Çelişkiler
1066 Okunma, 4 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

09/02/2014

- Türkiye’de Cemaat’ın etkili olduğu söyleniyor. CIA ilgilenmiyor mu?

- Eskiden ABD’deki CIA ile Tekel Sermaye, Türkiye’deki MİT ile Türkiye’deki dışa bağlı sermaye birlikte dünyayı yönetiyordu. Şimdi ABD’deki tekel sermaye ile CIA’nin arası, Türkiye’deki MİT ile dışa bağımlı sermayenin arası açılmıştır.  Sermaye kendisine özgü bilmediğim bir örgütle yine fesadına devam ediyor. MİT ile CIA eskisi kadar içli dışlı değildir.

 

- Şimdi CIA’nın gücü yetmiyor.  Eskiden CIA’nin faaliyet alanı dışarısı idi. Şimdi ABD’de mi?

- Eskiden sermaye bir operasyon yapıyor, CIA’ya ihale ediyordu. CIA başarırsa parasını alıyordu. Şimdi sermaye ona ihale etmiyor veya ihaleyi almıyor. Dolayısıyla etkisi azalmıştır. MİT te öyle 17 Aralık’ı bile istihbar edememiştir.

 

- CHP ve Cemaat’ın oluşma dönemlerine ait şartlar değişmiştir. Türkiye de değişecektir. Yurtta sulh cihanda sulh değip çevre ile ilgilenme siyaseti ile dini dışlama siyaseti tarihe gömülecektir. Komşulara hükmedilmeyecek ama ilgilenilecek. Dinler arası çatışma olmayacak ama din dışlanmayacak.

- Eskiden Ortadoğuya Bizanslılar, sonra Osmanlılar hakimdi. Sonra batılılar hakim oldu. Gelecek dünyada ulus devletler olacaktır. Uluslararası ilişkiler ise İnsanlık tarafından düzenlenecektir. Uluslararası savaşlar hakem kararlarına uyan uluslar ile uymayan uluslar arasında olacaktır. Zorlama olmayacak ama ırk, din ve mezhep farklılıkları olacak ve herkes resmen atanacak ve toplulukta etkili olacaklardır. Adil Düzen’in anlayışına  yakın bir senaryo çizilmektedir.

 

- Koruculuk sistemi yanlıştır. Korucu olamayanlar PKK’ya asker olmuşlardır.

- İç güvenliği her il kendi içinde oluşturacağı ve kendisi finanse edeceği zabıta(jandarma) kolluk kuvveti ile sağlar. Paralı değil nöbetli sistemi içinde başarılır. Doğuda görev yapanlara fazla imkân atamak, halkın bir kısmını silahlandırmak çok tehlikelidir. PKK’yı canlı tutar.

 

- Türkiye etkili olacaksa çevrenin sorunlarını çözen adil bir yönetime sahip olmalıdır.

- Ağzınız varmıyor ama biz söyleyelim Adil Düzen’i benimsemelidir.

 

15/02/2014

Hangisi doğru?

- Ülkemiz dış değişmeler nedeniyle,  sancılar yaşıyor. Yumruklaşmadan önce anlaşmaya çalışılmalıdır.

- AK Parti şimdiye kadar dışta hazırlanan kanunları ülkeye okumadan aktarmaya çalışıyordu. Şimdi kendi sorunlarını kendisi çözmeye çalışıyor. Hala kendi aklımızla, Adil Düzenle değil de onların aklıyla çözmeye çalışıyor. Tehlike burada. Oysa her söze kulak vermeliyiz ve kendi sorunlarımızı kendimiz çözmeliyiz.

 

- Türkiye AB üyeliği veya bölgesel güç olma seçenekleri tartışması içindedir.  Şimdiye kadar ne yaparsa yapsınlar Avrupa birliğine giremiyordu. Şimdi ne olduysa oldu girme imkanı doğdu.

- Türkiye, Rusya AB’ye girmeden Avrupa Birliğine giremez. Yeryüzü kıtalara ayrılacaktır; Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avustralya, Çin ve Hindistan. Bunlar bellidir. Bir de ya İstanbul merkezli Avrupa ve Orta doğu kıtası, yahut Avrupa ve Rusya’nın da katıldığı orta doğu kıtası. Bugünkü durumda tek kıta oluşmaz. Çünkü buna ABD ve Çin izin vermez.

 

- AB Türkiye aracılığı ile petrol yollarını kontrol etmek istedi. ABD ve Rusya bunu önledi.

- Sermaye, banka ve petrol aracılığı ile dünyayı tek devlet haline getirmek istemektedir. Savaş devam ediyor. Sermaye kaybedecektir. Dünya bir blok tarafından değil, İnsanlık tarafından Adil Düzen içinde yönetilecektir.  Bunun için karşılıksız para sorunu çözülecek, faiz çözülecek. Bunun erken veya geç olması savaşın uzun veya kısa sürmesine neden olacaktır.

 

- Avrupa Birliği tarafında olduk ve biz de dışlandık.

- AB’de çatışma vardır. İngiltere Tekel sermaye yanlısıdır. Almanya ve Fransa Tekel sermayeye karşıdır. Sermaye Türkiye’yi AB’ye sokup İngiltere’yi güçlendirmek istedi. Sermaye ABD’de etkinliğini kaybetti. Türkiye İngiltere değil de Almanya tarafı oldu.  Böylece Türkiye’nin AB’ye girme projesi yarım kaldı.

 

- Ülkemizde tezatlar var. Sermaye dinsiz bir batılı olmamızı istiyor. Halk ise batılı bir Müslim olmak istiyor. Tesettürü bile batı modeli içinde yapıyor. Benim tercihim etkili orta doğulu olmadır.

- Dünya tarım döneminden sanayi dönemine geçiyor.  Sermaye yönetiminden ilmi yönetime geçiyor. Geçiş sancıları içinde boğuşuyor. Yakında çalkantılar dinecek, insanlık Adil Düzen’e kavuşacaktır.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

Yorum:

İlmi Yönetim

Tarihte insanları başlangıçta dinler yönetti. Tanrıyla doğrudan irtibatı olanlar, insanlığı eğittiler ve bugünkü seviyeye yükselttiler. İkinci dönemde ise siyasiler hakim oldu. Askeri güce sahip olanlar, filozofların danışmanlığında insanlığı uygarlaştırmaya devam ettiler. Üçüncü dönemde ise ekonomi yani sermaye hakim oldu.

Bugün ilim, din ve siyasette hepsi sermayenin etkisindedir, hatta yönetimindedir.  Keşfettiği karşılıksız para sayesinde dini etkisiz hale getirmiştir. İlmi emrine almıştır. Siyaseti seçimlerle idare etmektedir. Sermayenin sömürüsü her tarafı kaplamıştır. Cemaatler bile onun emrine girmiştir.

Bundan sonra ne olacaktır?

Bundan sonra sıra ilme gelmiştir. III. Bin yıl uygarlığında etkin güç ilim olacaktır. Karşılıksız para ortadan kalkacak ve karşılıklı para dünyayı yönetecektir. Karşılıklı para da ancak ilmin verileri içinde gerçekleşecektir. Alimler projeler üretecekler, halk ise bu projelerden istediğini seçip uygulatacaktır.

Merkezi yönetimin yerini halk yönetimi alacaktır. İlmin sağladığı imkânlarla yerel yönetimler ve sosyal gruplar, kendi paralarını kendileri üretecektir. Böylece bağımsız olacaklardır. Aralarında çıkan ihtilaflar hakemler yoluyla çözülecektir. Hakemler de kararlarını ilmin verileri içinde çözeceklerdir.

Geçmişteki yönetimlerde hükmeden din değil, din adamları idi; siyaset değil, siyasilerdi. Ekonomi değil patronlardır. Yeni düzende ise hükmeden alimler değil, ilim olacaktır. Alimler İslami çözümleri üreteceklerse, alternatif projeler ortaya koyacaklar. Halkın yararına bedelsiz ortaya koyacaklar. Halktan isteyen, istediği projeyi seçip uygulayacaktır. Tip sözleşmelerden istediklerini seçeceklerdir.

Aralarında çıkan ihtilaflar, tarafların seçeceği hakemler ile hakemlerin seçeceği başhakem tarafından çözülecektir.  İlim adamlarının ücretleri ortak bütçeden ödenecek, ürünleri halk ücretsiz kullanacaktır.

Böylece insanlık artık başkalarının emrinde değil, kendi içtihat ve seçenekleri ile yönetilmiş olacaktır.   İçtihat ve icmalara dayanan hukuk düzeni gerçek demokrasinin düzeni olacaktır. İnsanlık her gün seri adımlarla buraya doğru ilerlemektedir.

Bizim 1970’lerde yazdıklarımızı okursanız, orada bizim bugün söylediklerimizde bir çelişki yoktur. O günlerle bu günleri düşünürseniz, nereden nereye geldiğimizi görürsünüz. Sovyetler yıkılmış, ABD’de Obama başkan olmuş,  Arap baharı olmuş, dünyada ateizm iddiası tarihe karışmış, Çin ekonomide etkin güç olmuştur. Adil Düzen ile ne süratle ilerlediğimizi göreceksiniz.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
16.02.2014
07:55

Cemaat okulları ihale ofisi gibi Türkiye'de dini hayatın efsaneler üzerinden yürüdüğünü anlatan Atasoy Müftüoğlu, Fethullah Gülen cemaatinin de pek çok menkıbe ürettiğini söylüyor. Bugüne kadar cemaate 'Okullar açıyorlar' diyerek ses çıkarılmadığını ifade eden Atasoy Müftüoğlu, bu okulların seküler eğitim verip, ihale ofisi gibi çalıştığını düşünüyor. EMETİ SARUHAN | 15 ŞUBAT 2014 Geçtiğimiz hafta içinde bir dizide Peygamber efendimizin temsil edilmesi sıcak tartışmalara neden oldu. Daha önce de Peygamberimizin tweet sayısının arttırılmasını söylediği ve Türkçe olimpiyatlarına geldiği iddiaları da tartışmalara sebep olmuştu. Atasoy Müftüoğlu'na neden güncel gelişmelerde Peygamber Efendimizin adının geçirilme ihtiyacı duyulduğunu, Türkiye'de dini hayatın ne şekilde yaşandığını sorduk. Müftüoğlu hem dini algılayış ve yaşayış biçimimizi, hem de gündeme binaen cemaati nasıl yorumladığını anlattı. Türkiye'de dinin algılanış ve yaşanış biçimini nasıl buluyorsunuz? İslam'ın kendisi değil, bizim şu anda tükettiğimiz din, naslardan bağımsız, batıni tevillere, keyfi yorumlara dayalı, tek akla, tek boyuta, tek yoruma, tek bağlama indirgenmiş, masallarla, hurafelerle milliyetçiliklerle zenginleştirilmiş, sonunda bir folklora dönüştürülmüş bir gerçekliğin adıdır. Türkiye'de dini hayat büyük ölçüde evrensel ufkunu, bilincini, tarzını, birikimini yitirmiş, ulus devlet sınırları içine çekilmiştir. Bu biçim tüm cemaat ve gruplarda aynı şekilde mi görünüyor? Bu genel bir değerlendirme. Kuşkusuz istisnaları vardır. Ancak 'cemaat' tanımının behemahal eleştirel bir duyarlılıkla yeniden çözümlenmeye tabi tutulması gerekir. Çünkü cemaat; düşünen, üreten, tahkik eden, sorgulayan, bir tavır ortaya koyan, sorumlu bireylerden oluşur. Biz siyer metinlerinde Hz. Ömer'e ilişkin çok çarpıcı bir yaşanmış öykü okuruz. Hz. Ömer 'Ben yanıldığımda ne yaparsınız' diye sorduğunda sahabilere, 'Seni kılıcımızla düzeltiriz' derler. KOLEKTİF PATOLOJİ Bu bize neyi işaret ediyor? Bütün zamanlarda örnek alınabilecek bir bilinç biçimi. Bizde hiç kimse cemaat diye tanımladığımız kesimlerin liderlerini kılıcıyla düzeltebilecek bir noktaya gelemez. Cemaat liderleri eleştiriden muaf tutulmuşlardır. Şimdiye kadar herhangi bir cemaat liderinin cemaat mensupları tarafından sorgulandığı, eleştirildiği ya da görevinden alındığı görülmemiştir. Bizde cemaatin yerinde sürüler vardır. Bu kolektif bir patolojidir. O istisna saydığımız cemaat ya da akımlar da, bu patolojiyi şu ana kadar sorgulamaya cesaret edememişlerdir. Sürü kavramıyla insanların bir süre sonra kitle psikolojisi ile hareket ettiğini mi söylemek istiyorsunuz? Hangi cemaat olursa olsun, kurumsallaştıktan sonra kendi gündemiyle, tarzıyla, diliyle, söylemiyle ve lideriyle büyüleniyor. Büyülendikten sonra dünyayı kendinden ibaret saymaya başlıyor, kendisiyle kaim olduğunu düşünüyor. Bu son günlerde tartışma konusu olan cemaatte de durum aynı ve eksiksiz böyledir. Onlar kendi tarzları ve gündemleriyle, liderleriyle, uğraşlarıyla, yöntemleriyle büyülenmişlerdir. İslam dünyasının hiçbir sorununa ilgi duymamışlardır. Dünyanın kendilerine mecbur ve mahkum olduğunu düşünmüşlerdir ve burada asıl korkunç olan bir tekel oluşturmuşlardır. DOKUNULMAZ LİDER Nasıl bir tekel? Yorum tekeli oluşturmuşlardır. Tamamen menkıbeler, efsaneler ve yalanlar esas alınarak böyle bir yola tevessül edilmiştir. Sürüden kastım şu; Cemaatin hiçbir ilişkisi tartışma konusu, eleştiri konusu olmamıştır. Cemaatin Amerika ile işbirliği yapıyor olması, CIA ile birlikte iş tutuyor olması, Evangelistlerle, Neoconlarla iş tutuyor olması hiçbir zaman rahatsızlığa neden olmamıştır. Çünkü bizde dini tercihlerde bulunmak daha çok duygusal tercihlerde bulunmak anlamına geliyor. Daha çok rüyalar ve efsanelerle, kurgularla dini hayatın sürdürülmesi anlamına geliyor. Maalesef İslam'ın gerçeğinde asla ve kata olmadığı halde, on binlerce manevi aracı vardır. Bu manevi aracıların her birisine dokunulmazlık atfedilmiştir. Şu an karşımızda efsanevileştirilmiş beşer üstü varlıklar vardır. Gerçek üstü olayların ortaya çıkmasına bu mu neden oluyor? Bu manevi aracılar hem dokunulmaz kılınıyor, hem kutsallaştırılıyor, hem her yaptıklarında bir keramet olduğu varsayılıyor. Burada garip olan şu; bu uygulamalar düşünsel, felsefi, entelektüel dini hayatta hiçbir şekilde köşeli bir eleştiriye tabi tutulmuyor. Peygamber Efendimizin kullanıldığı söylenceleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Cemaat lideri olan zat, bir gazete röportajında dile getirilmeyecek kadar istiskal edici cümleler kullanmıştır. Bu zat başından beri Peygamber Aleyhisselam'ın bu cemaatin emrinde ve hizmetinde, cemaati yüceltmek için çalıştığını, dikkatinizi çekerim mana aleminde değil, fizik aleminde bunlarla birlikte bütün bir dünyayı dolaştığını serdedebilecek kadar fütursuz bir dil sergilemiştir. Yine bunlar olurken düşünce hayatımız kültür hayatımız bütün bunlarda bir hikmet olduğunu düşünerek sessiz kalmışlardır. Bunlar daha çok cemaat içinde gerçekleşmiyor muydu? Kamuoyuna yansıyınca cemaate karşı olan algıyı değişti diye düşünüyorum. Ben öyle düşünmüyorum. Darbe girişimine kadar her şey bağışlanabiliyordu. Bir takım üstatlar, 'bunlar iyi şeyler de yapıyor' diyorlardı. İyi şey nedir? Okul açıyorlar. Bu okullarda İslami bilimler mi öğretiliyor yoksa seküler bilimler mi? Yani bu okulların yalnızca eğitim amaçlı olduklarını düşünmek bir yanılsamaydı. Çünkü bunların her biri aynı zamanda bir ihale ofisi gibi çalışıyor. Uluslararası servislerin memurlarıyla hareket ediliyor. Bendeniz binlerce, bu bir metafor değil, binlerce yalanların nasıl menkıbe atölyelerinde ya da fabrikalarında kurgulandığını biliyorum. Bunları bizim dini hayatımız tartışmaya cesaret edememiştir. Çünkü bu cemaatte daha büyük yalanlar serdedilirken bir başka cemaatte daha küçük yalanlar imal eden küçük atölyeler var şimdilik. Yarın onların da bu duruma gelip gelmeyeceği konusunda bir güvencemiz yok. TÜKETİCİ TALEPLERİNE UYGUN DİL GELİŞTİRİLDİ Cemaatin gündemi hiçbir zaman Müslümanların gündemiyle kesişmedi dediniz. İslami bir cemaat için bu biraz tuhaf değil mi? Eğer bir cemaat ya da hareket kendisini koşullara göre konumlandırıyorsa, ki öyle, pasif hale geliyorsunuz ve hakim irade ne yönde talimat verirse o yönde hareketi seçiyorsunuz. Koşulları dönüştürmek üzere yola çıkmıyorsunuz. Koşullarla birlikte olmak demek, statükoyla, konformizmle, gelenekle, görenekle alışkanlıklarla birlikte olmak, bir örnek olmak, basma kalıp olmak demek. Değişim, dönüşüm ihtiyacını zındıklıkla suçlamak demek. Ama burada farklı bir durumla karşı karşıyayız Ne gibi? Burada bir din hizmeti olmaktan çok çıkarlara dayalı bir mücadele var. Asıl vahim olan şu ki, bu cemaatin çıkarları için her yol mubah addedilmiştir. Yalan söylemek, propaganda yalanları üretmek, pazarlamak mübahtır. Çok daha vahimi tüketici taleplerine uygun bir dil icad etmek de mubahtır. Bu akım aracılığıyla Türkiye'de İslam maalesef ve maalesef sınırsız bir şekilde vulgarize edilmiştir. Nasıl vulgarize edilebilir İslam? Her türlü ilkeden ve şer-i temellerden bağımsızlaştırılarak kitlelerin hoşuna gidecek bir kalıba sokulur. Gün gelir bu amaca yönelik olarak bu dil çok bayağı şekilde popülarize edilir, gün gelir yine çok bayağı bir şekilde milliyetçi, vatancı, devletçi bir dil kazanır. Bu gelenek nezdinde devlet dinden daha kutsaldır. Benim anlamayamadığım bir şey var. Düşünce dünyasında medya dünyasında kültür dünyasında çok yakın günlere kadar bütün arkadaşlarımız bu cemaatle ilgili olarak son derece saygılı bir dil kullanmışlardır. Şimdi bugün bir darbe girişiminde bulunulduğu için, ülke bir belirsizlik yaşıyor. Çünkü bunlar aynı zamanda emperyal bir proje adına kullanılıyorlar. Siz de emperyal bir oyun olduğunu mu düşünüyorsunuz? Şüphe yok. Eğer resmin bütününü takip ediyor olsaydık komplo demeyecektik. Türkiye'nin bir şekilde kontrol altında tutulması için bir araca ihtiyaçları vardı. Bu cemaatin de bu konular etrafındaki rahatsızlıkları bilindiği için bunları kullandılar. Türkiye bunu öngörmüyordu. Öngörebilmeliydi. Hepimiz bu darbe girişimiyle harekete geçtik. Ben bütün entelektüel kesimlerin, aydınların, düşünce adamlarının, din adamlarının, bilim adamların sorumlu olduğunu düşünüyorum. Ben yıllar önce bunun bir Amerikan projesi olduğunu, bu hareketin Siyonizmden daha tehlikeli olduğunu yazdım. Neden böyle düşünüyorsunuz? Siyonistlerin ne yapacağını öngörebilirsiniz fakat bunların ne yapacağını öngöremezsiniz çünkü burada çıkar mülahazaları hakimdir. Ve asıl vurgun büyük yağma bu hareket aracılığıyla yani din aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Daha bu hareketin başlangıcından itibaren bir kişinin karizmasının sınırsız şekilde yüceltilmesine yönelik kurmaca efsaneler üretilmiştir. TARİHTE MANEVİ TİRANLARA HİÇ KARŞI ÇIKILMADI Cemaatin bugüne kadar entelektüel bir kesim yetiştiremediği eleştirisi var. Bu mitlerden mi kaynaklanıyor? Bu cemaatlerin temel amacı sayıları çoğaltmak ve çıkarları çoğaltmak. Nicelikleri, paraları çoğaltmak. Bunun dışında entelektüel bir yoğunluk, entelektüel derinlik gibi bir amaç güdülmemektedir. Gündeminde entelektüel kadro yetiştirme gibi bir projesi yoktur. Bunlar amaçları doğrultusunda dini duyarlılığı sınırsız biçimde sömürmüşlerdir. Biz dışarıdan sömürünün mahiyetini anlayabiliriz. Ama içeriden sömürülmeyi anlamakta güçlük çekiyoruz. İçeriden sömürülmekten kastınız ne? Kitleleri çıkar amaçlı yöntemlere daha kolay seferber etmektir. Kitleleri duygusal olarak yönlendirip manipüle edersiniz. Eşya ve nesne haline getirirsiniz. Ama bilinçli insanları böylesine yönetemezsiniz. Dolayısıyla bu tür şeylerde bilinç merkezli bir çalışmayı kimse istemez. Mesela bizde cemaat reisi kendisini izleyenlere bizi aşın, sorgulayın, eleştirin demez. Sadece bize itaat edin der ve onlar bunu gerektiği gibi yerine getirirler. Amaç başlangıçta niteliksel boyutlar temelinde bir entelektüel, bilimsel, düşünsel ve kültürel birikim olmuş olsaydı bugün geldiğimiz noktaya gelmiş olmayacaktık. İslam'da eleştiri var ama bizim geleneğimizde eleştiri yok. Eleştiri olmadığı için buralarda bir manevi diktatörlük hakimdir. Tiranlık hakimdir. En tehlikeli diktatörlük manevi diktatörlüktür. Manevi aracılar aracılığı ile gerçekleştirilen tiranlıktır. Çünkü onlar kutsallaştırıldıktan sonra onların her yaptığında, yanlış da olsa bir hikmet vehmedilir. Siyasal diktatörlere karşı çıkar kitleler. Bu mümkündür. Fakat tarihin hiçbir döneminde manevi tiranlara, bugün de yaşadığımız gibi, özellikle mensuplarının karşı çıktığı görülmemiştir.

Reşat Nuri Erol
16.02.2014
11:11

N’olacak bu cemaatin hali! Abdurrahman Dilipak Artık “cemaat” diyemiyoruz.. Geçen gün internete düşen bir müzik vardı “Hocaefendi” isimli! “Hocaefendi” de diyemiyoruz.. Hizmet de etiketlendi.. “Camia” tutmadı, ama “Paralel devlet / Paralel yapı / Paralel örgüt” tuttu.. Risale-i Nur talebelerinin çok büyük bir çoğunluğu cemaatin Risale-i Nur ile ilişkilendirilmesinden rahatsız.. Bunlar tamam da, bir de bu yapıya inanarak gönül vermiş ve perde gerisinde olup-bitenlerden habersiz ve bu iddialara inanmak istemeyen büyük bir çoğunluk var.. 40 yıldır bugünü beklemişler. Bugüne kadar gizlenmişler ve hep vermişler.. Gülen ve bu yapı hakkındaki iddiaları kabullenmek istemiyorlar.. Bazı gerçekleri görüp ayrılanlar, aldatılmış duygusu ile öfkeliler.. Aynı aile içinde farklı görüşlere sahip insanlar var.. Bir yandan bu insanlar teolojik bir sendrom yaşıyorlar.. Bir yandan bir kehanetin peşinde, hayal dünyasında yaşayan medyumik insanlar var.. Onlar zaten bu hareketin kozmik mesajlarla yönetildiğini düşünüyorlar.. Mehdiyet, Mesihiyet, Deccaliyet hepsi birbirine karışmış durumda.. Bu iş, yıllardır Masonluk hakkında Müslüman toplulukları kışkırtıp peşinden koşturan Adnan hocanın, Mason olduğunun anlaşılması gibi bir durum sözkonusu.. Adnan hocanın Mehdiyetinin şifrelerinin hahamlar tarafından Tevrat sayfalarında gizlendiği iddiası bile, taraftarları arasında manevi bir keşif olarak algılanıyor.. Aslında “Cemaat” tartışmaları, diğer “Cemaat”ları da yakından ilgilendiriyor ve etkiliyor. Çünki, benzer iddialar ve ilişkiler, diğer birçok “yapı”da da var.. Kendilerini kaptırdıkları hipnozdan kurtulup, gerçek dünyaya dönenler ilginç şeyler anlatıyorlar.. Cevap anahtarı eline tutuşturulup yüksek puanla üniversiteyi kazanıp, en yüksek grubtaki bir fakülteye giren ama bu durumu içine sindiremeyip öğrenimine ara verenleri mi sayarsanız, kendilerine verilen birtakım görevleri “!” yapmadıkları için eğitim giderleri ile ilgili borç senetleri önlerine konanları mı, say say bitmez.. Memuriyet sınavlarında oynanan oyunlar ve belli kadrolara yerleştirilenlerin yükseltilmesi için yapılan çalışmalar ve işletilen ödüllendirme programları, rakiplerin bütün ilişkilerinin izlenerek, nasıl fişlendikleri ve sicilleri ile oynandığı.. Kimileri bütün bu olanları ailelerinden gizlemişler. Bazıları ailelerine açtıklarında sorunlar yaşamışlar. Ailelerinden kopartılan çocuklar var.. Ya da eşler arasında yaşanan sorunlar.. Ders halkalarına ilk katılanlar için herşey çok hoş.. Bir üst halkaya geçtiklerinde ketumiyet ve takiyye başlıyor.. İlk halkada herkese hoşgörü ile bakılırken, bir üst halkada herkese şüpheyle bakılıyor.. Bir üst halkada sizden fedakarlık bekleniyor. Mahrumiyet ve çile size manevi bir haz kazandırıyor! Size birtakım garantiler ve gelecek garanti ediliyor.. Gizli bilgiler servis edilmeye başlanıyor.. Esoterik birtakım düşlerin yorumları ile gerçek dünyadan kopartılmaya başlanıyor çocuklar.. Başarıya odaklanmış bir hareket. Başarılılar toplanıyor ve onlara doping yapılarak yükselmeleri sağlanıyor.. “Türkçe Olimpiyatları” oltaya takılan bir yem, bir PR çalışması.. Vitrin dekoru.. Hoşgörü ödülleri de öyle, Abant toplantıları da.. Her şey dershanelere, yurtlara ve okullara bağlı.. Buradan yola çıkılarak insan kaynakları bu alandan sağlanıyor. Çocukları üzerinden ailelere ulaşılıyor ve buradaki başarı örnekleri ile işadamlarından destek sağlanıyor ve aynı şekilde işadamlarına içeride ve dışarıda birtakım imkanlar sağlanıyor.. Yapı, olimpik helezonlara benziyor. İç içe geçmiş yapılar ayrık otu gibi yayılıyor ve olimpik helezonlara benziyor. Hepsi iç içe geçtiği halde birbirinden bağımsız gibi gözüküyor.. Kast sistemine benzer bir yapı içinde sektörler kompartmanize edilmiş.. Bu yapıyı anlamak için çok uluslu şirket yapılarını, Oppus dei hareketini, mesela Amerikan kolejlerinin ve Amerikan Board Neşriyat Dairesinin çalışma yapısını iyi incelemek gerek. Yine Vatikanın İnsani yardım örgütü, Amerikan YMCA, İngiliz God’s Army hareketlerinin yapılarını incelemek gerek.. Bu okullar, Euro İslam hareketinin misyoner okulu.. Bizim çocuklarımız bu yeni dinin misyonerleri olarak yetiştirilmek isteniyor sanki. Türkiye markası ile diğer İslam ülkelerine pazarlanmaya çalışılıyor.. Böylece İslam, Hıristiyan, Yahudilik karması yeni bir dünya dinine giden bir kapı aralanıyor gibi sanki! Bu durum Mehdiyet ve Mesihiyet anlayışı çerçevesinde kozmik bilgiler ve esoterik yorumlarla teolojik bir çerçevede sunulmaya çalışılıyor.. Kuşkusuz bu bilgiler Masonlukta olduğu gibi ilk derecedeki kişilerin bilmesi gereken bilgiler değil.. Bazılarının ömür boyu bu “hizmet”in içinde olup, kime ve neye hizmet ettiğini bilmemesi de mümkün.. Bu iddiaların doğruluğunu kabul etmeleri birileri için kolay olmayacak. Hatta kendi gözlem ve şahidliği bunun böyle olmadığı şeklinde olacak büyük bir ihtimalle. Ketumiyet ve takiyye de doğru bilgilere ulaşılmasını engelleyecek.. Ama artık sistem deşifre olduktan sonra ve internet çağında bunların uzun süre gizli kalması mümkün değil. Kuşkucu bakışla, bazı küçük parçacıkları bir araya getirerek azıcık kafa yoranların derin gerçeğe ulaşmalarının hiç de zor olmayacağı ortada.. Bütün bu gerçekler ışığında, inancını kaybetme tehlikesi ile ne yapacağını bilmeyen, kendini ilahi bir projenin ruhani temsilcisi olarak gören birilerinin bir anda geçmiş, bugün ve geleceklerini kaybederek karanlık bir komplonun aracı olarak sanık sandalyesine oturtulması endişesinin onların ruhunda koparttığı fırtınayı da hesaba katmak gerek. Bu insanları kazanmalıyız.. Onlar büyük ölçüde bir yanlışın kurbanı olan insanlar ve gerçeği kabul etmeleri kolay olmayacak. Sabır ve teenni gerek.. Yapı bir kere deşifre olduktan sonra gücünü koruması mümkün değil. Ama hâlâ eğer Evrenesoğlu’nun, Adnan hocanın takipçileri varsa, Hocaefendinin de takipçileri olmaya devam edecektir.. 28 Şubat’ta Kalkancı’nın bile peşine takılanlar olduktan sonra cemaatin peşine takılan kalabalıklar sürpriz değil.. Selâm ve dua ile..

Reşat Nuri Erol
18.02.2014
10:52

RÖPORTAJ Cemaat hükümet kavgasını bu mektup başlattı 20 yıl İslamcı, muhafazakar camianın medyasında çalışan Levent Gültekin kavgayı başlatan mektubu ve içeriğini anlattı

Levent Gültekin yaklaşık 20 yıl İslamcı, muhafazakar camianın medyasında çalıştı. Kendi tabiriyle onlarla büyüdü, onlarla beraber hayal kurdu. Yeni Şafak’ta çalıştı, Gerçek Hayat dergisini çıkardı. Star gazetesinde, 24’te, Cine 5’te üst düzey yöneticilikler yaptı. Bugün Türkiye’de etkili noktalarda bulunan insanlarla bir mahalle birlikteliğine sahip oldu. diken.com.tr'den Müjgan Halis, Levent Gültekin ile konuştu. Gültekin, geçmiş birlikteliklerin onların reflekslerini fark etmeye kolaylık sağladığını söylüyor. “Aldıkları tutumun motivasyon kaynağını daha kolay anlıyorum. Ne yapabileceklerini, nereye yöneleceklerini, asıl dertlerinin ne olduğunu dışarıda durmanın da verdiği avantajla daha rahat gözlemleyebiliyorum” diye konuşuyor. İşte eski mahallesinden bir süre önce ayrılan ve gazeteciler.com sitesinde uzun süredir çarpıcı makaleler kaleme alan Gültekin'in o röportajda anlattıkları: BEN DEĞİL MAHALLE TOPYEKÜN TAŞINDI Eski ‘mahallenizden’ taşındığınızı söyleyebilir miyiz? Doğrusunu isterseniz ben bir yere gitmiş değilim. Fakat bir mahalle topyekûn bir yere taşındı. Gücün, iktidarın yanına. İsmet Özel derdi ki ‘Hangi gerekçeyle sosyalist olduysam aynı gerekçeyle de Müslüman oldum.’ Benim için de durum bundan farklı değil. Dindarlığı önemsememe gerekçe olan değerler benim onlardan ayrışmama da bir gerekçe oldu. Peki neydi sizi onlardan ayıran değerler? Son üç dört yılda gördüklerim, duyduklarım, yaşadıklarım bana dürüst, ahlaklı, nazik, saygılı, adil, özgürlükçü biri olmak için İslamcıların arasında durmanın akıllıca bir iş olmadığını gösterdi. (...) AMAÇ KAVGAYI TABANDAN SAKLAYIP GEMİYİ YÜZDÜRMEK Yaklaşık iki buçuk yıl önce bir yazınızda AK Parti ile Cemaat’in birbirlerinden nefret eden, birbirlerinin kuyusunu kazan gelin ile kaynana gibi olduklarını ve misafir yanında karşılıklı gülücükler saçtıklarını yazmışsınız. Size 2.5 yıl önce bu satırları yazdıran hangi dinamiklerdi? AK Parti ile Cemaat arasında yaşananları iki tarafa da yakın olanlar biliyordu zaten, gizli bir şey değildi. Sadece kamuoyu önünde birbirlerine saygılı, hürmetli davranıyormuş gibi yapıyorlardı. Amaç kavgayı tabandan saklamak gemiyi yüzdürmekti. Peki ilk ne oldu da su yüzüne çıktı? Özellikle 7 Şubat’tan sonra Başbakan Cemaat’e güvenini kaybetti. Ve bu güvensizliğini de bürokrasideki tercihleriyle göstermeye başladı. Aslında bunun 7 Şubat’tan daha gerisi de var. O da şu: Hükümet iktidara geldiğinde bürokrasiye atayacağı insan kadrosunun ağırlıklı kısmını, yüzde 80 diyebiliriz Cemaat tabanından tercih etti. Çünkü kendi dünya görüşüne yakın, yetişmiş başka insan kaynağı yoktu.(...) GÜLEN MEKTUP YAZDI, ERDOĞAN KABUL ETMEDİ Ne zaman başladı bu rahatsızlık? Zannediyorum, üç buçuk yıl önce. MİT krizinden bir yıl kadar önce. Çok konuşulan bir olay vardır: Fetullah Hoca, üç buçuk yıl önce başbakana içinde 150-200 kişilik isim listesi de olan bir mektup gönderiyor. Diyor ki: “Güneydoğu’da belli başlı kadrolara bu isimleri atayın göreceksiniz Kürt sorunu diye bir şey kalmayacak.” Bürokrasi kadrosu mu? Evet, öğretmen, doktor, başhekim, emniyet müdürü, yargıç gibi önemli kadrolar. Mantık şu: Benim yetiştirdiğim insanlar toplumla diyalog kurmada daha mahir. Bunlar bölge halkıyla çok sıcak bir diyalog geliştirecek ve toplumla devleti barıştıracaklar. Kürt sorunu diye de bir şey kalmayacak. Başbakan’ın cevabı ne oluyor? Başbakan listeye bakıyor ve kendi alanına bir müdahale olduğunu söyleyip teklifi reddediyor. Yine mevzu Kürt sorunu yani? Evet. İlk güvensizliğinin temeli odur. Ondan sonra sırtlarını birbirlerine karşı sağlama alma ihtiyacı hissetmeye başladılar. Başgösteren güvensizlikten sonra başbakan, ‘O kadar verdik, ben sizin önünüzü açtım, ama ben açtıkça siz benim önümü kapamaya başladınız’ aşamasına geldi. Örtülü bir çekişme başladı akabinde. Bu böyle giderken MİT operasyonu oldu ve orada her şey koptu. İktidar artık atamalarda Cemaat’e göz açtırmamayı prensip edindi. BAŞBAKAN'IN İKİ YIL ÖMRÜ KALDI DİYORLARDI MİT operasyonu gerçekten de başbakanı doğrudan hedefleyen bir şey miydi? Bu konuda kimsenin şüphesi olduğunu sanmıyorum. Cemaat çevrelerinde konuşulan şöyle bir hesap vardı: Başbakanın iki yıl ömrü kaldı. Siyasi etkinliği kalıcı hale getirecek organizasyonlar yapılmalı. Ölmesini mi bekliyorlardı başbakanın? Bekleme demeyeyim de, geleceğe dönük plan diyelim. Neyin planıydı bu? Bürokrasideki etkinliğe siyasi etkinliği katmak. Çünkü bürokrasinin en rahat ettiği –bu Kemalistlerin olduğu dönem için de geçerli- zayıf iktidardır, koalisyonlardır. Bürokrasinin karşısında dirayetsiz, hatta mümkünse bir koalisyon olduğu zaman iktidara istediğiniz birçok şeyi yaptırabilirsiniz. Karşılarında blok bir iktidar ve dirayetli bir başbakan var. O, bürokrasinin hareket alanını daraltıyor. Çünkü bürokrasi de artık Cemaat demek. Hem de öyle 300-500 kişi değiller. Cemaat’in bürokrasideki iktidarını tamamlamak için son bir adım kalmıştı. Yargı- emniyet-istibarat sacayağının üçüncüsünün tamamlanması MİT’in de kontrole alınmasıyla olacaktı. Çok uğraştılar. Güneydoğu’yla alakalı bahsettiğim listeyle başlayan tereddüt Cemaat’in MİT’te etkinlik kazanmasının da önünü kesti. Yani başbakan artık daha temkinliydi. İşte tüm bu kavgalar verilirken kamuoyu önünde birbirlerine saygı, hürmet dileklerinde bulunuyorlardı. RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ

http://www.diken.com.tr/manset/18-subat-2014/

Reşat Nuri Erol
21.02.2014
11:10

Ses kayıtlarından neyi anladık? 21 Şubat 2014 Cuma Levent Gültekin acikcenk@gmail.com Kimle kim arasında olursa olsun, özel konuşmaların internette yayınlanan ses kayıtlarını yazı konusu etmek hoşuma gitmiyor. Ne yazık ki, Türkiye gündemi, bu tür ihlaller, özel hayata müdahaleler, teşhirlerle dolu. İstesek de uzak duramıyoruz. Başbakan Erdoğan’ın telefon konuşmaları art arda yayınlanıyor. Cemaat lideri Fethullah Gülen’in telefon konuşmaları da öyle. Mahremiyetin hiçe sayılmasına mı yanalım, bu mahremiyetin şoke edici mahiyetine mi, bilemiyoruz. Hepimiz, bir topluluğa hitap ederken azami derecede özenli ve dikkatliyizdir. Kimilerimiz, özel konuşmalarımızda, eş dostla muhabbet ederken daha rahat olabiliyoruz. Ancak aradaki fark üslup farkıdır. Genel konuşmalarımız ile özel sohbetlerimiz arasında zıtlıklar, birbiriyle temelden çelişen nitelikler varsa, vaziyet vahim demektir. Başbakan, Deniz Baykal’ın “kaseti” yayınlandığında, “Bu özel hayatın ihlalidir” diyenlere cevaben “Ne özeli, genel genel!” demişti. Şimdi, kendi özel hayatı ifşa ediliyor. Fethullah Gülen ise, takipçilerine ısrarla “İstihbarata önem vermemiz gerek” diye nasihat ediyor, telkinde bulunuyordu. Şimdi, kendisi istihbaratın objesi konumunda. *** Topluma istikamet gösteren, ülkenin kaderini etkileyen iki liderin özel konuşmaları ortaya döküldü. “Büyük alim”, “mümtaz şahsiyet” diye nitelenen bir lider; “Peygamber efendimizi rüyada gördük tweet’leri ikiye katlayın emri verdi” dediklerinde “Evet yapın” dediğini duyduk. Gariban insanlara “Üstünlük sadece takvadadır” diye öğütler veren Gülen için, zenginliğin üstünlük, işadamının ‘değerli’ olduğunu anladık. 40 yıldır vaazlarında cemaate “Faiz haramdır bankalardan uzak durun” diyen Hoca efendinin taraftarlarına özel mesajla bankada hesap açmaya çağırmasındaki zıtlığı gördük. Mezhep savaşının bölgemizi kasıp kavurduğu bir dönemde önemli din adamının senaristliğini yaptığı dizide İran ve Şii düşmanlığını bilerek kışkırttığını anladık. İşadamlarını kontrol edebilir halde tutmak için rafineri gibi rüşvetler dağıttığını öğrendik. *** ‘Dünya lideri’ diye lanse edilen siyasetçinin, bir TV’deki alt banda tahammül edemediğini fark ettik. Yakınlarıyla, arkadaşlarıyla konuşurken birbirlerine “Hakkını helal et” diye incelik gösteren siyasetçilerin bir haber yüzünden insanların ekmeğiyle kolayca oynadığını öğrendik Aslında halktan biri gibi yaşamakla itibar kazanan bir siyasinin şatafat içinde yüzdüğünü duyduk. Ortadoğu’yu yönlendiren başbakanımızın “yılda 5 gün misafir olacağı” villanın tuvalet musluğu ile ilgilendiğini gördük. Rüşvetin ‘bağış’a dönüştüğünü anladık. Tüm bunları duymamış gibi yaşayabilir miyiz? Geleceğimize müdahil olmaya çalışan bu iki önemli insanın özel konuşmaları ile genel sohbetlerinde beliren zıtlıkları görmezden gelebilir miyiz? İki tarafın mensupları da “Ne var konuşmalarda, suç mu var?” diyerek durumu geçiştirmeye çalışıyorlar. Bana sorarsanız, bu konuşmaları asla duymamalıydık. Fakat aynı zamanda, bu konuşmalar asla yapılmamalıydı. *** Kendisini ziyaret ederek “Hocam, STV’deki Şefkat Tepe dizisi barış sürecine zarar veriyor” diyen gazetecilere “Ben bir konuşayım niçin yayınlıyorlar öğreneyim” diyen Gülen’in aslında dizinin senaristi olduğunu öğreniyoruz! Bu müthiş çelişkiyi görmezden gelebilir miyiz? Ne; “büyük alim”, “gönül adamı”, “dünyadan elini eteğini çekmiş derviş” diye bildiğimiz Fethullah Gülen, ne de “dünya lideri”, “garibanın dostu” sandığımız Tayyip Erdoğan bildiğimiz gibi çıktı. Burada strateji ile imaj arasındaki büyük farkı müşahede ediyoruz. Bütün bu tutarsızlıkları, ihtirasları, anormallikleri bir tek biz duymuyoruz. Tüm dünya duyuyor. Liderlerimizin bayağılıklarının utancından hepimize pay düşüyor. Bence iki tarafa da gönül verenlerin şu soruya cevap bulması gerek: Değer verip, bütünüyle itaat ettiğiniz bu insanlar gerçekte kim? Zor soru, değil mi?

Twitter.com/acikcenk





Sayı: 244 | Tarih: 16.02.2014
Yusuf Kaplan
Aanas cumhuriyetinden yazıyorum!
Kendi yavrumuzu büyütmek!
1087 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Çelişkiler
İlmi Yönetim
1066 Okunma
4 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Yolsuzluklar Bahane Edilerek Darbe Yapılamaz
Yeni Sistem İçin Çalışılmalı
1013 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Acayiplikler ülkesi
İki taraf zararda
1003 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Siyasetin geleceği 30 Mart'a endekslendi
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez!
973 Okunma
Tayibet Erzen