Çelişkiler
1077 Okunma, 5 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

15/02/14

UYUM SAĞLAMAK

- Dünyada dengeler değişiyor, Türkiye en çok etkilenecek yerdir. Aleyhimizde değil. Yalnız uyum sağlamalıyız, ırkçılık olmayacaktır. Dinde ilişkiler etki etmeyecek.

- Ulus devletler olacak, kültüre dayanacak. Dil, sanat, teknik ve hukuk kültürü oluşturur. Devletlerin ortak kültürleri vardır. İllerin özgün kültürleri vardır, Bucakların özgün kültürleri vardır.  Yerinden yönetim sistemi bu sorunu çözer. İnsanlık ulusların, uluslar illerin, iller bucakların iç işlerine karışmazlarsa, herkes kendi kültürü içinde yaşar. Barış da sağlanmış olur.

İlim, din, siyaset ve ekonomi ise uygarlığı oluşturur. Her topluluk içinde değişik din, ilim, siyaset ve kültür birlikte bulunur. Çoklu sisteme geçilir. Çok mezhepler, çok partiler, çok odalar ve çok medreseler aynı yerlerde bulunur ve bunlar hayırda yarışırlar. Bir mezhebin insanlıkta merkezi vardır. Ülkelerde, illerde ve bucaklarda temsilcileri vardır. Değişik sosyal gruplar aynı yerde yaşarlar. Beşeri ilişkiler tamamen serbest olup birlikte yaşarlar. İnsanlık Adil Düzen’e gidiyor.

 

- Çevremizdeki devletler bağımsız değiller. Biz onlara hükmetmek için değil, bağımsız olmaları için bir arada olmalarını istiyoruz.

- Gümrükler ve vizeler kalkacaktır. Vergiler üretimden ayrı olarak olmayacak. Gelir vergisi olmayacak. Gümrükler kalkacak. Ekonomik savaş sona erecektir. Yahudi sermayesi sömürmeden yine insanlığa hizmet edecek. Tüm insanlar 30 milyon ile 100 milyon arasında tam bağımsız devletler olacaktır. İki türlü devlet olacak; barış devleti, savaş devleti. Hakemlerden oluşan yargı kararlarına uyan devletler barış devletleridir. Hakemlerden oluşan yargı kararlarına uymayanlar savaş devletleridir. Savaş, savaş devletleri arasında çıkar. Barış devletleri bir olup kendilerine saldıran savaş devletleri ile birlikte savaşacaklar. İşte Adil Düzen budur. İslam düzeni budur. İslam demek, barış düzeni demektir.

 

- Rusya ve ABD dünya devletlerinin bağımsız olmasını ama dengelerin de barış içinde korunmasını istiyor.  Putin ve Obama bunu Türkiye ile yapmak istiyor. Böylece yeni düzenin merkezi Türkiye oluyor.

- Bugün Putin ve Obama eğer barış dünyasını istiyorsa bu Erbakan’ın Adil Düzen’i dünyaya anlatması sonucudur. Böylece insanlık adım adım Adil Düzen’e gidiyor. Bilgileri yok karşılıklı para çıkartılmalıdır, vizeler ve gümrükler kalkmalıdır. İç güvenlik iller tarafından sağlanmalıdır, yerinden yönetim gelmelidir, yargı hakemlerden oluşmalıdır.

 

- Türkiye’nin başarıya ulaşması için çoklu düzen içinde birlikte olmalıyız. Hedefimiz bir olmalıdır. Farklılık, o hedefe giderken takıp edeceğimiz yollarda olmalıdır.

- Anayasamız bir olacak, ortak hedefimizi o çizecek. Uygulamayı ise birlikte, herkes kendi mezhebine göre yapacak. Kanun ülkeleri değil, içtihat ülkeleri olacaktır. Mahir Bey Adil Düzen üzerinde çok çalışmalıdır. Türkiye’yi yaratıcı var ettiyse, en iyi çözümleri o bilir.

 

22/02/2014

Yeni bir mücadele Modeli

- Petrol hakimiyet için esas kabul edildi. Faizsiz bankalar sükükü çıkardı.

- Petrolün insanlığa hakim olmanın şartı olması, hava üstünlüğünün de elinde olması ile mümkündür. Oysa ABD’de sermaye ile devletin arası açıldığı için petrolün artık bir rolü olmayacaktır.  Para dolar olarak kullanıldığı müddetçe sermayeyi yenmek mümkün değildir.

 

- Kapitalizm ve sosyalizm gerçekte karşı karşıya değildi. Kennedy Sovyetlerin yerine AB’yi koymak istediği için öldürüldü. Sovyetler de dışın etkisini azaltmak için rejimi değiştirdi.

- Erbakan’ın Adil Düzen’i anlatması ve İran’ın reformunun Gorbaçov’a etki etmesiyle timsahın iki çenesi düştü.

 

- Sükük paraların malzemeye yatırılması ve İngiltere tarafından yatırılması isteniyor.

- Faizsiz banka modeli sermayenin ortaya çıkardığı ve gerçek faizsiz bankaların kurulmasını önlemeyi hedeflediği bir modeldir. Siyasette rejim ne ise ekonomide de sükük odur. Aynı sistemle çalışıyor, adları farklı.

 

- Biz güçlü olmalıyız, gücümüzü hakimiyet için değil,  çevremize hizmet için kullanırsak hem dinimize hem de kültürümüze hizmet ederiz.

- Güçlü olmak ancak Adil Düzen ile mümkündür. Hükmetmek için değil, barışçı olmak için güçlü olmak demek, Adil Düzen içinde güçlü olmak demektir. Sadece temenni bir şey ifade etmez. Ne olmada ihtilaf yok, nasıl olmada ihtilaf vardır.

 

- Mücadele metodu değişmiştir. İnançlarla sorunlar çözülmez.

- İnançlarla sorunlar çözülmez. İnanç ameli salih ile birlikte olursa sorun çözülür. Ameli salih demek uyumlu işler demektir. Planlı, projeli işler demektir. Birinin yaptığını diğerinin bozmadığı işler demektir. Çıkar çatışması yerine çıkar paralelliği olan işler demektir.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Sorunlar makroda çözülmez

Akevler, Adil Düzen partisini kursa, iktidara gelse, bütün partilerle uzlaşsa ve Adil Düzen’i getirmeye karar verseler Adil Düzen gelmez sorun makrodan çözülmez. Çünkü sorun sosyal yapıdan ileri gelmektedir. Biz Akevler’i 1967’de kurduk. Her gün zulümle karşılaştık ama zalimle karşılaşmadık. Yüzde bir bile zulmetmek isteyen yoktu. Zulmeden kişiler değil düzen idi. Bu sebeple biz kişileri değil, düzeni değiştirmekle uğraştık. Değiştiremedik ama sarstık. O gün Adil Düzen’i getiremezdik, bugün getirebiliriz.

Adil Düzen nasıl gelecektir?

  1. Önce kooperatif olarak Adil Düzen semti ve bucağı kurulacak. Burada Adil Düzen uygulanacak. Kooperatif olduğu için bedeni ceza veremez ama kooperatiften çıkarır, böylece böyle bir bucak kurulabilir.

Böyle örnek bir deneme bucağı kurulur. Burada iktidarın yapacağı iş böyle bir bucağın kurulması için bucağı kuracaklara, arsa ile alt yapı ile iştirak etmek olur. Faizsiz olarak da kredi verebilir.  Vergiden muaf tutabilir. Aynı şartlara sahip herkese bu imkanı sağlar. Her grup kendi istediği kooperatifi kurmaya çalışır. Hangisi başarılı olursa o yaygınlaşır, kendiliğinden bütün siteler o sitelere benzer hale gelir. Sonra anayasa değişir. Yani önce mevcut düzende topluluğun yapısı değişmeli sonra yasalar değiştirilmeli.

          Bu değişmede önce yeni genetikle hücre oluşturulur. Sonra o hücre çoğalır, değişik canlı oluşur, topluluk oluşur.

   2- İkinci değişme şekli; yeni düzene göre kurumlar kurulmalıdır. Örnek olarak faizsiz banka kurulmalı. Faizsiz bankaya da faizli banka gibi yaşama hakkı verilmeli, kurulmasına izin verilmelidir. Bankalar vergiden muaf olmalıdır. Bu bankanın kurulması için mescitlerin altındaki binaların yer olarak kirasız kullanılmasına izin verilmelidir. Bunlar bono senedine kefil olmalı ancak nakit, sadece acziyet zamanında olmalıdır. Mevduatın dört misli senede kefil olabilmelidirler.  Altın mevduat kabul edilmeli, değiştirme farksız olmalıdır.

   

Faizli bankalar birbiriyle yarışmalıdır. Ortak şartlar altında yarıştıkları halde faizsiz bankalar yayılırsa halk ona rağbet ederse faizsiz sistem gelmelidir. Faizsiz bankalar arasındaki yarışa devlet karışmamalıdır.    

Sonuç olarak kurumlar arasında ve yerel yönetimler arasında pilot uygulamalar yapılmalıdır. Bu da ancak kooperatifleşme yoluyla mümkündür.

    

 

 

 

       

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
23.02.2014
10:51

HATRETTİN KARAMAN

Mabeyn sohbetlerinde çözüm arayışı Cemaatin faaliyetleri arasında, ülkenin aydınlarını bazı platformlarda bir araya getirerek ülke ve dünya meselelerini konuşturmak, bu arada onların cemaate karşı ilgi ve sempati sahibi olmalarını sağlamak da vardı. Bu toplantıların bir kısmına ben de katılıyordum. Bir ara aklıma geldi, 'İlahiyat hocaları ile de periyodik bir toplantı tertip etsek, onların da ülkemizde ve dünyamızda olup bitenler hakkında doğru bilgiler edinmelerine yardımcı olsak ve düşüncelerinden yararlansak' dedim. Cemaat temsilcisi olan muhatabım -herhalde üstlerine danıştıktan sonra- uygun olur dedi. Benim imzam ile yirmi kadar ilahiyat hocasını davet ettik, Mabeyn isimli bir lokantanın bize ayrılan bir odasında birkaç yıl, kış aylarında, ayda bir olmak üzere bu sohbetleri devam ettirdik. Katılanlar arasında Sayın Suat Yıldırım gibi cemaatin önde gelenlerinden arkadaşlar da vardı. Gerektikçe konuyla ilgili zevatı da misafir ettik. Konuları ve misafir edeceğimiz uzmanları da katılımcılara danışarak tespit ediyorduk. Konuşmalar ve müzakereler serbest olsun, herkes düşüncesini çekinmeden söylesin diye medyaya aktarılmasına da yasak koyduk. Toplantı üç saat kadar sürüyordu, önce konuşmacı 45 dakikalık bir sunumda bulunuyordu, sonra katılımcılar konuyu müzakere ediyorlardı, nihayetinde yine sunumu yapan zat cevaplar veriyor, ek açıklamalar yapıyordu. Güzel, faydalı, ufuk açıcı sohbetler oldu. '2013-14 sezonunu Kasım ayında başlatalım' dedik. Cemaatin, Başbakanımız Erdoğan'a ve iktidarına yönelik tavrı son iki yılda değişmişti, dershaneler meselesinden sonra ise ilişkiler gerilmeye ve ufukta bir fitnenin kara bulutları belirmeye başlamıştı. Ülkesini ve halkını, mensup bulunduğu cemaatten de daha çok seven ve önemseyen bazı dostlar bana gelip 'Seni severler ve sayarlar, araya girip bu fitne büyümeden söndürmek, bu kriz ülkeye zarar vermeden bir çözüme kavuşturmak için bir şeyler yapsanız' diyorlardı. Bu isteğe de cevap olmak üzere 'sezonun ilk toplantısında cemaat ile iktidar arasındaki ihtilafı ele alalım, biri cemaatten diğeri iktidarı savunan ve meselenin esasını bilen iki kişi çağıralım, amacımız birbirimizi ikna etmeye çalışmak değil, meseleyi anlamak ve çözüm üzerinde düşünmek olsun' dedim. Muhatabım -danıştı mı, danışmadı mı bilemiyorum- uygun buldu, konuşmacı seçimini de ona bıraktım, Ekrem Dumanlı ile Mustafa Karaalioğlu üzerinde mutabık kalındı. Tarih belirlendi, davetiyeler çıkarıldı, toplantı günü yaklaşınca bir aksaklık var mı diye muhatabıma sordum, 'Bir sıkıntı var' cevabını verdi. Aradan birkaç gün geçtiği halde sıkıntı ortadan kalkmadığını görünce 'İsterseniz daha fazla gecikmeden davetlilere ve konuşmacılara özür beyan ederek toplantıyı erteleyelim' dedim, bunu beklercesine hemen kabul ettiler ve toplantı -herhalde süresiz olarak- ertelendi. Ben sıkıntının nereden kaynaklandığını tahmin ediyordum ama üzerinde durmadım, 'Zorla güzellik olmaz' diyerek meseleyi kendi açımdan kapattım, işin aslı medyaya intikal edinceye kadar da yazılı veya sözlü olarak bir açıklama yapmadım. Toplantıya katılan ilahiyatçı ve başka branşlardan olan ilim ve fikir adamları sağlam kişilik sahibi, bilgi ve kanaatlerini asıl kaynaklarından ve usulüne uygun olarak edinmiş değerli insanlardı. Onların, toplantıyı yöneten ben veya bir başkasının etkisi altında kalmaları söz konusu olamazdı. 'Toplantı engellenmeseydi buradan bir çözüm çıkardı' diyemem, ama 'Bu konuda önemli bir tecrübe elde edilmiş olacaktı' diyebilirim. Bu yazıyı hem medyaya yansıyan haberlerin doğrusunu anlatmak hem de 'araya girsen' diyen dostlara 'O zaman olmadı, daha sonra ise çözüm daha da zorlaştı' diyebilmek için kaleme aldım.

Reşat Nuri Erol
23.02.2014
11:32

Cemaatten Hayrettin Karaman'a şok! Hayrettin Karaman'ın cemaatle birlikte fitne toplantısı düzenlemek istemesi sonrası bakın neler olmuş. Cemaatten Hayrettin Karaman'a şok! Cemaatten Hayrettin Karaman'a şok! Cemaatten Hayrettin Karaman'a şok! Cemaatten Hayrettin Karaman'a şok! Fethullah Gülen'in Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile 10 Kasım 2013 tarihli görüşmesinde Mabeyn toplantılarına 'davet etmeyin' dediği Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman, toplantıların neden iptal edildiğini anlattı. Yeni Şafak gazetesine konuşan, Mabeyn toplantılarına kendisinin öncülük yaptığını ve birkaç yıl devam ettiğini belirten Karaman, fitnenin önlenmesi için Ekrem Dumanlı ve Mustafa Karaalioğlu'nun katılacağı bir toplantı önermesinin ardından sıkıntı yaşandığını ve toplantının iptal edildiğini kaydetti. Toplantıya katılan isimlerin coğrafi yakınlık göz önüne alınarak Marmara Bölgesi'ndeki İlahiyat Fakültelerinde bulunan öğretim görevlilerinden seçildiği ifade eden Karaman, toplantılarda ülke ve dünya meselelerinin konuşulup tartışıldığını, toplantıların Mabeyn isimli bir lokantada ayda bir düzenlendiği için ismini oradan aldığını belirtti. KARAMAN: ZORLA GÜZELLİK OLMAZ İnternete düşen son ses kayıtlarıyla 'istenmeyen adam' ilan edilen Karaman, toplantıları bugüne kadar medyaya yansıtmamayı tercih ettiklerini söyledi. Cemaatin hükümetle olan sıkıntısının toplantılarda da hissedildiğini fakat fazla dillendirilmediğini söyleyen Karaman, Mabeyn toplantılarının 2013-2014 yılı başlangıcı olarak Kasım ayında karar kıldıklarını fakat toplantıların bir türlü başlamadığını anlattı. Karaman, 'Cemaatle ihtilaf ilk olarak 7 Şubat MİT olayıyla cereyan etti, fakat bu olay medyaya yansımadı. Ardından yaşanan dershane süreci ile medyada bu rahatsızlık dillendirilmeye başlandı' diye konuştu. Fethullah Gülen'in kendisi hakkındaki tavrı hakkında da konuşan Karaman, 'Toplantıların neden başlatılmadığını az çok tahmin ettim. Zorla güzellik olamayacağı itibariyle zorlamadım' ifadelerini kullandı. KARAMAN'I ÇAĞIRMAYIN Ses kayıtlarında Fethullah Gülen ile Hidayet Karaca arasında şu diyalog geçiyor: H. Karaca: Bu Hayrettin Karaman'ın Mabeyn toplantıları vardı, Yazarlar Vakfı'yla beraber. Bunu Mustafa beyler (Mustafa Yeşil) soruyorlar. Bundan sonra Hayrettin beyin organizasyonunda Mabeyn toplantılarını yapalım mı? Gülen: Orada ters bir şey konuşuyor mu? H. Karaca: Onun tesirinde insanlar olabilir efendim. Çünkü başı o çekiyor orada. Bir de şöyle bir şey söylemiş. Bir toplantı yapacaksak, ilk toplantıda Ekrem Dumanlı olsun. Mustafa Karaalioğlu olsun. Cemaatle AK Parti arasındaki fitne nedir bunu tartışalım. Bir de böyle enteresan bir konu söylemiş. Gülen: Çağırmasınlar bence. H. Karaca: O zaman şöyle olsun mu efendim? Toplantılara bir miktar ara verelim. Gülen: Berhudar olun. Öylesi daha iyi olur. Şimdi biraz şartlar namüsait. H. Karaca: Başüstüne efendim.

Reşat Nuri Erol
24.02.2014
06:54

Ne oldu, ne yapmalı?

ALİ BULAÇ AK Parti serüvenini anlatmaya çalıştığım “Göçün ve Kentin İktidarı” adlı 450 sahifelik kitabımda vardığım sonuç, bugün karşılaştığımız durumun resmidir. Bu satırların yazarı AK Parti’yi son üç-dört aydır eleştiriyor değildir, ilk kuruluşunda düğmenin yanlış iliklendiğini, sonuna kadar da yanlışın süreceğini yazdı, anlatmaya çalıştı. Türkiye’nin “zahirde demokrat, zamirde otokrat” rejim-içi çatışmaları sürüp giderken -bildik devlet babadan kalma usullerle bir kere daha kendini restore etmektedir- İslamcılık, kaldığı yerden yoluna devam edebilir mi? Bu sorunun cevabı bugün her zamankinden çok daha hayati önem taşımaktadır. Benim şahsi değerlendirmeme göre 19. yüzyılın ikinci yarısında şekillenen İslamcılık -Türkiye bağlamında- iki kere “fetret dönemi”ne girdi. Biri 1924-1950 arası dönem, diğeri 2002-2014 arası dönem. İlki çeyrek asır sürdü, ikincisi eğer İslamcılık kendini ciddi bir restorasyona tabi tutmayacak olursa ilkinden daha uzun sürebilir. İslami temel varsayımlara ait olmayan bir iktidarın beyinlere saldığı narkoz, kendini hükmetme/yönetme makamında görme zehabı ve sağladığı avantaj ve nimetler ikinci fetret dönemini 50 sene uzatabilir. Burada sözünü ettiğim restorasyonun ağırlıklı olarak “devlet ve iktidar” merkezli yapılması gerekir. İlk Nesil İslamcılar (1850-1924), kuruluş ideolojisi İslam kabul ettikleri Osmanlı devletini “kurtarma” mücadelesini veriyorlardı. İkinci Nesil İslamcılar (1950-2000) “yeni bir devlet” kurmayı hedeflemişlerdi. İlk İslamcılar -özellikle II. Meşrutiyet sonrası versiyonları-, geleneksel Osmanlı devleti ile modern ulus devlet arasında ara dönemde İttihatçıların marifetiyle bir izdivaç yapıldığını, kurtarmaya çalıştıkları devletin hakikatte ne Osmanlı ne modern hüviyette olduğunu yeterince fark edemediler. Onların mirasını devralan İkinci Nesil İslamcılar bu genetiğiyle oynanmış devlet düşüncesini alıp bir “İslam devleti” kurabileceklerini zannettiler. Bu satırların yazarı referans alınan bu devletin genetiğiyle oynanmış olduğunu, İslami ideallere; hedeflenen adalete ve ahlaki hayatın tesisine asla hizmet edemeyeceğini pek erken sayılabilecek bir zamanda fark etti; mesaisinin kısm-ı azamisini “modern ulus devlet ve modernleşme” konularına hasretme lüzumunu hissetti. Ne var ki Mısır’da İhvan’ın 1950 sonrası siyasi görüşte karar kılması, Pakistan İslam Cumhuriyeti tecrübesinin kritik edilmemesi, İmam Humeyni’nin vefatından sonra Rafsancani ve Hatemi döneminin ağır basması ile Türkiye’de Milli Görüş’ün yürüttüğü siyasi mücadelenin bu yöndeki kritiklere iltifat etmemesi yanlış zeminde ve maksadın ruhuna aykırı vasıta ile yol alınmasına sebep oldu. Belirtmek gerekir ki İslam referanslı siyasetten uzak durup ağırlıklı olarak sosyal faaliyetlere yönelen cemaat ve gruplar da bu konuda en ufak bir gayret göstermediler, “Biz siyasetle uğraşmıyoruz” diye kamusal ve toplumsal karar alma mekanizmalarını ve süreçleri laik partilere bıraktılar, ancak son zamanlarda bunun çıkar yol olmadığını anlayıp devlet ve iktidar üzerinde imal-i fikr etmeye başladılar; biz de sosyolojinin bir parçasıyız siyasette sözümüz olmalı deyince kıyamet koptu. Bu Osmanlı-modern izdivacın çocuğu devlet “şerik” kabul etmez. Üçüncü Nesil İslamcılardan beklenen “devleti kurtarma veya devlet kurma” değildi; “devleti ve iktidarı yeniden tanımlama, dönüştürme” çabasına girmeleri; hem toplumsal değişim hem küresel yeni politik kültürdeki gelişmeleri göz önüne alarak yeni bir siyaset felsefesi geliştirmeleriydi. 1998’de “İslami hareketin devlet talebi yok” (Aksiyon Dergisi) derken “devlet görüşleri yok veya devletten talepleri yok” demiyor, aksine ilki iki neslin iyi sonuç vermeyen tecrübelerine atıfta bulunarak İslamcıların “yeni bir devlet ve iktidar” tanımı yapmaları gerektiğine işaret ediyordum. Şimdi yapılması gereken bu badireyi en az hasarla atlatmaya çalışırken siyasi, sosyal ve fikri İslami grupların tamamının, diğer toplumsal gruplarla diyalog kurarak; yeni bir iktidarın ne olması gerektiği, hukuk devletinin ne olduğu; bir sosyal sözleşme akdetmenin yolunun nereden geçtiği üzerinde düşünmek, konuşmak ve ortak bir zeminde buluşmak olmalıdır.

Reşat Nuri Erol
24.02.2014
07:54

Neye himmet neye hizmet

YASİN AKTAY

Y.Şafak

----

Son yazımızda bu tuhaflığın kimlerin parasıyla, nasıl yaşatılıyor olduğuna dikkat çekmiştik. Anadolu halkı arasında yürütülen yardım kampanyalarıyla, insanların gönüllerinden koparılan paralarla yürütülüyor, sonu İslamofobiye çıkan bu faaliyetler. Neye 'hizmet' ettiğini bilse Anadolu insanı herhalde bu kadar cömert davranmazdı. O yüzden ilk aldatma, ilk yolsuzluk burada gerçekleşiyor. Hizmet başlığı altında akan suları durduran bir söylem yaratıldı. Hiç kimsenin sorgulayamadığı bu söylem kurban paralarının da, zekatın da, her türlü hayır duygusunun da rakipsiz tekelini kurmaya doğru gidiyordu. Siirt'te sokakta yürürken yanıma yaklaşan orta yaşlı bir beyefendi şunu söylüyordu: 'Allah Başbakanımızdan razı olsun! Onun sayesinde yıllar sonra ilk defa buranın fakirinin kursağından et geçecek, zekatından infakından nasibini alacak'. 'Nasıl yani?' demeye fırsat vermeden söylediklerini açıkladı: 'Hizmet adı altında hiç kimseye başka bir yere yardım yapma alanı bırakılmamıştı. Kurban parası diye, toplanan paralarla, hem buralarda kurban kesimi neredeyse durdurulma noktasına getirilmiş hem de o kurban paralarının nereye gittiği hususu tam bir muammaya dönüşmüştü. Çünkü parası toplanan kurbanlar burada kesilmiyor, günahları boyunlarına, başka yerlerde kesildiği söyleniyor. Diğer himmet paralarına hiç değinmeyelim bile. Herkeste bu toplanan paraların nerelerde harcandığına dair bir soru vardı ama kimse dillendirmiyordu. Şimdi çok iyi anlaşılıyor nerelerde harcandığı,' Fakirliğin had safhada olduğu ve yardıma çok daha fazla ihtiyacı olan Güneydoğu şehirlerinden bile harekete bu şekilde paralar akıtılıyor ve bu, giderek toplumda ciddi bir sosyal adalet sorununa dönüşüyor. Fakir fukaranın, yetimin, yolda kalmışın hakkıdır o paralar. Şimdi bu paraların milyonlarca dolarının Amerika'da, Avrupa'da, Ortadoğu'da lobicileri, gazetecileri, siyasetçileri, kanaat önderlerini Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan aleyhine kötü düşünmeye, kötü davranmaya ikna etmek için cömertçe harcanıyor olduğu görülüyor. Türkiye'ye getirilerek gezdirilen, yedirilip içirilen yabancı heyetlere bu istikamette bir Türkiye ve Erdoğan algısı işleniyor. Bu faaliyetlerin hepsi de son derece masraflı işler. Samimi niyetlerle zekatlarını, infaklarını, kurban paralarını, bağışlarını bu harekete, hizmet yapılsın diye, fukaraya dağıtılsın diye vermiş olanlar ne düşünsün, ne hissetsin?

Reşat Nuri Erol
27.02.2014
19:44

Gülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olay Fethullah Gülen'in ilk talebesi ve halefi olarak düşünülen Latif Erdoğan, cemaatten nasıl koptuğunu iki örnekle anlattı. Gülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olay Gülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olayGülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olayGülen'in ilk talebesini cemaatten ayıran iki olay Esnaflardan daha fazla para almak için himmet toplantısında yalan söyleyen sorumlu abiden sonra, cemaatten koptuğunu anlatan Erdoğan, başından geçenleri ayrıntılarıyla açıkladı. Cemaatten ayrıldıktan sonra evinin dinlendiğini söyleyen Erdoğan, hareketin ailesini kendisine karşı kullandığını açıkladı. Latif Erdoğan, cemaatteki değişimi "Eskiden, iman, ibadet, takva, züht, kardeşlik gibi argümanlar öne çekilirken, daha sonra ekonomik kavramlar yönlendirici noktaya yerleşti." sözleriyle açıkladı. Cemaatin uluslararası güçlerin gönüllü taşeronluğunu üstlendiğini söyleyen Erdoğan, cemaat tabanının seçimlerde CHP yerine AK Parti'yi tercih edeceğini ileri sürdü. TARAF'IN İDDİASI : GÜLEN İÇİN KIRMIZI BÜLTEN (TIKLA OKU) Fethullah Gülen'in ilk talebesi olan ve uzun yıllar Gülen'in halefi olarak kabul edilen Latif Erdoğan otoriteye baş kaldırarak iki yıl önce Cemaat ile yıllarını ayırdı. 40 yıllık hizmetinden sonra ailesinin kendisine karşı kullanılmasına isyan eden Latif Erdoğan, Gülen Cemaati'nin kamuoyu tarafından bilinmeyen yönlerini Sabah gazetesine anlattı. CEMAATTE ÖNEMLİ BİR YERİ VARDI Latif Erdoğan isminin Gülen Cemaati içinde özel bir önemi var. Fethullah Gülen'in İzmir'deki vaizlik döneminde ilk talebesi olan Latif Erdoğan uzun yıllar Cemaat içerisinde Gülen'in halefi olarak bilindi. İslam Enstitüsü mezunu Latif Erdoğan tam 40 yıl Gülen Cemaati'nin her kademesinde önemli görevlerde bulundu. Şemsettin Nuri müstear ismiyle Sızıntı Dergisi ve Zaman Gazetesi'nde yıllarca yazılar yazdı. Fethullah Gülen'in hayatının anlatıldığı, yüzbinlerce insana ulaşan "Küçük Dünyam" kitabı da Latif Erdoğan tarafından kaleme alındı. ESKİ AKP'Lİ VEKİLİN KORKUNÇ ERDOĞAN PROVOKASYONU ORTALIĞI KARIŞTIRDI (TIKLAYIN) İLK İTİRAZ EDEN O OLDU Fethullah Gülen'in üslubunu andıran hitabeti ile Gülen Cemaati'nin konferanslarının ve himmet toplantılarının vazgeçilmez ismi oldu. Latif Erdoğan iyi bir hatip olmasının yanısıra önemli kitap çalışmalarına da imzasını attı. Kitap fuarlarındaki imza günleri cemaat gönüllüleri ile doldu taştı. Gülen'in ilk talebesi, halefi ve en yakın dostu olmasına rağmen Gülen'in otoritesine ve yanlış kararlarına ilk itiraz eden isim oldu. İtirazlarını yoğunlaştırınca önce yurtdışına gönderildi. Bir süre yurtdışı hizmetlerde görev alan Erdoğan, dönüşünde Zaman'dan uzaklaştırılarak Bugün Gazetesi'nde yazmaya başladı. Gülen'i açıkça eleştiren bir isim olarak bu yazarlık dönemi de çok uzun sürmedi. Cemaat politikalarına itirazlarını sürdürünce Gülen hareketinden tamamen dışlandı. Bir süre inzivaya çekilen Erdoğan bu kez Akit Gazetesi'nde köşe yazılarına başladı. Yazılarında Gülen Cemaati'ni hedef almaktan özenle kaçınırken 17 Aralık polis-yargı darbesinden sonra sessizliğini bozdu. Hem köşesinden hem de Twitter üzerinden cemaat tabanına önemli mesajlar verdi. Latif Erdoğan ile Gülen Cemaati'ndeki ilk kırılmaları, Fethullah Gülen ile hangi konularda fikir ayrılığına düştüklerini, 7 Şubat MİT operasyonu ve 17 Aralık darbesi konularındaki görüşlerini sorduk. Sorulamıza içtenlikle cevap verirken cemaat terbiyesi gereği Fethullah Gülen'den Hocaefendi sıfatıyla bahsetmesinin daha uygun olacağının ısrarla altını çizdi. YILMAZ ÖZDİL : ALO BABACAĞIM YAZI GÜNÜN PAYLAŞIM REKORUNU KIRDI (TIKLAYIN) HİZMET KUDSİYETİNİ KAYBETTİ, BAŞLANGIÇTAKİ HEDEFLERİN İÇİ BOŞALTILDI -Latif bey Fethullah Gülen ile nasıl tanıştınız? Hocaefendiyi, 1967 yazında, Kestanepazarı adıyla bilinen İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği'ne ait bir eğitim kurumuna öğrenci kimliğiyle girdiğimde tanıdım. Kendileri o kurumun müdürü idiler. Ayrıca aynı kurumun bitişiğindeki camide vaizlik görevini ifa ediyorlardı. -Gülen Cemaati'ni nasıl tanımlıyorsunuz? Geçmişten günümüze düşündüğünüzde konuyla ilgili neler söylemek istersiniz? Hocaefendinin, kendisini, doğru bildiği doğrultuda bir ülküye adadığında hiç kuşku yoktur. Bu ülkü, ilk dönemdeki saffetiyle içinde iman bulunan herkesi kendine cezp edecek güce de sahipti. Hocaefendi de bu ülkünün bütün şartlarıyla donanımlı bir kimlik ve kişiliğe sahip bir öncüsü konumundaydı. -Sizin itiraz etmenize neden olan değişimler nasıl yaşandı? Evvela, başlangıçtaki ülkünün içi boşaltıldı. Dolayısıyla hizmet kutsiyetini kaybetti. Hizmet, çeşitli iş sektörlerinin buluşma noktası haline geldi. Bu sektörlerde çalışanlarla hizmetin ilişkisi, işçi- işveren ilişkisine dönüştü. Değer atfedilen öncelikler, dünyevi işlerdeki başarılara dönüştü. Eskiden, iman, ibadet, takva, züht, kardeşlik gibi argümanlar öne çekilirken, daha sonra ekonomik kavramlar yönlendirici noktaya yerleşti. Kısa bir süre sonra da ekonomik endişeler her şeye hakim oldu. AK PARTİ'NİN OYLARI HANGİ PARTİYE KAYACAK? NE CHP NE BDP... (TIKLA OKU) YALAN SÖYLENDİĞİNİ GÖRDÜM VE "BENİ HİMMET TOPLANTILARINA ÇAĞIRMAYIN" DEDİM -Ekonomik endişeler derken neyi kastediyorsunuz? Buna örnek verebilir misiniz? Yaşadığım iki örneği anlatayım. İlk dönemlerde, bir esnaf arkadaşımız, önemli bir miktar yardım vadinde bulundu. Fakat işleri iyi gitmedi. Kendisine söz verdiği miktarı ertelemesi, hatta işleri düzelinceye kadar vermemesi teklif edildi. Arkadaşımızın cevabı, hayır ben o kadar insan içinde böyle bir söz verdim, sözümden dönemem, evimi satıp vaadimi yerine getireceğim, şeklinde oldu. Her türlü ısrara rağmen evini sattı ve söz verdiği yardımı gerçekleştirdi. HATEMİ'DEN HİÇ DUYULMAMIŞ GÜLEN İDDİASI (TIKLA OKU) DAHA FAZLA YARDIM TOPLAMAK İÇİN YALAN SÖYLEDİLER Vereceğim ikinci örnek ise sonraki döneme ait. O dönemde mali durumundan şikayet eden ve dua isteyen bir arkadaş, himmet toplantısında öyle bir rakam söyledi ki, şaşırıp kaldım. Toplantı bitiminde aynı arkadaş tekrar söz istedi, yapılan yardımların az olduğunu dillendirerek, kendi vadini ikiye katladığını söyledi; ve orada bulunanlardan da aynı doğrultuda davranmalarını istedi. Pek çoğu da denileni yaptı. Toplantı sonlanıp herkes dağıldıktan sonra, ben sorumlu arkadaşa, bahsi geçen arkadaşla aramızdaki konuşmayı aktardım ve bu arkadaş vaat ettiği rakamları nasıl verecek, diye sordum. Sorumlu arkadaşımızın cevabı, "Hocam o sadece teşvik için konuştu" şeklinde oldu. O günden sonra, beni bu tür toplantılara çağırmayın, dedim ve bir daha katılmadım. Öncesi ve sonrasıyla bu iki örneği istediğiniz kadar çoğaltmanız mümkündür.. NETİCEYE ULAŞMAK İÇİN HER YOLU MEŞRU GÖRDÜLER -Peki Cemaatle yollarınızı ayırmaya ne zaman ve neden karar verdiniz? - Ben, işin başındaki sabit değerlere sımsıkı bağlı kaldığıma göre, ayrılmayı bana değil başkalaşanlara isnat etmek daha gerçekçi olur kanaatindeyim. Bu başkalaşımı, öncelikle Hocaefendinin içselleştirdiğinde de kuşku yoktur. Bilerek ya da bilmeyerek bağlıları da kendisini takip etmiştir. - Başkalaşmaktan kastınız nedir? - Başkalaşmaktan kastımı tek bir kavramla ifade edecek olursam, bu dünyevileşmektir. Ahiret yurdunda devşirmeyi düşündüğümüz meyveleri burada tüketmektir. Elbette bu istenmeyen sonuca varmak birden olmamıştır. Özellikle Hocaefendi'nin şuur altını besleyen talepleri bu süreci hem hızlandırmış hem de şekillendirmiştir. Neticeye ulaşmak için her yolu meşru gören zihni değişim söz konusu taleplerin bir sonucudur. Vesileleri maksat haline getirmek yine aynı taleplerin oluşturduğu kırılma noktasıdır. Özel olmakla, gizli olmak arasındaki büyük farkı sıfırlayarak, tedbiri takiyyeye dönüştürmek de yine böylesi bir sonuçtur. CEMAAT ERDOĞAN'I İMHA PLANINI REVİZE ETTİ (TIKLA OKU) BEDİÜZZAMAN VE ESERLERİNİ SIRADANLAŞTIRMAYA ÇALIŞTILAR -Fethullah Gülen bu gidişatı göremedi mi? Benim görebildiğim kadarıyla Hocaefendi, içindeki meyilleriyle taşıdığı konum arasında preslenmiş bir hayat yaşamıştır. Bediüzzaman modelini şahsında taklit etmesi, onu bazı hususlarda suniliğe hatta ikileme itmiştir. Kendisi başta ret etmiş olsa da en uç noktalarda manevi makam isnatlarına daha sonraları açık hale gelmiştir. Bu kabulleniş refleksiyle de bir gün gelmiş, çıkamadığı yükseklikleri aşağıya çekme gayretine düşmüştür. Bediüzzaman'ı ve onun eserlerini sıradanlaştırma gayretleri bu düşüşün somut örneğidir. HAKKIMI HELAL ETMİYORUM, HELALLİK DE İSTEMİYORUM! -Ayrılmanızın temelinde bahsettiğiniz bu dünyevileşme meselesi mi yatıyor? Mevcut yapı, alternatif düşüncelere kapalı olduğu için de yollarımız ayrılmıştır. Bunları söylerken, sakın meseleyi kişiselleştirdiğimi düşünmeyin, çünkü yollarımızın ayrılışından kendileri ne kadar memnunsa ben de en az o kadar memnunum. İşin ötesini hesap gününe bırakıyorum. Hakkımı helal etmediğim gibi helallik de istemiyorum. GÜLEN'İN ABD'YE GİDİŞİYLE HERŞEY ÇIĞRINDAN ÇIKTI -Başkalaşımı bütün boyutlarıyla düşündüğümüzde, sizce Fethullah Gülen'i etkileyen dış etkenler var mıdır, nelerdir ya da kimlerdir? 1995'li yıllarda Hocaefendi'nin değişimi çok hızlı ve dikey olmuştur. Alternatif açılım denilen, ne olduğunu kendisinin de pek anladığını sanmadığım bir vibrasyonla zihni değişimi hızlanmış, meyil giderek ihtiyaca, ihtiyaç iştiyaka, o da incizaba dönüşmüştür. Daha sonra da bu şiddetli çekim gücünden kendini kurtaramamıştır. Meselenin Türkiye ayağında gerçekleşen ilk değişim ve dönüşümler Amerika 'da daha da ivme kazanmış, mesele çığırından çıkmıştır. KADROLAŞMA FAALİYETLERİ SERSERİ BİR GÜÇ HALİNE GELDİ - Cemaatin, siyasi kadrolaşmayı siyasete müdahaleye varan operasyonlara dönüştürmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? - Başkalaşım süreci yaşanmamış olsaydı, Cemaate aidiyet hisseden bireylerin devlet kadrolarında bulunuşunu ülke adına önemli bir kazanım olarak değerlendirebilirdik; ki öyleydi. Lakin söz konusu başkalaşım bizim değer ölçülerimizi de alt üst etti. Bu milletin alın teri göz nuru ile oluşan önemli güç yapılanması, ne yapacağı belirsiz serseri bir güç halini aldı; hatta silahını, korumakla görevli bulunduklarına çevirdi. Mesele, sadece siyasete müdahale ile de sınırlı kalmadı; bir hiç uğruna devlet ve millet ipotek altına alınmaya çalışıldı. Bu affedilemez bir suçtur; suçluları ne millet ne de tarih asla affetmeyecektir. Bütün bunları söylerken, camianın hepsini aynı kefeye koyup töhmet altında tutmak büyük günah, büyük vebal olur. Suçun büyüklüğü ölçüsünde adalet terazisinin hassasiyeti artırılmalıdır. Ceza, ayıklanarak verilmelidir. CEMAAT 7 ŞUBAT MİT OPERASYONUNDA DIŞ GÜÇLERİN GÖNÜLLÜ TAŞERONLUĞUNU YAPTI -7 Şubat MİT operasyonu ile başlayan 17 Aralık darbesi ile zirve yapan Cemaat- AK Parti kavgası sizce neden başladı? - Cemaatin MİT krizindeki hali, ağlamak için bahane arayan çocuk gibidir. MİT'e isnat edilen suçun inandırıcı hiçbir tarafı yok. MİT'in yapması gereken en asli görev, yapanlar hakkında suça dönüştürülmek isteniyorsa, burada çok ciddi bir yanılgı ya da art niyet söz konusudur. Nitekim konu netleştikçe ve daha sonra olanlarla ilişkisi açığa çıktıkça, meselenin yanılgı değil bir art niyet olduğu görüldü. Diğer atraksiyonların ağır bilançosundan da anlıyoruz ki, Cemaat burada dış güçlerin gönüllü taşeronluğunu yaptı; onu da beceremedi. Bu bağlamda, olanları Cemaat- AK Parti kavgasına indirgemek fevkalade yanlıştır. Ayrıca, Ak Parti kavganın tarafı değil, bulunduğu konum gereği saldırının püskürtücüsüdür. Bu yönüyle de hükümetin bu başarısına medyun-u şükran olmamız gerekir. SANDIĞA GİDİNCE TABANIN TERCİHİ CHP'DEN DEĞİL AK PARTİ'DEN YANA OLACAKTIR -Sizce cemaat tabanı bu kavgayı nasıl karşılıyor? Bir kırılma yaşanıyor mu? -Taban kelimesi kullanılmaması gerekirken, maalesef var olduğu için kullanılıyor. Halbuki hizmet, cemaat değil de hareket olsaydı, asla statü ifade eden kavramlar bünyede yer alamazdı. Ben yine de sempatizanlar ifadesinin kullanılması taraftarıyım. Bu kesim sadece kırılma değil, aynı zamanda travma yaşıyor. Aileler bölünmüş durumda. Fakat, mesele siyasete yansıdığında tercihin bu kesim itibariyle AK Parti'den yana olacağında kuşku yok. CEMAAT ESKİDEN BERİ BEDDUAYI BİR ŞANTAJ ALETİ OLARAK KULLANDI -Türk halkı beddua videosunu çok yadırgadı. Sizce toplumda infiale neden olan bu görüntüler neden yayınlandı? - Beddua eskiden beri cemaatin elinde bir şantaj aletidir. Özellikle cemaat içi problemlerde bu durum korkutucu bir öğe olarak kullanılır. Falanın beddua ettiği kişi artık iflah olmaz, düşüncesi cemaatte yaygın bir kanaattir. Böyle bir psikolojinin tetiklemesi söz konusu olabilir. -Gülen cemaati tarafından Hz. Peygamberin dizilerde, tweettlerde, Türkçe olimpiyatlarında siyasi mesaj olarak kullanılması da çok tepki topladı. Bunları ilk duyduğunuzda siz ne düşündünüz? - Bir şey demek istemem; çünkü aklı selim adına sözün bittiği yeri konuşuyoruz. Bunlar, Nur-u Muhammedi'den mahrumiyet sinyalleridir. Cenab-ı Hak, bütün inananları böylesi kötü akıbetten muhafaza buyursun. CEMAAT, AİLEMİ BİLE BANA KARŞI KULLANDI -Zaman Gazetesi, cemaatin sizinle olan sorununu aileniz üzerinden sürdürme gayreti içinde. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu? -Öncelikle benim cemaatle bir sorunum yok. Çünkü yolumu, on beş sene önce kısmen, iki sene önce de tamamen ayırmış durumdayım. Ben kişiler üzerinden değil, olaylar üzerinden konuşuyorum. Mehmet Erdoğan' nın Zaman Gazetesi'nde yayınlanan sözlerini okuduğunu, okusa da anladığını sanmıyorum. Cemaat de onun bu eksi yanlarından istifade etmiş olabilir. On dört senedir söz konusu gazeteyi açıp okumadım. Onun için de kardeşimin ifadelerini bana başkaları aktardı. İfadelerini ve üslubunu çok sefil buldum, onun adına acıdım. Büyük aileyi iması tamamen yalan ve iftiradır, bahsettiği vicdan ise, maalesef onun literatüründe "cüzdan" dır. Nitekim, yeğeniyle, yani oğlum Metin Erdoğan'la yaptığı telefon konuşmasında böyle bir ifadeye mecbur bırakıldığını itiraf etmiştir. BENİM EVİMİ BİLE DE DİNLEDİLER -Son günlerde paralel yapının binlerce kişiyi yasadışı olarak dinlediğini şaşkınlıkla izliyoruz. Yakında bu sayının artacağı söyleniyor. Bu yapı Başbakan Erdoğan ve oğlunu da yasadışı olarak dinlemiş ve ses taklidi ve montaj yaparak bunu sosyal medya üzerinden servis yaptı. Siz bu tür yasadışı dinlemelere şahit oldunuz mu? -Şimdilerde adı paralel olan yapının dinleme ve izleme sabıkası hem çok kabarıktır; hem de başlama süreci 30 sene öncesine dayanır. Elbette teknoloji geliştikçe hem sayı arttırılmış hem de işin mahiyeti inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Benim kendi evimin dinlenmesiyle ilgili o kadar çok tecrübe yaşadım ki, anlatılması bile bana ağır geliyor. Halbuki tecessüsün her çeşidini dinimiz haram kılmıştır. Gıybet nasıl haramsa tecessüste öyledir. Fakat şimdiye kadar sonuç alınamadığı gibi İnşallah bundan sonra kötü emellilerin kötü hedefleri boşa çıkacaktır. Nitekim, servis edilen ses kayıtlarının nasıl alçakça birer montaj ürünü olduğu göründü. Bundan sonrada görülecekler de farklı olmayacaktır. Bunlar paralel yapının son çırpınışlarıdır; Her çırpınışları da onları daha da batıracaktır. CEMAAT GÖNÜLLÜLERİ DİN DÜŞMANLARINA OY VERMEK GİBİ BİR YANILGIYA DÜŞMEMELİ -Bu harekete 40 yılın vermiş, Fethullah Gülen'in en yakınında olan isimlerden biri olarak cemaatin samimi gönüllülerine bir çağrınız olacak mı? -Öze dönsünler. Cemaati bu hale getiren hastalıkları teşhis adına, özellikle Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'yi ve Lahika mektuplarını tekrar ve dikkatle okusunlar. Eğer, başlarındakiler hala yanlışlarında diretirlerse, onlardan ve yanlışlardan yüz çevirerek tek başlarına Hakk'a ve hakikate yönelsinler.. Bu cümleden olarak ,önümüzdeki seçimlerde, milli iradenin yanında yer alsınlar; desteklenmesi sadece siyasi bir parti desteklenmesi sınırını çok aşan, aynı zamanda ittihad-ı İslam ve ümmet davasını sahiplenme manasına gelen AK Parti'yi ödünsüz desteklesinler. Hele dinin ve maneviyatın emansız ve amansız düşmanı bir partiye oy vermek gibi bir yanılgı ve gaflete asla düşmesinler. Çok yönlü esaret ile kuşatılmış olduğu her halinden belli bir insanın hele kendi alanı dışındaki bir husustaki fetva ve çağrısının kesinlikle dinlenilme niteliğinden yoksun olacağını ve öyle de olduğunu bilsinler, kendi vicdanlarının, kendi hür iradelerinin çağrısına kulak versinler..





Sayı: 245 | Tarih: 23.02.2014
Yusuf Kaplan
Türkiye'nin medeniyet yürüyüşünü durdurmaya hakkı
Ben'den biz'e geçmeden!
1270 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
İstihbaratı çok seven dindarlar
Tecessüs
1170 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
İhlassız İbadet ve Hizmet olmaz
Yorumsuz...
1093 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Çelişkiler
Sorunlar makroda çözülmez
1077 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
Hz. Hamza'nın ruhu ile frekans birliğine girmek m
‘Aşıklar kahvesinde siyaset’le nereye böyle?
993 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen