Sivil 28 Şubat Süreci
960 Okunma, 0 Yorum
Ruşen Çakır - Vatan
Tayibet Erzen

02.07.2009

 

Türkiye ne zamandan beri büyük bir altüst oluş yaşıyor. Birkaç kritik aşamayı hatırlatalım: AKP’nin Kasım 2002 seçimlerinden tek başına iktidarla çıkması; 2004 Aralık ayında AB’ye tam üyelik için müzakere takviminin alınması; Abdullah Gül’ün Ahmet Necdet Sezer’in yerine AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi; 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay Başkanlığı’nın, internet sitesinde yayınlanan muhtırayla Gül’ün adaylığına karşı çıkması; Cumhuriyet mitingleri; Temmuz 2007’de AKP’nin oylarını iyice artırarak yeniden iktidara gelmesi; Gül’ün Köşk’e çıkması; Ergenekon soruşturması; AKP’ye kapatma davası açılması; Taraf Gazetesi’nde “İrticayla Mücadele Planı”nın yayınlanmasıyla başlayan tartışmalar...

Bütün bu yaşananları “sivil 28 Şubat süreci” olarak tanımlıyorum. ( “Sivil” sıfatını “askeri olmayan” anlamında kullandığımı, ona fazladan olumlu bir anlam yüklemediğimi hatırlatmam gerek.)

12 yıl önceki süreç uzun bir MGK toplantısıyla başlamıştı, günümüzdekiyse bir başka MGK toplantısıyla yepyeni bir evreye girdi.

Her iki süreç arasındaki farklar ve benzerlikleri ele almadan önce bir konuya açıklık getirmek istiyorum: Toplumun bir bölümü yaşananları, basit bir şekilde “sistemin askeri vesayetten arındırılıp sivilleştirilmesi ve dolayısıyla demokratikleştirilmesi” olarak yorumlar ve bu sürece destek olurken, tam karşı kutupta yer alanlarsa “laik düzenin sistemli bir şekilde yıkılıp yerine şeriat düzeni inşa edildiği” düşüncesiyle kaygılanıyor ve bu gidişatı durdurmaya çalışıyor. Lakin kamuoyunun büyük bir bölümünün, şu ya da bu kutuba yakın olmakla birlikte, olup bitenleri tam olarak anlayamadığını, anlamlandıramadığını söyleyebiliriz. Bunda medya ve kanaat önderlerinin çoğunluğunun iki kutuptan birine angaje olup, yaşananları taraflı bir şekilde aksettirmesinin payı hayli fazla.

Kimileri inanmıyor ya da inanmak istemiyor ancak kendimi yaşanan bütün bu süreci tüm yönleriyle anlamaya ve tarafsız bir şekilde anlatmaya çalışan bir gazeteci olarak görüyorum. Bazıları da benim gibi tarafsızların yanlış yaptığını ve kendilerinin karşısındakilerin ekmeğine yağ sürdüğünü düşünüyorlar, yanılıyorlar. Zira onlar kendi davalarına her ne kadar ulvi hedefler atfetseler de bütün bu olup bitenleri “müthiş bir iktidar mücadelesi” olarak görüyorum.

Siviller daha dikkatli

Bu parantezi kapatıp 28 Şubat ile 30 Haziran süreçlerini kıyaslayalım: Günümüzde yaşananlara “sivil 28 Şubat” dememin temel nedeni, inisiyatifin bariz bir şekilde askerden sivillere geçmiş olması. Özellikle Gül’ün Köşk’e çıkmasıyla birlikte hızlanan yeni sürecin, geçmiştekine kıyasla en belirgin farklarından biri, sivillerin cüret bakımından 28 Şubatçı generallerden pek de geri kalmamaları ancak onlara kıyasla çok daha dikkatli, temkinli ve sistematik bir şekilde yol alıyor olmaları. Benzerlik deninceyse akla, dün askerlerin arkasındaki olduğu “halk desteği”ne günümüzde Gül-Erdoğan ikilisinin de sahip olması. Yine dün medyanın çoğunluğunun TSK’nın (yani güçlü olanın) çizgisinde seyrederken bugün de çoğu olmasa bile önemli bir bölümü siyasi iktidarı alkışlıyor. Bu arada, sivil iktidarın kendilerinden olmayan kesimlerin (liberaller, bir kısım solcular, Kürt hareketinin bir bölümü, AB başta olmak üzere Batı...) desteğinden geniş bir şekilde yararlandığını ama asla onların kendilerine dayatmak istediği gündem ve yol haritalarına itibar etmediklerini söyleyebiliriz.

Cemaat boyutu

30 Haziran sürecinin belki de en önemli farkı, kavganın sanıldığı gibi iki (AKP ile TSK, dolayısıyla onlara destek olan çevreler) kutup arasında seyretmemesi. 2 Nisan 2007’de “Özellikle son iki yılda yaşananlar Türkiye’de iktidar çekişmenin iki değil üç ana aktörü olduğunu ortaya koyuyor: AKP hükümeti, TSK ve Fethullah Gülen cemaati” diye yazmıştım. Bu iddiamı bugün de koruyorum. Ve o zaman da belirttiğim gibi, Gülen cemaatini basit bir şekilde “AKP’ye destek veren gruplardan biri” olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Bu cemaat, ne zamandır, kendi geleneklerine aykırı bir şekilde bütün yumurtalarını AKP sepetine koymuş olmakla birlikte, kendi bağımsız gündemini ve hedeflerini koruyor. AKP’nin de, doğal olarak Gülen cemaatine daha yakın olduğu varsayımı tam olarak doğru değil. Cemaatin desteğinden ve attığı bazı adımlardan hoşlanıyor ve yararlanıyor olabilirler ama özellikle Erdoğan ile Gül gibi isimlerin cemaate tam olarak güvendiklerini söyleyemeyiz. Org. Başbuğ’un geçen haftaki basın toplantısının ardından “asıl kavga şimdi başlıyor” demiştim. Önümüzdeki günlerde, inişli çıkışlı bir grafik izlemekle birlikte kavganın daha da tırmanacağını, kenarda duruyor gözüken üçüncü başrol oyuncusunun da isteyerek ya da zorla dahil olacağını düşünüyorum.

Yorum:

28  Şubattan bu yana Türkiye gündemine bakıldığında hakikaten ilginç tablolar ortaya çıkıyor. 28 Şubat depreminden sonra “Artık Müslümanların işi bitti, temizledik ortalığı, güzel Türkiye’mizi kurtardık o yobazlardan!” nidaları yükselirken bir de bakıldı ki ne görülsün, halka rağmen yapılan bu “Laikliği koruma harekatı” (ki daha olup olmadığı bile tartışılan bir kavramı kimden koruyorlarsa?) 2002 seçimlerinde tek başına galip bir AKP doğurmuş.

27 Nisan’da da Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi engellenirken, 22 Temmuz’da AKP’nin oy patlaması yapması ve ardından Gül’ün rahat bir şekilde Köşk’e çıkmasına yardımcı olunmuş.

Görüldüğü gibi, 28 Şubat’ın atak TSK’sının yerini sürekli savunma halindeki bir ordu almış durumda. 28 Şubat’ta askerlerin ardındaki sivil desteğin de azalmış olduğunu söyleyebiliriz. Ki, jeopolitik konumu bu kadar önemli olan ülkemiz için bu hiç de istenmeyen bir durumdur. Çünkü ordu önemli bir etkiye sahiptir ve kesinlikle gereklidir. Orduyla mücadele halinde olan bir yönetim ise ancak dış güçlerin ve onların maşası olan bazı iç güçlerin işine gelmektedir.

Demem o ki, siyasi dayatmalar, hukuk kuralları gözetilmeksizin, bir de halka rağmen yapılınca, hep ters tepmiş ve mazlum olan tarafın zaferiyle sonuçlanmış. Bunda Türk halkının olaya dramatik yaklaşmasının yanı sıra bir de ilahi adaletin etkisi var diye düşünüyorum.

Nasıl her inansın bir ömrü varsa bunu tamamlayıp, ölecekse, her devletin de, her yönetimin de bir ömrü vardır ve dolduğunda ölecektir. Bunun böyle olduğunu Ku’ran söylüyor:

لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

”Her milletin bir sonu vardır ve o son gelince bir an geri de kalmazlar öne de geçemezler” Araf(7/34)

Zamanı gelince AKP yerini daha iyi bir partiye  bırakacak. 600 yıllık Osmanlı nasıl ömrünü tamamlayıp, bir Türkiye’yi doğurmuşsa, zamanı geldiğinde Türkiye de gelişerek, büyüyerek çok daha ileri, çok daha güçlü bir ülke haline dönüşecektir.

Bu ilerleme adına bir yenilenmedir, çöküş değil evrimleşmedir!


Tarih böyle seydederse, İrticayla Mücadele Planı sayesinde gerçekten demokratik, laik bir ülke olacağa benziyoruz. Hadi hayırlısı!

 

Tayibet Erzen






Sayı: 4 | Tarih: 5.07.2009
Ahmet Hakan
Bölünmede yeni trendler
1231 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Ertuğrul Özkök
Recm
1173 Okunma
Süleyman Akdemir
Fehmi Koru
Darbe Endişesi
1073 Okunma
Ahmet Kirtekin
Bekir Coşkun
Darbe Önleme Duası...
1049 Okunma
1 Yorum
Ersoy Kılıç
Mahir Kaynak
12 Eylül'ü yargılamak
1042 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Turan Alkan
Delil dediğin yetersiz olur...
1040 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Yılmaz Özdil
Hatırla Sevgili...
1005 Okunma
Leyla Okta
Hayrettin Karaman
Gerginlik ve güven bunalımı
995 Okunma
Hilmi Altın
Nazlı Ilıcak
Mutlu olmak elimizde
986 Okunma
Fatma Karuç
Ruşen Çakır
Sivil 28 Şubat Süreci
960 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Altan
Albay'ı Amiral görmek isteriz...
949 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Hakan Albayrak
Dengeciliğin bu kadarı dengesizliktir
935 Okunma
Veysel İpekçi
Reşat Nuri Erol
Türk halkının ve insanlığın seçimi
859 Okunma
Zübeyir Erol


© 2024 - Akevler