“AB bir liboş fantezisi mi?”
1180 Okunma, 1 Yorum
Mehmet Altan - Star
Mehmet Hikmetumut

 

 

Dün, dinlence günü değil sanki kâbustu. Azdığı yetmemiş gibi kudurmaya hazırlanan hava şartları... Ergenekon davası tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün...

...hastanede tedavi gördüğü bölümde istifa etmiş eski bir astsubay olduğu saptanan silahlı bir şahsın yakalanması...

Ergenekon soruşturmasında, hakkında yeniden yakalanma emri çıkartılması üzerine garip bir şekilde “intihar” ederek diğer sır dolu subay ölümleri kervanına eklenen Deniz Yarbay Ali Tatar’ın ölümü...

Dağıtım iznine gelen yirmi yaşındaki iki aylık asker Osman Aslı’nın, gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü Avcılar Firuzköy Karakolu’nun avukat görüşme odasında ölü bulunması...

Gene...

Ergenekon davası soruşturma kapsamında, şehit ailelerinden, olayın görgü tanıklarına kadar çok çarpıcı iddiaların birbirini kovalaması...

Abdullah Öcalan’ın sözlerine uygulanan düşündürücü sansür...

“Demokratik açılıma” dış oksijen kabilinden yapılan Irak’taki üçlü güvenlik zirvesi...

Ve aileleri türban mağduru olan muhafazakâr politikacıların, gayrimüslimlerin temel hak ve özgürlükleri söz konusu olunca bir anda devlet refleksine bürünerek şahin kesilmeleri...

Henüz “çıldırmadıysak” da buna “ramak kaldı” dedirtecek bir toplumsal tablo...

 ***

Dün bu haberleri izlerken, bir yandan da bugün AB ile açılacak 35 başlıktan 12’incisi olan “çevre” faslının gazetelerde yer alıp almadığını tarıyordum.

Birinci sayfaların hiç birinde yoktu...

Bunu, siyasal iktidarın “beklenti yönetimi” konusundaki ağır zafiyetine yordum.

AK Parti iktidarı, bir ülkenin “toplumsal rüyası” yiterse, o toplumun çarçabuk içe kapanacağını, sadece siyasal milliyetçiliğin değil hızlı bir askerileşmenin de pençesine düşeceğini öngöremiyor... Ve AB’yi ancak mutlak iktidar olduğunu sandığı Ankara’da dara düştüğünde anımsıyor... O da yalap şap.

AK Parti iktidarı, Türkiye’deki “iç dinamiklerin” zafiyetinin de farkında değilmiş gibi... Bu topraklar Bizans’tan bu yana olması gereken noktaya doğru dönüşemiyor...

Küresel krizin gazabına uğramış görünen tarımdaki köklü dönüşüm de, rekabet yasası ertesinde dış ticaretteki modernleşme de AB sayesinde oldu.

AB’yi hasmane bir üslupla eleştirerek “Kopenhag Kriterleri” yerine “Ankara Kriterleri”nden söz etme ve “temel hak ve özgürlüklere” başörtüsü üzerinden bakma yanılgısına düşmek, AK Parti’yi kapatma noktasına götürdü...

Bu yanılgılar bugün de sürüyor.

***

Nereden mi biliyorum?

Biliyorum çünkü ben “yönetilen” birisi olarak, reformların yapılıp yapılmadığına her şeyin somut olarak resmini çeken “AB İlerleme Raporu” üzerinden bakıyorum...

Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı iken “uyum yasaları” kapsamında Meclis’e sunduğu Sayıştay Yasa Tasarısı’nın hala uyumakta olduğunu da, Kamu Yönetim Reformu’nda parmak kıpırdatılmadığını da, Emasya’nın çoktan taca atılmış bulunduğunu da oradan biliyorum.

Siyasetçiler, halkın gereksinimlerini karşılayacak olan reformları hızlıca gerçekleştirmek yerine, Avrupalı siyasetçilerle polemik yapmakla ve Türkiye’nin büyüklüğünü vurgulamakla yetinseler de...

Ankara’da havuza dökülen işçiler, madenlerde aldırmazlıktan ölenler, yağmur yağınca uluslararası yolda boğulanlar, Tuzla’da cinayet ekonomisinin kurbanı emekçiler, eşitsiz gelir dağılımının mağdurları, yoksulluk sınırında yaşayan on iki milyon insan, bu siyasal böbürlenmelerden nemalanamıyor...

Hâlbuki AB reformları, kitlelerin taşınması ağır bir yüke dönen yaşamları ve sağlıklı bir Türkiye için gerekli...

***

İlerleme Raporu’ndaki reformları hızlıca hayata geçirmek yerine AB’yi ve Avrupa’yı suçlama kolaycılığına kaçanlara...

“Bizi nasıl olsa almazlar” çikletini çiğnemeye bayılanlara...

Bu işin tüm yükünü taşıyan geniş bürokratik kadrolara da danışan biri olarak şunu açıklıkla söyleyebilirim, “siyasal ve toplumsal irade” samimi bir şekilde istesin, Türkiye’nin beş yıl içinde AB’ye tam üye olmasını kimse engelleyemez.

***

Bugün açılacak “Çevre Faslı” da, aynen son AB Zirvesi gibi usulca kayıp gidecek.

Bunun nedenlerini, başta iktidar olmak üzere herkes, başkalarını suçlamadan yeniden bir düşünmeli.

Eğer birileri, “iç kabineleri” gibi “AB’yi bir liboş fantezisi” sanarak tutum alıyor ise, bu yanılgının bedelini siyasette ağır öderler.

Bastırın da, epeydir unutmuş olduğunuz şu ilerleme raporundaki reformları biran önce yapıverin

 

 

 

 

 

Mehmet Hikmetumut


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
29.12.2009
17:25

Mehmet Hikmet Umut yorum yapmadan yazıları koyuyor. Kurallarımıza göre bir şey diyemiyoruz. Eksiğini başkaları tamamlamalıdır. Ben şimdi bunu yapıyorum.

Türkiye Avrupa ortak pazarına giremez. Bunu daha önce yazmıştık. Türkiye’de sosyal ahlak çok bozuktur. Batıda ise kişisel ahlak çok bozuktur. Bozukluklar bulaşıcıdır. Avrupa Birliğine katılırsak her iki tarafın mevcut yarım ahlakları da bozulacaktır.

Avrupa Birliği ekseriyete inanmış bir topluluktur. Nüfusu Türkiye nüfusunun birkaç katıdır. Türkiye Müslüman’dır. Avrupa Hıristiyan’dır. Bu durumda Türkiye Hıristiyanlaşmalıdır. Bu Türkiye için olur şey değildir. İslam dini Katolik ve Protestanlığın çok üstündedir. Avrupa dinini İslamlaştırabilir. Bu da Avrupa birliği için iyi bir şey değildir.

Türkiye Avrupa birliğine girerse Avrupa’nın kara sınırları iki misli olur. Savunması çok zor dur. Türkiye de düşmanlarını çoğaltmış olur. Kendisini savunamaz.

Avrupa Birliği kendi anayasasını yapamamış kendi sorunlarını çözememiştir. Sorunlarına sorunlar eklerse çöker. Türkiye de meçhul bir dünyaya kendisini atmış olur.

Bu durumu her iki taraf bilmektedir. Avrupa Türkiye’yi şimdilik Avrupa’ya cephe almasın diye kapıda bekletiyor. Türkiye de iç dengeleri sağlamak için Avrupa Birliği’ne girişi oyalama aracı olarak kullanıyor.

Türkiye’de ABD tehlikesi belirdiğinde AB kapılarında dolanır; ABD ile arası düzelirse AB müzakereleri askıya alınır. ABD Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine ancak orada bozguncu bir devlet olursa razı olur. O zaman da AB bizi almaz. ABD razı olmadan da biz AB’ ye giremeyiz. Obama’nın başkan olmasından sonra ABD ile sorunumuz hemen hemen kalmadı. Kalmayınca da AB müzakereleri buzdolabına kondu.





Sayı: 29 | Tarih: 27.12.2009
Nazlı Ilıcak
Lens ve karınca
1407 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Ebubekir Sifil
Hak yahudilik ve hristiyanlık
1313 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Mümtazer Türköne
Mızrak ve çuval
1306 Okunma
Arif Ersoy
Reşat Nuri Erol
Faiz, işsizlik, açlık ve çözüm
1300 Okunma
Ilker Ardic
Hayrettin Karaman
Biz takiyye mi yapıyoruz
1288 Okunma
Hilmi Altın
Can Ataklı
Hiç aklıma gelmeyen bir görüş
1281 Okunma
Mesut Karaaytu
Ahmet Hakan
Bülent Arınç’a dair önemli bir saptama
1271 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Zor bir yıl
1254 Okunma
Ali Bülent Dilek
Fikret Bila
Heyecanlı saatler
1253 Okunma
Harun Özdemir
Mehmet Şevket Eygi
Türkiye’de Din ve Hürriyeti var mıdır?
1243 Okunma
2 Yorum
Emine Hocaoğlu
Fehmi Koru
Sağ el sol elden haberdar mı dersiniz
1234 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mahir Kaynak
Gözlemleyicim.
1228 Okunma
Süleyman Karagülle
Yılmaz Özdil
Ağzında lokma varken suikast yapılmaz...
1217 Okunma
Leyla Okta
Gülay Göktürk
Can havliyle
1206 Okunma
Adem Çevik
Oktay Ekşi
Korktunuz Değil mi?
1194 Okunma
Vahap Alma
Mehmet Altan
“AB bir liboş fantezisi mi?”
1180 Okunma
1 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Ruşen Çakır
Provokasyon demekle iş bitmiyor
1152 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Niyazi
Bazen zor yazılıyor
1130 Okunma
1 Yorum
Abdurrahman Erol
Ali Bayramoğlu
KCK OPERASYONU: HÜKÜMETİN NİYETİ NE?
1107 Okunma
Özgül Ertuğrul
Ahmet Altan
AKIL
1103 Okunma
Özer Ataç
Toktamış Ateş
AB macerasında son durum
1094 Okunma
Osman Eskicioğlu


© 2024 - Akevler