İNSAN HAKLARI ve KAVRAMLAR
1255 Okunma, 2 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

"İNSAN HAKLARI" ve KAVRAMLAR

 

Doğum yeri olan Batı'da bu kavramın ortaya çıkışı ve kat ettiği aşamalar ilgi çekicidir. Ancak burada üzerinde durmak istediğim husus daha önemli: İnsan hakları kavramını, sosyokültürel ve tarihsel arka planı, muhtevası ve bugün hangi amaçlara hizmet ettiği gibi hususları göz ardı ederek "İslamîleştirmek", günümüz Müslümanlarının yaygın davranış kodu haline gelmiş bulunuyor. "Hak talep etme" konumunda bulunanlar için insan haklarına dayalı bir söylem, talebin "meriyet”ini temin eden en temel unsur olarak kabul ediliyor. Bu çerçevede mesela başörtüsünün bir "insan hakkı" olduğunu söylüyor ve bu konudaki yasakçı tavrın insan haklarına aykırılığını dile getiriyoruz.

Ne ki burada gözden uzak tutulmaması gereken bir durum var: İnsan hakları kavramına vücut veren anlayış ile İslam'ın meseleyi vaz ediş tarzı arasında esaslı farklılıklar vardır. İnsan hakları kavramı insanın sırf "insan" olmak haysiyetiyle doğuştan tabii olarak sahip olduğu haklar olarak kabul edilmektedir. Oysa İslam, insanın hak ve sorumluluklarının, onu yaratan tarafından vaz edildiğini vurgular. Bu, en temel farklılıktır. Zira ilkinde insanı merkeze alan ve bireyi toplum, devlet ve diğer bireyler karşısında korumayı hedefleyen anlayış ön planda iken, diğerinde birey de devlet ve toplum da münhasıran varlığı var eden tarafından çizilmiş sınırlara riayetle mükelleftir. Mü'minde bu sınırlara riayet bir "mecburiyet" olarak değil, gönüllü bir adanış ile somuta dökülür ve nihai aşamada "kemal"e ulaştırır; insan hakları kavramının ise –"seküler" olması dolayısıyla– "mecburiyet"ten öte bir boyutundan söz edilemez.

Bu noktada, "bu ikisi arasında pratikte fark yoktur" gibi bir itiraz cümlesiyle karşılayabiliriz. Ama böyle bir itiraz iki noktadan sakıttır:

1. İnsan hakları kavramı ile İslam'ın çizdiği çerçevenin pratikte farksız olduğunu söylemek –eğer işin içinde kasti bir zorlama yoksa– mümkün değildir. Zira mesela ma'rufu emretmek/yaymak ve münkeri ortadan kaldırmak müminlerin en temel görevidir. Buna mukabil, münkerat çerçevesine giren pek çok hususun çağdaş dünyada birer "insan hakkı" olarak görüldüğü, pek çok "ma'ruf"un da insan haklarına aykırı görülüp yasaklandığı aşikârdır.

Öte yandan insan hakları kavramı bugün gerçek bir "ideoloji" kimliğine büründürülmüş ve münhasıran kendisine vücut veren dünyaya hizmet eder hale gelmiştir.

2. Pratikte böyle bir farklılık olmadığı –muhal farz kaydıyla– kabul edilse bile, bu, temelde farklılığın olmadığı anlamına gelmez, dolayısıyla zaman içinde farklı pratiklerin olmayacağını garanti etmez.

Zira meselenin temelinde iki farklı dünyanın algı tarzı bulunmaktadır. İnsan hakları kavramı, yukarıda değinildiği gibi seküler bir dünyanın ürünüdür ve birbirinin hakkını-hukukunu tecavüz etmeyi hayat tarzı haline getirmiş birey, grup ve toplumsal yapıların, mecburen geldiği "artık yeter, sen bana dokunma, ben de sana dokunmayayım" noktasının sonucudur. Temelinde insanı (Batılı insanı tabii!) kutsayan bir anlayış barındırmaktadır. "Tabii hukuk" kavramı böyle bir anlayış ve kabulün sonucudur.

Oysa İslam'da hakkın da görevin (mükellefiyet) de kaynağı ilahî iradedir. İslam insanın iki türlü hakkı gözetmesini ister: Hukukullah ve hukukul ibad; yani Allah hakkı ve kul hakkı. Burada birey kendisiyle konuşur: Riayet etmeliyim! Diğerinde ise ötekiyle: Riayet etmelisin!

Hasılı İslam'ın insanın sahip olduğunu bildirdiği hakların birçoğu, insan hakları kavramının muhtevasında bulunan birçok unsur ile örtüşmektedir. Ama kesinlikle bir "aynîlik" söz konusu değildir.

YORUM:

HAYATI FARKLI ANLAMLANDIRMAK

İslam’ın ve batının olaylara, hayata, kavramlara yüklediği anlamlar birbirinden farklıdır.  İnsana bakış da bu şekilde farklılık arz eder. Batıda insanmerkezcilik diye anılan bir anlayış vardır. Bu anlayışa göre ,insan evrenin merkezi sayılıyor ve öteki bütün yaratıkların insanın faydalanması için yaratıldığı ileri sürülüyor.Aslında bu anlayış İslam’daki her şeyin insan için ,onun yararlanması için yaratıldığı yolundaki ifadeye benzemektedir. Ne var ki İslam’daki anlayış ,insanın tabiatı boyunduruk altına almasına ,onu istediği gibi sömürmesine ,onu tahrib etmesine müsaade etmemektedir. Her şeyin insan için yaratılmış olduğu anlayışı ,İslam’da tabiatın himayesine ,insanın tabiatla ahenkli bir ortamda yaşamasına yol açarken ,Batıda hemen hemen aynı kelimelerle dile getirilen bu anlayış , önce faydacılığa, sonra pragmacılığa ve giderek tabiatın tahribini sonuçlandıran günümüzün teknolojisi ile ilgili genel bir dünya görüşünün gündelik hayatta yaşanmasına yol açmıştır.

İnsanmerkezci insan anlayışıyla ile insanı eşref-i mahlukat olarak görme aynı şey değildir. Her iki anlayışta da insan belki yaratıkların en şereflisi olarak kabul edilmektedir. Fakat İslam’da eşref-i mahlukat olan insan ,şerefli olanlara mahsus  kayıtlarla sınırlanmışken ,insanmerkezcilikte de eşref-i mahlukat diye anılan insan bütün kayıtlardan boşaltılmıştır. Bu insan için tabiat üzerinde her türlü tasarrufta bulunmak mübah sayılmaktadır.

Aynı kavramların farklı anlamlandırılması  hayat tarzlarını da birbirinden ayırmaktadır. İşte müslümanca hayata bakmak aslında kavramları kendi kaynaklarıyla anlamlandırmak demektir ve bunun hayatın gerçek manası olduğu hususunda tereddüte düşmemektir. Bu anlayış ve bu anlayışın sonucunda ortaya çıkan davranışlar, kişiyi kendisiyle yalnız bırakabilir.Yani kişi hak bildiğini başkalarından yardım beklemeden ,başkalarının ne diyeceklerine aldırış etmeden, kararını o yönde oluşturur ve bir başına yola çıkar. Bu davranış biçimi , özellikle çoğunluğun İslam dışı kurallarla hayatını düzenlediği durumlarda önem kazanır. Mesela, çoğunluğun domuz eti yediği bir ülkede bulunan bir Müslüman, başkalarının davranışına bakarak kendi davranışına çekidüzen verme, kendini onlara benzetme çabasına düşmez. Bir başına kalmış da olsa, hak bildiği davranışı uygular. Çünkü onu sorumluluktan kurtaracak şeyin kendi sorumluluğunu yerine getirmek olduğunu bilir.

Önemli olan konulardan biri de İslam’da olmayan terimlerin İslam’da varmış gibi algılanması ve bunun artık yadırganmadan kullanılması, kanıksanmasıdır. Misal olarak din adamı, dini günler, dini ibadetlerimiz ifadelerini hepimiz duyuyoruz hatta kullanıyoruz. İlk bakışta yanlışlığı hissedilemeyecek kadar örtülü olan bu ifadelerin altında da dini, dünya işlerinden veya dünyadan ayrı gören bir telakkinin varlığı kabul edilmelidir. Bütün bu çeşit ifadeler, tamlamalar bize Hıristiyan batı kültüründen geçme terimlerdir. Dini ibadet derken sanki dini olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya daha kötüsü davranışlarımızın bir kısmı ibadet hükmünde, diğer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. İbadeti Hıristiyanlıkta olduğu gibi ,bir seremoni , bir ayin olarak telakki edenler için mesele yok. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır? Günlük konuşmalarımızda din diye bir ayırıma yer vermemiz, biz farkında olmasak da, bizim hangi zihniyete göre düşündüğümüzü ele verecek bir kıstastır.

Kavramların, olayların, hayatın anlamlandırılması noktasında ortaya çıkan bu farklılıklar zaten medeniyetleri de birbirinden ayırmaktadır. Birini kuvvet medeniyeti diğerini hak medeniyeti yapan bütün bunlara yüklenen farklı anlamlardır.

  

 

Zafer Kafkas


YorumcuYorum
Mete Firidin
15.04.2010
11:12

Yorumunuza tamamen katılıyorum.Din hayattır.Hayat da dindir.Tasavvuf da bunun pratik olarak ayrıntılı algılanması ve uygulaması olmalıdır.Ben kimim? neden varım?Gecici olan bu hayat da nasıl ve neler yapmalıyım? Davranış ve ahlakımın temel kriterleri neler olmalıdır? Nihayi amacım ne olmalıdır? Bu soruların cevabı hayatın özünü oluşturur.

zkafkas
15.04.2010
23:05

Haklısınız,insanlar yüzyıllardır sizin de dikkat çektiğiniz sorulara cevap arayıp durdular. Rabbim de elçileri vasıtasıyla onların bu sorularına cevap verdi.Bu elçileri kabul edip iman edenler hayatlarını anlamlandırabildiler, iman etmeyenler ise yok olma korkusuyla savrulup gerçekten yok oldular. Allah bizleri hayatı anlamlandırabilenlerden eylesin.





Sayı: 44 | Tarih: 11.04.2010
Ahmet Hakan
CHP'ye 7 öğüt
2082 Okunma
18 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
İki model
1891 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
1 Mart tezkeresi ve Balyoz Planı
1503 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mehmet Şevket Eygi
Riba Ateştir!..
1359 Okunma
3 Yorum
Emine Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
En doğru söz
1275 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
İNSAN HAKLARI ve KAVRAMLAR
1255 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas
Toktamış Ateş
Devlet işçisini döver mi?
1252 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ruşen Çakır
Taraf tutmak yine çok zor
1222 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Niyazi
Topçu'nun dünyasına bir bakış
1175 Okunma
Abdurrahman Erol
Dücane Cündioğlu
Çadırdan saraya göçen uygarlık
1171 Okunma
4 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Mümtazer Türköne
Ordumuzu kim kurtaracak?
1167 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Rahmi Turan
Bizim kaşığın sapı kırık
1164 Okunma
1 Yorum
Serdar Turan
Reşat Nuri Erol
Hatırlatıyorum
1161 Okunma
Ilker Ardic
Nazlı Ilıcak
CHP'nin teklifi ve Çankaya
1160 Okunma
Fatma Karuç
Can Ataklı
AB ülkelerinde bir savcı aynı anda 70 subayı tutuk
1147 Okunma
1 Yorum
Mesut Karaaytu
Oktay Ekşi
Köşk Fena Kızmış
1128 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Hayrettin Karaman
Dehşete düşüren iddialar ve haberler
1115 Okunma
Hilmi Altın
Ali Bulaç
Türkiye'de hukuktan anlaşılan
1112 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Kimler interneti kullanmaz?
1078 Okunma
Mehmet Hikmetumut


© 2024 - Akevler