Devletin Sorunları
1098 Okunma, 8 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

 

19/01/2013

- Sermaye ile ulus devletlerarası savaş vardır. Savaş alanı Türkiye’dir.  Savaş silahla değil, ekonomik yapılmaktadır.  Basın galip tarafı yer alıyor. Galip siyasi tahlille biliniyor.

- Sermaye ile ulus devletler arası savaşlar vardır. Savaş alanı Türkiye’dir. Savaş silahla değil, basınla yapılmaktadır. Sermayenin silahı karşılıksız dolardır ve onunla basın emrindedir. Henüz galip mağlup belli değildir.

 

- Beklenen savaş devam ediyor. Karşı tarafın parası var. Basın emrinde. Parası olanın galip geleceği anlamında değildir.

- Karşılıklı yeni para sistemine geçmedikçe, mağlup olunmasa da galip gelinemez.

 

- Savaşta yenilmememiz için para sorununu çözmemiz gerekir. Ülke içi ekonomiyi böyle düzenlemeliyiz. Ayrıca aynı savaşı olan bizler diğer ulus devletler ile işbirliği yapmalıyız.

- İstanbul’da bir kuyumcular kooperatifini kurup altın bonosunu çıkarmalıyız. Uluslararası para altın karşılığı çıkarılan altın bono olmalıdır.  Ulusların paraları bu para ile konvertibl hale getirilmelidir.

 

- Yapacağımız iş devletimizin içine sızmalarını önlemektir. İlker Başbuğ darbelere karşı önlemler almıştı, darbeci yaptılar.

- Devlet yönetiminde hata yapan görevden alınır. Osmanlılar asardı. Biz asmayız ama görevden alırız.

a) İçişleri Bakanı, b) Adalet Bakanı, c) Maliye Bakanı, d) Milli Eğitim Bakanı, e) Milli Savunma Bakanı, f) MİT Müsteşarı, g) Merkez Bankası Genel Başkanını suçlu oldukları için değil, beceriksiz oldukları için görevden alırlar. Suçlu olup olmadığına yönetim karar veremez, ama başarıp başaramadığına karar veren yönetimdir. Cumhurbaşkanı, Başbakan dâhil herkesin görevine son verebilir. Yetkileri sonsuzdur. Vatana ihanet suçu dışında hiçbir fiilden dolayı sorumlu değildir. Güvenilir kimseleri getireceksiniz.  Erdoğan en büyük hatayı, Vecdi Gönül’ü Milli Savunma Bakanlığına almakla yaptı, Abdülkadir Aksu’yu İç İşleri Bakanlığından almakla yaptı.

 

25/01/2014

Tır Sorunu

- MİT Suriye’ye silah gönderiyor. Polis engellemek istiyor. İki kurum çatışıyor. MİT Müsteşarının İran yanlısıdır diye atanması engellendi. İran yanlısı olan müsteşar şimdi neden İran’ın karşı olduğu birini destekliyor.

- MİT müsteşarı gezi olaylarını istihbar edememiştir. Biz bilgisiz kabul eder uzaklaştırırız.  

 

26/01/2014

Paradaki sorunlar

- Geçen yıl doların dolmaz para ile karşılaşacağını doların yükseleceğini borçlu ülkelerde enflasyonun yaşanacağını yazmıştım.

- Dolar uluslararası para haline geçmiştir.  Yarıya sermaye devleti oluşmuştur. İslamiyet’te devletin iki işareti vardır. Kendi adına para bastırmak, hutbede adını okutmak. Hutbedeki ad bugünkü seçim kazanmak demektir. Üçüncü cihan savaşı devam ediyor. Şimdilik savaş silahla dolar arasında cereyan ediyor. Dolar silaha karşı duramaz. ABD’deki bir gecelik operasyon sermayenin işini bitirir. Ne var ki bugünkü dünya ekonomisi karşılıksız dolara dayanmaktadır. Bu sorunu çözmeden böyle bir operasyon dünyayı sosyal tufana götürür. Oysa Adil Düzen’in önerileri değerlendirilirse, sermaye de sömürmeden ayakta kalır, dünyada da bir tufan oluşmaz.

 

- Türkiye yanlış ekonomi politikası izledi. Dışarıdan alınan kredilerle içeride tüketim kredileri veriliyordu. Oysa dışarıdan alınan kredilere yatırıma yönlendirilmeliydi. Sözleri değerlendirilmelidir.

- Tam istihdamın sağlandığı bir ülkede dışarıdan alınan kredinin ülkeye zarar vermemesi için bu kredinin dışarıdan ithal edilen emekle yapılması gerekir. O zaman ülkenin doğal değerleri aktif hale getirilir ve Türkiye ve insanlık yararlanır. Yoksa dışarıdan gelen kredi tüketimine yöneltildiğinde borcumuz artar, ileride ödeme imkanını bulamayız. Yararına yönlendirilmezse ülkedeki üretim kaynakları harabeye döner, tarlalar kıraç olur, fabrikalar hurdalaşır.

 

- Üçüncü cihan savaşı ekonomiktir. Savaş alanı Türkiye’dir. Savaşın silahı paradır. Türkiye’deki zorlukların aşılması için müttefiklerimiz de etkili olacaklardır.

-  Üçüncü cihan savaşı ekonomiktir. Savaş alanı Türkiye’dir.  Savaşın silahı paradır. Çözümü karşılıklı para üretmedir.

 

- 1990’larda da benzer olay oldu. Döviz ucuz tutuldu, faiz yükseltildi. Bence döviz serbest bırakılacaktır.

- Doların yükselmesini engellemek için,  Merkez bankasının imkanı varsa dövizi satması gerekir. Döviz artar, para azalır dövizin değeri düşer. İkincisi ise faizi düşürmektir. Faiz düşünce maliyetler düşer. İhracat çoğalır. Döviz gelir, dövizin değeri düşer. Mahir Bey’in ifadelerinde karışıklık vardır. Faiz düşürülmeli mi, yükseltilmeli mi? Ben düşürülmeli diyorum. Aksini düşünen varsa tartışmaya her zaman hazırım.

 

- Ülke ekonomisi kapalı ekonomi değildir. Dolar insanlığın parasıdır. Geleceği ona göre düşünmek zorundayız.

- Dolar insanlık parasıdır. Ama iki önemli dadısı vardır. Biri ABD devletidir. Onun milli parasıdır. Dünyayı onunla sömürüyor. İkinci dadısı ABD’deki Yahudi sermayesidir. Aralarındaki ilişki ve uzlaşma beliğ değildir. ABD dolarda istikrar taraftarı, sermaye ise doları dalgalandırıp dünya ekonomisini çökertiyor sonunda ulus devletleri dize getirmek istiyor.  Bizim yapacağımız tek şey vardır. Doları ülkemizde etkisiz hale getirmektir. Bunun için;

a) İstanbul’da kuyumcular kooperatifi kurup altın bono çıkarmak,

b) Her ülkenin Merkez bankası ile ayrı ayrı anlaşıp o ülkelerin ticaretini o ülkelerin parası ile yapmak,

c) Kriz zamanlarında devletin yasaları borç ve alacak faiz olarak ertelenmesini sağlanacak. Herkesin borcu ertelenince ekonomi döviz kurlarından rahatsız olmaz.

d) Borçların tasfiyesi için devlet işyerlerini satın alır. Sonra cirodan kendilerine kiraya verir. Nakit kendilerine ödenmeyeceği için bu operasyon enflasyona sebep olmaz.

 

- Türkiye’nin en önemli sıkıntısı enerji sorunu ve bazı ham maddelerdir.

- Türkiye enerjiye sahip değildir ama enerjinin merkezindedir.  Merkez bankaları arası ülke paralarının kredileşmesi ile halk malları satın alır satar, ülkeler ise takas etmiş olur. Doların etkisi yok olur.  Türkiye a) İklimi, b) Temizliği c) Farklı alanlar olması, d) Merkezliği sebebiyle turizme çok elverişlidir. Basit bir turizm politikası Türkiye’nin dış ticaret dengesini hemen lehe çevirir.

 

01/02/2014

MHP’nin Rolü MHP’nin Rolü

- Partiler oya göre sıralanır. MHP ülkede savaş çıkaracak güçte bir partidir. Dün Solcularla çatıştırıldı. Şimdi Kürtlerle çatıştırılıyor. Geçmişte görevimde etkisiz hale getirildim. Başarılı raporlara rağmen yine de görev verilmedi.

- Osmanlı imparatorluğunu yıkmak için ırkçı hareketler, dinci hareketler, uygarlaşma hareketinden ve Osmanlıcılık’tan ibaret dediler, dörtlü çatışma vardır. Ziya Gökalp bunları uzlaştırdı. Mustafa Kemal Cumhuriyeti buna göre kurdu. Osmanlıcılığın yerine Cumhuriyeti koydu. Bugün bu görülmeye devam ediyor. Devletçiliği CHP, İslamcılığı Milli Görüş, Türkçülüğü MHP ve Uygarlaşmayı ise DP geleneği sürdürüyor. Bahçeli, oyunlara gelmeyecek kadar deneyimlidir.

 

- Bahçeli’nin ülke çıkarlarını gözetlemesi sonucu ülkede çatışma önlenmiştir.

- CHP-MSP koalisyonu çatışmaların dışardan körüklendiği görülmüştür. Bizim siyasi konuşmalarımızı CHP’liler ve MHP’liler daha bağımsız adaylığımızdan beri değerlendirmişlerdir. Bireysel başarılı koalisyon yaptık, diğerleri ile seçim işbirliği içinde ülkemizin çıkarına sıçrama yaptık. Biz BDP’lilerle daima temasta olduk.   Türkiye’de çatışma yoktur. Türkiye’de çatışmayı icat eden sermayenin basını vardır.

 

- Bahçeli’nin rolü büyüktür. Çatışmada taraflar kazanmaz, çatıştıran kazanır.

- 1967 yılında kurduğumuz kooperatifin aktif kurucusu ve yöneticilerinden olmam sebebiyle söyleyeceklerim vardır. İnsanları birbirine düşürmek için yapmayacakları silah yoktur. Akevler ortağı ilahiyat profesörleri, Devlet Güvenlik mahkemelerine bizi kooperatifi, şeriatla yönetiyorlar diye şikâyet ettiler. Diğer taraftan da bu şikâyet edenin başına öyle suç işlettiler ki biz şikâyet etsek profesörlükten olacaktı. O bizi şikâyet ediyor, biz ise onları savunuyorduk. Sonu biz başardık. Çünkü bu aldatılmış kardeşlerimizle çatışmadık. MHP de bunu yapmalıdır, yapıyor da. Kürtçülüğü savunanlar bir gün gerçekleri görürler ve bundan vazgeçerler. Çünkü onlar gerçekte bizdendirler.

 

- MHP’nin rolü, ülke barışıdır. Bahçeli başta rol oynamaktadır. Tasfiye edilmesi önlenmelidir.

- Bahçeli’nin barışa katkısı tartışılamaz.  MHP’yi iktidara gelmekten alıkoyan da Bahçeli’dir. Bahçeli İslamiyet’e karşı değildir ama İslam dini taraftarı değildir. Ben MHP ile Milli Görüş kadar ilgiledim. Kuran düzenini onlara da anlatmaya çalıştım. Erbakan değerlendirdiği halde onlar cephe aldılar. Yakın arkadaşım Galip Erden bile cephe aldı.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

YORUM:

MHP Ne yapmalı?

Bugün AK Parti iktidardadır.  Başka alternatif olmadığı için yine de oyumuzu ona vereceğiz. Ne var ki fahiş hatalar yapmakta, kendisini de ülkeyi de uçuruma götürmektedir. Erbakan’a parti önerisinde bulundum. 1969’da başladık, 1973’te ortak olduk. MHP isterse 2015’de iktidar partisidir. Anayasa partisi de olabilir. Bunun için benim Kuran’dan aktaracağım önerilerimi değerlendirmesi gerekir.

1- Parti İslamiyet’e sahip çıkmalıdır. İslamiyet kavmiyetçiliği reddetmez aksine tüm sosyal yapıyı kavmi devletler dayatır. Bahçeli, Erbakan gibi Akevler’den Adil Düzen’i öğrenecektir. Bizimle çalışmalıdır. O görüşmeye bile tenezzül etmiyor. Oysa Türkeş Akevlerle saatlerce görüşmüş, o görüşmelerin sonunda MSP ile seçim birliği yapmıştır.

2- Partinin başına bir orgeneral getirilmelidir. O Cumhurbaşkanı adayı olacaktır. Bahçeli başbakanlığa hazırlanmalıdır.

3- MHP, AK partiyi ve Erdoğan’ı kötülemekten vaz geçmeli, Milli Görüşün hizmetlerini kabul etmelidir. DP geleneğin hizmetlerini kabul etmelidir. Halkımızın oyunu alan BDP’ye saygılı olmalıdır.

4- Bir İlmi kuruluş kurup, bizim hazırladığımız Adil Düzen Anayasasını önce öğrenmelidir. Buna bizzat Bahçeli başkanlık etmelidir. Seçimlere anayasa önerisiyle girmelidir.

AK Parti zaten devreden çekilmek istenmektedir. Onun yedeği olabilir. Milli görüşçülerden çoğunu yanımızda göreceğiz. AK Parti’den bize gelecekler olacak.

Bu çatışmaya girdiğinde ana gayemiz Türk ordusunun itibarini iade etmek olacaktır. Sivillerin askerleri muhakeme yetkileri yoktur. O yargılamayı tamamen iptal edeceğiz. Yeniden yargılamayacağız.  Sadece ibra muhakemesini yapacağız. Ordumuza yapılan bu saldırıyı telafi etmek zorundayız.

MHP yukarıdaki maddeleri kabul etsin, Akevler olarak Erbakan’ın yanında olduğumuz gibi onun da yanında olacağız. Allah onları da iktidar edecektir. Biz bunun için hiçbir şey talep etmiyoruz. Milletvekilliği de istemiyoruz. Sadece bizi dinlemelerini, Allah’ın Kuran’daki mesajlarını duymalarını istiyoruz.

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
02.02.2014
07:46

ÖZELLİKLE ÜSTAD'IN İLGİSİNE VE DİKKATİNE...

*

YUSUF KAPLAN BUGÜN YAZDI.

"Gelin de küçük dilinizi yutmayın! Büyük risk alarak yazıyorum bu yazıyı. Ülkesini seven, ilkeleriyle yaşayan, hakikatten süt emen ilkelerinin ülkü'lere dönüşmesi ve ülke'sini bulması için nefes alıp veren samimi bir Müslüman olarak yazmak zorundayım. ÖNÜNE ÇIKAN HERKESİ TAKOZ OLARAK GÖRÜYOR! Çünkü kılını bile kıpırdatmadan Türkiye'yi kaosun eşiğine sürüklemekten çekinmeyen 'şebeke', sadece Erdoğan Türkiye'sini takoz olarak görmüyor önünde. İslâm dünyasına küresel sistemin maşası olarak hükmetme sürecinde karşısına çıkan -İslâmî olsun olmasın- bütün oluşumları da takoz olarak görüyor. Ve bu takozları birer birer aşmak için yapmayacağı hiç bir şey yok! Net olarak anlaşıldı bu. 28 ŞUBAT GENERALLERİNE, HÜKÜMETİ DÜŞÜRECEKLERİNE DÂİR SÖZ VERİYOR/LAR! Bu yazıda size bunun küçük bir belgesini sunacağım. Küçük dilinizi yutmanıza yol açacak bir belge bu. Burada aktaracağım bazı özel ama hayatî bilgiler, samimiyetinden aslâ şüphe etmediğim, yüreği yangın yerine dönen, bu ülke için nice makamları, mevkileri elinin tersiyle itmiş fedakâr ve cefakâr bir kardeşime ait. Ama önce 'şebeke'nin tüyler ürperten faaliyetlerine dair kısa bir tarihçe... 28 Şubat sürecinde -ve tabiî arefesinde- şebekesinin önde gelen destekçilerini bütün askerî erkâna gönderiyor, askerin yanında olduklarını söyletiyor ve şebekenin bütün medyası ve imkânlarıyla 'süreç'e destek verip Refah-Yol hükümetini düşüreceklerine dâir söz veriyor. Meseleyi o kadar ciddiye alıyor ki, televizyon kanallarında, Başbakan rahmetli Erbakan aleyhine açık ve net konuşmalar yapıyor. 28 Şubat postmodern darbesinden sonra bu ülkenin kimsesiz Müslüman halkını, karşı karşıya kaldıkları bütün sorunlarda yalnız bırakıyor. Üniversitelerdeki başörtüsü eylemlerini sabote edecek 'bağlayıcı açıklamalar' (!) yapıyor. Vesaire vesaire... 'BİR HÜKÜMETİ DÜŞÜREMEYEN BU GAZETEYİ ÇIKARMAYIN DAHA İYİ' (!) Zaman: 28 Şubat'ın cehennemi andıran o lanetli günleri... Yer: İstanbul'un bir ilçesinde bir 'bina'. (Deşifre edilmemesi için sadece bu kadarını yazıyorum). 'Şebeke'nin üst düzey yöneticileriyle bir toplantı var, binanın en tepesinde. 'Vatandaş', hışımla giriyor içeriye ve eline şebekesinin yarı resmî el-Ahram'ı gibi yayın yapan gazetesini alarak salondakilere aynen şöyle çıkışıyor: 'Bir hükümeti düşüremeyen bu gazeteyi çıkarmayın daha iyi! Medya gücümüz bu mu?' diye bağırıp çağırıyor... 'Bu ifadelerin doğruluğu o günlerde basılan Zaman gazetesinin başlıklarına ve yazarların yazısına bakılarak da gayet açık bir şekilde anlaşılabilir. Nitekim hükümetin (Erbakan'ın) istifasından sonraki atılan ilk başlık 'HAYIRLI OLSUN' idi... O günlere tekrar bakmakta fayda var. Çünkü bugünü daha doğru anlamamız biraz da buna bağlı... KENDİSİ HAKİKAT, BAŞKALARI CEHENNEM! Düşürülemediğinden şikâyet edilen hükümet, Refah-Yol hükümeti. Aynı senaryo bugün de Erdoğan hükümetine karşı tezgâhlanıyor, son derece ayartıcı bir operasyonla ve ahlâksızca bir zamanlamayla... İyi de neden? Bunun nedenini yazının başında söyledim. Ama şu kadarını tekrar tekrar ve altını çizerek ilâve edeyim: Kendisini yegâne hakikat olarak görüyor. Hakikatin tek temsilcisi olarak görüyor. Adeta Jean-Paul Sartre'a taş çıkartırcasına, 'başkaları cehennemdir' diyor ve kendi hakikatine boyun eğmeyen herkesi ve her oluşumu tepelemeyi yegâne görevi olarak biliyor! UYARILARIMIZ DİKKATE ALINMADI Bazı samimi, duyarlı okuyucular, ilk bakışta, haklı gibi görünen gerekçelerle ve iyi niyetle, bana, 'neden gerilimin yatışmasına dönük yazılar yazmıyor, her iki tarafa da gerekli ve hakkaniyetli uyarılar yapmıyorsunuz?' diye soruyorlar. Bu soru, 17 Aralık operasyonundan önce sorulsaydı, bir anlamı olabilirdi ve doğru bir soru olarak kabul edilebilirdi. Kaldı ki, bendeniz, 17 Aralık operasyonundan önce, sürekli itidal çağrıları, istişare çağrıları ve sulh çağrıları yaptım; en akl-ı selim yazıları bendeniz yazdım. Buna bütün okuyucular olarak şahitsiniz. İki tarafa da yaptım bu tür çağrıları. Salih Tuna, Sibel Eraslan gibi yazar arkadaşlar da bu minvalde pek çok yazı yazdı. Başlangıçta, hükümet, bu çağrılarımızı dikkate aldı. Ve son derece suhuletle gitti meselenin üzerine. Ama beklenmedik bir şekilde, 17 Aralık operasyonuyla birlikte arkadan hançeri yiyince, 'neye uğradığını şaşırdı' ve halkın iradesiyle seçilmiş meşrû bir hükümete karşı gerçekleştirilen bu operasyona karşı zarûrî önlemler almak zorunda kaldı. ASIL DUYARLI TAVIR Asıl doğru soru şu burada: 'Şebeke', devlet içindeki üyeleri 'tasfiye edildiği' için mi; yoksa Türkiye'de 'ipler'i ele geçirmeyi amaçlayan 'örgütlenmesine' darbe vurulduğu ve küresel hayallerinin önü kesildiği için mi hükümete karşı ölesiye 'savaş' veriyor? Asıl sorulması ve üzerinde kafa yorulması gereken yakıcı soru bu. Masum insanlara aslâ zarar verilmeden, masum kitleler kesinlikle rencide edilmeden, bu belâ defedilmediği sürece, bu ülkenin huzur yüzü görmesi zor görünüyor. Sadece Türkiye'nin değil, İslâm'ın geleceğinin ipotek altına alınması gibi son derece tehlikeli küresel bir saldırı var karşımızda. Asıl duyarlılık, 'hakikati tekeline alan ve başkalarını cehennem olarak gören' bu küresel saldırı karşısında net tavır almak ve deşifre etmektir. Nokta."

Reşat Nuri Erol
02.02.2014
08:55

dikkat !

ve bir yazı daha...

Cemaatin cemaat haline gelebilmesi 02 Şubat 2014 Pazar Ahmet Taşgetiren atasgetiren@stargazete.com

Ben diyorum ki: Cemaat 10 yıl, yirmi yıl evvelki cemaat değil. Bir format değişimi var. Cemaat adına oturulmalı ve şu soruların cevabı aranmalı? - Bu 20 yıl içinde ne değişti ki biz kamuoyunda “paralel yapı” gibi algılanmaya başladık? - Eski yapımız mı doğruydu, bugünkü durum mu? - Bugünkü durum, giriştiğimiz savaşla bu iktidarı devirsek bile sürdürülebilir mi? - Biz mi iktidar olacağız, yoksa başka siyasi yapılanın iktidarının yolunu mu açacağız? - Biz iktidar olabilir miyiz, bunu istiyor muyuz, bunun siyasi kadrolaşmasına sahip miyiz, önümüzde bir “Türkiye projesi” var mı, halkta karşılığımız var mı? - Başka bir siyasi iktidar formülünün yolunu açacak isek, onların yolunu açmış olmanın getirdiği mes’uliyet taşınabilir bir mes’uliyet midir? Bu sorular mevcut değil mi bugün? Cemaat bu soruları görmezden gelebilir mi? Bakın, dün, Bugün gazetesinde Gülay Göktürk imzalı bir yazı çıktı. Gülay Hanım’la Bugün TV’de birçok programda birlikte olduk. Farklı dünya görüşlerimizin bulunduğu belli. Ama ben, Gülay Hanım’ın olaylara bakarken sağlam bir muhakeme ile hareket ettiğini, bu yüzden de birçok olayın tahlilinde paralel durduğumuzu düşünmüşümdür. Dünkü yazıdan geniş bir alıntı yapmak istiyorum. Toplumdaki “paralel yapı” algısının Camianın bugünü ve yarınları için nasıl bir risk oluşturduğunu bundan daha iyi anlatmak mümkün olmaz. Gelin önce o yazıyı okuyalım: “Mademki ortada bir paralel devlet iddiası var; mademki bir yapı devletin bütün organları içinde kendi iç hiyerarşisi, iç disiplini olan “özerk alanlar” oluşturmuş; bu yapı içinde yer alan insanların ait oldukları gruba karşı duydukları sadakat-itaat duygusu her şeyin üstünde yer alıyor; o zaman bu özerk alanların tasfiyesi, bu paralel yapının ortadan kaldırılması sadece AK Parti’nin değil, hatta ondan daha çok, toplumun meselesidir. Dolayısıyla, yarın öbür gün -hani olacak gibi görünmüyor da- barışma kararı alsalar, “Biz aramızda yaşananları unuttuk. Siz de unutun” deseler, buna bütün toplumun itiraz etmesi ve şunu sorması gerekir: Siz barıştınız da paralel yapıya ne oldu? Öyle ya; AK Parti bugün var, yarın yok. AK Parti bir gün seçim kaybedip gittiğinde devlet içindeki o yapı yine bizim başımızda kalmayacak mı? O yapı iktidara gelen yeni hükümetin de başına musallat olmayacak mı? O yapı tasfiye edilmedikçe... Şunu bilelim ki, o yapı tasfiye edilmeden kaldıkça, “hakem devlet” mümkün olamaz. İnsanlar devlet içindeki o yapının her konuda “kendi bağlılarını” kayıracağını düşünmekten kendilerini alamazlar. Yarın öbür gün mahkemeye işleri düştüğünde adaletin yerini bulacağından emin olamaz, İzmir Casusluk Davası sanıklarının başına gelen komploların benzerlerinin kendi başlarına da geleceği korkusunu içlerinden atamazlar. Polisle her karşı karşıya gelişlerinde “Acaba hangi taraftan” sorusunu kafalarından atamazlar. Mesela; eğer Sabah Gazetesi’nin haberi doğruysa ve komiser yardımcılığı sınavında cevaplar bazılarına önceden verilmişse bunu öğrenen vatandaşlar, aynı kayırmanın üniversite giriş sınavlarında ya da KPSS’de, doktora jürilerinde, işe alımın mülakatla yapıldığı her yerde tekrarlandığı kuşkusu içinde yaşarlar. O görünmez yapının ne zaman hangi kurumda önlerine barikat ördüğünü, o yapı yüzünden hangi fırsatları kaçırdıklarını, hangi konularda mağdur edildiklerini bilemez ve hep haksızlığa uğrama tedirginliği içinde yaşarlar. Demokratik bir devlet içinde böyle yapılara, kotalara, parselasyona izin verilmesinin bir sonucu, seçilmişlerin yönetme yetkisi üzerinde vesayet kurulması ise, bir diğer sonucu da vatandaşın devlet kapısında eşit muamele görmemesidir. Sonuçta her ikisi de demokratik rejimin çanına ot tıkayacak kadar vahimdir ve mutlaka engellenmelidir.” Alın işte manzara bu. Toplumda “Acaba ben poliste, yargıda, şu veya bu devlet biriminde bir odakla bağlantılı insanla karşı karşıya mıyım?” kuşkusu oluşmuş ve bu kuşku doğrudan “Camia”ya yönelik. Camianın kamuoyuna yansıyan boyutları adına, böyle algılanma sonucunu doğurmak için ne mümkünse yapılıyor bugün. Yani diyorum ki, hiç olmazsa Camianın samimi insanlarının üzerine bu kuşkunun yapışmaması hassasiyetiyle hareket edilemez mi? Camianın görünen yüzleri, bu kadar mı duyarlılık kaybı içine düştü?

Reşat Nuri Erol
02.02.2014
09:37

http://haber.stargazete.com/politika/konusmalar-internete-sizdi-darbe-sifreleri-aciga-cikti/haber-837711

Reşat Nuri Erol
03.02.2014
11:35

AK Parti Cemaat kavgasının faydaları 03 Şubat 2014 Pazartesi

Levent Gültekin

acikcenk@gmail.com Hepimiz AK Parti ile Cemaat arasındaki kavganın ülkeye verdiği zararı tartışıyoruz. Bu süreçte en çok da ekonomik zarara dikkat çekiliyor. Fakat bana göre bu kavganın bize sağladığı faydalar da var. Yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden öğrendiklerimizin bazısı servet değerinde. Gelin, bu süreçte toplum olarak neler kazandığımıza bir bakalım. • Bu kavga sayesinde dindarlık görünümü ile ‘dini ahlak’ın apayrı şeyler olduğunu gördük. • Başkalarına Allah’tan korkmayı öğütleyenlerin, Allah’tan korkmayabileceğini fark ettik • Rüşvetin adının ‘bağış’ olarak değiştirildiğini ve kimi din adamlarımızın buna fetvayla cevaz verdiğini okuduk. • “Dava için” diyerek her türlü çirkefliğin, gayri ahlaki metodun mubah sayıldığını müşahede ettik. •Siyasi ve ticari nitelikli yapılarda yaygınlaşan dindarlığının dürüstlükten, asaletten, mertlikten ne kadar uzak olduğunu gözlemledik. •Din kardeşliğinin lafta kaldığını, meselenin çıkar ve kazanımlar olduğunu anladık. •Yolsuzlukla elde edilen paralarla ‘dindar nesil’ yetiştirilmek istendiğine tanık olduk. •Vaazlarında, sohbetlerinde Hz. Ömer adaletinden bahsedenlerin ellerine güç geçtiğinde, insanlara ‘kumpas kurduklarının’ itirafını duyduk. •Hoşgörüsü, tatlı dili, efendiliğiyle tanıdığımız kimselerin; içlerinde biriktirdikleri öfkeyi, kibri, tahammülsüzlüğü gördük. •Bazıları için, iktidarın ve kazanımları korumanın; dinden, dini değerlerden daha kıymetli olduğunu anladık. •Dindarlarımızın; yolsuzluğa, adam kayırmaya, iltimasa, kişisel çıkara ses çıkaramadıklarına şahit olduk. •Dinin, çıkar çevreleri elinde nasıl tehlikeli bir silaha dönüşebildiğini fark ettik. •Tabana ‘bir lokma, bir hırka’ öğütleyenlerin şatafat düşkünlüğünü gördük. •Türkiye’nin kudretli işadamlarının saygı, hürmet, bağlılık bildirmek için iki güç odağı arasında nasıl mekik dokuduklarını izledik. •Cemaatleri, partileri hizmet hareketi olarak biliyorduk. Aslında uluslararası ticari organizasyon olduklarını fark ettik. •İnsanlara faizin haram olduğunu öğütleyen hocaların banka kurtarmak için nasıl yanıp tutuştuğunu izledik. •Köşe yazan, TV’lerde yorumculuk yapan bazı gazetecilerin ‘kullanışlı aptal’ olduklarını anladık. •Dün savunduklarını bugün, en küçük mahcubiyet belirtisi göstermeden inkar edenlerin medyayı kapladığının fark ettik. •AK Parti’ye yakın medyadaki tarafgirliğin ve karşılığında alınan yüksek maaşların kaynağını öğrendik. •Ülkemizde; hukukun, adaletin, demokrasinin lafta kaldığını bir kez daha gördük. •Yapısal reformlar, daha demokratik Türkiye, daha fazla özgürlük gibi konularda 10 yıldır mesafe alınamadığını anladık. •Türkiye’nin kaderini etkileyecek bu kavgada ‘Beyaz Türkler’in ne kadar çaresiz olduğunu fark ettik. •Paranın işadamlarını daha cesur, daha özgür değil, daha korkak yaptığını anladık. •Korkuyla bir tespihe, bir kilo ananasa tav olan işadamlarımızı tanıdık. Ve bu işadamlarının duyduğu korkunun nasıl istismar edildiğini gördük. •Ekonomimizin aslında ne kadar kırılgan olduğunu fark ettik. •CHP’nin oy için, yıllarca eleştirdiği Gülen Cemaati’ne neredeyse intisap edecek politikaya yöneldiğini gözlemledik. •Yasakçılık, özgürlükleri kısıtlama bakımından dindarların da Kemalistlerden geri kalmadığını tecrübe ettik. Bu listeyi sayfalar dolusu uzatabiliriz. O kadar çok şey öğrendik ki, bunların değeri parayla ölçülemez. Yaşayarak öğrendiklerimizin hepsi hayati önem taşıyor. Hepimiz isterdik ki dindar kimseler ülkeye yeni bir soluk getirsinler. Adaleti, özgürlüğü, demokrasiyi, asaleti, saygıyı, efendiliği, dürüstlüğü kökleştirsinler. Gerçek adalet nasıl olurmuş, dosta düşmana göstersinler. Devlet yönetiminde dürüstlüğün canlı örneği olsunlar. Herkes için özgürlüğü yaygınlaştırıp, demokrasiyi pekiştirsinler. İç barışı güçlendirsinler. Bu ülkeyi hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir kılsınlar. Fakat ne yazık ki yapamadılar. Keşke hepimizin yüzünü ağartacak bir politika uygulayabilselerdi. Keşke…

Reşat Nuri Erol
03.02.2014
11:37

YUSUF KAPLAN,

AYNI KONUNUN DEVAMINI YAZMIŞ...

İLGİLENENLERE TAVSİYE EDERİM...

Reşat Nuri Erol
04.02.2014
10:11

Eski Gülen cemaati imamı Çoraklı:

Devlet içinde hücre tipi yapılanma var 04 Şubat 2014 Salı 07:31 Gülen cemaatinin her kademesinde görev alan Selim Çoraklı, 'Polis, asker ve yargıda hücre tipi yapılanma var' dedi. Eski Gülen cemaati imamı Çoraklı: Devlet içinde hücre tipi yapılanma var Esnaf hizmetleri imamlığından Makedonya temsilciliğine, yurtlardan gazete yazarlığına kadar cemaatin her kademesinde görev alan Selim Çoraklı Sabah Gazetesi'ne konuştu. Cemaatin paralel yapıya dönüştüğünü anlatan Çoraklı "Her birimin kendi içinde bir imamı bulunuyor" dedi Zaman Gazetesi yazarlığından Makedonya temsilciğine, Cemaat imamlığından öğrenci yurtlarına kadar Cemaatin her kademesinde görev alan Selim Çoraklı 1999 yılında Gülen Cemaati ile yollarını ayırdı. İtirazlarını bir mektupla Fethullah Gülen'e bildirerek 15 yıllık sessizliğe bürünen Selim Çoraklı suskunluğunu SABAH'a bozdu. 12 Eylül mağdurlarından biri olan Selim Çoraklı 1980'li yılların sonlarında Fethullah Gülen Cemaati ile tanıştı. Sızıntı ve Yeni Ümit Dergisi ve Zaman Gazetesi yazarlığından Üniversite sorumluluğuna, Esnaf hizmetleri imamlığından Makedonya Zaman gazetesi temsilciliğine kadar Gülen Cemaati'nin bir çok kademesinde üst düzey görev yaptı. 28 Şubat 1997 yılında yaşanan postmodern darbe sürecinde Gülen Cemaati'nin yaşadığı hızlı değişimden rahatsız olarak 40 maddeden oluşan itirazlarını Fethullah Gülen'e ulaştırmış. Bütün girişimlerine rağmen Gülen Cemaati'ndeki hızlı değişimin önüne geçemeyeceğini anlayınca yollarını ayırmaya karar vermiş. Cemaatin eğitim gönüllülerinin ve samimi dava arkadaşlarının zarar görmemesi ve bir "itirafçı" gibi anılmamak için 15 yıl boyunca susmuş. 17 Aralık darbesinden sonra eski dava arkadaşlarına son bir çağrıda bulunmak için konuşmaya karar vermiş. Yaşadığı bütün duygusal kopuşlara, gördüğü hatalara, uğradığı haksızlıklara rağmen yine de Fethullah Gülen ve cemaati hakkında kelimelerini dikkatli seçiyor. Bütün yanlışlarına rağmen hizmetin samimi gönüllülerinin zarar görmeden yoluna devam etmesi gerektiğini düşünüyor. İlk kez kamuoyunun karşısına çıkan Selim Çoraklı ile hizmet hareketinde yaşanan kırılmaları, paralel devlet örgütlenmesini, Cemaat medyasını ve bu siyasi türbülanstan çıkış yollarını konuştuk. SIZINTI, YENİ ÜMİT VE ZAMAN'DA YAZILAR YAZDIM -Selim bey, Gülen Cemaati ile nasıl tanıştınız? - Fethullah Gülen ismini 1980 öncesinde de biliyor olmama rağmen cemaatle fiili olarak 1983 yılında tanıdım. 1986 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı Risale-i Nur propagandası yaptığım gerekçesiyle 163. Maddeye muhalefetten İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırılmıştım. 7,5 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edildim. Yargıtay cezamı onadıktan sonra kaçak duruma düştüm. O dönemde Fethullah Gülen'e gidip ne yapalım diye sorulduğunda; "Teslim olma yakalanırsan kaderdir der yatarsın" demişti. O dönemde kaçak gezdiğim için Cemal Doğan ismini kullandım. Bu dönemde Cemaat bünyesinde İzmir'de Sızıntı Dergisi ve Yeni Ümit Dergisi'nde görev yaptım. Zaman'a yazılar gönderdim. Ayrıca üniversite hizmetinde, bölge hizmetlerinde ve öğrenci yetiştiren kurumlarda görev yaptım. Hizmetin her kademesinde görev aldım diyebilirim. -Zaman Gazetesi'ne geçişiniz nasıl oldu? Cemaat 1988 yılında Zaman Gazetesi'ni devralınca ben de Zaman'da yazmaya başladım. Rahmetli Özal döneminde 163.madde kaldırılınca benim cezam da kalkmış oldu. Artık Cemal Doğan değil Selim Çoraklı ismini kullanmaya başladım. 1992 yılında Zaman gazetesinin merkezine tayinim çıktı ve araştırma sayfası sorumluluğu, yazarlık vb. görevler yaptım. -Makedonya maceranız nasıl başladı? 1992 yılında Cemaatin yurtdışı açılımları başlamıştı. 1993 yılında bana "Makedonya'da Zaman Gazetesi'ni çıkarmayı düşünüyoruz, gider misin?" dediler. O dönemdeki Cemaat terbiyesi gereği gitmemek gibi bir söz konusu değildi. Elbette giderim dedim ve evlendiğim gün hanımımı aldım ve Zaman gazetesi Temsilcisi olarak Makedonya'ya gittim. Makedonya'da Makedonca ve Türkçe Zaman Gazetesi'ni çıkardım. O yıllarda da Türkiye'deki Zaman'da "Diyar-ı Üsküp'ten" isimli köşe yazıları yazdım. FETHULLAH GÜLEN ŞERİK KABUL ETMEZ! - Kemalettin Özdemir'in Gülen Cemaati'nden ayrılmasını da böylemi değerlendirmek gerekir? - Kemalettin Özdemir meselesi daha farklı. Kemalettin Özdemir Cemaat içinde derin bir yapı kurmadı. Sadece Fethullah Gülen'in otoritesine baş kaldırdı. Kemalettin Özdemir polis hizmetlerinin uzun yıllar imamlığını yaptı. Diyebilirim ki polis hizmetleri onun vesilesiyle bu durumlara geldi. Kendisi hadis profesörüdür. "Biz de hocayız" deyince problemler de başladı. Fethullah Gülen kesinlikle şerik kabul etmez. Yani imamsa ölene kadar imamdır. Bu aslında Fethullah Gülen'in liderliğinden kaynaklanıyor. Karizmatik liderler 1 değer ifade ediyorsa diğerleri sol tarafta hep sıfırdır. Bütün cemaatler için bu durum böyledir. Bu sıfırlardan bazıları böyle zaman içerisinde başkaldırabiliyorlar. GÜLEN'İN İLK TALEBESİ LATİF ERDOĞAN'A BİLE SALDIRIYORLAR -Başkaldıran ilk ve tek isim Kemalettin Özdemir miydi? - Hayır. Cemaat içerisinde kendisine güvenen isimler zaman içerisinde başkaldırmaya başladı. Gülen'in dost bildikleri, en yakınındakiler bu süreç içerisinde hizmeti terk etti. İlk başkaldıran isim ise Gülen'in ilk talebelerinden Latif Erdoğan'dır. Hizmetin her kademesinde her aşamasında görev yapan Latif Erdoğan bugün tamamıyla Cemaat'ten ayrıdır. Uzun zamandır Akit Gazetesi'nde yazılar yazıyor. Hatta Gülen Cemaati'ni eleştiren röportajları da yayınlandı aynı gazetede. Zaman Gazetesi, şimdi Fethullah Gülen'in ilk talebesi olan ve hizmetin bütün kahrını çekmiş Latif Erdoğan'a saldırıyor. Hem de Latif Erdoğan'ın ailesini kullanarak yapıyor bunu… Ne diyebilirim çok yazık! KEMALETTİN ÖZDEMİR GÜLEN'İN GÜÇ HASTALIĞI YÜZÜNDEN BAŞKALDIRDI -Kemalettin Özdemir'in Cemaat'ten kopuşu nasıl gerçekleşti. - Kemalettin Özdemir'in polis hizmetlerinin içerisinde otoritesi artınca "zararlı olabilir" endişesiyle o görevden alıp Afrika'ya imam olarak gönderdiler. Afrika'daki hizmetlerin ciddi biçimde ivme kazanmasına büyümesine vesile oldu. Fakat dediğim gibi otoriter liderlerde her zaman paranoya ve şüphecilik vardır. En yakın arkadaşlarının kendilerine tuzak kurduğunu düşünürler. Ben Gülen'de bu tür şüpheciliğin varlığını 1994'te görmüştüm. "Fethullah Gülen güç ve iktidar hastalığına yakalandı" demiştim o dönemde… Gülen'in otoriter kişiliği, ister istemez kendisinin iktidarını sarsma ihtimali olan insanların önünü kesti. Kemalettin Özdemir olayı tamamıyla böyle bir olaydır. Cemaat de zaten bunu kendi basın yayın organlarında yazdı. Bu sürecin sonunda abi dedikleri Kemalettin Özdemir hain ilan edildi. Hakkında bir sürü düzmece şeyler yayınlandı. Kemalettin Özdemir Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Said Özdemir abinin oğludur ve tanıdığım kadarıyla takva sahibi biridir. Yanında kadından, kızdan bahsedince yüzü kızarır. Onun bile bu tarz görüntülerini yayınladılar. Bu derin yapı demek ki bu kadar çirkinleşebiliyor. Bir yapı kendi yetiştirdikleri değerleri yemeye başlarsa, o yapı yıkılışa doğru gidiyor demektir. HANEFİ AVCI CEMAAT İÇİ ÇATIŞMANIN KURBANI OLDU -Hanefi Avcı da bu yapının özellikle emniyet istihbarat da güçlenmesini sağlayan isim olarak bilinir. Ancak Hanefi Avcı'nın sonraki yıllarda Cemaat ile yolları ayrıldı. Kitap yazdı ve hapse girdi. Hanefi Avcı meselesini nereye bağlıyorsunuz? - Hanefi Avcı, cemaatin polis içerisinde ve özellikle istihbarat ve teknik takip bölümlerinde kadrolaşmasının baş temsilcisidir ki zaten bunu kendisi de itiraf ediyor. Ben olayların buralara geleceğini yazmıştım. Hanefi Avcı'nın tutuklandığı günlerde "Hanefi Avcı Cemaat içi çatışmanın kurbanı mı oldu" diye bir yazı yazmıştım. Polis içerisindeki yapılanmanın ileride kontrolden çıkacağını, AK Parti ile problemlerin çıkmasına neden olacağının altını çizmiştim. Hanefi Avcı Cemaatin polis hizmetlerindeki çatışmanın maalesef kurbanı oldu . Bence kesinlikle yeniden yargılanmalı ve en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmalı. Bir gün bile içeride kalması Hanefi Avcı'ya haksızlık olur. GÜLEN'İ YILLAR ÖNCE DERİN YAPI KONUSUNDA UYARDIM -Peki Cemaat içindeki bu derin damar sayı ve etki olarak çok güçlü mü? - Önce şunu söyleyeyim. Bu derin damar polisin içinde de olabilir, yargının ve medyanın içinde de olabilir. Derin damar operasyonlarına 1996 yılında başladı. Ben Fethullah Gülen'e yazdığım "Cemaatin Kırılma Noktaları" raporunda bunları yazdım. Cemaat'teki MİT operasyonları bu maddelerden bir tanesidir. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu "Bizim tarla çoktan sürülmüştü" demişti ya. Fethullah Gülen'in tarlasını 1980'li yıllarda sürmeye başlamışlardı. Şimdi yaşadıklarımız işte bu Cemaat içindeki derin yapının operasyonlarıdır. CEMAATİN DERİN YAPISI FETHULLAH GÜLEN'İ MANİPULE EDİYOR -Bu derin yapı Fethullah Gülen'i de yanlış mı yönlendiriyor? - Şöyle söyleyeyim. Her şey dershanelerin kapatılması girişi ile başladı deniliyor ya. Aslında dershanelerin kapatılma meselesi AK Parti'nin kuruluş tüzüğünde var. Başbakan "dershaneleri kapatacağım" dediğinde Fethullah Gülen'e bilgiler çok farklı gitti. 28 Şubat sürecinde de 5. kata böyle farklı farklı bilgiler gelirdi. Bir korku atmosferi oluşturulurdu. Bugün de aynısı yapıldı. Gülen'i tahrik ederek iktidar ile savaşın fitilini ateşlediler. "Dershaneler namusumuzdur" diyen Cemaat yazarlarının, sosyal medya kahramanlarının, TV yorumcularının bugün dershaneleri ağzına almaması size normal geliyor mu? Hani dershaneler meselesi çok önemliydi? İktidarı bitirmeye karar vermiş bu derin yapı, dersaneler meselesini bir sos, bir malzeme, bir enstruman gibi kullandı. 17 ARALIK OPERASYONUNUN HEDEFİ ERDOĞAN'DIR -17 Aralık operasyonunun arkasında Cemaat olmadığını söyleyen Cemaat yazarları da var. Bu konuda siz ne söylemek istersiniz? - Birer birer isimlerini söyleyerek insanları zor durumda bırakmak istemiyorum. Ancak şunu açık biçimde söyleyebilirim. 17 Aralık çok açık bir şekilde bu paralel yapının operasyonudur. Aynı cemaat yazarları "Cemaatin savcıları, polisleri olmasa Ergenekon ve Balyoz davaları olmazdı" diye açık açık yazıyor. O savcılarla bu savcılar aynı değil mi? Ergenekon davasını Cemaatin savcıları açtı deyip, 17 Aralık operasyonu ile bizim alakamız yok demek nasıl oluyor? Kamuoyunu aptal yerine koyuyorlar bari bize yapmasınlar. Madem bu savcıların ve polislerin sizinle alakası yok neden görevden alındıklarında arkasından ağıt yakıyorsunuz, beddua seansları yapıyorsunuz? Bir de soru sorayım bu arkadaşlara: Dershanelerin kapanması gündeme gelmeseydi, AK Parti iktidarı size sınırsız imkan sunmaya devam etseydi 17 Aralık operasyonu olur muydu? Türkiye'de buna "Evet olurdu" diyecek tek bir insan var mıdır merak ediyorum. Gerçekler bu kadar açık şekilde ortada iken hala ekrana çıkıp "bizim 17 Aralık operasyonu ile 7 Şubat MİT operasyonu ile alakamız yok" demeleri ikiyüzlülükten ve samimiyetsizlikten başka bir şey değildir. Benim AK Parti iktidarına özellikle İslami noktalarda birçok eleştirilerim var ama şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim. 17 Aralık operasyonu çok açık bir şekilde Başbakan Erdoğan'ı hedef almış ve ülkeyi büyük zararlara uğratmıştır. İNFİAL OLACAĞINI BİLE BİLE BEDDUA VİDEOSUNU YAYINLADILAR -Beddua konusuna gelelim. Fethullah Gülen beddua ederek kamuoyu desteğini kaybetti. Bu çıkışı neden yaptı? - İnanın bunu ben de merak ediyorum. Cemaatteki arkadaşlar beddua videosu yayınlandıktan sonra beni arayıp "Hoca efendi cinnet mi geçirdi" diye soruyorlar. Cemaatin üst düzeyindeki insanlar bile Gülen'in beddua çıkışına bir anlam veremiyor. Benim cevabını veremediğim başka bir soru var. Diyelim ki Fethullah Gülen değişik bir ruh hali içerisinde bedduayı etti. Peki o videoyu herkul.org sitesinde yayınlayanlara, cemaat medyasında köpürtenlere ne demeli? Onlar bunun kamuoyunda infiale neden olacağını tahmin edemediler mi? Hiç mi aklı çalışan bir insan yok içlerinde? Ben onları da çok masum görmüyorum. İSRAİL'E, ÇEVİK BİR'E SUSAN GÜLEN, MÜSLÜMAN BAŞBAKAN'A NEDEN SALDIRIYOR? -Telefon görüşmelerinden ve beddua çıkışından Fethullah Gülen'in Erdoğan'a çok öfkeli olduğunu görüyoruz. Sizce bu öfkenin sebebi nedir? - Mavi Marmara olayında İsrail gibi bir terör devletini, katil bir devleti otorite sayan Gülen, neden Müslüman bir Başbakan'ı otorite olarak kabul etmiyor? 28 Şubat döneminde Çevik Bir'e "Şerefli General, gel bizim okullarımızı şereflendir, okulları sana devredelim" diyen Gülen, Başbakan'a neden aynı sözü söylemedi? Gülen "Sayın Başbakanım, aynı kıbleye yöneliyoruz, Allah'ımız, Peygamberimiz bir, dershaneler sana kurban olsun" deseydi belki dershaneler de kapanmazdı, tasfiyeler de yaşanmazdı, itibar kaybına da uğramazdı. Peki bunu neden yapmadı? Çünkü cemaatin içindeki derin damar Gülen'i manipule etti. Cemaatin AK Parti iktidarını devirecek güçte olduğunu Gülen'e inandırdılar. Gülen de büyük bir risk alarak iktidara saldırdı ve bu operasyon her açıdan başarısız oldu. FETHULLAH GÜLEN KANDIRILDIĞINI ANLADI, O YÜZDEN SUSUYOR -Peki Fethullah Gülen yanlış yaptığını anlamış mıdır? Bence anladı. Beddua videosu sanırım 22 Aralık'ta yayınlanmıştı. 22 Aralık'tan yana herkul.org sitesinde yeni çekilmiş tek bir videosu yayınlanmadı. Fethullah Gülen yanlış yönlendirildiğini anladı. Biraz da çaresiz olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden susuyor. Şu an ellerindeki son mermileri de atıyorlar ama siyasi üstünlük iktidarın artık eline geçti. Cemaatin sokakta bir itibarı kalmadı. Yeminli AK Parti düşmanları bile polis-yargı darbesinden Cemaati sorumlu tutuyor. 40 yıllık hizmeti operasyoncuların elinde oyuncak yaptılar, yazık ettiler… GÜLEN "ZAMAN YAZARLARININ YÜZÜNDE NUR KALMAMIŞ" DEDİ -Fethullah Gülen susuyor ama Cemaat medyası tartışmayı tırmandırmaya devam ediyor. Tansiyon düşecek gibi görünmüyor. - Eviniz camdansa başkalarının evine taş atmayacaksınız. Bu Gülen'in çok kullandığı bir sözdür. Size bir örnek vereyim. Zaman Gazetesi, Fethullah Gülen'in bir konuşmasını sürmanşetten veriyor: "İncinsek de incitmeyeceğiz." Sayfaları çeviriyorsunuz başta Genel Yayın Yönetmeni olmak üzere bütün zaman yazarları "Firavun, Yezid, hırsız" diyerek Başbakan'a saldırıyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Size bir şey söyleyeyim. 1990'lı yıllarda Fethullah Gülen Zaman Gazetesi'ni ziyarete gelmişti. Çıkıştı benim de içinde bulunduğum Zaman çalışan ve yazarlarını kastederek "Hiçbirinin yüzünde nur kalmamış" demişti. Bu söz bugünkü manzarayı anlatma bakımından çok önemlidir. SİYASETE SAVAŞ İLAN ETMEK İSKENDERPAŞA CEMAATİ'NİN SONUNU GETİRDİ -Peki sizce bu Cemaat-AK Parti kavgasını kim kazanır? Şu an için bir hasar tespit raporu alma imkânımız olmadı ama sizce en büyük hasarı kim almıştır? - Bakın 1980'li yıllarda İskenderpaşa Cemaati vardı. Televizyonu, gazetesi, okulları, yurtları, radyosu, hastanesi, yayınevleri, dernekleri, vakıfları, turizm şirketleri, inşaat ve otomotiv kuruluşları vardı. İslam Dergisi diye bir güzel bir dergi çıkarıyorlardı ve bu dergi 100 binden fazla satıyordu. Bu cemaat için "Görünmeyen Üniversite" kitapları yazıldı. Bürokraside İskenderpaşa Cemaati kökenli olmak bir ayrıcalıktı. Bu cemaat bir gün Milli Görüş lideri merhum Erbakan ile kavgaya tutuştu. Partiden kimin dediği olacak kavgası büyüdü. Sonuçta bu kavgada siyaset kazandı. O koca cemaat bugün ikiye ayrılıp adeta yok oldu gitti. Milli Görüş geleneğinden gelen AK Parti ise bugün hala iktidarda. Siyaset-Cemaat kavgalarının galibi hep siyaset kurumu olmuştur. Bugün de öyle olacak. Cemaat bunu anlamalı ve "zararın neresinden dönersek kardır" diyerek bu kavgayı bitirmeli. BBP'Lİ DESTİCİ VE SP'Lİ KAMALAK GEÇMİŞİ ÇABUK UNUTUYOR! -BBP Lideri Destici ve SP Lideri Kamalak'tan cemaate destek mesajları verdiklerini medyadan takip etmişsinizdir. Bu iki siyasi hareketi de yakından tanıyan biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? - BBP boşuna cemaate yanaşıyor oy alırım diye. Cemaat gaz verir ama menfaati yoksa asla oy vermez. Büyük Birlik Partisi'nin eski Genel Başkanı Yalçın Topçu "Merhum Yazıcıoğlu bugün hayatta olsa vesayetin değil siyasetin yanında olurdu" diyerek son noktayı koydu. Bence de Yazıcıoğlu siyasete yapılan operasyonların karşısında olurdu. Saadet Lideri Kamalak'a gelince. Kendisine sadece 28 Şubat döneminde Gülen'in merhum Erbakan için "Beceremediniz artık gidin" dediğini, "Erbakan'a hiç kanım ısınmadı" şeklindeki sözlerini hatırlatıyorum. Saadet Partililerin 28 Şubat manşetlerine bir göz atmalarında fayda var. Menfaatçi davranmasınlar. Geçmişi çabuk unutuyorlar. PEYGAMBERİMİZİ BİLE KULLANIYORLAR, ASIL BU GAYRETULLAH'A DOKUNUR! -Fethullah Gülen ve Cemaatin ileri gelenlerine ait olduğu iddia edilen bazı ses kayıtları düştü internete. Bunları dinleme imkanınız oldu mu? - Evet, maalesef dinledim. Hizmet hareketinin bu kadar siyasetin içine batmış olmasını bu kadar dünyeviyeşmesini üzülerek izliyorum. Anadolu sermayesine karşı İstanbul sermayesinin desteklenmesi, Ümmetin değil batının, ABD'nin, İsrail'in çıkarlarının savunuluyor olması anlaşılır gibi değil. Bunları yaparken Hz. Peygamberin de bu işe alet edilmesi gerçekten çok üzücü. Rüyalarla hizmete motive etmeye çalışıyorlar. İşte bu Gayretullah'a dokunur! Hizmetin samimi, ihlâslı insanlarına büyük haksızlık yapılıyor. Umarım bu insanlar da en kısa zamanda gerçeği görür. FETHULLAH GÜLEN İSTERSE BU KAVGAYI BİTİRİR -Sizce kavga nasıl biter? - Bu kavganın bitişi Gülen'in iki dudağının arasında. Dirayet gösterirse bir açıklama yaparak kavgayı bitirebilir. Eğer bu kavganın Gülen'i de aşan uluslararası bir boyutu yoksa Gülen bunu yapabilir. Bence hizmet bundan sonra da ilkeli bir şekilde insan yetiştirmeye devam etmeli. Diğer gönüllü kuruluşlar gibi onların birey olduğunu kabul etmeli. O eğitim kurumlarından çıktıktan sonra o insanların peşini bırakmalı. O insanları paralel yapının kadrolu bir elemanı olarak görmekten vazgeçmeli. Hem Cemaate hem de bu insanlara zarar veriyorlar. Türkiye'deki hiçbir iktidar artık bu paralel yapının büyümesine, bürokrasiyi ele geçirmesine izin vermez. -Teşekkür ederim Selim Bey. Umarım birilerine faydalı bir röportaj olmuştur. - Ben teşekkür ederim.

Reşat Nuri Erol
04.02.2014
10:17

HANEFİ AVCI,

BUGÜNKÜ RÖPORTAJIN (STAR GAZETESİ) EN SONUNDA DİYOR Kİ:

Temiz çocukları komplocu yaptılar -Bugün bütün bu yaşananları nasıl yorumlamalı? 10 yıl öncesinde cemaate mensup olarak tanıdığım çocuklar tertemizdi. Bu temiz çocukları cemaat iftiracı ve komplocu hale dönüştürdü. İstihbarat emniyetin en kritik birimidir ve operasyonel kadrolar buradan yetişir. Cemaate mensup kişiler burada yetiştiler. O yüzden devlet içinde saklanmayı iyi bilirler. AK Parti iktidarı dönemi cemaatin en rahat olduğu dönemdi. Hizmet yapmak yerine komplolar yaparak insanlara tuzak kurdular. Allah cemaate verdiği lütufları birer birer geri alıyor. Cemaat bunların kıymetini bilmek yerine şımardı ve güç savaşına girdi. Adı hizmet olan bir hareket insanları mağdur etti. İftira attı. Sahte suç delilleri oluşturdu. On katı büyüdüğü bir dönemde bütün bunları neden yaptı? Yetinmedi, hükümran olmak istedi. Şimdi yaşananlara bakın. Ne görüyorsunuz? Herkes kendi yaptığıyla suçlanıyor. Ne kadar abartılı suçlamalar yaptılarsa aynısı tecelli ediyor. İlahi adalet buna denir.

Reşat Nuri Erol
06.02.2014
07:49

HAYRETTİN KARAMAN

Siyasal İslam ve Ak Parti Ak Parti kurulduğu günden bu yana şunu söyledi: 'Biz din eksenli siyaset yapmıyoruz.' Ak Parti kurulduğu günden beri Avrupa Birliği'ne girmeyi önemli hedeflerinden biri olarak belirledi ve bu hedefe ulaşabilmek için geçmiş hükümetlerden daha fazla asıldı. Ak Parti müslüman bireylerin de -mesela bayanlarının başlarını örterek, subaylarının namazlarını kılarak- resmi vazifelerini yapmalarına imkan hazırladı, ama namaz kılmayanları, başlarını örtmeyenleri, 18 yaşını geçtiği için nikahsız, ama evli gibi yaşayanları... cezalandırmadı, hürriyetlerini kısıtlamadı, herhangi bir haktan mahrum etmedi. Ak Parti İmam Hatip Okullarından mezun olanlara uygulanan haksızlığı giderdi, onların da yüksek tahsile eşit şartlarda girmelerini sağladı, ama diğer okullardan mezun olanların haklarına dokunmadı. Ak Parti İmam Hatip okullarını çoğalttı, ama Kur'an kurslarını da çoğalttı, hatta bir manada bütün okulları, kişilerin seçmesine bağlı olarak birer 'Kur'an kursu' haline getirdi, Müslümanların çocuklarının isterlerse dinlerini ve Peygamberlerini öğrenmelerine imkan hazırladı, ama kimseyi bunları seçmeye ve öğrenmeye zorlamadı, sivil islâmî hizmet ve hareketlere dokunmadı. Ak Parti arka arkaya demokratikleşme paketleri çıkarıyor, ama 'siyasal İslamlaşma paketi' çıkarmıyor... Bütün bunlar herkesin gözü önünde olup biterken biri çıkar da 'Ak Parti iktidarının siyasal İslam stratejisi, mevcut hukuk kuralları ve demokratik rekabet araçları ile devlet iktidarını ele geçirmektir' derse siz ne dersiniz bilmem, ama ben şunu derim: 'Sırtını gerçeklere, yüzünü hayale ve kara düşüncelere çevirmiş bir şaşkın.' Devletten ve belediyelerden bir şekilde istifade etmemiş bir cemaat, bir hizmet grubu, bir sivil kuruluş bulmak zordur. İstifade etsin etmesin bir sivil toplum kuruluşu, elde ettiği istifadeye bağlı olmadan, inancının ve vicdanının sesini dinleyerek bir destek vermiş olursa buna 'kara çalmak', kuruluşu 'devletin yamağı' olarak damgalamak 'kötü zanna' mağlub olmuş bir vicdanın eseridir. Şunu da ilave etmek durumundayım: Benim inancım ve talebim 'temel referansı İslam olan' bir devlettir. Siyasal İslam'ın da, araçları bir yana, amacı budur. Ötekilerin 'şiddet, radikal, köktenci, siyasal...' diyerek imajını kirletmeye çalıştığı İslam, son tahlilde 'laikliği reddeden İslam''dır ve 'din ile devleti, siyaseti ve toplum hayatını birbirinden ayırma' manasında laiklikle bağdaşan bir İslam olmaz. Bu böyledir ve Ak Parti bu manada siyasal İslamcı değildir, istese bile mevcut şartlarda olamaz.





Sayı: 242 | Tarih: 2.02.2014
Ahmet Hakan
Seçim tahminleri ve yorumlar
Hayrı kendinden, musibeti başkasından bilmek
1255 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Yusuf Kaplan
Fütursuzca saldırılmasının nedeni paralel din ica
Susmamak,gerçeği söylemektir.
1116 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Devletin Sorunları
MHP Ne yapmalı?
1098 Okunma
8 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Müslümanlar Kendilerine Zulm Ediyor
Kuran'ı Unutursak
1092 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Takıntılarınızdan arınmayı bir kez deneyin
Artık Takmayalım!
1038 Okunma
Tayibet Erzen