Sohbet
1024 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

08/03/2014

- Gelecekte iç politika değişecektir. Planlanmıştır.

- Bu seçimi AK Parti başarı ile sonuçlandıracaktır. Askerlere yapılan zulüm sona erecektir. Erdoğan veya Gül cumhurbaşkanı olmayacak. 2015 seçimlerini de AK Parti kazanacak. Nur cemaatine dayanan bir parti kurulacak. Halk Partisi de barajı geçemeyecek.  Türkiye’de sermaye ile devlet bu iki parti aracılığı ile savaşacaktır. Sonunda Adil Düzen hakim olacaktır. Üçüncü cihan savaşı çıkarsa senaryo başka türlü olacaktır.

 

- Değişme halk partisinde olacak. İrtica ile mücadeleyi bırakacak, devletçiliği de bırakacak.

- Sermaye 1960’lara kadar dinsizlikle dünyayı sömüreceğini sanmıştı. 1960’larda Türkiye’de iktidara getirdikleri askerler dinleri serbest bırakınca siyasetini değiştirdi. Şeriatsız bir dini kabullendi ve Demirel’e bu yeni siyaseti yükledi. Erbakan’ın saldırılarına dayanamayan sermaye şimdi şeriatı da benimseyip bozma çabası içindedir. Cemaatle işbirliği yapmıştır. CHP ile cemaat birleştirip AK Parti ile dengesini kurabilir ve böylece sömürmeye devam edebilir.

 

- MHP’nin ırkçılığı hatalıdır ama iç savaşları önlemesindeki siyaseti takdir edilmektedir.

- MHP AKP’nin yerine geçebilir. Bunun için Bahçeli emekliye ayrılmalı, başlarına beş vakit namaz kılan birini getirmeliler. Parti Adil Düzen’i benimsemelidir. Akevlerle iş birliği yapmalılar. Bu, 2015 seçimlerinde birinci parti olmasına sebep olur. Asker birini başkan yapmalılar.

 

- AK Parti, yolsuzluklarla yıpratılıyor. Bunun cezasını sandık ve yargı verir. Bunun sokak hareketleri ile cezalandırılmaya kalkışılması ülke zararınadır.

- AK Parti’ye halk Milli Görüş’ün devamıdır diye oy verdi. İç ve dış destek ise Adil Düzen’i devre dışı bırakmak için verilmiştir. AK Parti ve cemaat onlara göre görevlerini bitirmişlerdir. Birbirlerine yedirerek devre dışı bırakılmak istenmektedir. İkisi güçlenecek CHP de DYP ve ANAP gibi tarih olacaktır.

 

15/03/2014

Siyaseti yönlendirmek

- Demokrasiyi halkın yönlendirdiği söylenir. Başka güçler de vardır. Zayıf devletler de dışarıdan yönlendirilir.

- Sermaye derebeyliği yıktı kralları oluşturdu, güçlenince onları yıktı diktatörlükleri oluşturdu. Güçlenince onları yıktı bloklar oluşturdu. Güçlenince onları yıktı, demokrasileri getirdi. Parası ile dünyayı yönetiyor. Siyaset sermayenin emrindedir.

 

- Özal’ı Demirel’i cumhurbaşkanı yapıp partiyi boşaltmak için öldürdüler.

- Bu varsayım doğru olabilir. Bize göre Semra Özal’ı başbakan yapacaklar ve Müslümanlarla askerleri ayağa kaldıracaklardı. Başaramayınca Çiller’i getirdiler ama ne Müslümanlar ne de askerler ses çıkardı.

 

- İstemeye istemeye geldi.

- Demirel sokağa inmeyi çok arzuladı, inmedi.  28 Şubat’ın kahramanı oldu ama bu da AK Parti’yi iktidar yaptı.

 

- Bağımsızlığı isteyen ve Sovyetlerle diyalog içinde olan Demirel başbakanlıktan uzaklaştırıldı, Avrupa varlık taraftarı olan Yılmaz geldi.

- Bu varsayımda Özal’ı öldüren AB’dir. Bu görüşe iştirak etmiyoruz. Özal Türkiye’yi kalkındırıyordu.  Özal Kürtlere de özerklik vermek istiyordu. Sermaye milliyetçilerle anlaştı ve zehirletti.  

 

- Özal siyasete dönmek istiyordu. Aydın Menderes ile parti kurdu. Menderes’in başkanlığına bir grup katılmadı. Gayeleri Özal’ı getirtmek olabilirdi.

- Özal, başkanlık sistemi ile ülkeyi idare etmek istiyordu. Başaramadı. Demirel önledi.

 

- Olaylar dışardan düzenleniyor. Güçlü olmalıyız.

- Türk milleti sabırlıdır. CHP 27 yıl dayandı.28 Şubat’a beş yıl dayandı. Bu milleti yenmek kolay değildir. Savaşta yenilmiyor.  Siyasette de sabırla yeniyor.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

 

AKEVLERİN ZAFERİ

Milli Görüş’ün kurucusu Akevlerdir. Cemaat’i geliştiren Akevlerdir. Akevler’i yok etmek isteyenler bizimle kırk yıl savaştılar. Biz kendimizi savunduk.  Şimdi sermaye sanıyor ki iki cemaati savaştırırsak ganimet bize kalır. Avucunuzu yalarsınız.  Bunlar çatışacak ve güçlenecek. AK Parti Doğru Yol’u ve ANAP’ı nasıl devre dışı bırakmışsa Cemaat de CHP’yi devre dışı bırakacaktır.

   

AK Parti Doğru Yol veya ANAP’ı devre dışı bırakırken onlara karşı olarak, onları kötüleyerek değil tam tersine onlarla bir olarak bu başarıyı elde etti. Cemaat CHP’nin yerine geçecektir ama CHP’ye karşı olarak değil onunla bir olarak geçecektir. CHP adını değiştirecek veya değiştirmeyecek ama Cemaat’in olacaktır. CHP’nin artık iş yapacak bürokratik kadrosu yoktur.  Görevliler Milli Görüşçü veya Cemaatçi olmuşlardır.

 

Bizim için birilerinin kazanması veya kaybetmesi değişmez. İkisi de bizdendir. Bizim ikisine de saygımız ve sevgimiz var, desteğimiz var. Onların da Akevler’e karşı saygıları vardır. Ajanlar ikisine de hakim oldukları için bizden uzaklaştılar. Ama ajanlar sonunda elenecek ve iki taraf da tekrar eski arkadaşları ile bir olacaklardır.

 

Akevler Tayyip’i de Gülen’i de canı gönülden desteklemektedir. Akevler’in Milli Görüşçülerle, Risale talebeleri ile bir aykırılıkları yoktur. Ajanlar bizi on senedir ayırdılar. Biz bize düşenleri yaparız. Sonuçlara bakmayız. Onu O’na bırakırız, bizi görevlendirene bırakırız.

 

Biz siyasette Milli Görüş’ü destekleriz, dinde Gülen’i destekleriz. AK Parti Erdoğan değildir. AK Parti’nin on patronu vardır. Bunların her biri Erdoğan kadar başbakanlık yapma kabiliyetindedir. İkisi hariç Akevlerle dostturlar. İkisi ile (Davutoğlu, Babacan) tanışıklığımız yoktur. Menfi durumumuz da yoktur.  Cemaat de Gülen değildir. Risale-i Nur şakirtleridir. Kimse onları durduramaz.  Gülen gitse de onlar durmazlar.

 

CHP ve MHP’nin varlıklarını koruyabilmeleri ancak AK Parti’den ve Cemaat’den daha ileri Adil Düzenci olmaları ile mümkündür.

 

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
17.03.2014
08:17

Ahmet Keleş: Cemaat'in amacı devleti ele geçirmek 17 Mart 2014 Pazartesi Stargazete.com › POLİTİKA Haberleri ›

Ahmet Keleş: Cemaat'in amacı devleti ele geçirmek haberi

Gülen Hareketi'ne 25 yıl hizmet eden

Prof. Dr. Ahmet Keleş paralel yapıyı STAR'a anlattı. ‘Fethullah Gülen Cemaati’nde 25 yıl görev alan Prof. Dr. Ahmet Keleş, paralel yapının piramidini STAR’a anlattı. 5’inci kata kadar çıkan Keleş, cemaatin 1, 2 ve 3’üncü katmanının halk tabakası olduğunu, öğrenciler ve öğretmenlerin oluşturduğunu söyledi. Prof. Keleş, “4. kat ara kattır. 5, 6 ve 7. katmanlar ‘örgüt ve teşkilat’ katlarıdır. 6. katta Hocaefendi’nin bildiği ve takip ettiği ‘hayati hizmetler’ yürütülür. Bakanlar Kurulu veya Milli Güvenlik Kurulu gibi bir tabaka. Bugünkü sorunların nedeni 5. katın abileridir” dedi. Askeri vesayetin kaldırılmasından sonra kendi vesayetini kurmaya kalkışan paralel yapının gizli yönetim piramiti deşifre oldu. Fethullah Hoca Arşı dışında 7 katmandan oluşan paralel örgütün 5’inci katmanına kadar yükselen ve karanlık yapıya 25 yıl hizmet veren Dicle Üniversitesi’ndoen Prof. Dr. Ahmet Keleş, Fethullah Gülen Cemaati’nin bilinmeyenlerini tüm çıplaklığıyla STAR’a anlattı. Orta Anadolu Bölgesi’nde 1976 yılında ilk hizmet evini açanlardan biri olan Prof. Keleş, örgütün yönetim şemasını açıkladı: “Piramidin temelini halk tabakası oluşturur. İkinci ve üçüncü katta öğrenciler ve öğretmenler yani hizmet mensupları yer alır. Dördüncü tabaka ara kattır. Hem alt hem de yukarıya bağlantıyı sağlar. Beşinci, altıncı ve nihayet yedinci katlar hocaefendinin de içinde olduğu ‘örgüt ve teşkilat’ katlarıdır. Bu katlar ile altta yer alan ilk üç tabakanın arasında tanımlanamayacak derecede büyük bir fark ve zıtlık vardır. Zaten bugün anlamakta zorluk çekilen de budur.” Prof. Keleş, devletin tüm kurumlarında kadrolaşmayı başaran bu yapı dışındakilerin bu durumu kolay kolay anlayamayacağını belirtti. Hedefe ulaşmak için Anadolu’nun en zeki çocuklarını yıllarca toplayıp bu iş için eğittiklerini söyleyen Prof. Keleş “Net ve açık söylüyorum. Bu hareket sadece ve sadece devleti ele geçirmek için var oldu ve çalıştı” dedi. Fethullah Gülen’in dinle değil örgüt kurmakla uğraştığının altını çizen Prof. Keleş “O hiçbir zaman bir din adamı olmadı. Hatta din adamı olarak görülmekten de hoşlanmadı” dedi. Oluşturulan hizmet algısı ile her türlü şantajın, kumpasın caiz hale getirildiğini anlatan Keleş, Gülen’in sürekli beddua ettiğini belirtti. Fethullah Hoca’nın kendisini gelmiş geçmiş en büyük Veli, Fatih olarak gördüğünü de kaydeden Keleş “O tüm dünyayı fetheden ilk ve son Fatih olmaya kendisini inandırmıştı” dedi. -Cemaatle nasıl tanıştınız? Hizmet serüvenim 1973 yılında başladı ve 1998 yılında sonlandı. Ben kavram karmaşasına uğrayıp, anlaşılamama sorunu yaşamak istemiyorum. İlk kavram “Hocaefendi”. Benim kullanımımda bir övgü ya da imalı bir tahkir söz konusu değil. Tıpkı bir özel isimmiş gibi kullanacağım. Ali, Veli vs. gibi... Diğeri “Cemaat” sözcüğü. Bu sözcük ile şu anlamı kastediyorum: Yedi katmanlı bir piramitten oluşan bir yapının, en temelini ve esasını oluşturan halk tabakasını, öğrenciler ve öğretmenler gibi birinci, ikinci ve üçüncü tabakada yer alan hizmet mensuplarını kastediyorum. Çünkü dördüncü kat ara kattır. Hem alta hem de yukarıya bağlantıyı sağlar. Beşinci, altıncı ve nihayet yedinci kat, Hocaefendi’nin kendi katı, tabir yerindeyse onun Arşı, bu katlar artık kelimenin tam anlamıyla bir “örgüt ve teşkilat” katlarıdır. Bu katlar ile altta yer alan ilk üç katın arasında tanımlanamayacak derecede büyük bir fark ve zıtlık vardır. Zaten bugün anlamakta zorluk çekilen de budur. Alt tabaka ile üst kattakilerin niyeti aynı değil -Hizmet hareketi denince bizler neyi anlamalıyız? “Hizmet” dediğimde piramidin ilk üç katında yer alanların yaptıkları faaliyetleri kastediyorum. Bunlar, gerçekten Dinî, Ahlâki bir eğitim hizmeti vermektedirler. Yukarıdaki son üç kat ise bu ilk üç katın oluşturduğu toplumsal kabul ve değeri kendi “Örgütsel” hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar. Yani, alttakilerin niyeti ile üsttekilerin niyeti aynı değil. Bu büyük zıtlığı kamufle eden ve görünmemesini, anlaşılmamasını sağlayan figür ise Hocaefendi’dir. İşte bu iki zıt durumu birden temsil ettiği içindir ki ciddi çelişkiler sergilemekten kurtulamıyor. “Bu ne, bu ne” diye insanı hayrette bırakan halleri, sözleri ve davranışlarının nedeni bu zıtları temsilden kaynaklanmaktadır. Bu arada şunu da belirtmeliyim, ben aidiyet olarak hep zemin kata, halka mensup oldum ama beşinci kata kadar da yükselme imkânı buldum. Hazır bu kat meselesine girmişken bir hususu daha açıklığa kavuşturmakta yarar görüyorum. Beşinci kat, yurtiçi ve yurtdışı tüm hizmetlerin yürütüldüğü konuşulduğu ana meclisi oluştururdu. Hizmetin her meselesi burada ele alınır, müzakere edilir, karara bağlanır ve uygulama startı verilirdi. Altıncı kat ise, sadece Hocaefendinin bildiği ve takip ettiği “hayati hizmetlerin” yürütüldüğü kattı. Tabiri caiz ise Bakanlar Kurulu veya Milli Güvenlik Kurulu gibi bir kattı. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların failleri ve yürütücüleri bu katın mensuplarıdır. Bunlar da beşinci katın abileridir. Bu mukaddime ve kavramsal girişten sonra, asıl konuya geçebilirim. Ancak ben yine yüksek hoşgörülerinize sığınarak, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağına inandığım bir arka plandan bahsetmek istiyorum. -Nasıl oluyor da ülkemizde bu tür faaliyetler bu kadar taban ve destek buluyor? Bence asıl görmemiz geren nokta burasıdır. Çünkü bu nokta, ülkemizin geleceğini de yakından ilgilendiriyor. Cumhuriyet’in kurucu kadrosu çok önemli bir hususu gözden kaçırdı. O da bu topraklarda yaşayan insanların bin yıldan fazla bir dini geçmişi ve Müslüman kimliğinin olması gerçeği idi. Bu kimliği birden bire yok saymak veya yok edileceğini düşünmek, tıpkı bir fabrikada seri üretim yapıyor gibi toplumu modernleştirmeye kalkışmak son derece yanlıştı. Az sayıdaki elit tabaka hariç, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin büyük bir kısmında “Din elden gidiyor” algısı oluştu. Din elden gidiyorsa bu dine sahip çıkıp onun elden gitmemesini sağlayacak dini liderler mutlaka çıkacaktır. Siz böyle bir boşluk ve talep oluşturursanız bu boşluğu mutlaka birileri doldurur ve bu talebe arz eden de bulunur. Hele de bu toplumun kültürel belleğinde “Mehdi”, “Mesih”, “Müceddit” ve “Asrın İmamı” vs. gibi pek çok kurtarıcı figür varsa... Bu ünvan ile ortaya atılan herkesin oldukça büyük destek ve taraftar bulması kaçınılmazdır. Nitekim karşı karşıya olduğumuz durum tam da budur. Bir hiç iken kutsal bir davanın neferi olduk -Siz nasıl bir davet karşılığında cemaate katıldınız? Benim gibi bir Anadolu köylüsü, kendisini dışlanmış hisseden önemsiz gören biri, birden bire “dini kurtarma davasına gönüllü olma” gibi bir davet alırsa, bu davete hayır deme şansı yoktur. Nitekim ben de diyemedim. İşte toplumun bir kurtarıcı beklediği yıllarda Bediüzzamanlar, Süleyman Hilmi Tunahanlar gibi dini önderler bu beklentileri karşılayıp önemli bir altyapı kurdular. Tam da Hocaefendi gibi yeteneklerin, hatiplerin değerlendireceği, istedikleri gibi ekip biçebilecekleri bir zemin... Hocaefendi bu zeminden en iyi mahsulü kaldırmaya soyundu ve bunu da fevkalade başardı. İnsanlara; “Ey insanlar, gelin, sizi ümit ettiğiniz yere götürecek kurtarıcı benim, binin benim gemime sizi Hz. Muhammed limanına taşıyacağım. Acele edin vaktimiz dardır”, diye cami kürsülerinden 1970’lerde seslenmeye başladığında benim gibi Anadolu’nun gençleri koşarak gitti ve “Emret hocam hizmetindeyiz” dedi. Önce bu tarihsel koşulu görmemiz gerekir. Yoksa durup dururken insanlar bu dini cemaatlere katılıp onların peşinden gitmiyorlar. Orada büyük bir manevi değer ve anlam buldukları gibi, kendileri de aynı anda bir anlam ve değer kazanıyorlar. Bir hiç iken, birden bire kutsal bir davanın büyük bir eri haline geliyorlar. Bu azımsanacak ve kaçırılacak bir paye değildir. Biz de kaçırmadık... Darbe girişimini bizzat Gülen yürütüyor -Gülen ile nasıl tanıştınız? Ben, Hocaefendi’yi 1970 yılında tanıyıp, ardından birkaç yıl yaz kamplarına katılıp Orta Anadolu’da, 1976 yılında ilk hizmet evini açan kişiyim. 1998 yılında ise 28 Şubat süreciyle başlayan gelişmeler ile daha önceden dolmaya başlayan bardağımın taşması sonucu hizmetteki beraberliğime son verdim. Benim gibi bu yapıya içerden bakamayan, bakmaktan da öte bizzat o yapıyla bütünleşmeyen hiç kimse onu tanımlayamaz ve tam olarak anlayamaz. Bugün ülkemizde yaşanan kafa karışıklığı da bundan kaynaklanıyor. Bu yapı, sosyolojik kurallar ve kalıplar ile anlaşılmayı fazlasıyla aşan bir derinliğe, gizliliğe ve örgütlenme ağına sahiptir. İlginçtir, hizmetten kopuşumda büyük payı olan en önemli olay Hocaefendi’nin 28 Şubat’ta rahmetli Erbakan aleyhine yürüttüğü politika olmuştu. Bugün ki konuşmam da Başbakanımızın hükümetten düşürülmesine yönelik Hocaefendi’nin bizzat yürüttüğünde hiç kuşkum olmayan darbe girişimidir. Kendini dünyayı fetheden ilk ve son fatih sanıyor -Hareketin amacı tam nedir? Hocaefendi, kendisinin Üstad Bediüzzaman’dan sonraki görevli olduğunu, aynı zamanda kıyamete kadar kendisinden sonra da kimlerin görevli olacağını bildiğini, gözünü yumsa bunları bir bir sayacağını sıklıkla söylerdi. Hatta askerliği sırasında bir ara kendisine “Gayb” perdesinin açılıp kıyamete kadar nelerin olacağının gösterildiğini, bugüne kadar o gün gördüklerinden farklı bir gelişmeye şahit olmadığını da söylerdi. Kısaca “GÖREVLİ” olduğuna hem kendi hem de biz inanıyorduk. Ancak ona yakınlaştıkça fark ettim ki, Hocaefendi sadece görevli olduğuna değil, aynı zamanda gelmiş geçmiş en büyük Veli, en büyük Fatih ve en büyük Devlet Adamı olacağına da inanıyordu. Tüm planını ve stratejisini de ona göre kuruyordu. O tüm dünyayı fetheden ilk ve son FATİH olmaya kendisini inandırmıştı. -Cemaat ne zaman dünyaya açıldı? 80 ihtilalından sonra hizmet sadece öğrenci evi ve yurt açmayı bırakıp, resmi dershaneler ve okullar açmaya da başlayınca Hocaefendi bize; “Görüyor musunuz, Allah şer sandığımız şeyle bize nasıl farklı alanlarda hizmet imkânı açtı” derdi. Nihayet 90’lı yılların başında Rusya dağılınca rahmetli Özal’ın da büyük teşvikiyle Orta Asya’ya gidildi ve orada okullar açıldı. Hocaefendi dünyayı fethetmeye doğru önündeki engellerin bir bir kalktığını, açılan okullar sayesinde Rusya’yı fethettiği gibi bir gün Amerika’yı da fethedeceğini söylüyordu. Tabii kendisi Amerika’ya gidince konuşmalardan bu sözleri çıkarılıp sansür edildi. İlk Amerika’ya gittiği sıralarda cemaatin ilahiyatçı ağabeyleri, hadislerde geçen Kisra’nın “Beyaz Evi” olarak zikredilen İran sarayının Müslümanlar tarafından kıyametten önce mutlaka fethedileceğine dair haberleri Hocaefendi’nin “Beyaz Sarayı” fethetmesine bir işaret olarak yorumladılar. Cemaat artık Fetullah Hoca’yı, Amerika’dan tüm dünyayı fethetmeye giden Müslüman lider olarak algılıyordu. -Bu bir hayal ve ütopya mıydı? Bu bir hayal falan değildi. Bu inanılan ve uğrunda hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayan bir idealdi.Tüm hizmet tam da bu hedefe uygun olarak dizayn ediliyordu. Akıl almaz bir organizasyon vardı. Devletin bile tutamayacağı istatistikler tutuluyordu. Her yılın hizmet planı stratejik olarak planlanıyor, insan gücü, finansman desteği, siyasi destek vs. her şey inceden inceye planlanıyordu. Bu hareket eşi benzeri görülmemiş bir örgütlenme disiplinine ve düzenine sahiptir. Hedefe ulaşmak için tüm Anadolu’nun en zeki çocuklarını yıllarca toplayıp bu iş için eğittik. Bu hareket başka birşey için değil sadece ve sadece devleti ele geçirmek için varoldu ve çalıştı. Öyle hassas bir şekilde çalışıldı ki mesela, bu yıl kaç öğrenci evi açılacak, kaç yurt, kaç dershane, kaç okul ve diğer tüm hizmet alanları tek tek belirleniyordu. Ardından da öğrenciler hizmette duyulan ihtiyaç alanlarına göre üniversitelerde bölümlere yönlendiriliyordu. Ne kadar hukukçuya, öğretmene, doktora vs. ihtiyaç var ona göre başarılı öğrenciler üniversitelere yerleştiriliyordu. İşte bu sistemli çalışma doğru sonuçlar veriyor ve hizmet inanılmaz şekilde büyüyordu. Yurt genelinde ilgilenilen öğrencilere Hocaefendi’ye bağlılık derecesinin ölçüldüğü puanlar verilirdi ve buna biz “beşlik sistem” diyorduk. Hocaefendi hocalıkla, din adamlığıyla değil örgüt kurmak ve planlamakla uğraşırdı. O hiçbir zaman bir din adamı olmadı. Hatta din adamı olarak görülmekten de hoşlanmadı. Dine değil Hocaefendi’nin kaprislerine hizmet etmişiz -Taban bunu nasıl görüyor? Cemaat tabanında başından beri bir devlet düşmanlığı, ülkeyi yönetenlerin İslam düşmanı olduğuna ilişkin oluşturulmuş bir ön yargı ve ön kabul olduğu için, bu devleti ele geçirmek, onun içinde örgütlenmek kötü bir şey değil tam aksine harika bir şeydi. Biz din iman adına bir şeyler yaptığımızı sanıyorduk. Meğer yaptığımız şey, Hocaefendi’nin hırsına ve kaprislerine hizmet ve tam tersine İslam’ı ve Müslümanları dünya tarihinden silmek isteyen ne kadar şer güç varsa onların planlarına hizmet edip ondan bir parça haline geliyormuşuz. Toplanan himmetlerin yüzde 15’i hoca’nın kasasına teslim edilir -Para kaynağını nasıl açıklarsınız? Bu beslenmiş ve güçlendirilmiş inanç nedeniyledir ki Hocaefendi cemaate; “Bize bir gazete lazım” deyince gerekli finans anında sağlanıyordu. Samanyolu televizyonunun açılması için yurt genelinden özel kampanya ile yardım toplamıştık. Sadece benim görev yaptığım bölgeden 80 kilo altın sadece hanım kardeşlerimizin ziynet eşyalarından toplanmıştı. Nakit paralar hariç... Gerisini siz düşünün... Her vilayette kazalar da dâhil “Himmet” denilen yardım toplantıları olurdu. İnsanlar yıllık taahhütlerde bulunurlardı ve bu taahhütlerini bir yıl boyu öderlerdi. Memurlar için maaşlarının asgari yüzde 10’u istenirdi. Esnaflar zekatları da dâhil olmak üzere kazançlarının büyük bir kısmını verirlerdi. Tüm ülkede toplanan bu yardımların yüzde 15’i örtülü ödenek olarak nakde çevrilip Hocaefendi’nin özel kasasına teslim edilirdi. İşte Hocaefendi hediye ettiği altın saatleri, değerli tespihleri vs. hep bu paradan harcar. Tabii Amerika’daki seçim yardımlarını da... Miktarını sadece Hocaefendi bilir. İnsanlar bindikleri mütevazı arabalarını satıp himmet borçlarını ödediler. Oturdukları gecekondularının tapularını bağışladılar... Dünya tarihi böyle bir fedakârlığa, Asr-ı Saadet hariç başka hiçbir devirde şahit olmamıştır. -Peki, bu nasıl mümkün oldu? Hepimizin büyük katkıları ve tabii başta da Hocaefendi’nin vaaz ve nasihatleri sayesinde oldu. Böylece cemaatte öyle bir “Hizmet” algısı oluşturuldu ki, bu bir iman idi. Cemaat için artık “Hizmet” dendi mi akan sular duruyordu. Hizmet için ver dendi mi veriyorsunuz. Öl dendi mi ölüyorsunuz. Öyle güce sahip olmuştu ki, önüne Hizmet eklediğiniz her şey anında caiz hale geliyordu. “Hizmet” de ne istersen yap! Evet, işte bugün bu inanılmaz ve akıl almaz şeyler böyle oluyor. Amirin değil ağabeyinden emir alacaksın, hizmet budur dendi mi artık Cumhurbaşkanı da söylese o dinlenilemez. Hizmet de telefon dinle, Hizmet de kameraya çek. Hizmet de mahrem alana gir. Hizmet de başını aç. Hizmet de yalan söyle. Hizmet de rüşvet al. Hizmet de şantaj yap. Hizmet de... Ne yaparsan yap... İşte devletin içinde kılcal damarlara kadar böyle girilebildi. İşte devlet böyle “Klonlandı.” Bu hareketi kim engelleyebilir, kim bu hareketin önüne geçebilir ki?! Allah bu millete ve ülkeye merhamet etti de hareket ülkenin en güçlü siyasi iktidarına ve Başbakanına hamle yaptı. Bu girişim Başbakanımıza ve AK Parti hükümetine değil de başka bir iktidara karşı yapılmış olsa idi ülke kayıtsız şartsız Hocaefendi’nin örgütü tarafından yönetiliyor olurdu. Hoca da Gölbaşı’ndaki Beyaz Saray’ına oturuyor olurdu. 28 Şubat’ta ‘Hükümet düşecek herkes görevini yapsın' emri verdi -Sizin için kopuş ne zaman başladı? Rahmetli Erbakan, dişiyle tırnağıyla var ettiği Milli Görüş hareketi artık yavaş yavaş yerel yönetimler başta olmak üzere siyasi başarılara imza atmaya başlamıştı. Refah-Yol koalisyon hükümeti kuruldu. Müslümanların başarısından iç ve dış güçler rahatsızdı. Düğmeye basılmıştı ve Erbakan düşürülecekti. Tüm aktörler seçilmişti. Tabii baş aktör de her zaman olduğu gibi bizimkiydi... Komplolar devrede, medya devrede, asker devredeydi. Çağın çilekeş ve yılmaz adamına tezgah üstüne tezgah kuruluyordu. Karar verilmişti. Erbakan bitirilecekti. Erbakan’ı üstün başarısı nedeniyle zaten kendisine rakip gören ve yarış pistinden bir an önce diskalifiye edilmesini isteyen Hocaefendi için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Beşinci kat meclis toplantısındayız. Erbakan hoca hakkında atıp tuttu. “Bu adamlar mı İslam’ı temsil edecek” diye hafife alıp aşağılıyordu. Hatta bir ara öyle galeyana geldi ki; “Eğer İslam’ı bunlar temsil edecek ise yerin dibine batsın o İslam” diyordu. Kararını verdi. “Hükümet düşecek herkes görevini yapsın” dedi. Gazete ve televizyon hükümet aleyhine çalışacak. Belde imamları da başta askeri erkân olmak üzere devlet adamlarını ziyaret edecek ve bizim bu Milli Görüşçüler’le alakamızın olmadığı, bizim onlardan farklı Müslüman olduğumuz anlatılacak, Refah Partisi’nin ilgası için bize ne görev verilirse yapmaya hazır olduğumuz söyleyecekti. Bunu yerine getirmeyen tek kişiyim. Bu da benim sonumu getirecekti. Yine aynı yerde toplantıdayız. Hükümet direniyor. Elinde Zaman gazetesiyle geldi ve “Bir hükümeti düşüremeyen bu gazete yerin dibine batsın çıkarmayın daha iyi” dedi. Bu arada şunu hatırlamadan geçemem. Hani gündeme bomba gibi düşen “Beddua” var ya, Hocanın bedduası yeni değil, ilk defa yapıyorum demesine da bakmayın, zira ekseriya beddua eder. Ben Bandırma’da Ramazan himmeti toplantısında konuşuyorum. Gecenin geç vaktinde İstanbul esnafından ileri gelenler de gelmişlerdi onlarla sohbet ediyoruz. İçlerinden biri dedi ki, “hocam size bir müjdem var. Dün gece teheccüt vaktinde hacet namazı kıldık. Hocaefendi Erbakan’a öyle bir beddua etti ki, yerler gözyaşından ıslandı. Duadan sonra hocaefendi elini yüzüne sürerken dedi ki, hadi size müjde bir haftaya kalmaz Erbakan’a Fatiha okuruz.” Bunu bana müjde diye söylüyordu. Rahmetli Erbakan’ın ne kadar yaşadığı malum, bu son bedduayı dinleyince bazı arkadaşları arayıp dedim ki; “Sayın Başbakanımıza müjde verin inşallah ömrü çok uzun olacak, çünkü Fetullah Hocanın ölmesi için beddua ettiklerini Allah ona inat çok uzun yaşatıyor.” Fethullah hoca kavgayı bitirmez -Bundan sonra ne olur? Hiç tereddüt etmeden söylüyorum, Hoca bu kavgayı sonlandırmaz. Yurtiçinde ve dışında Başbakan’ı bitirinceye kadar durmayacaktır. Fakat burada şunu da belirtmeliyim ki, bu kavga Hoca ile Başbakan arasında süren bir kavga değildir. Bu Türkiye’nin geleceği ve Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğine dair uluslararası bir projenin kavgasıdır. Bu kavganın hiç kuşkusuz birinci tarafını Başbakanımız oluşturuyor. Dünya da bu lideri içeriden biriyle vurmak istiyor. Buna ise her zaman gönüllü olacak hazır kıta bekleyen bir aktör de var... Bu aktör bir taraftan kendi hesapları için buna hazır, diğer taraftan da ondan bu görevi isteyenlere karşı borçlu olduğundan hazır... -AK Parti’nin kurulmasına nasıl baktı? Hizmet yıllarında beraber olduğumuz çok değerli bir ağabeyimizin oğlu Amerika’da hem şirket işlerini yürütüyor hem de hizmetlerle ilgileniyordu. Tam AK Parti’nin kurulma günleriydi. O delikanlı anlattı. Şöyle dedi: “Hocaefendiyi ziyarete gitmiştik. Orda kendisine Tayyip Erdoğan’ın parti kuracağını sordular, nasıl değerlendiriyorsunuz, dediler. Tebessüm ederek şöyle dedi: “Ben söylemeyim Kuran söylesin, deyip kalktı Kuran’ı eline alıp rastgele açtı, (buna “Kuran ile Tefeül” denir), oradan bir ayet okudu, ayet güya “onlar hayal peşinde koşuyorlar” diyordu. Ardından da şöyle söyledi: Bunlar devlet yönetmeyi ne zannediyorlar. Devlet yönetmek belediye başkanlığına benzemez.” Daha parti kurulmadan bile o partiyi ve kurucusunu, hem de Kuran ayetiyle idama mahkum eden bir zatın bu harekete karşı nerede durduğu gayet açık ve nettir. Bu nedenle referandum da dâhil Hoca hiçbir zaman AK Parti’yi desteklememiştir. Oy vermek desteklemek değil çünkü... O askeri vesayeti devirmek için destekledi ve bu desteğin, gönülsüz desteğin bedelini de şimdi nasıl ödetiyor görüyorsunuz... GÜLEN'İN GEÇMİŞTE KRİTİK ÇIKIŞLARI ÖZAL'I SEMT İMAMI BİLE YAPMAM Rahmetli Turgut Özal’ın siyasi başarısından da fevkalade rahatsızlık duymuştu. Hatta bir sohbette kendi annesinin de Özal için böyle söylediğini aktarmış ve şöyle demişti: “Aklı anamın aklı kadar olanlar Özal’ı kurtarıcı sanıyor. Bizim hizmette olsaydı Özal’a semt imamlığı verir miydim bilmiyorum” dedi. ERBAKAN'A ÖLSÜN BEDDUASI Necmettin Erbakan’ı üstün başarısı nedeniyle zaten kendisine rakip gören ve yarış pistinden bir an önce diskalifiye edilmesini isteyen Hocaefendi atıp tuttu. Hatta “Eğer İslam’ı bunlar temsil edecek ise yerin dibine batsın o İslam” diyordu. “Hükümet düşecek herkes görevini yapsın” dedi. Biri anlattı: “Hocaefendi Erbakan’a öyle bir beddua etti ki, yerler gözyaşından ıslandı. Duadan sonra hocaefendi elini yüzüne sürerken dedi ki, hadi size müjde bir haftaya kalmaz Erbakan’a Fatiha okuruz.” BEDDUA VE ÖVGÜ Demirel için ne kadar beddualar ettiğimizi hatırlamıyorum bile... Ama bu açılım sürecinde Gazeteciler ve Yazarlar Birliği’nin düzenlediği ödül töreninde Süleyman Demirel’e hitaben; “Söz sultanının yanında söz söylenmez...” diyordu. Bir gece öncesinde söyledikleri ise ağza alınacak gibi değildi. Peki, bu nasıl oluyordu? TCK 163. Madde kalkmasın diye Özal’a rica etti -Nasıl bir karaktere sahiptir? Egosantrik bir karaktere sahip olan Hocaefendi, daha çocukken kendisinin büyük bir insan olacağına inanmış ve kendini hep öyle görmüştür. Bu düşüncesinden olmalıdır ki değer gören herkesi kıskanır ve ondan rahatsızlık duyardı. Bu nedenle, etrafındaki insanların, gözleri başarılı insanlara kaymasın diye sürekli onları küçümserdi. Örneğin, rahmetli Necip Fazıl için hep şöyle derdi; “bizim Abdullah Aymaz hoca ondan çok iyi yazar” derdi. Ama ne zaman ki Necip Fazıl üstat vefat etti, aynen şöyle diyordu: “İslam dünyası Sultan-ı Şuarasını kaybetti. Yeri dolmaz bir şair, hatip ve edipti.” Çünkü artık ölmüştü ve Hocaefendi için rakip olmaktan çıkmıştı. Rahmetli Özal ile ilgili bir bilgiyi daha sizinle paylaşmalıyım. Rahmetli, Müslümanların başının belası 163. Maddeyi kaldırmıştı. 163. Maddeyi kaldırmaması için Özal’a ne kadar ricacı olduğunu anlatamam. Hocaefendi’ye göre 163. Madde kalkarsa her sokak başında bir şeriat partisi kurulacaktı... İLAHİYATÇI PROF. AHMET KELEŞ’İN CEMAAT YILLARI Hizmet rotadan sapınca ayrıldım 1973’de bir yaz günü Fetullah Hoca’nın vaaz kasetini dinleyip, aynı yaz İzmir’e giderek kendisiyle tanıştım. İlk tanışmaya da beni, Eski İzmir Otogarı yanındaki camide görevli olan hizmetin en ünlü hocalarından Mehmet Ali Şengül hocam götürmüştü. Her yaz düzenlenen öğrenci yetiştirme kamplarına katıldım: Buca, Edremit kampları başta olmak üzere... Daha Ankara’da ilk hizmet evlerinin açılmaya başladığı yıldı. Meşhur Necati Bey Caddesi’nde açılan ilk hizmet evinde, hizmetin duayenlerinden ve hala da hizmetin kurmay ekibinden olan Naci Tosun’un ile irtibata geçerek Kırıkkale’de ilk öğrenci evini açıp hizmeti başlattım. Elinden tuttuğumuz isimler Arkasından çok kıymetli bir hizmet dostum ve arkadaşım olan (M. İ. B.) İle birlikte Yozgat ve civarında, kazalar dâhil evler ve yurtlar açtık. Sayın Ekrem Dumanlı Yozgat’ta ilk elinden tuttuğumuz gençlerdendi. Hizmete kazanılmasında bir ağabeyi olarak çok emeğim vardır ve bunu hiç unutmadığından eminim. Orta Anadolu’nun hemen her yerine gece gündüz koşarken, 1980 İhtilalı oldu. Hocaefendi’nin arandığı yıllar başladı. İhtilal bütün hesaplarımızı bozdu. 1983 de hem Kayseri’deki hizmetlerle ilgilenmem hem de bu arada bir fakülte okuyup askere gitmemem için Kayseri İlahiyat Fakültesi’ne girdim. 1983-1993 yılları arasında tam on yıl Kayseri ve çevresinde hizmette bulundum. Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan ile birlikte çalıştık. Kayseri ve civarında o kadar meşhur olmuştum ki, Kayseri’nin en büyük camii Sanayi Camii’nde vaaz ediyordum ve cemaat saatler öncesinden camiyi dolduruyordu. Kayseri’de hizmetler çok gelişince hizmetin az geliştiği yerlerden olan Balıkesir vilayetine tayinim çıktı. 1993 yılında orada göreve başladım. Bölge imamı olarak çalıştım. Hizmetten kopuş sürecim de burada başladı... Açılım süreçleri, siyasete girmeler ve 28 şubat... 1998 yılında Hocaefendi Amerika’ya gitmeden... Kendisine yapılan yanlışları ve hizmetin rotasından saptığını söyleyerek hizmet yolculuğuma son verdim. Yoksa hamdolsun biz her an Allah yolunun hizmetkârlarıyız... Rektörlüğe aday oldum Cemaatten ayrılınca bana Balıkesir’i acilen terk etmem söylendi. Gidecek yerim yoktu. Hiçbir sosyal güvencem vs. yoktu. Sadece Kayseri’de yaptığım doktoram vardı. Bana seni Diyarbakır’a aldıralım, başka hiçbir yere giremezsin, dediler. Gerçekten de giremedim. En son 1998 Eylül’ünde Diyarbakır’da İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalında Yardımcı Doçent olarak göreve başladım. 2004’te doçent, 2009’da da profesör oldum. 2012 yılında bir garip olarak gittiğim Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi Rektörü adayı oldum.

Reşat Nuri Erol
17.03.2014
10:27

'O galiz tabirleri ehli küfür bile kullanmadı' Fethullah Gülen Hocaefendi: Yakıştıramadım Fotoğraflar: Selahattin Sevi ZAMAN MANŞET FOTOĞRAFLAR: SELAHATTIN SEVI EKREM DUMANLI 17 Mart 2014, Pazartesi Fethullah Gülen Hocaefendi, uzun süren sessizliğine son verdi ve kamuoyunda çok tartışılan konularla ilgili ilk kez konuştu. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasından Ergenekon tahliyelerine, kendisine yöneltilen iftira ve hakaretlerden 30 Mart yerel seçimlerine kadar herkesin merak ettiği soruları içtenlikle cevapladı. 5 gün sürecek röportajımızda, Hocaefendi’nin Türkiye’nin bu zor döneminde yaşanan hadiseler karşısındaki duygu ve düşüncelerine şahitlik edeceksiniz. Röportaj için yanına gittiğimizde mahzundu, kederliydi ama mehip duruşundan bir milim sapma yoktu. Belli ki yakışıksız laflardan incinmişti ama o burkuntu zerre miktar ümitsizliğe dönüşmemiş; tam aksine zifiri karanlığın akabinde doğacak bir güneş için dua ediyordu. Zaman içerisinde her şeyin aydınlanacağına inancı tamdı. “İftiraya maruz kalma, komplolarla karşılaşma her zaman bu yolun yolcularının kaderi olmuştur ve olmaya da devam edecek. Zaman içinde basiret ve feraset her şeyi silip-süpürüp atmıştır. Basiret karşısında, hiçbir komplo, hiçbir iftira tutunamaz.” dedi ve ekledi: “Keşke bu komplo ve vehimlere kendilerini kaptıranlar, gittikleri yolu Kur’an ve sünnetin ışığında gözden geçirmeyi bir deneselerdi...” Her tartışmalı meselenin Cemaat’e mal edilmesinden rahatsızdı. Kamuoyuna izah edilemeyen her hususu Cemaat’e yıkma ve kendini temize çıkarma gibi bir refleksin var olduğuna dikkat çekti. ‘Orduya kumpas’ iddialarını, birilerinin ayak oyununa benzetti. Hangi şartta olursa olsun, hukuktan ve evrensel değerlerden yana taraf olmanın önemine değindi. Son dönemde zat-ı âliniz hakkında akla hayale gelmeyen yalan ve iftiralar atıldı. Ağır sözler kullanıldı. Bu ithamlara sizin tabirinizle sükût durdunuz, cevap vermediniz? Elbette çok üzüldüm, canım sıkıldı. Ellerindeki hangi delile dayanarak bunları kendilerinden emin bir şekilde telaffuz ediyorlar, doğrusu çözemedim. Burada ifadeden kaçınacağım o galiz tabirleri, atf-ı cürümleri, mü’minlere karşı ehl-i küfrün bile tarih boyunca kullandığını hatırlamıyorum. Kullananlara asla yakıştıramadım. Yalan söylüyorlar demeyeceğim. Hilâf-ı vâki hususlarla insanları yanıltıyorlar demeyi tercih edeceğim. Ama şöyle teselli buldum kendi kendime: Her dönemde, hususiyle fitne zamanlarında, insanlar karalanmış, mü’minlerin onuruyla oynanmış, bu arada mevzuun künhüne vakıf olamayan insanlar da o günaha, bilerek-bilmeyerek, ortak olmuştur. Biz kimiz ki... Aişe Validemize asr-ı saadette iftira atanlar oldu. Daha ötesi, mülhidler Allah’a iftiralar attılar. Kur’an’da kaç yerde bu iftiralardan bahsediliyor. Hâşâ, “Allah evlât edindi”; hâşâ “Melekler Allah’ın kızlarıdır” diyorlar. Cenab-ı Hakk’a karşı nâbecâ-nâsezâ bu ifadeler benim her zaman rikkatime dokunur. Şimdi bunu Allah’a, peygamberlere, Cenab-ı Hakk’ın veli kullarına yapmışlar. Sonra günümüzde bir kısım müminler benim gibi bir kıtmire yapmış. ‘Çok mu?’ diyor ve teselli oluyorum… Herkes kendi karakterinin gereğini yerine getirir. Zulmetme kabiliyeti olanlar zulmederler. Sizin üslubunuzda ısıran dişler olmadığı için ısıramazsınız. Böylesi daha iyi. Varsın onlar zulmetsinler, zulme devam etsinler, biz de temkin ve teyakkuz içinde istidadı olanlara Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretini dileyelim, yanlış yolda yürümeden onları kurtarmasını isteyelim. İftiraya maruz kalma, komplolarla karşılaşma her zaman bu yolun yolcularının kaderi olmuştur ve olmaya da devam edecek. Zaman içinde basiret ve feraset her şeyi silip-süpürüp atmıştır. Basiret karşısında, hiçbir komplo, hiçbir iftira tutunamaz. Keşke bu komplo ve vehimlere kendilerini kaptıranlar gittikleri yolu Kur’an ve sünnetin ışığında gözden geçirmeyi bir deneselerdi... Sıkça müracaat ettiğiniz şu mısralar bugünü izah etmeye kâfi midir? “Dost bî-vefa felek bî-rahm devran bî-sukûn / Dert çok hem-derd yok düşman kavî tali’ zebûn...” (Fuzuli) Arkadaşlarımızın neredeyse tamamı vefalarını ortaya koydu. Hatta onca tezvirata rağmen arkadaşlarımız, dostlarımız arasında sarsıntı neredeyse hiç yaşanmadı. Ne var ki gönül, herkesin kendi kamet-ü kıymetine denk davranmasını istiyor. Bazen bu beklenti tastamam tahakkuk etmiyor. Yaşını başını almış, güngörmüş bazı kadim dostlarımızın hakperestlik adına ortaya çıkıp bir şeyler demesini beklemeye hakkımız var mı bilemiyorum. Ancak en azından şunu demekle iktifa edeyim: İyi gün dostu olmayı bazı insanlara yakıştıramadım. Fakir için canını vermeye hazır olduğunu söyleyen bir insan vardı. 12 Mart’tan sonra hapisten çıktık, Bozyaka Yurdu’nu yeni yapıyorduk, bunları tamamlayalım dedim. “Hocam, Allah aşkına beni karıştırmayın!” demişti. Böyle çetin dönemlerde savrulmamak çok önemli. Herkes karakteri kadar. Gönül koymamalı, kim başını öne eğecek kim mahcup olacak zaten öbür dünyada belli olacak. Biz ahiret için bunlara katlanıyoruz. Biz ebediyete talibiz. Ebediyete talipseniz ‘dünya-yı dûn’a teveccühe değmez. Biz, bize olan hakkı helal ettik. Yedi cihan duysun. Ama tecavüz edilen şeylerde dinin hakkı varsa, mukaddes emanetin hakkı varsa, onu elbette sahibi sorar. Hiç ummadığı yerde mütecaviz, tepetaklak olur. Onu da istemeyiz aslında çünkü insanın gönlü gül gibi olmalı. Beyanı da gül gibi olmalı ki, gezdiği yerlerde ıtriyat koksun. CEKETİN HİKÂYESİ: Fotoğrafta üzerinde görülen ceketi Hocaefendi, 1999’da Türkiye’den ayrılırken giymiş. Döneceği gün için sakladığı ceketin cebinde o gün okuduğu Cevşen de duruyor. Darbelerde gördüğümüzden on kat fazla zulüm var 28 Şubat’ın en önemli mağdurlarından birisiniz. Tarihin görmediği bir medya lincinin akabinde hakkınızda dava açıldı ve 8 yıl yargılandınız. Varlıklarını size karşıtlık üzerine bina eden bir grup, 28 Şubat’a destek verdiğinizi iddia ederek yeni mağduriyetlere kapı açmaya çalışıyor. Bugün de aynı şeyi tekrar yaşıyorum hissine kapılıyor musunuz? Bu türlü bir cendereyi defalarca yaşadık. 12 Mart Muhtırası’nda ‘devlete sızmak’ suçlamasıyla 6 buçuk ay hapis... 163. madde o günlerde, rahmetli Özal kaldırıncaya kadar bir giyotin gibi Müslümanların başındaydı. 12 Eylül’de (1980) 6 sene bir şakî gibi takip edildim. Baskınlar yapıldı. Arkadaşlarımız taciz edildi. Bir açıdan baktığımızda darbe ve tarassut altında yaşamak bir hayat tarzı haline geldi. Şu an gördüğümüz şey askerî darbelerde gördüğümüzden 10 kat daha fazladır... Her şeye rağmen müşteki değilim. Bu defa sivillerin eliyle, aynı kıbleye yöneldiğimizi düşündüğümüz insanlar tarafından benzer bir muameleye uğruyoruz. Bunun ekstra acısı olmadığını söylemek hilâf-ı vaki beyan olur. Ama “Bu da geçer ya Hû” deyip sabretmekten başka bir şey elimizden gelmiyor. 28 Şubat’ta daha büyük antidemokratik hadiselerin zuhur etmemesi için çırpındım Sizin 28 Şubat döneminin başbakanı Necmettin Erbakan ve hükümetin süreci yönetmesiyle ilgili eleştirileriniz hatırlatılıyor. Ve darbeye destek verdiğiniz iddia ediliyor... Refah Partisi’nin seçimlerden birinci çıkmasıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde bir hareketlenme olduğu hemen herkesin şahit olduğu bir husustu. Bulutlar toplanmaya başlamıştı ama henüz fırtınaya dönüşmemişti. Ankara’da rahmetli Yavuz Gökmen ve Fehmi (Koru) Bey’i hatırlıyorum. Fatih (Çekirge) Bey vardı. O arkadaşlarla da bu his ve duyumlarımı paylaştım. Çok haksız ve seviyesiz tepkilere muhatap oldum. Halbuki başkaları da vardı tehlikeyi gören. Susurluk Skandalı’yla birlikte oluşan toplumsal tepkiyi kendi hesabına değerlendirenler darbeyi fiiliyata koyduğunda iş işten geçmişti. Susurluk’la ilgili MİT’in hazırladığı rapora son anda fakirin ismini eklemişlerdi. Bunun kimlerin eliyle yapıldığını sonraları duysam da mü’minleri tân etmedim, içime gömdüm. Sonra 28 Şubat yaşandı. Ve o malum bildirinin ikinci maddesi, okulların Tevhid-i Tedrisat çerçevesinde devletleştirilmesini talep ediyordu. Gerilimin had safhaya çıktığı o dönemde milletimiz adına en az zararla kurtulmanın yollarını ararken birçok insan gibi erken bir seçimin çare olabileceğini telaffuz ettim. Yeni bir seçim kanunu ile erken seçime gidilmesi gerektiğini dile getirdim. Bunu sadece fakir söylemedi; Korkut Özal başta olmak üzere birçok isim de aynı kanaati ifade etti. Hatta o gün hükümeti destekleyenlerden de böyle düşünen ve manşet atanlar vardı. Arşivlere girilirse kimin ne söyleyip yazdığı görülür. Şu husus da vardı. Ülkede oluşan darbe havasını o günün Çalışma Bakanı rahmetli Necati Çelik Bey’e anlattım. Şahitlerim de var. Alaeddin Kaya Bey ve Melih Nural Bey o görüşmede beraberdiler. “Hükümeti bertaraf etmeyi planlıyorlar...” dedim. Anti-demokratik bir hadisenin zuhur etmemesi için çırpınıyordum. Necati Bey endişelerimi heyecanla dinledi, kalktı gitti. Rahmetli Erbakan Hoca’ya durumu nakletmiş. Fakat oradan ‘hadisenin önüne geçelim’ şeklinde bir yaklaşım sergilenmedi. Tansu (Çiller) Hanım’a da yaklaşan tehlikeyi anlatmaya çalıştım, olumsuz gelişmeleri naklettim. Tansu Hanım, “Hocam, itidalli olalım” deyince üzüldüm. Teferruata girmedim. Kimseye bir şey anlatamadığımı görünce, günümüzde yakın coğrafyamızda yaşanan hadiselere benzer bir hadisenin önüne geçebilmek için bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. “Erken seçim” oyunları bozabilirdi Kimseye ‘beceremediniz’ demek haddim değil. Herkese, hele de milleti temsil konumunda olanlara belli bir hürmeti muhafaza ettiğime herkes şahittir. O gün Hz. Ebubekir ve Ömer bin Abdülaziz gibi büyük kametlerden örnekler vererek idareden çekilmenin zül olarak addedilemeyeceğini anlatmaya çalıştım. Eğer sine-i millete dönmek daha büyük badireleri önleyecekse -ki bu 27 Mayıs için, 12 Eylül için de söylenebilir- tercih edilmeli. Nitekim 27 Nisan Muhtırası’ndan sonra AK Parti hükümeti, bir hafta içinde erken seçim kararı alarak bu badireyi atlatmıştı. 28 Şubat’a benzer usullerle devrilmeye çalışılan iktidar, sine-i millete dönerek, sandığı ortaya getirerek oyunu bozmuştu. Benim de söylediğim buydu: “Seçim kanununu değiştirerek ülkeyi erken seçime götürün.” Şunu arz etmede fayda mülâhaza ediyorum. O günkü Susurluk Raporu’na ve 28 Şubat Bildirisi’ne iyi bakılırsa, cuntanın öncelikli hedeflerinden birinin bu Hareket olduğu görülür. Sonra yaşadıklarımız, niyetin tahakkuk ettirilmesiydi. Bunun aksini iddia etmek insafa sığmaz, hakikate de münafi. İzah edilemeyen her şeyi Cemaat’e yıkmak gibi bir refleks var Daha önceki görüşmelerimizde “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçiriyor...” iddialarını tuhaf karşıladığınızı, bunu anlamakta zorlandığınızı ifade etmiştiniz. Ortaya çıkan yeni bilgiler çerçevesinde bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Evet. Fenerbahçe güzide bir kulübümüz. Müşahede ettiğim kadarıyla yönetimi, seyircisi ve taraftarıyla çok ciddi bir kenetlenme içinde. Bu imrendirici bir durum. Bundan kim rahatsız olur ki? Ben Galatasaray, Avrupa’da muvaffak olduğunda çok sevinmiş iftihar etmiştim. Gönül ister ki Beşiktaş, Trabzonspor ve diğer takımlarımız da başarılarına yeni başarılar ilave etsin. Dünyada kendinden söz ettirsin. Fenerbahçe’yi ele geçirme, Galatasaray’ı ele geçirme gibi teşebbüsleri siyaset harici emellerle nasıl izah edeceksiniz? Kamuoyuna izah edilemeyen her hususu Cemaat’e yıkma, kendini temize çıkarma gibi bir refleks var. Şimdi ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında bunun da bir iftira olduğu anlaşıldı. ‘Kumpas’ lafzı, bir ayak oyunuydu Başta Ergenekon davası olmak üzere toplum tarafından yakinen takip edilen davalarda geniş çaplı tahliyeler yaşandı. Nasıl değerlendirirsiniz? Kanun nizam ne gerektiriyorsa hukuk ve yasalar ne diyorsa, onun yanında oluruz. Kumpas lafzı, bir ayak oyunuydu. Kendi yaptıklarını Cemaat’e fatura etmeye kalktılar. Bir kişi için Meclis’i toplayıp yasa çıkardılar. Aynı duyarlılığı bu insanlar için de gösterebilirlerdi. Tahliye başka, yargı süreci başka. Yargılanmaları devam ediyor. Hukukun kararını saygıyla karşılamak lazım. Biz hep hukuktan yana, evrensel değerlerden yana olduk. Yine öyle olacağız. En zor anlarda taarruza maruz kaldığımızda bile hukuka saygıda kusur etmemek lazım.

Reşat Nuri Erol
17.03.2014
10:28

Fethullah Gülen’e ben ne sorardım?

16 Mart 2014 Pazar

Levent Gültekin

Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı Fethullah Gülen’le bir röportaj yapmış. Neler konuşuldu henüz bilmiyoruz. Fakat, Ekrem Dumanlı’nın Gülen’e olan yakınlığı ortada. Bu yakınlığın bazı önemli soruların sorulmasını engelleyeceğini düşünüyorum. İnşallah yanılırım. Röportajın duyurularını görünce, “acaba neler sorulmuştur” diye düşündüm. Fethullah Gülen’le röportajı ben yapsaydım şu soruları sorardım. Önce, kendimle ilgili özel bir soru: • Fethullah bey, Türkiye’de sizin yetiştirdiğiniz insanlar, binlerce kişinin telefonlarını dinlemekteler. En azından, bu konuda yaygın iddialar var. Telefonu dinlenenlerden biri de benim. Beni niçin dinlediniz? Neyi merak ediyordunuz? Önünüze gelen dinleme kayıtlarında işinize yarar bir ifade mevcut mu? Şimdi hepimizi ilgilendiren konularla alakalı sorularım: • Fethullah Bey, yayınladığınız taziye mesajlarında Burak Can ve Ahmet Küçükdağ’ın Sünniliğine değinmezken, Berkin Elvan’ın Alevi kimliğine vurgu yaptınız. Neden? • Taziye mesajınızda Burak Can ve Ahmet Küçükdağ’a rahmet dilediniz. Ama Aleviliğine vurgu yaptığınız Berkin Elvan’a rahmet dilemeyip sadece üzüntülerinizi belirttiniz. Niçin? • Yolsuzluklara karşı çok hassas olduğunuzu gözlemliyoruz. Aynı hassasiyeti Deniz Feneri davası için neden göstermediniz? Savcıların görevden alınmasına niçin ses çıkarmadınız? • Cemaatinizin yayın organları son üç yıldır sistematik bir şekilde İran ve Şia aleyhtarlığı yapıyor. Mezhep savaşının bütün Ortadoğu’yu yakıp yıktığı bir dönemde Cemaat’in Şia karşıtlığının amacı ne? • Hıristiyanlara, Musevilere hoşgörü gösterip, diyalog kurdunuz. Olumlu bir hava yayıldı. Benzer hoşgörüyü Şia’ya neden göstermiyorsunuz? • Emek verip büyüttüğünüz cemaatiniz, son zamanlarda ses ve seks kasetleriyle anılır oldu. Toplumun önemli bir kısmı, bu işleri cemaatinizin yaptığına inanıyor. Ahir ömrünüzde böyle algılanmak sizi düşündürmüyor mu? • Fethullah Bey, Türkiye’de insanlar sınav sorularını cemaatinizin çaldığına inanıyor. Gerçek olmasa bile, sizin öyle bir şey yapabileceğinize inanılmasını nasıl izah edeceksiniz? Bu algıyı değiştirmek için niye en küçük bir çaba göstermiyorsunuz? • Devletin önemli kadrolarında yer alan mensuplarınız, bağış adı altında zorla kurban yardımı ve burs topluyor. Bunun dindeki yeri nedir? Zorla alınan bağış haram sayılmaz mı? • Dine hizmet amacıyla yola koyuldunuz. Cemaatinizin zirveye çıktığı bir dönemde dinin imajı yerle bir oldu. Dine, dindarlara olan güven kayboldu. Buradaki zıtlığı neyle açıklıyorsunuz? • Siz kazanıp büyürken, din ve dindarlık değer kaybetti. Sizce neden? • Muta sempozyumu düzenliyorsunuz. Size yakın insanlar, sosyal medyada her gün birilerinin özel hayatıyla alakalı iddialar yayınlıyor. İnsanları kasetle tehdit ediyorlar. Özel hayata olan bu yoğun ilgi nereden kaynaklanıyor? İnsanların mahrem ilişkilerine müdahil olmak, bunu kavga malzemesi yapmak sizce de ayıp ve utanılacak bir davranış değil mi? • Sık sık demokrasi, özgürlükler, çoğulcu toplum vurgusu yapıyorsunuz. Fakat sahibi olduğunuz NT mağazalarında yüzlerce yazarın kitaplarının satışı yasak. Bunu nasıl izah ediyorsunuz? • Anladık ki Şefkat Tepe’nin senaryosunu siz yazıyorsunuz. Sizin gibi dünya görmüş, entelektüel, gönül ehli birine o senaryo ve düzey yakışır mı Allah aşkına? • Peygamber efendimiz ile sık sık görüştüğünüz söyleniyor. Sakıncası yoksa bu görüşmeleri nerede gerçekleştirdiğinizi açıklar mısınız? Pensilvanya’da mı yoksa Medine’de mi? • Ergenekon, Balyoz gibi davalarda ve son 17 Aralık operasyonu sürecinde benimsediğiniz tarz ve tutum gösterdi ki devlet işlerinde başarılı olamadınız. • Siyasetten bütünüyle uzaklaşıp, yüzünüzü eskisi gibi topluma dönmeyi ve ülkeyi ferahlatmayı düşünüyor musunuz? Cemaat ile alakalı daha birçok iddia var. Bunların hepsi doğru olmasa bile algı böyle. Korkunç olansa, toplum, Cemaat’in bu kötülükleri yapabileceğine ihtimal veriyor. Belki bu sorulara cevap gelmeyecek. Fakat, Gülen Cemaati bir özeleştiri yapmalı. Bu iddiaları açıklığa kavuşturmalı. Kendine yeni ve sağlıklı bir rota çizmeli. İnsanlara güven telkin edecek netliğe ve sadeliğe kavuşmalı. Biliyorum sorular ağır. Ama kabul edin ki bu soruları ağır yapan ben değilim, Cemaat’in icraatları.





Sayı: 248 | Tarih: 16.03.2014
Yusuf Kaplan
Kutuplaşma değil kucaklaşma zamanı!
Tevatür ve mütevatir
1242 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Normal/Anormal
Safmışız, safmışız
1107 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Hüseyin Gülerce
Pişmanlıklar fayda etmeyecek...
Çatışma Düzeni
1069 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas
Mehmet Barlas
İktidar alternatifi bir parti çıkınca sular durul
Yeni bir parti sorunu çözer mi?
1038 Okunma
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
Sohbet
AKEVLERİN ZAFERİ
1024 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle