İmam hatipler ve askerler
1108 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 18 Aralık 2009 Cuma,  İmam hatipler ve askerler

“Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı tarafından 21 Ağustos 2009 tarihinde katsayı farkına ilişkin kapsamlı bir çalışma yapıldığı ortaya çıktı.  … istihbarat çalışmasının, ”Sonuç ve değerlendirme” bölümünde şöyle deniliyor: ”Yeni düzenleme ile İmam Hatip Liselerinin önündeki katsayı engelinin kaldırıldığı ve yükseköğretim kurumlarına girişte avantajlı hale getirildiği, bu yolla muhafazakar yaşam tarzını benimseyenlerin kamusal alanda varlıklarının genişletilmesinin hedeflendiği…” Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı çalışmasının, ”sonuç ve değerlendirme” bölümünde “Düzenlemenin iptali istemiyle açılan davanın ve gelişmelerin takip edilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir” deniliyor.

Bu haberi okuyunca üzüldüm, bir ülkede orduyu yönetenler ile vatandaşların önemli bir kısmı arasında bu denli “çatışma”nın olması karşısında içim karardı.

Soruyorum: 1. Ordu bu işlere niçin karışıyor, ülkeyi dış düşmanlara karşı en iyi savunma ödevi üzerine düşünecek ve gerekli tedbirleri alacak, terör ile mücadelede özel kuvvetleri oluşturacak… yerde niçin siyasete giriyor ve ülkeyi yönetmeye kalkışıyor? 2. “… bu yolla muhafazakar yaşam tarzını benimseyenlerin kamusal alanda varlıklarının genişletilmesi” Genelkurmay'ı niçin rahatsız ediyor.  3. Muhafazakâr hayat tarzını benimseyenler vatandaş değil mi, bu ayrımcılığın ve taraf olmanın askerin kitabında yeri var mı, olmalı mı?  4. Muhafazakâr hayat tarzını benimseyen vatandaşların çocukları askerin çoğunluğunu teşkil etmiyor mu? Askerlik vazifesini yaparken ölenlere “şehit” demek … “muhafazakâr hayat tarzının; yani Müslümanlığı yaşamanın” bir uzantısı değil mi?

… söyleyecekleri şudur:  “Bunlara kamusal alanda varlık gösterme imkanı tanırsak güçlenir, iktidarı ele geçirir ve şeriat düzenini getirirler”.   Peki bazı komutanlar Akparti'yi niçin yıkmak istediler? “Muhafazakâr hayat tarzını benimsedikleri” için değil mi? Akparti (muhafazakârlar) iktidara geldi, hem de yaklaşık sekiz yıldır oradalar; ülkeye şeriat düzeni mi getirdiler, yoksa ülkeyi AB ye sokmak için daha öncekilerden daha fazla çaba mı gösterdiler? …

Devletin temel kurumları yıpranmayı, halkın gözünden düşmeyi istemiyorlarsa “ayrımcılık yapmasınlar, görev ve yetkilerinin dışına çıkmasınlar, her biri görevini en iyi bir şekilde yapmaya çalışsın” yeter”  yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=20016&y=HayrettinKaraman

YORUM:

Hayrettin Karaman’ın “İmam Hatipler ve Askerler” yazısını okudum. Yazı, 21 Ağustos 2009 tarihli Genelkurmay’a ait olduğu iddia edilen bir çalışma hakkında. Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapıldığı iddia edilen “ÖSY’de uygulanan Ortaöğretim Başarı Puanı” konulu yazı “GİZLİ” ve “Kişiye Özel” ibareli bir yazı idi. Buna rağmen bazı basın yayın organlarında manşetten yayınlanmıştı. Ben de bu yazıyı ve konuyla ilgili yazılanları okudum. Bu konuda Genelkurmay’ın açıklamasının olup olmadığına tsk.tr’de baktım. İnternet sitesini hızlıca ve kabaca taradım, bir açıklama bulamadım.  Bu nedenle konuyla ilgili yazıların, belgenin doğru olup olmadığını bilmiyorum. Bu anlamda doğrudan belge üzerinde konuşmanın çok sağlıklı olacağı kanaatinde değilim.

 

Gazetelere düşen bu yazı gerçekten Genelkurmay’a mı aittir? Genelkurmay’a ait ise bu gizli ve kişiye özel yazıyı kim sızdırdı, neden yaptı?

  

Son dönemde askere ait olduğu iddiasıyla ortaya sürülen ve çoğu gizli bilgi ve belgeler incelendiğinde bana göre bazı ortak yönler belirlemek mümkündür.

 

Günümüzde olanlar incelendiğinde, birilerinin, kurtuluş savaşında ve sonrasında Türkiye’nin kurtulması, kurulması, ilerlemesi sürecinde etkin rol oynayan dinamikleri belirlediği ve birbirine düşürme planını işlettikleri görülecektir.  

 

Kurtuluş savaşını veren halk ile halkın organize olarak oluşturduğu ordu birbirine düşürülmeye çalışılmaktadır.  Bu oyun, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne kadar hiç bu kadar tehlikeli şekilde oynanmadı. Her gün ordu adına hukuken henüz kesinleşmemiş orduya ait olduğu iddia edilen planla, bilgi ve belgeler piyasaya sürülmektedir Bu çabalarla mevcut hükümetin yalnız İslami kesimin hükümeti olduğu anlayışı yerleştirilmektedir. Ayrıca bazı cemaat ve tarikatlar de işin içine derinden katılmış gibiler. Bu çalışmalara her geçen gün başka gruplar eklenmektedir. Peygamber ocağı olarak bilinen en güvenilir kurum ordunun İslam’a karşı olduğu imajı verilmeye çalışılmaktadır. Kendi bağrından çıkmış olan asker, İslami hassasiyeti olan Türk halkına karşı küçük düşürülmeye çalışılmaktadır.

 

Bunun için ciddi gayretler gösterildiği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. İslami hassasiyetleri olan halkımızdan kullanılabilecek bazı çevreler de fotoğrafa eklenmiştir. Onların hassasiyetleri ve hataları kullanılmak istenmektedir. ‘İslamiyet’i önemseyen halkımızın temsilcileri onlarmış, onlar da ‘askerin İslam’a karşı olmasından dolayı askere karşı imişler’ izlenimi oluşturulmaya çalışılmaktadır.

 

Konuya biraz yakından bakılınca; seçilen çevrelerin bir kısmının,, önceleri siyasetten uzak duran, siyasetten uzak durulması gerektiğini savunan, siyasetle ilgilenenleri ikinci sınıf insan sayan, siyasi tecrübesi olmayan bir alandan geldiği görülecektir. Bu çevreler, bu yeni süreçte siyasetin birinci derece destekçileri, temsilcileri ve hatta aktörleri konumuna getirilmişlerdir.  Plan doğrultusunda her gün yeni analizler yapılmakta ve yeni belgeler ortaya çıkarılmaktadır. Konuya İslam veya Türkiye açısından baktığınızda çok tehlikeli gidiş olduğu görülecektir. Türkiye’nin bin yıllık tarihinde ayrılmaz bir bütün olarak birbirine kaynayan iki özellik (halk ve ordu) ilk kez bu kadar ciddi ve tırmanan bir yapıda karşı karşıya getirilip çatıştırılmak istenmektedir..

 

Bu arada oyuna destek olması için halkımızın İslami hassasiyetinin olduğu siyasi alandaki çatışmada kullanılan güya radikal çevreler de oyunun birincil aktörleri içinde değerlendirilmektedir. İslamiyet’in I. İslam medeniyeti döneminin yıprandığı, yaşlandığı, döküldüğü bir dönemde, İslamiyet’in inanç anlayışı ile düzen anlayışını birbirine karıştıran, daha düne kadar laikliğe ve demokrasiye şiddetle karşı çıkan bu çevreler de oyunun içine sürüklenmiştir. Akevler gibi bazı bilim çevreleri “gerçek laiklik ve demokrasi yalnız İslam’da vardır” diyenleri kafir ve siyaseti de küfür sayan cemaat, tarikat v.b gruplar da laiklik ve demokrasi taraftarı olarak siyaset tablosunda yerlerini almışlardır.

 

Bu süreçte, konuyu çatışmaya sürükleyebilecek önemli alanlardan birinin de Müslümanların din eğitimi sorunu olduğu belirlenmiştir. Din eğitiminde İmam Hatip ve Kuran kursları konusu ile rakip hale getirilen cemaatlerin kursları, dershaneleri el altında farklı yöntemlerle istismara müsait hale getirilmiştir.

 

Çatışma içi bunlar yeterli görülmemiştir. Oyunun en önemli kısmı İmam Hatipler üzerinden meslek liselerinin dumura uğratılması çabasıdır. Bir taşla iki kuş değil birkaç kuş temizlenmek istenmektedir. Dünya’daki üretim ve hizmet sektöründe temel alanlardan biri meslek liseleri seviyesindeki alandır. Meslek liseleri üzerindeki çirkin oyunda İmam Hatipler kullanılmaktadır. Türkiye, üretim ve hizmet alanında geri bırakılmaya ve tökezletilmeye çalışılmaktadır. İmam hatipler çıkarılmak istenen muhtemel çatışma ve geri bırakma alanlarında kullanılabilecek önemli bir alan olarak seçilmiştir.

 

Son dönemde İmam Hatipler konusundaki gelişmelerde bu alanda eğitim öğretime yönlenen aileler/öğrencilerin din eğitim ihtiyacını nerelerde giderdikleri, bu okullardan ayrılan öğrencilerin üniversiteye gitmek için nerelerde yoğunlaştığı v.b çalışmalarla son dönem gelişmelerin içinde neler olduğu daha net görülebilir.

 

Konuyu başka bir açıdan da değerlendirmek mümkündür. Bana göre bu konu da önemli olup şöyledir: İmam Hatipler, Cemaatlerin okulları, dershaneleri v.b insanların hem eğitim öğretim ve hem de inanç konusunda kısmen de olsa güvenli bilgi edindikleri alanlardır. Bir takım güçler, bu kesimlerin yanlış yapsalar da niyetleri iyi olduğu için başarılı çalışmalar yapmaları Türkiye’yi yıkmak isteyen güçleri rahatsız etmiştir. Türkiye’yi yıkmayı hedefleyen bu güçler, rahatsızlıklarını doğrudan ifade edip bu kesimlerle ve sonunda Türkiye ile toptan çatışmaya girmek istememişlerdir. Bunun yerin bu alanları Türkiye’nin savunmasız kalmaması için çalışan Genelkurmay gibi bazı kurumlarla sorunlu hale getirip iç çatışmanın zeminini oluşturmak istemektedirler. Özellikle İmam hatipler inancın bilimle, inancın ulus bilinci ile, inancın vatan sevgisi ile buluştuğu yerler olarak özellik kanmıştır. Artık eskisi gibi inancı kulaktan duyma yerine kitaptan ve diplomalı öğretmenden öğrenme kimliğini oluşturmuştur. Kişi ile devleti buluşturmuştur. Eğitim öğretim tekelci mantıkla olsa da bu imam hatiplerin değil genel olarak milli eğitimin sorunudur. Bütün bu olumlu gelişmelerle birlikte imam hatipler günümüzde farklı algı içine düşmüştür. İnanç alanı merkezileşmekte, tekelleşmekte, tüm halkın inançlarını kucaklayan, kişilerin tümünün inanç eğitimi alması olanaklarını belli bir yerde toplayan, ayrı bir inanç sınıfı oluşturma hedefine kayma tehlikesine itilmeye müsait hale getirilmeye çalışanlar da olabilir.  Bu aşamada din eğitimi konusunda devlet okul ve eğitim alanlarında yeterli olanak sağlanmamasını fırsat bilenler de olmuştur. Bu inancı ve ibadetleri öğrenme ihtiyacı talebini oluşturan halkın isteklerini farklı yöntemlerle dolduranlar da olabilir ve olacaktır.

 

Konu bu kadar önemli olunca, İmam Hatipler konusu birkaç yerde ve birkaç şekilde kullanılabilsin diye sürekli istismara açık alan olarak tutulmaktadır. Türkiye üzerine bu kadar oyun oynanınca ve konu önemli olunca da Genelkurmay doğal olarak bunu çalışma konusu yapmış olabilir.

 

 “ÖSY’de uygulanan Ortaöğretim Başarı Puanı” konulu ve içeriğinde birkaç başka konuya da değinilen yazının onlarca basın yayın organında yayınlanmasının ardından gizliliği kalmamıştır.

 

Buna rağmen çalışma “gizli” ibarelidir. Bu bir tarafa düzenleyeni henüz kesin değildir. Çalışmanın resmi muhatabı değilim. Buna karşın genel olarak Hayrettin Karaman’ın değindiği ve yorumunu yaptığım konunun temelinde yatan sorunlar üzerinde yazacağım. Türkiye’de tartışılan ve çalışma alanımda olan “Milli Eğitim” ve özelde “ortaöğretim başarı puanı” konusunda yapılanlar ve yapılması gerekenleri değerlendirmek istiyorum.

 

Konu “Ortaöğretim, ÖYS ile bunlar arasındaki ilişkisi”dir. Bu yazıda hem konusu ve hem de içeriği gereği Milli eğitim ile ilgili bazı temel konulara değinilecektir.

 

Eğitim-öğretimde okumanın istismar edilmemesi için bazı temel konuların açıklıkla acilen tartışılması, geliştirilmesi ve pilot denemelerin yapılması gerekmektedir. Ortaöğretim sistemimiz de üniversite sistemimiz de birçok yönüyle yanlıştır. Milli Eğitim’in uygulamalarında pilot deneme modeli ve çoğulcu model yöntemlerinden yeterince ve ciddi şekilde yararlanılmamaktadır. Hep aynı… belli birimler, belli kişiler, belli projeler…

 

Akevler ortaklığına bağlı Akevler Bilimsel Araştırma Merkezinde (ABAM) 1985’li yıllardan beri Milli Eğitim Sistemleri üzerinde çalışmalar yapıyorum. “Ortaöğretim başarı puanı” konusunda görüşlerimi belirtmek istiyorum. 

 

Öğretim sistemimiz hayattan kopuktur. Sadece bilgi ezberleten merkezi bir yapılanmaya dayanmaktadır.

 

Kişiler ortalama 25 yaşına kadar sınırlandırılmış bir şekilde sadece okullarda, dershanelerde hayatla doğrudan ilişkilisi olmayan, üretici olmayan, hizmet alanda hizmet etmeyen, sadece tüketici, kuralcı mantıkla öğretim ve eğitim ile sabitlenmiştir. Hiçbir yere hareket edememektedir. Okul dışına çıkamamakta okul içinde de bir yere varamamaktadır. Sonunda %20’si üniversite olanağına kavuşmaktadır. Düşünün her şekilde okumaya zorluyorsunuz, okula gelmeyenlere ceza veriyorsunuz, kanun çıkarıyorsunuz, çocuk da “okumak madem ki bu kadar önemli öyle ise okuyayım” diyor. Okumanın en önemli noktasını üniversite oluşturuyor.  Sıra Üniversiteye girmeye gelince “hayır sizden sadece %20’sini okutuyoruz” diyorsunuz. “Her şeyi okumaya göre ayarladık; madem okumak istiyorsunuz hepiniz gelin üniversitede de okuyun” da diyemiyorsunuz. Daha doğrusu, “herkes okusun bitiren mezun olsun” da diyemiyorsunuz. Madem öyle üniversiteleri neden bu kadar önemli ve meslek liselerini de bu kadar önemsiz hale getiriyorsunuz.

 

Üniversite sınavında, ortaöğretim de okutulan yaklaşık zorunlu, seçmeli v.b 10 dersten 5 (% 50) inden soru çıkmakta ve öğrencilerde “sadece şu birkaç ders önemlidir, diğer derslerin önemi yoktur” imajı oluşturulmaktadır. Soru çıkan derslerin metot, yön, içerik v.b incelemesi yapıldığında neredeyse çalışmaların %50’inin dershanelerde tamamlandığı bilinmektedir. Böylece ‘sınava okullardaki konulardan, metotlardan, tekniklerden değil dershanelerde öğretilenlerden hazırlanılır’ dünyası oluşturuluyor. Ardından devlet okullarının her gün mevzuatı değişir ve karışık hale gelir. Altyapı, bütçe, olanak, personel v.b sorunlarla boğuşturulur ve sonunda “devlet okulları yetersizdir” tablosu tamamlanır..  

 Siz öğrenci olsanız böyle bir okul için ne düşünürsünüz? Ya da siz öğretmen olsanız böyle bir okulda öğretmen olsanız ne düşünürsünüz? Ya da siz idareci olsanız böyle bir okulun sorumluluğunu taşırken rahat edebilir misiniz? İyi düşünün… ! Meslek liselerinin iş alanında net, yeterli, belirgin bir yer olmadığını düşünürseniz meslek liseleri için ne düşünürsünüz? Meslek liseleri konusunda her yıl mevzuat değişikliği olursa ne yaparsınız? Böyle bir eğitim modeli oluşturan kimdir?  Örneğin “MEDYA” yayınların yüzde kaçını veya kaç saatini bu konulara ayırmıştır.  Meslek liseleri itibarsızlaşmıştır.

 

            Dershaneler bu seviyeye ulaşmışsa, okul olmak için belli temel standartlar oluşturulmalı ve bu alanlara okul olma özelliği verilmelidir. Öğrencilerin neredeyse %80’i bir dershaneye gitmekte, %10’u ise ayrıca ek ders veya özel ders almaktadır. Sonunda yaş 25’e gelmekte ve çocuk (önce orta öğretime ve sonra da) sadece üniversite sınavı testine hazırlanmaktadır. Kısaca eğitim öğretim kısırdöngü içinde çözümsüzlüğe itilmektedir. Dershanelere etüt modası eklenmiş ve her aileye çocuk başına ortalama 2000- 3000 TL ek masraf kapısı açılmıştır.  Bu da yetmezmiş gibi liselerde Meslek Lisesi, Normal lise, Süper lise, Dil bölümü, Kredili sistemli liseleri derken her yıl değişen mevzuatla aileler ve öğrenciler karmaşa içinde kalmıştır. Daha sonra Anadolu liseleri, Anadolu Meslek ve İmam Hatipleri furyası başlatılmıştır. İller arası, ilçeler arası öğrenci taşımalar çok artmıştır. Normal lise dışında çok da önemi olmayan, sadece test için çalışan, tam gün öğretimle günün bir-iki saati yollarda geçen ulaşım işkencesi ve öğle araları bir saat ayakta yemek kültür merkezi kantine sıkıştırılan öğrenciler var.  Ailelere ulaşım, yemek derken yılda en az 2000 TL de buradan ek yük getirilmiştir.

 

Meslek liselerinin üretim zincirinin en önemli uygulama halkasını oluşturduğu bilindiği halde meslek liseleri nasıl itibarsızlaştırıldı? Türkiye’de üretim hangi alanlarda ve hangi bantlarda hangi durumdadır. Elinizi dokunduğunuz eşyaların yüzde kaçında Türkiye üretim bandı çalışmaktadır?  Konuyla ilgili Akevler.org da önemli sayıda çalışma vardır. 1990’lı yıllarda yaklaşık 10 sayfalık ön çalışma yapılmıştır. Ancak şimdiye kadar hiçbir hükümet ciddi şekilde değerlendirmemiştir.

 

Bu yazının alanı gereği tüm alanlarda değil, eğitim öğretimle ilgili dört konu üzerinde özetle duracağım.

 

Bana göre oyunun birincil temel alanı meslek liselerinin çözümsüzlüğe itilmesidir. İmam Hatipler sorunu ikinci sıradadır.   Oluşturulacak çoğulcu yapılanma temelinde getirilecek dört kuralla konunun çözümlenmeye başlanmasını öneriyorum.

 

1-                         Okullara giriş sınavları kaldırılmalıdır. Okuldan mezun olma, sınıfı bitirme sınavları getirilmelidir. Böylece okumak isteyen herkese okulların kapıları açık olmalıdır. İsteyen istediği okula kaydını yaptırmalıdır. Bütün üniversitelerin ilgili fakülte ve bölümlerinin sınavları ortak yapılmalıdır. Sınavları verenler mezun olmalıdır. Ancak sadece öğretim değil eğitim ve iş yapabilme de ölçülmelidir. Yani bilme %25 ise %25 yapma, %25 güvenilir olma, %25’de ahlaklı olma gibi bir konuda gerekli ve yeterli şartlarda eğitim öğretim görme esas alınmalıdır.

 

2-                         İlköğretimi bitiren herkes ortaöğretime gidebilmelidir. Ortaöğretim okulları ilköğretimler gibi yerel ölçekte düzenlenmelidir. Mahallede belirlenen sınırlar dışındaki ilköğretim okullarına nasıl öğrenci gidemiyorsa, ortaöğretim öğrencisi de ilçede belirlenen sınırlar dışına gitmemelidir. Ortaöğretim standardı her yönü ile bu seviyeye çekilmelidir. Sınavlar ortak olmalıdır. Merkezi sınavların standartlarını ilgili öğretmenlerin oluşturdukları grupların (gruplar 5-20 grup arasında olmalıdır) ortak hazırladıkları sınavlar şeklinde olmalıdır. Sınavlar eğitim-öğretimi ayrıntılı şekilde analiz edecek sistemlerle haksızlıkları önleyecek adaleti sağlayacak yöntemlerle yapılmalıdır. Ortak sınavları verenler mezun olmalıdır. Ancak sadece öğretim değil eğitim ve iş yapabilme de ölçülmelidir. Yani bilme %25 ise %25 becerikli olma (yapma), %25 güvenilir olma, %25’de ahlaklı olma gibi bir konuda gerekli ve yeterli şartlarda eğitim öğretim görme esas alınmalıdır.

 

 

3-                         Ders vermek isteyen bütün kurumlar okul kapsamına alınmalıdır. Okul olma standartları belirlenmelidir. Dershanelerden bu özelliklere erişenlere okul olma özelliği verilmelidir. Okullar değil öğrenciler finanse edilmelidir. Her öğrencinin eğitim öğretim bütçesinden bir payı olmalıdır. Bu pay öğrenciye (ailesine) verilmelidir. Öğrenci hangi okula giderse o okula (öğretmene) bu pay verilmelidir. Bu pay dışında eğitim öğretim için alınan para v.b kısımlar dava konusu olmamalıdır. Böylece öğrencilerden fazla ücret alınmasına engel olunmalıdır. Yani bir taraftan devlet okulunda gün boyu eğitim öğretim diğer taraftan akşama veya hafta sonu eğitim ya da öğleden önce okulda öğleden sonra test işkencesine dönüşen kıskaç yapı geliştirilecek sistemin temelleri ile bitmelidir.

 

 

4-                         Ortaöğretim okullarının tümü öğretim kısmı okullarda ve eğitim kısmı meslek alanlarında olmak üzere herkes meslek eğitiminden geçirilmelidir. Orta öğretimin öğretim kısmı herkese eşit verilmelidir.  Eğitim kısmı ise meslek bilgisi ve meslek eğitimi şeklinde iki alanda olmalıdır. Meslek bilgisi ve meslek yapımı diploması almayanlar herhangi bir işyerinde çalışamamalıdır. Öğrenciler kendi ilçelerinde bulunan bir meslek dalında meslek eğitiminden geçmelidir. Meslek öğrenirken ve eğitilirken çalışma yerlerine ortak olmalıdırlar.  Sigorta kısmı kamu payından ve emek payı da işyerine ortaklıktan sağlanmalıdır. Ulaşım ve beslenme ortak iş yerlerinin gelirlerinden verilen vergi karşılığı kamu araçları ile ve ortak yemeklerle sağlanmalıdır. Ek ücret talep edilmemelidir. Böylece bugün olduğu gibi kendisine, ailesine, devlete yük olan ve birilerine mahkum olan ve sürekli yardım, destek bekleyen öğrenciler kendi emekleri ile geçinebilme, aileye, üretime katılma olanağı bulacaklardır.  Öğrenciler ilçelerinde bulunan üretim meslekleri ve hizmet mesleklerinden en az istedikleri birini seçeceklerdir. İmam hatipler hizmet alanıdır. Üretim meslek alanı değildir. İmam Hatiplerde okuyanların üretim meslek alanında eğitimden geçmeleri gerekmektedir. Mevcut düzenlemeye göre İmam Hatipler meslek lisesi olmaya devam edecekse öğrenci normu üretimden hizmet alanına ve hizmet alanından da o hizmet alanına ayrılan payın bölüşülmesi ile dengelenmelidir. . Pay azalınca ilgili hizmet veya mesleki alan tercihi azalmış olur… Konuyu daha ciddi ve kalıcı bir şekilde çözmek için İmam hatiplerin meslek lisesi olma özellikleri diğer hizmet alanları ile ilişkili bir şekilde çözümlenmelidir. Meslek liseleri sorunun çözülmemesi için İmam Hatipler kullanılmaktadır. Bana göre Meslek liselerinin kurtulması gerekir. Bunun için, liselerde Din derslerinin genel kısmı için bütün dinlerin ortak konularının öğretimi için ortak bir saat konmalıdır. Bir saat de seçtiği dinin temel bilgileri için konmalıdır. Bu iki saat seçtiği din öğretmenleri tarafından verilmelidir. Ayrıntılı eğitim için de seçmeli /ek iki saat ders konmalıdır. Bu seçmeli ek iki saatte seçtiği dinin ve öğretmenin programı uygulanmalıdır. Bu aşamadan sonra İmam Hatipleri kaldırıp liseye dönüştürmek gerekir. Bunun üstünde din eğitim öğretimi inanç gruplarının kendi alanlarına bırakılmalıdır.

 

 

 

 

 

Hilmi Altın






Sayı: 28 | Tarih: 20.12.2009
Mehmet Şevket Eygi
Zina ve Recm
1347 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Gül nasıl devreye girebilir?
1302 Okunma
Tayibet Erzen
Bekir Berat Özipek
Derin devlet davalarında durumumuz
1254 Okunma
1 Yorum
Bünyamin Demir
Ebubekir Sifil
Dünya ile Bütünleşme(Gayrimüslimlere Benzememe)
1193 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
Milli Gazete yazarı Gül'ün uçağında
1181 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ali Bayramoğlu
KÜRTLER SAHNEYE GİRDİ
1161 Okunma
Özgül Ertuğrul
Toktamış Ateş
İlle de demokrasi...
1150 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mahir Kaynak
Kürtlerle Hasbıhal
1144 Okunma
Süleyman Karagülle
Nazlı Ilıcak
Önce parlamentoda, sonra Muş'ta öfke
1134 Okunma
3 Yorum
Fatma Karuç
Zülfü Livaneli
Milletvekilleri zaten istifa edemezdi
1131 Okunma
2 Yorum
Ali Bülent Dilek
Can Ataklı
Malum ‘sayın’ kişi için fedakârlık yapmalıyız!
1123 Okunma
Mesut Karaaytu
Cengiz Çandar
Tarihe geçmekte tercih
1120 Okunma
Ekrem Fildişi
Hayrettin Karaman
İmam hatipler ve askerler
1108 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
12 Eylül rejimini yok etmedikçe...
1060 Okunma
1 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Reşat Nuri Erol
Ahmet Hakan takipteymiş!..
1050 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Dervişin fikri
1048 Okunma
Vahap Alma
Fikret Bila
Türk'ün duyurduğu gerçek
1038 Okunma
Harun Özdemir
Mehmet Niyazi
Basiretli olmalıyız
1004 Okunma
Abdurrahman Erol
Yılmaz Özdil
:(
19 Okunma
Leyla Okta