İstihbaratı çok seven dindarlar
1167 Okunma, 1 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

21.02.2014

KAVGA nereden çıktı?

MİT’ten çıktı.

*

Hükümet de bayılıyor MİT’e.

Cemaat de.

İlle de ele geçirmek istiyorlar MİT’i.

MİT’e tam egemen olmadan iki taraf da bir türlü yatışamıyor.

*

Bir zamanların sivil, dayanılmaz ve radikal dindarlarına bakıyoruz:

Her biri maşallah birer “küçük Hakan Fidan” olmuş durumda.

Yediden yetmişe tüm “Cemaat” erbabına bakıyoruz:

MİT diyorlar, başka da bir şey demiyorlar.

*

MİT çok önemli her iki taraf için...

Çünkü takip eden taraf olmak istiyorlar.

Çünkü telefonları dinleyen taraf olmak istiyorlar.

Çünkü gizli operasyonlar çeken taraf olmak istiyorlar.

Çünkü vatandaşın nefes alışını bile izleyen taraf olmak istiyorlar.

*

Bunlar her ağızlarını açtıklarında...

“Muhaberat devleti kabul edilemez” ya da “Baas tipi yapılanmaya geçit yok” falan diyorlardı ya...

Yaşananlara bakınca anlıyoruz ki...

Aslında şunları söylemek istiyorlarmış:

Bize ait olmayan muhaberat devleti kabul edilemez.

Başında biz yoksak Baas tipi yapılanmaya geçit yok.

*

Devletin sürekli bir takip halinde olmasından, devlet istihbaratının karanlık odalarda gizli operasyonlar planlamasından, devletin vatandaşın nefes alışını bile izlemesinden, devletin halkını fişlemesinden şikâyet etmeleri hikâyeymiş.

Şimdi görüyoruz ki...

Asıl şikâyetleri şuymuş:

Bunları neden biz yapmıyoruz? Bunları neden başkaları yapıyor?

*

Kavga nereden çıktı?

MİT’ten.

*

Hükümet işte bu yüzden MİT’e abanıyor.

Amaç şu:

Kavganın çıktığı yeri “tek hükümran” yapıp Cemaat’e karşı nihai zaferini ilan etmek...

*

Kısacası...

Gitti İslamcılık.

Geldi istihbaratçılık.

Mübarek olsun muhteremler.

Hayırlı Baaslar size...

Hayırlı muhaberatlar...

Yazının tamamı için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25857671.asp

 

Yorum:

Tecessüs

Kuran tecessüsü yani casusluğu yasaklar. Biri hakkında gizli bilgiler elde etmek yoktur İslamiyet’te.

İşte Kuran ehli olup Kuran’ı sadece bir hattatın hattı gibi görenlerin sonudur bu. Daha da kötüsü gün gelip bu uygulamaların kendi aleyhlerine döneceğini düşünememeleridir. Sanki her zaman iktidarda kalacaklar. İlelebet koltuktan inmeyecekler ya. Oysa tarihe bir baksalar yeter. Kim iktidarı elinden bırakmamış? En kanlı diktatörler bile kanlı şekillerde indirilmiş.

Yapmaları gereken hakkı getirmek oysaki. Kuran ne diyorsa onu yapmak. O zaman o kadar rahat olacaklar ki. Oysa ne yapıyorlar?

Zulüm düzeninin gereklerini yerine getiriyorlar. Sürekli karşı tarafın açıklarını bulup onu yere yıkmak için çabalıyorlar. Karşı tarafı batıl, kendini hak görüyor ve batılı yok edip kendilerinin galip geleceğini sanıyorlar. Hatta kendilerine karşı taraflar üretiyorlar. Oysa Kuran’a aykırı yaptıkları her şey ayaklarına dolanacak ve yalnızca kendilerine zarar vermekten öte gitmeyecektir.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
27.02.2014
19:43

Gülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olay Fethullah Gülen'in ilk talebesi ve halefi olarak düşünülen Latif Erdoğan, cemaatten nasıl koptuğunu iki örnekle anlattı. Gülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olay Gülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olayGülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olayGülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olay Esnaflardan daha fazla para almak için himmet toplantısında yalan söyleyen sorumlu abiden sonra, cemaatten koptuğunu anlatan Erdoğan, başından geçenleri ayrıntılarıyla açıkladı. Cemaatten ayrıldıktan sonra evinin dinlendiğini söyleyen Erdoğan, hareketin ailesini kendisine karşı kullandığını açıkladı. Latif Erdoğan, cemaatteki değişimi "Eskiden, iman, ibadet, takva, züht, kardeşlik gibi argümanlar öne çekilirken, daha sonra ekonomik kavramlar yönlendirici noktaya yerleşti." sözleriyle açıkladı. Cemaatin uluslararası güçlerin gönüllü taşeronluğunu üstlendiğini söyleyen Erdoğan, cemaat tabanının seçimlerde CHP yerine AK Parti'yi tercih edeceğini ileri sürdü. TARAF'IN İDDİASI : GÜLEN İÇİN KIRMIZI BÜLTEN (TIKLA OKU) Fethullah Gülen'in ilk talebesi olan ve uzun yıllar Gülen'in halefi olarak kabul edilen Latif Erdoğan otoriteye baş kaldırarak iki yıl önce Cemaat ile yıllarını ayırdı. 40 yıllık hizmetinden sonra ailesinin kendisine karşı kullanılmasına isyan eden Latif Erdoğan, Gülen Cemaati'nin kamuoyu tarafından bilinmeyen yönlerini Sabah gazetesine anlattı. CEMAATTE ÖNEMLİ BİR YERİ VARDI Latif Erdoğan isminin Gülen Cemaati içinde özel bir önemi var. Fethullah Gülen'in İzmir'deki vaizlik döneminde ilk talebesi olan Latif Erdoğan uzun yıllar Cemaat içerisinde Gülen'in halefi olarak bilindi. İslam Enstitüsü mezunu Latif Erdoğan tam 40 yıl Gülen Cemaati'nin her kademesinde önemli görevlerde bulundu. Şemsettin Nuri müstear ismiyle Sızıntı Dergisi ve Zaman Gazetesi'nde yıllarca yazılar yazdı. Fethullah Gülen'in hayatının anlatıldığı, yüzbinlerce insana ulaşan "Küçük Dünyam" kitabı da Latif Erdoğan tarafından kaleme alındı. ESKİ AKP'Lİ VEKİLİN KORKUNÇ ERDOĞAN PROVOKASYONU ORTALIĞI KARIŞTIRDI (TIKLAYIN) İLK İTİRAZ EDEN O OLDU Fethullah Gülen'in üslubunu andıran hitabeti ile Gülen Cemaati'nin konferanslarının ve himmet toplantılarının vazgeçilmez ismi oldu. Latif Erdoğan iyi bir hatip olmasının yanısıra önemli kitap çalışmalarına da imzasını attı. Kitap fuarlarındaki imza günleri cemaat gönüllüleri ile doldu taştı. Gülen'in ilk talebesi, halefi ve en yakın dostu olmasına rağmen Gülen'in otoritesine ve yanlış kararlarına ilk itiraz eden isim oldu. İtirazlarını yoğunlaştırınca önce yurtdışına gönderildi. Bir süre yurtdışı hizmetlerde görev alan Erdoğan, dönüşünde Zaman'dan uzaklaştırılarak Bugün Gazetesi'nde yazmaya başladı. Gülen'i açıkça eleştiren bir isim olarak bu yazarlık dönemi de çok uzun sürmedi. Cemaat politikalarına itirazlarını sürdürünce Gülen hareketinden tamamen dışlandı. Bir süre inzivaya çekilen Erdoğan bu kez Akit Gazetesi'nde köşe yazılarına başladı. Yazılarında Gülen Cemaati'ni hedef almaktan özenle kaçınırken 17 Aralık polis-yargı darbesinden sonra sessizliğini bozdu. Hem köşesinden hem de Twitter üzerinden cemaat tabanına önemli mesajlar verdi. Latif Erdoğan ile Gülen Cemaati'ndeki ilk kırılmaları, Fethullah Gülen ile hangi konularda fikir ayrılığına düştüklerini, 7 Şubat MİT operasyonu ve 17 Aralık darbesi konularındaki görüşlerini sorduk. Sorulamıza içtenlikle cevap verirken cemaat terbiyesi gereği Fethullah Gülen'den Hocaefendi sıfatıyla bahsetmesinin daha uygun olacağının ısrarla altını çizdi. YILMAZ ÖZDİL : ALO BABACAĞIM YAZI GÜNÜN PAYLAŞIM REKORUNU KIRDI (TIKLAYIN) HİZMET KUDSİYETİNİ KAYBETTİ, BAŞLANGIÇTAKİ HEDEFLERİN İÇİ BOŞALTILDI -Latif bey Fethullah Gülen ile nasıl tanıştınız? Hocaefendiyi, 1967 yazında, Kestanepazarı adıyla bilinen İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği'ne ait bir eğitim kurumuna öğrenci kimliğiyle girdiğimde tanıdım. Kendileri o kurumun müdürü idiler. Ayrıca aynı kurumun bitişiğindeki camide vaizlik görevini ifa ediyorlardı. -Gülen Cemaati'ni nasıl tanımlıyorsunuz? Geçmişten günümüze düşündüğünüzde konuyla ilgili neler söylemek istersiniz? Hocaefendinin, kendisini, doğru bildiği doğrultuda bir ülküye adadığında hiç kuşku yoktur. Bu ülkü, ilk dönemdeki saffetiyle içinde iman bulunan herkesi kendine cezp edecek güce de sahipti. Hocaefendi de bu ülkünün bütün şartlarıyla donanımlı bir kimlik ve kişiliğe sahip bir öncüsü konumundaydı. -Sizin itiraz etmenize neden olan değişimler nasıl yaşandı? Evvela, başlangıçtaki ülkünün içi boşaltıldı. Dolayısıyla hizmet kutsiyetini kaybetti. Hizmet, çeşitli iş sektörlerinin buluşma noktası haline geldi. Bu sektörlerde çalışanlarla hizmetin ilişkisi, işçi- işveren ilişkisine dönüştü. Değer atfedilen öncelikler, dünyevi işlerdeki başarılara dönüştü. Eskiden, iman, ibadet, takva, züht, kardeşlik gibi argümanlar öne çekilirken, daha sonra ekonomik kavramlar yönlendirici noktaya yerleşti. Kısa bir süre sonra da ekonomik endişeler her şeye hakim oldu. AK PARTİ'NİN OYLARI HANGİ PARTİYE KAYACAK? NE CHP NE BDP... (TIKLA OKU) YALAN SÖYLENDİĞİNİ GÖRDÜM VE "BENİ HİMMET TOPLANTILARINA ÇAĞIRMAYIN" DEDİM -Ekonomik endişeler derken neyi kastediyorsunuz? Buna örnek verebilir misiniz? Yaşadığım iki örneği anlatayım. İlk dönemlerde, bir esnaf arkadaşımız, önemli bir miktar yardım vadinde bulundu. Fakat işleri iyi gitmedi. Kendisine söz verdiği miktarı ertelemesi, hatta işleri düzelinceye kadar vermemesi teklif edildi. Arkadaşımızın cevabı, hayır ben o kadar insan içinde böyle bir söz verdim, sözümden dönemem, evimi satıp vaadimi yerine getireceğim, şeklinde oldu. Her türlü ısrara rağmen evini sattı ve söz verdiği yardımı gerçekleştirdi. HATEMİ'DEN HİÇ DUYULMAMIŞ GÜLEN İDDİASI (TIKLA OKU) DAHA FAZLA YARDIM TOPLAMAK İÇİN YALAN SÖYLEDİLER Vereceğim ikinci örnek ise sonraki döneme ait. O dönemde mali durumundan şikayet eden ve dua isteyen bir arkadaş, himmet toplantısında öyle bir rakam söyledi ki, şaşırıp kaldım. Toplantı bitiminde aynı arkadaş tekrar söz istedi, yapılan yardımların az olduğunu dillendirerek, kendi vadini ikiye katladığını söyledi; ve orada bulunanlardan da aynı doğrultuda davranmalarını istedi. Pek çoğu da denileni yaptı. Toplantı sonlanıp herkes dağıldıktan sonra, ben sorumlu arkadaşa, bahsi geçen arkadaşla aramızdaki konuşmayı aktardım ve bu arkadaş vaat ettiği rakamları nasıl verecek, diye sordum. Sorumlu arkadaşımızın cevabı, "Hocam o sadece teşvik için konuştu" şeklinde oldu. O günden sonra, beni bu tür toplantılara çağırmayın, dedim ve bir daha katılmadım. Öncesi ve sonrasıyla bu iki örneği istediğiniz kadar çoğaltmanız mümkündür.. NETİCEYE ULAŞMAK İÇİN HER YOLU MEŞRU GÖRDÜLER -Peki Cemaatle yollarınızı ayırmaya ne zaman ve neden karar verdiniz? - Ben, işin başındaki sabit değerlere sımsıkı bağlı kaldığıma göre, ayrılmayı bana değil başkalaşanlara isnat etmek daha gerçekçi olur kanaatindeyim. Bu başkalaşımı, öncelikle Hocaefendinin içselleştirdiğinde de kuşku yoktur. Bilerek ya da bilmeyerek bağlıları da kendisini takip etmiştir. - Başkalaşmaktan kastınız nedir? - Başkalaşmaktan kastımı tek bir kavramla ifade edecek olursam, bu dünyevileşmektir. Ahiret yurdunda devşirmeyi düşündüğümüz meyveleri burada tüketmektir. Elbette bu istenmeyen sonuca varmak birden olmamıştır. Özellikle Hocaefendi'nin şuur altını besleyen talepleri bu süreci hem hızlandırmış hem de şekillendirmiştir. Neticeye ulaşmak için her yolu meşru gören zihni değişim söz konusu taleplerin bir sonucudur. Vesileleri maksat haline getirmek yine aynı taleplerin oluşturduğu kırılma noktasıdır. Özel olmakla, gizli olmak arasındaki büyük farkı sıfırlayarak, tedbiri takiyyeye dönüştürmek de yine böylesi bir sonuçtur. CEMAAT ERDOĞAN'I İMHA PLANINI REVİZE ETTİ (TIKLA OKU) BEDİÜZZAMAN VE ESERLERİNİ SIRADANLAŞTIRMAYA ÇALIŞTILAR -Fethullah Gülen bu gidişatı göremedi mi? Benim görebildiğim kadarıyla Hocaefendi, içindeki meyilleriyle taşıdığı konum arasında preslenmiş bir hayat yaşamıştır. Bediüzzaman modelini şahsında taklit etmesi, onu bazı hususlarda suniliğe hatta ikileme itmiştir. Kendisi başta ret etmiş olsa da en uç noktalarda manevi makam isnatlarına daha sonraları açık hale gelmiştir. Bu kabulleniş refleksiyle de bir gün gelmiş, çıkamadığı yükseklikleri aşağıya çekme gayretine düşmüştür. Bediüzzaman'ı ve onun eserlerini sıradanlaştırma gayretleri bu düşüşün somut örneğidir. HAKKIMI HELAL ETMİYORUM, HELALLİK DE İSTEMİYORUM! -Ayrılmanızın temelinde bahsettiğiniz bu dünyevileşme meselesi mi yatıyor? Mevcut yapı, alternatif düşüncelere kapalı olduğu için de yollarımız ayrılmıştır. Bunları söylerken, sakın meseleyi kişiselleştirdiğimi düşünmeyin, çünkü yollarımızın ayrılışından kendileri ne kadar memnunsa ben de en az o kadar memnunum. İşin ötesini hesap gününe bırakıyorum. Hakkımı helal etmediğim gibi helallik de istemiyorum. GÜLEN'İN ABD'YE GİDİŞİYLE HERŞEY ÇIĞRINDAN ÇIKTI -Başkalaşımı bütün boyutlarıyla düşündüğümüzde, sizce Fethullah Gülen'i etkileyen dış etkenler var mıdır, nelerdir ya da kimlerdir? 1995'li yıllarda Hocaefendi'nin değişimi çok hızlı ve dikey olmuştur. Alternatif açılım denilen, ne olduğunu kendisinin de pek anladığını sanmadığım bir vibrasyonla zihni değişimi hızlanmış, meyil giderek ihtiyaca, ihtiyaç iştiyaka, o da incizaba dönüşmüştür. Daha sonra da bu şiddetli çekim gücünden kendini kurtaramamıştır. Meselenin Türkiye ayağında gerçekleşen ilk değişim ve dönüşümler Amerika 'da daha da ivme kazanmış, mesele çığırından çıkmıştır. KADROLAŞMA FAALİYETLERİ SERSERİ BİR GÜÇ HALİNE GELDİ - Cemaatin, siyasi kadrolaşmayı siyasete müdahaleye varan operasyonlara dönüştürmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? - Başkalaşım süreci yaşanmamış olsaydı, Cemaate aidiyet hisseden bireylerin devlet kadrolarında bulunuşunu ülke adına önemli bir kazanım olarak değerlendirebilirdik; ki öyleydi. Lakin söz konusu başkalaşım bizim değer ölçülerimizi de alt üst etti. Bu milletin alın teri göz nuru ile oluşan önemli güç yapılanması, ne yapacağı belirsiz serseri bir güç halini aldı; hatta silahını, korumakla görevli bulunduklarına çevirdi. Mesele, sadece siyasete müdahale ile de sınırlı kalmadı; bir hiç uğruna devlet ve millet ipotek altına alınmaya çalışıldı. Bu affedilemez bir suçtur; suçluları ne millet ne de tarih asla affetmeyecektir. Bütün bunları söylerken, camianın hepsini aynı kefeye koyup töhmet altında tutmak büyük günah, büyük vebal olur. Suçun büyüklüğü ölçüsünde adalet terazisinin hassasiyeti artırılmalıdır. Ceza, ayıklanarak verilmelidir. CEMAAT 7 ŞUBAT MİT OPERASYONUNDA DIŞ GÜÇLERİN GÖNÜLLÜ TAŞERONLUĞUNU YAPTI -7 Şubat MİT operasyonu ile başlayan 17 Aralık darbesi ile zirve yapan Cemaat- AK Parti kavgası sizce neden başladı? - Cemaatin MİT krizindeki hali, ağlamak için bahane arayan çocuk gibidir. MİT'e isnat edilen suçun inandırıcı hiçbir tarafı yok. MİT'in yapması gereken en asli görev, yapanlar hakkında suça dönüştürülmek isteniyorsa, burada çok ciddi bir yanılgı ya da art niyet söz konusudur. Nitekim konu netleştikçe ve daha sonra olanlarla ilişkisi açığa çıktıkça, meselenin yanılgı değil bir art niyet olduğu görüldü. Diğer atraksiyonların ağır bilançosundan da anlıyoruz ki, Cemaat burada dış güçlerin gönüllü taşeronluğunu yaptı; onu da beceremedi. Bu bağlamda, olanları Cemaat- AK Parti kavgasına indirgemek fevkalade yanlıştır. Ayrıca, Ak Parti kavganın tarafı değil, bulunduğu konum gereği saldırının püskürtücüsüdür. Bu yönüyle de hükümetin bu başarısına medyun-u şükran olmamız gerekir. SANDIĞA GİDİNCE TABANIN TERCİHİ CHP'DEN DEĞİL AK PARTİ'DEN YANA OLACAKTIR -Sizce cemaat tabanı bu kavgayı nasıl karşılıyor? Bir kırılma yaşanıyor mu? -Taban kelimesi kullanılmaması gerekirken, maalesef var olduğu için kullanılıyor. Halbuki hizmet, cemaat değil de hareket olsaydı, asla statü ifade eden kavramlar bünyede yer alamazdı. Ben yine de sempatizanlar ifadesinin kullanılması taraftarıyım. Bu kesim sadece kırılma değil, aynı zamanda travma yaşıyor. Aileler bölünmüş durumda. Fakat, mesele siyasete yansıdığında tercihin bu kesim itibariyle AK Parti'den yana olacağında kuşku yok. CEMAAT ESKİDEN BERİ BEDDUAYI BİR ŞANTAJ ALETİ OLARAK KULLANDI -Türk halkı beddua videosunu çok yadırgadı. Sizce toplumda infiale neden olan bu görüntüler neden yayınlandı? - Beddua eskiden beri cemaatin elinde bir şantaj aletidir. Özellikle cemaat içi problemlerde bu durum korkutucu bir öğe olarak kullanılır. Falanın beddua ettiği kişi artık iflah olmaz, düşüncesi cemaatte yaygın bir kanaattir. Böyle bir psikolojinin tetiklemesi söz konusu olabilir. -Gülen cemaati tarafından Hz. Peygamberin dizilerde, tweettlerde, Türkçe olimpiyatlarında siyasi mesaj olarak kullanılması da çok tepki topladı. Bunları ilk duyduğunuzda siz ne düşündünüz? - Bir şey demek istemem; çünkü aklı selim adına sözün bittiği yeri konuşuyoruz. Bunlar, Nur-u Muhammedi'den mahrumiyet sinyalleridir. Cenab-ı Hak, bütün inananları böylesi kötü akıbetten muhafaza buyursun. CEMAAT, AİLEMİ BİLE BANA KARŞI KULLANDI -Zaman Gazetesi, cemaatin sizinle olan sorununu aileniz üzerinden sürdürme gayreti içinde. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu? -Öncelikle benim cemaatle bir sorunum yok. Çünkü yolumu, on beş sene önce kısmen, iki sene önce de tamamen ayırmış durumdayım. Ben kişiler üzerinden değil, olaylar üzerinden konuşuyorum. Mehmet Erdoğan' nın Zaman Gazetesi'nde yayınlanan sözlerini okuduğunu, okusa da anladığını sanmıyorum. Cemaat de onun bu eksi yanlarından istifade etmiş olabilir. On dört senedir söz konusu gazeteyi açıp okumadım. Onun için de kardeşimin ifadelerini bana başkaları aktardı. İfadelerini ve üslubunu çok sefil buldum, onun adına acıdım. Büyük aileyi iması tamamen yalan ve iftiradır, bahsettiği vicdan ise, maalesef onun literatüründe "cüzdan" dır. Nitekim, yeğeniyle, yani oğlum Metin Erdoğan'la yaptığı telefon konuşmasında böyle bir ifadeye mecbur bırakıldığını itiraf etmiştir. BENİM EVİMİ BİLE DE DİNLEDİLER -Son günlerde paralel yapının binlerce kişiyi yasadışı olarak dinlediğini şaşkınlıkla izliyoruz. Yakında bu sayının artacağı söyleniyor. Bu yapı Başbakan Erdoğan ve oğlunu da yasadışı olarak dinlemiş ve ses taklidi ve montaj yaparak bunu sosyal medya üzerinden servis yaptı. Siz bu tür yasadışı dinlemelere şahit oldunuz mu? -Şimdilerde adı paralel olan yapının dinleme ve izleme sabıkası hem çok kabarıktır; hem de başlama süreci 30 sene öncesine dayanır. Elbette teknoloji geliştikçe hem sayı arttırılmış hem de işin mahiyeti inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Benim kendi evimin dinlenmesiyle ilgili o kadar çok tecrübe yaşadım ki, anlatılması bile bana ağır geliyor. Halbuki tecessüsün her çeşidini dinimiz haram kılmıştır. Gıybet nasıl haramsa tecessüste öyledir. Fakat şimdiye kadar sonuç alınamadığı gibi İnşallah bundan sonra kötü emellilerin kötü hedefleri boşa çıkacaktır. Nitekim, servis edilen ses kayıtlarının nasıl alçakça birer montaj ürünü olduğu göründü. Bundan sonrada görülecekler de farklı olmayacaktır. Bunlar paralel yapının son çırpınışlarıdır; Her çırpınışları da onları daha da batıracaktır. CEMAAT GÖNÜLLÜLERİ DİN DÜŞMANLARINA OY VERMEK GİBİ BİR YANILGIYA DÜŞMEMELİ -Bu harekete 40 yılın vermiş, Fethullah Gülen'in en yakınında olan isimlerden biri olarak cemaatin samimi gönüllülerine bir çağrınız olacak mı? -Öze dönsünler. Cemaati bu hale getiren hastalıkları teşhis adına, özellikle Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'yi ve Lahika mektuplarını tekrar ve dikkatle okusunlar. Eğer, başlarındakiler hala yanlışlarında diretirlerse, onlardan ve yanlışlardan yüz çevirerek tek başlarına Hakk'a ve hakikate yönelsinler.. Bu cümleden olarak ,önümüzdeki seçimlerde, milli iradenin yanında yer alsınlar; desteklenmesi sadece siyasi bir parti desteklenmesi sınırını çok aşan, aynı zamanda ittihad-ı İslam ve ümmet davasını sahiplenme manasına gelen AK Parti'yi ödünsüz desteklesinler. Hele dinin ve maneviyatın emansız ve amansız düşmanı bir partiye oy vermek gibi bir yanılgı ve gaflete asla düşmesinler. Çok yönlü esaret ile kuşatılmış olduğu her halinden belli bir insanın hele kendi alanı dışındaki bir husustaki fetva ve çağrısının kesinlikle dinlenilme niteliğinden yoksun olacağını ve öyle de olduğunu bilsinler, kendi vicdanlarının, kendi hür iradelerinin çağrısına kulak versinler..





Sayı: 245 | Tarih: 23.02.2014
Yusuf Kaplan
Türkiye'nin medeniyet yürüyüşünü durdurmaya hakkı
Ben'den biz'e geçmeden!
1267 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
İstihbaratı çok seven dindarlar
Tecessüs
1167 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
İhlassız İbadet ve Hizmet olmaz
Yorumsuz...
1091 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Çelişkiler
Sorunlar makroda çözülmez
1072 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
Hz. Hamza'nın ruhu ile frekans birliğine girmek m
‘Aşıklar kahvesinde siyaset’le nereye böyle?
989 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen