Kıyametin ayak sesleri...
974 Okunma, 7 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

Kıyametin ayak sesleri…

08 NİSAN 2013

Osmanlı'nın tarihten çekilmesinden sonraki yüzyıllık zaman dilimi boyunca İslâm dünyası, bu kadar dağınık, bu kadar kaotik bir görünüm arzetmemiş ve bu kadar büyük bir savrulma yaşamamıştı.

Küreselleşme çağında, her türlü sınırların ortadan kalktığı bir dünyada, İslâm dünyasının sınırları da, sorunları da iyice içinden çıkılmaz bir görünüm arzetmeye başladı.

İSLÂM DÜNYASININ SINIRLARI KANLA ÇİZİLİYOR, SORUNLARI KANGRENLEŞİYOR

…………………..

MÜSLÜMANLARIN SORUNU SİYASÎ DEĞİL, ONTOLOJİK

Kolonyal dönemde, kolonyalist Batılıları defetmek için geliştirilen reaksiyoner psişe, Soğuk Savaş sürecinde, İslâmî söylemleri ve hareketleri asıl sorunun siyasî güç elde etme olduğu yanlışının ve yanılgısının eşiğine sürükledi.

Oysa Müslümanların sorunu siyasî değil, ontolojik/ti. Müslüman toplumlar, kolonyal süreçte, yalnızca siyasî kurumlarını ve duruşlarını kaybetmemişlerdi. Aynı zamanda ve daha önemlisi de medeniyet dünyalarını, iddialarını ve rüyalarını kaybetmişler, gökkubbeleri çökmüştü.

Müslüman toplumların yaşadıkları sorun, epistemolojik kopuş ve ontolojik yokoluşla sonuçlanan çok yönlü bir zihnî ve varoluşsal bir sorun/du.

Müslümanlar, tarihlerinde ilk defa çok katmanlı, çok boyutlu bir fetret döneminin eşiğine sürüklendiklerini farkedememişlerdi.

Yaşanan bu fetret döneminin Müslümanların hem zihnî yapılarını, hem varoluşsal imkânlarını, kısacası, hayat-dünyalarını tarumar ettiğini göremedi Müslümanlar.

SİYASET, KURUCU KAYNAK DEĞİL, KORUYUCU KALKANDIR

Ama postkolonyal süreçte, Müslümanlar, yaşadıkları bunalımı aşabilmelerini sağlayacak yolun esas itibariyle siyasî mücadele olduğu yanılsamasının eşiğine sürüklenmekten kurtulamadılar.

Oysa siyaset, kurucu kaynak değil, koruyucu bir kalkandır. Siyaset, hayatın bütününü kavrayacak imkânlardan yoksundur. Siyaset, esas itibariyle, bir sonuçtur; başlangıç veya kalkış noktası değil.

Postkolonyal süreçte, İslâmî söylemlerin yalnızca siyaset üzerinden yürüyüşlerini gerçekleştirmeye kalkışmaları, İslâmî söylemlerin ve hareketlerin, başlangıçta beklenmedik bir hızla -hatta çığ gibi- büyümelerine imkân tanıdı.

Ama siyaset, hayatın bütününü kuşatan İslâm gibi bir hayat tasavvurunun zamanla içinin boşaltılmasına, ruhsuz seküler bir ideolojiye indirgenmesine ve zamanla hayattan çekilmesine yol açtı.

Özellikle de küresel sistemin geliştirdiği çok yönlü kültürel, entelektüel, iktisadî, sosyal ve siyasî meydan okuması karşısında tutunabilmesini ve direnebilmesini önledi.

POSTKOLONYAL SÜREÇ: DROMOKRASİNİN ZAFERİ

Bu durum, İslâmî söylemlerin ve oluşumların, zamanla bütün muhkem direnç noktalarını yitirmeleriyle, zihnî bir savrulma yaşamalarıyla, mevcut -çoklukla siyasî / ideolojik- söylemlere yamanmalarıyla sonuçlandı.

Postkolonyal süreçte İslâmî söylemlerin yaşadığı bu tıkanma ve teslim bayrağı çekme süreci, siyasî gücü ellerine geçirmeye başladıkları andan itibaren İslâmî kesimlerin hızla sekülerleşmelerine yol açmaktan başka bir işe yaramadı.

Malezya bunun ilk örneklerinden biriydi. AK Parti'li Türkiye ise Malezya'dan sonra yaşanan ikinci örneği oldu. Bunun son örneği, Arap Sonbaharı.

Tıpkı AK Parti süreciyle birlikte İslâmî söylemlerin İslâmî özelliklerini, iddialarını, rüyalarını terketmeleri, seküler söylemler tarafından yutulmaları gibi, Arap Sonbaharı sürecinde siyasî gücü ellerine geçiren İslâmî söylemler de, zamanla sekülerleşmeye, yozlaşmaya ve küresel sisteme meydan okuyan -sığ da olsa- İslâmî iddialarını büsbütün yitirmeye başlayacaklar.

Oysa bu, hızın ve haz'ın hükümran olduğu dromokrasi'nin zaferinin, Müslümanlar eliyle gerçeğe dönüşmesi ve kıyametin -hakikat iddialarını, dillerini, düşünme ve varoluş biçimlerini yitiren ya da terkeden- yine Müslümanlar eliyle hızlandırılması anlamına gelecektir.

MÜSLÜMANLARIN MESELESİ NEDİR VE NEREDEDİR?

Müslümanların meselesi, siyasî gücün ve aygıtların ele geçirilmesi olamaz. Müslümanların meselesi, Müslümanca bir hayatın, dünyanın, düşünme, duyma, yaşama ve varolma biçimlerinin hayat bulması olabilir ancak.

Bunun için, bundan sonraki süreçte, hayatı bütün boyutlarıyla kavrayacak ilim / biliş, irfan / oluş ve hikmet / varoluş süreçlerini aynı anda hayata ve harekete geçirecek bütüncül bir İslâmî dil, duyma, düşünme, varolma ve yaşama biçiminin nasıl geliştirilebileceği üzerinde kafa yormak zorundayız.

Eğer böylesine çok katmanlı, çok boyutlu, hayatın bütününü ihata eden ve harekete geçiren bir hakikat yolculuğuna soyunamazsak, önümüzdeki yarım asırlık süreçte, İslâmî bir hayatın, düşüncenin, sanatın ve dünyanın kurulması bütünüyle hayal olabilir -Allah muhafaza.

MÜSLÜMANLARIN KIYAMETİ Mİ?

Böyle bir durumda, hem temel sorunlarımızın nereden kaynaklandığını da, sorunlarımızı kalıcı olarak nasıl çözümleyebileceğimizi de bilemez bir zillete dûçâr olmaktan kurtulamayız, hem de Batı uygarlığının büyük bir kriz yaşadığı, Çin'in, Hindistan'ın, Rusya'nın, Latin Amerika'nın hızla sekülerleştirildiği ve kapitalistleştirildiği, bütün insanlığın yeni bir hakikat medeniyeti fikrine her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde, biz de (zaten bir şekilde içine sürüklendiğimiz) bu sekülerleşme ve kapitalistleşme çukurunda boğulmaktan ve İslâm'ın insanlığın umudu olduğu gerçeğini kendi ellerimizle yok etmekten kurtulamayız.

Hâl böyle olunca da, Müslümanların birbirlerinin sorunlarıyla hemdert olabilmeleri, hemhal olabilmeleri -tarihte ilk defa- imkânsız olmuş olur.

Buysa insanlığın büyük felâketlerin, helâketlerin eğişine sürüklenmesi ve bütün insanlığın kıyameti olur.

Afrika'daki Müslümanların yaşadığı ürpertici sorunlar, Afrika'nın hızla Hıristiyanlaştırılması, Müslümanların bu sorunlardan bütünüyle bîhaber hayatlarını devam ettirebiliyor olmaları, yaklaşmakta olan kıyametin ayak sesleridir. Hem de meselelerini bilmeyen, iddialarını yitiren, hızla sekülerleşen ve kapitalistleşen Müslümanlar eliyle üstelik de…

Benden hatırlatması…

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/kiyametin-ayak-sesleri-/37140

YORUM;

Hangisi kıyamet? Şimdiki mi?

Hangisi kıyamet şimdi yaşanlar mı?

Yoksa gelecekte yaşanacaklar mı?

Bence şimdiki.

Ahret gününde olması gerekenleri şimdi yaşamıyormuyuz.

Müslümanlar birbirlerine mi hicret ediyor yoksa

dünyalıklara mı?

Müminim,müslümanım diyenler dünyanın ve hazlarının

 peşinden koşuyorsa zaten kıyamet kopmuş demektir.

Çünkü insanlığın güvenliği yoktur.

Dünyanın geleceği yoktur.

O zaman cennete rabbimizin rızasına ulaşmak istiyorsak

muttakilerin yaptığını yapıp birbirimize koşmalıyız.

Çünkü bizden başka  O iddiada bulunan yok.

Allahım bizi rahmetinle uyandır ve bize bir sahip gönder…

 

 

 

 

 

Ali Bülent Dilek


YorumcuYorum
Tayibet Erzen
15.04.2013
10:09

"Allah'ım, bizi rahmetinle uyandır, bize bir SAHİP gönder..."

AMİN

Reşat Nuri Erol
16.04.2013
06:16

BU DUAYA HEP BİRLİKTE

AAAMİİİİN....

DİYELİM

Mete Firidin
16.04.2013
07:50

Nisa 45: وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللَّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللَّهِ نَصِيرًا

Yeterki biz toplum olarak Mümin olalım.

Reşat Nuri Erol
17.04.2013
08:48

ELBETTE...

ÜSTAD'IN DEDİĞİ GİBİ;

FİİLÎ ÇALIŞMALARIMIZI DAHA DA ARTIRARAK...

SELAM VE DUA İLE..

REŞAD

Reşat Nuri Erol
17.04.2013
10:10

bugün gazeteye gönderdiğim yazının başlığı şöyle:

“SOSYAL TUFAN” var olmaya devam ediyor…

*

yazı şöyle başlıyor: “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” için cihad etmeliyiz” başlıklı yazı ile başladık… “Cennet karşılığı mal ve can ile cihad etmek” ve “İman, hicret, cihat ve yapılması gerekenler” başlıklı yazılarla devam ettik… O yazıda, ‘Evet, yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapanlarla apartman içinde yerleşmiş olanlar birbirlerinin evliyasıdır, dayanışma ortağıdırlar.’ dedik… Böyle demişken; “DAYANIŞMA ORTAKLIĞI nedir?” başlıklı yazımızla bu sorunun cevabını verdik… Ve en sonunda yani bir önceki yazımızda dedik ki; “Kur’an’ın uygulanabilmesi için…” Evet… Hep hatırlattığımız… Hayatımızın her alanında yani İLMÎ, İKTİSADÎ, AHLÂKÎ VE SİYASÎ olmak üzere hem de her alanında var olan “SOSYAL TUFAN” var ya… İşte o “SOSYAL TUFAN”ı sona erdirmek üzere… KUR’AN’IN UYGULANABİLMESİ İÇİN… Ne/ler yapmalıyız?.."

*

devamını yazıda okursunuz inşaallah...

Reşat Nuri Erol
17.04.2013
11:27

şu yazıyı bir kere daha hatırlayalım:

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” için cihad etmeliyiz “Her ne olursa olsun, Allah mü’minlere imtiyaz sağlamıştır. Mü’min topluluk on misli kalabalık topluğu yener. Düşman ordusu on mislinden fazla ise savaşa girmeyeceksin. Düşman on mislinden azsa, sizin sayınız da yüzü geçiyorsa savaşa gireceksiniz. Sizin sayınız yüzden azsa, on mislinden de azsa, siz yirmiden daha kalabalık iseniz, savaşa girip girmemeyi duruma göre takdir edeceksiniz demektir. Bu savaş iman ile küfür arasındaki savaş olmalıdır. / Dünyayı zinayla, faizle, rüşvetle ve eşkıyalıkla yönetmek isteyenlerin “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”e alacakları tavra karşı savaşa gireceksiniz. Erbakan bunun tipik örneğidir. Millî Görüş Hareketi olarak sermaye ile giriştiği savaşta sonunda onları mağlup etmiştir. Bugün anayasa ekseriyetiyle Millî Görüş kaçkınları iktidarda... Bugün İhvan-ı Müslimin Mısır’da iktidarda... Bugün Amerika’da bir Müslüman zencinin çocuğu başkan... Bugün Rusya’da İslâm Konferansı’na katılmak isteyen Putin iktidarda...” (s.10) “Risale-i Nur şakirtleri bunu iyi bilirler, bizim çağımızda biz de bunu yaşadık. İşte bu ikinci âyet “şimdi” diyor ve ikinci dönemi anlatıyor. Harfi tarifle “El’ân” şimdi demektir. / Kur’an’ın âyetleri böyledir. Bir satır evvel anlattıklarını geçmişte bırakıp sonraki döneme gelir. Biz hangi dönemde yaşıyorsak o âyetler üzerinde durmalıyız. Mekke âyetleri Medine’de uygulanmaz oldu ama bu Mekke âyetlerinin devri bitti anlamında değildir. İleride Mekke devreleri gelecektir, o zaman Medine âyetleri uygulanamaz olur. Birinci dönem âyetleri nesh edilmiş değildir. Birinci devrede birinci dönem âyetleri uygulanacak, ikinci devrede ikinci dönem âyetleri uygulanacaktır. / Bir uygarlık ağaca benzer; dikersiniz, korursunuz, büyütürsünüz, bu dönem hep sizden alır. Bu dönemde ağaçla kimse ilgilenmez. Yaşlı baba uğraşır bunlarla. Nihayet bu dönem biter ve ağaç meyve vermeye başlar. O zaman sepet sepet meyve toplamaya ve gelir elde etmeye başlarlar. Eskiden cihat yapanlar ise birden kendilerini boşlukta hissederler. / Birinci dönemde bir mü’min on kâfire bedel iken, ikinci dönemde bir mü’min ancak iki kişi değerindedir. 1960-70-80’li yılların mücahitleri şimdi ya mezarda ya da kenardadırlar, yaşları gereği garip garip oturmaktadırlar. Bundan otuz sene önce bir mü’min kendisini on kişiye bedel görebiliyor, ben bunları yenerim diyordu. Şimdikiler ise iki kişi olunca bile korku içinde oluyorlar. / Âyetlerde çok önemli husus belirtiliyor. Yokluk zamanında zayıf iken bire on güçlü olan mü’minler, iktidara geldiklerinde bire ikiye kadar düşmektedirler. Oysa o zaman hiçbir şeyleri yoktu. Yanlarında kimse yoktu. Ufukta iktidar görülmüyordu; hapishane korkusu, suikast korkusu, başka korkular kapıda idi ama azim ve imanla “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” gelecektir diye heyecan içinde idik. Şimdi ise bu kadar büyük imkânlara kavuştuğumuz halde, Hak adeta ‘işte ben buradayım ne diye sıkıntı çekiyorsunuz’ diyor ama gören ve kulak veren yok!” (s.12) “Siz bir kitap yazarsınız. Geçmişi anlatırsınız. Sonra yaşadığınız güne gelirsiniz. “Şimdi” deyip o günü anlatmaya ve o gün yapılacakları bildirirsiniz. Kitaptaki “EL’ÂN” o satırların yazıldığı andır. Kur’an’da da bu üslup genellikle korunmuştur. / Eğer Kur’an’a bu gözle bakacak olursak, Kur’an’ın 13 yıllık Mekke devri ile 10 yıllık Medine devri içinde, o zaman içinde, o iki kentte kalır ve oralarda seyahat edersiniz. / Kur’an Allah’ın kitabıdır. 1400 sene öncesinde inmiştir. O günkü olayları da anlatmaktadır ama Kur’an her zaman ve her yerde yeniliğini korumaktadır. “El’ân” dediğimiz zaman da bu ânı yani günümüzü okuyoruz demektir. / Birinci dönemde kendinizi savunmak durumundasınız, size saldırmaktadırlar. Meramınızı anlatmak durumundasınız. Var gücünüzle mücadele edeceksiniz. / İşte, 1950’lerde başlayan ve 1960’larda ortaya çıkan Kur’an düzenini getirme cihadı çetin dönemlerden geçmiştir. Başta Bediüzzaman ve Süleyman Tunahan şakirtleri direnişe devam ettiler. Sonra Millî Görüşçüler ortaya çıktı, ilâhiyatçılar ortaya çıktı. Allah’ın lütfü olarak bugün her bakımdan Allah’ın nimet ve ihsanları içindeyiz; ilimde, dinde, siyasette ve ekonomide rahatlık içindeyiz. / İşte, bizde gevşeme meydana gelmiş, o günkü azim ve cihat anlayışı sona ermiştir. / Bunu iki şekilde görürüz. / Biri; insanlar artık hedefe vardıklarını sanmakta, bu bakımdan sorunları yoktur. / Diğeri de; o günleri yaşayanlar yaşlandılar, eski gücü kendilerinde bulamıyorlar. / Gençler ise o sıkıntılı günleri yaşamadıkları için sorunları yoktur, düzenin bugünkü zulüm ve zalimlikleri onları acıtmıyor. / Ne var ki su uyur düşman uyumaz, gaflet içinde olanlara her an saldırabilir ve eski günleri bile arar oluruz. Şimdi hiç olmazsa hâlimizi koruyup yavaş da olsa cihat etmeliyiz. İktidara gelmek için değil, iktidar olmak için değil, “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” için cihad etmeliyiz. / O zamanki mücahitler; iktidar elde edersek, para elde edersek sorunların çözüleceğini sandılar ama sorunlar çözülmedi. Öğrenmek mi istiyorsunuz? / Öğrenmek isteyenler “100 SORUN 100 ÇÖZÜM” risalemize baksınlar. Efendim, onlar sorun değildir diyen olabilir; o zaman buyurun tartışalım...” (s.13) 705. “KUR’AN VE İLİM Seminerleri” haftalık çalışmamızdan aktardım.

13.04.2013, MİLLÎ GAZETE

Hüseyin Kayahan
17.04.2013
19:56

Nominal (ecel-i müsemma olan) kıyamete daha çok vardır. Yaklaşık 83000 (seksenüçbin yıl). Fakat medeniyetlerin kıyametleri yaklaşık 1000 yılda bir olur. Bu her iki medeniyet için böyledir. Hak medeniyetleri nominal olarak 1000 yılda, kuvvet medeniyetleri de nominal olarak 1000 yılda ölürler. Yaşlılıklarında, yaşlanmaya başladıklarında; hazreti peygamberin anlattığı alametler zuhur etmeye başlar, ve bu hastalıklar o medeniyeti öldürür. Bu alametler; dünyanın sonunu değil, yaşayan medeniyetin sonunu getirir. (Erginlik Teorisinden alıntıdır.)

Bugün, batı medeniyeti yaşlanmış ve kıyametinin alametleri zuhur etmektedir. üstad bunları özet olarak saymaktadır. Bu hastalıklar o medeniyeti sona erdirecektir.

Saygılarımla.

H.Kayahan





Sayı: 200 | Tarih: 14.04.2013
Mahir Kaynak
Yolun Neresindeyiz?
İnsanlığın Geleceği
1017 Okunma
5 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Bir lüzumsuzluk
Alerjiden sonraki adım
991 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
İnanmak ile kuşku arasında savrulan kuşaklar
Yanar Döner Doğrular
978 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Kıyametin ayak sesleri...
Hangisi kıyamet?Şimdiki mi?
974 Okunma
7 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Ahlaksızlık ve Müslümanlar
Tepkisiz Kalmayalım
958 Okunma
Emine Hocaoğlu