramadı
1090 Okunma
Vahap Alma
Mümtazer Türköne
Ölçüyü şaşıranlar kaybediyor
1078 Okunma
Arif Ersoy
Zülfü Livaneli
Hitler bahane...
1072 Okunma
Ali Bülent Dilek
Toktamış Ateş
Emekçinin bayramı
1054 Okunma
Osman Eskicioğlu
Fehmi Koru
Kirli, çirkin ve tiksinti verici
1053 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler