Tanrı'nın iki eli de sağ eldir
1322 Okunma, 2 Yorum
Dücane Cündioğlu - Yeni Şafak
Abdülkadir Altınhan

      Tanrı'nın iki eli de sağ eldir



— "Anladığım kadarıyla siz, Tanrı'nın, sanki bir amacın peşinden koşarken işleri yolunda gitmiş biri gibi, bizim yapıp ettiklerimize sevindiğini düşünüyorsunuz."

28 Ocak 1665 tarihli bir mektubunda dindar bir okurunun sitemlerine böyle mukabele eder Benedictus de Spinoza.

Biz de gündelik dil içerisinde "Allah razı olsun!" veya "Allah belânı versin!" derken, gerçekte, Spinoza'nın okuru gibi, Tanrı'ya olumlu ya da olumsuz duygu-durumları atfetmekten kaçınmayız. İnsanlara özgü bir duygu-durumunu Tanrı hakkında kullanmanın hesabını nasıl verebileceğimizi hiç düşünmeyiz; tıpkı "Allah razı olsun" derken, 'rıza' hâlinden, yani hoşnutluktan, üstelik Tanrı'nın hoşnutluğundan ne anlamamız gerektiğini hiç mi hiç aklımıza getirmediğimiz gibi.

Okurunun ısrarlı soruları karşısında, Spinoza en nihayet şöyle demek zorunda kalacaktır:

— "Tanrı'nın hoşuna gitme" [Allah'ın rızası] sözcükleriyle ne demek istediğinizi anlamıyorum. Eğer Tanrı birinden nefret edip ötekini sever mi, birini hiçe sayıp ötekini kayırır mı, diye soruyorsanız, cevabım hayır!"

Filozof, ancak teolojik dil içerisinde bir anlamı olan bu tür ifadeleri felsefenin/aklın diline o kadar kolay çeviremeyiz, demeye çalışıyor.

Bir kısa alıntı daha:

— "Günah ve kötülüğün olumlu varlıkları olduğunu kabul edemem; hele bir şeyin Tanrı'nın iradesine aykırı olarak varolabileceğini veya vukû bulabileceğini, hiç." (5 Ocak 1665)

Spinoza'ya göre, mutlak kötülük yoktur. Her şey Tanrı'dandır. Tanrı bizi yaratmakla kalmaz, O fiillerimizi de yaratmaktadır. O'ndan aslâ kötülük sadır olmaz. Ne ki vardır, iyidir.

* * *

Bu âlemde hakikaten kötülük yoktur ey tâlib! Çünkü Tanrı'nın eli vardır, elleri vardır.

Tanrı'nın iki eli vardır.

Bu hakikate işaret eden Hak! İşareti ise pekâlâ Kur'an'la sabit.

Elimizde bu işaretin bir de açıklaması var:

— "O'nun iki eli de sağ eldir." (Kiltâ yedeyhi yemîn!)

Açıklamanın sahibiyse, bizzat, Hakk'ın ve hakikatin elçisi! Efendimiz. Tevili sahih bir kaynakta kayıtlı. Sahih-i Müslim'de.

Öpüp başımıza koyuyoruz.

* * *

Ne garip değil mi, hakikat taliblerinin beklediği her açıklama teşebbüsü bir başka açıklama teşebbüsüne daha ihtiyaç duyuruyor. Sordukça, hakikatin ışığı sanki biraz daha kararıyor.

Oysa bu zorunlu. Çünkü sanıldığının tam da aksine, bizler, hakikatin özüne, ancak kendisinden yayılan parlaklığı azaltmak suretiyle bakabiliriz; ya onu kendimize göre ayarlamak, ya da gözlerimizi biraz daha kısmak suretiyle. Ayarlamak, yani parıltılarını zayıflatmak suretiyle. Mecburen, her defasında, ışığı biraz daha karartmak suretiyle.

Meselâ çağdaşımız bir âlime kulak verelim. Elmalılı Hamdi Yazır'a (öl. 1942).

Merhum Elmalılı, bu iki elden, "biri bast, diğeri kabz olmak üzere ilâhî kudretin cemal ve celâl haysiyetlerinin anlaşılması gerektiğini" söyler.

Yani?

Yanisi şu: Maddî veya manevî, hangi hâlde olursan ol, ister kabz (darlık), ister bast (genişlik), iyi bil ki dâima ilâhi kudretin elindesin. İnanırken de, isyan ederken de. Sevinirken de, üzülürken de. Ben dilediğimi yaparım, diye vehmetme, o aslâ seni sana bırakmaz! İçinde bulunduğun hâllerin tümü de hakikatte ilâhî kudretin celâl ve cemâl sıfatlarının tecellisinden ibarettir. İkisi de hayr-ı mahz'dır; sade iyiliktir.

Kendine ait zannettiğin o irade ve kudret var ya, onlar sana değil, Hakk'a aittir. Her ne ki istiyorsun, isteyen Hak'tır. Her ne ki yapıyorsun/yapabiliyorsun, sendeki kudretin sahibi sen değilsin, O!

Bil ki bütün irade de O'nun, bütün kudret de!

İrade ve kudretin, hakikatte, cüz'îsi filan olmaz!

* * *

Biraz daha açalım. Meselâ Tebrizli Şems'imizin sesine kulak verelim. Şaşkınların pîrine. Kuş gibi ürkenlerin, ürperenlerin rehberine.

— "Efendimizin mübarek sözlerinden hiçbiri karşısında şaşırıp kalmış değilim, ancak şu "Dünya müminin zindanıdır" hadîsi yok mu, hayretler içerisindeyim; zira dünyayı hiç de zindan gibi görmüyorum ben. Bilâkis, bakınca dünyaya, "Hani zindan, nerede?" diyorum. Lâkin dikkat etmeli, Efendimiz, "müminin zindanı" buyuruyor; "kulların zindanı" demiyor. (...) Ne kadar ararsan ara, bu meselede aslâ sol tarafı bulamayacaksın! Çünkü dostun her iki eli de sağ eldir."

Şems'in sözüne söz eklemek gelmiyor içimden. Edeben. Ve rahmeten.

Sanki, biraz daha açarsam, bu sefer hakikat hiç görülemeyecek hâle gelir diye korkuyorum.

Ancak şu kadarını söyleyeyim ki dervişler gibi, sanatçıların da iki gözü vardır, ikisi de sağ gözdür. Onlar da sırf bu yüzden ne çirkini görebilirler, ne de gösterebilirler.

* * *

Ey talib, hakikatle, hakikatinle karşılaşmak istiyorsan, işe önce anacaddeleri terketmekle başla!

Yanında başkaları olmamalı. Çünkü hakikat kalabalıkların huzurunda peçesini açmaz. Uluorta soyunmaktan ar eder. Utanır. Saklanır. Arasokaklara.

Hatırlarsan, Yusuf, hakikat ortaya çıkmadıkça zindandan çıkmayı kabul etmemişti.

Bütün âşıklar zindandayken, ey talib, söylesene senin dışarıda işin ne?

 

 

YORUM:

 

                                      Kadim bir Paranoya KADER

 

  İnsan, şuurlu bir  varlıktır denir her daim. Ve bu şuurdur aslında insanı insan yapan. Çünkü şuurun içinde bir  irade gizlidir ve o iradenin ortaya çıkardığı sonuç ve onu takip edegelen bir kader.

   İslam kelamının klasik bir tartışmasıdır bu kader mevzuu ama bu tartışma  bizim bildiğimiz ya da bize anlatıldığı/yutturulduğu gibi entelektüel bir kaygıyla üretilmiş değil daha çok iktidar ve siyaset  yalakalarının  dönemin mevcut zulum sistemini muhafaza için ortaya attığı bir yemdir nasıl mı?

    Emevi iktidarı başa geldiği zaman Muaviye’nin yapmış olduğu zulme ağır vergilere karşı ortaya atılan bir tezdir. Der ki Emir Muaviye; bu zülmü ben yapmıyorum Allah yapıyor zira ben Allah’ın size gönderdiği bir elim. Yani Tanrı’nın eliyim demişti ve böylece kendini meşrulaştırma yolunda ilerliyordu  emin adımlarla. Lakin dönemin liberalleri yani mutezile çıkana kadar , sesleniyor zulme uğrayan halka, mutezile mütekellimûnu; insanı insan yapan iradesi ve kendi aklıdır zira imtihanda bunun neticesidir ve eğer bir fiili ben yapıyorsam irade etmişim demektir yani, ben bu fiilin halıkıyım diyerek haykırdı tarihin efsanevi hürriyet kelimesini bu cümlelerle.

  Bu tabii ki işin daha ilk kısmı bir boyutu diğeri ise Cebriyenin yani ant-mutezile diyeceğimiz grubun tezi. Bunlarda daha çok farısî bölgeden çıkan düşünceler ve temel çıkış sebebi ekonomi nasıl mı? şöyle,

    Emevi iktidarı yabancılardan alınacak olan  vergiyi artırıp ve onları mevali statüsüne  koyunca bu insanlar da haliyele şu tepkiyi veriyorlar. Efendim bizim suçumuz nedir Allah bizi böyle yaratmışken cefa olsun diye mi, yaptı demişler ve bununla yetinmeyip söylemlerini aşırılaştırarak biz rüzgarın önünda ki yapraklarız  o  nereye eserse biz oraya yöneliriz demişlerdir. (bkz. Cabiri; Arap-islam Kültürünün Akıl yapısı ve Siyasal Akıl)

  Bu sıraladıklarım sadece  modern kelam ve fıkıh araştırmacılarının sosyo-ekonomik olarak incelediği ve öne sürdüğü tezlerdir. Buna dair bira kaç müsteşiriğinde yorumları var mesela W.Montgomery Watt  Free Will and Predesination in early Islam ( islamın ilk devrinde hür irade ve kader) adlı kitabında  çok ilginç bir olaydan bahseder. Mesele sadece bir mektub ve borç ilişkisinden ortaya çıkmıştır. Yani şöyle;

Meymun adlı bir zatın Şuayb denen dostunda bir miktar parası vardır. Ve Meymun  parasını istemeye gider ve Şuayb bu isteğe karşı şu cevabı verir.

Şuayb: Allah dilerse bu parayı sana vereceğim

Meymun: Allah bu parayı vermeni dilemiştir.

Şuayb: eğer Allah murad etmiş olsaydı şu an murad edilenin dışında bir şey yapamazdım.

Meymun: şüphesiz Allah emrettiği şeyi dilemiştir dilemediği şeyi ise emretmemiştir.

Bu olay üzerine Abdülkerim b. Acerred’ e mektupla bu durum bildirilmiştir o da cevaben şu mektubu yazmıştır. “ Allah’ın dilediği olmuş dilemediği ise olmamıştır. Biz Allah’a hiçbir şer isnad etmeyiz.” Bu mektup onlara  ulaşınca  ilk cümleye dayanarak Meymun  kendi tezini savunmuş son cümleye dayanarak ise Şuayb kendini savunmuştur ve kader mevzusunda böylece iki fırka oluşmuş daha sonra ise sistemleşerek kelami mezhepler oluşmuştur.

   Bu paragrafların ve bu kaynakların hepsi aslında yıllardır bir yanlış üzerinde ısrar ediyorlar. Bu güne kadar tüm ilahiyatçılar meşiet-i ilahi ile kader arasında ki farkı ayırmamışlardır. Elbette Allah’ın bir dilemesi vardır ama bu kull de geçerlidir cüzde ise kulun temennisi mevcuttur yani bu tamamıyle bir kudret meselesi ve istek meselesidir. Kul Cenabı Allah’tan diler ve  Allah  onun önüne yolları koyar ve bir ihtiyar gerçeklerşir. Kader ise bu olayların geçtiği ölçü ve  boyut meselesidir. İrade, kaza ve meşiet-i ilahi kader içersinde cereyan eder ve bu kapsayıcılığı aslında kaderin varoluşta gerçekten insandan çıktığını gösterir .Evet insan kadere müdahele edemez ama müdahele sınırlarında değişikliği kendi elinde olarak yaşar.

   Ey kâri sana kaderi tanımlamadım zaten bunu da kesin bir yargıyla şimdilik yapamam sadece anladığımı anlattım ama tanımı yapacak olan tek şey var o da fizik ilmi yani kader; madde, enerji ve kuvvetin  bir bileşimidir. Peki bunlar nedir???

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Abdülkadir Altınhan


YorumcuYorum
ahmet
09.04.2010
01:27

Kâri’den de talib’den pek anlamıyorum. Basit bir isteğim var, okuduğumu anlamak. Fakat bence yazar ve yorumlayan bu isteğimi imla tuzakları ile sınamamalı. Takip edilmeye değer bulduğum, farklı bakış açıları ve farklı bilgiler edindiğim sayın yorumcu bu durumu dikkate alırsa memnun olacağım. Saygılar diye bitireceğim ama görüyorum ki okuyucu olarak bu saygı bana gösterilmemiş; şimdi biri ne yapmak gerektiğini söyleyebilir mi bana?

Abdülsemih
11.04.2010
02:14

yorumlayan kardeşimizin ellerine sağlık.bu derginin seviyesine uygun bir yazı yazmıs bence.seviyeni düşürmemen dileğiyle. . .





Sayı: 43 | Tarih: 4.04.2010
Mümtazer Türköne
'Milletin istiklâl ve istikbalini' kim kurtaracak?
2173 Okunma
Arif Ersoy
Reşat Nuri Erol
İkrazat yasal tefecilik!
1509 Okunma
Ilker Ardic
Ahmet Hakan
Meclis'te kaç Tayyip kaç Deniz, kaç Devlet var
1373 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Ali Bulaç
Adalet ve zulüm
1370 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Doğrudan Demokrasi’ için ‘Halk Girişimi
1353 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Zülfü Livaneli
Aynadaki yazı
1346 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Müslümanlık Neyle Artar?
1327 Okunma
Zafer Kafkas
Dücane Cündioğlu
Tanrı'nın iki eli de sağ eldir
1322 Okunma
2 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Ruşen Çakır
Hayalci ol, azla yetin!
1317 Okunma
Tayibet Erzen
Oktay Ekşi
Mal Meydanda
1304 Okunma
Vahap Alma
Mehmet Şevket Eygi
Dokunulmazlık Meselesi
1301 Okunma
Emine Hocaoğlu
Hayrettin Karaman
Taraflı bağımsız yargı
1269 Okunma
Hilmi Altın
Mahir Kaynak
Terörün genel görünümü
1226 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Toktamış Ateş
Siyasette en yetkili kurum
1224 Okunma
Osman Eskicioğlu
Rahmi Turan
Baraj ve dokunulmazlık
1214 Okunma
Serdar Turan
Fehmi Koru
12 Eylül felsefesine karşıysak..
1207 Okunma
Ahmet Kirtekin
Can Ataklı
Anayasa’nın en ‘asker’ maddesine dokunulmuyor
1177 Okunma
Mesut Karaaytu
Nazlı Ilıcak
Dokunulmazlığın iç yüzü
1107 Okunma
Fatma Karuç
Mehmet Niyazi
Veli ahlaklı yiğitti
1041 Okunma
Abdurrahman Erol