Gerçek Nedir?
1134 Okunma, 2 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

24/02/2013

 

-El-Kaide örgütü bir İslam örgütü değil, ABD’nin örgütü idi. İslam örgütü eylem yapacak ABD’liler ölecek, İslam ülkeleri haklı olarak işgal edilecekti.

-Afganistan’daki savaş da böyle değişikli dövüş savaşı idi. Sermaye dünyayı ikiye bölecek ve bu ikiye ayrılmış dünya arasında kendi dengesini oluşturacaktı. Ural Dağları Hazar denizi ve Gürcistan çizgisi ile iki kutuplu dünya oluşacaktı. Sovyetler bu ayırmayı sağlamak için Afganistan’ı işgal etti. ABD’de bunun için Çin savunma hattı kurdu. Gorbaçov oyunu bozdu.

 

- PKK Kürtlere saldırmış, Kürt ağaları devletten yardım istemiş, koruculuk oluşmuştur. Dış güçler bundan yararlanarak PKK olayını Kürt Türk çatışmasına çevirmişlerdir. Şimdi tasfiye ediliyor.

- PKK’yı sermaye MİT’e kurdurmuştur. Böylece doğu devlet daha sadık hale getirilecekti. Oysa onun gayesi Türkiye’yi bölmekti. Kürt halkının sağduyusu sayesinde bunu başaramadı. Şimdi tasfiye edip başka planlar oluşturuyor. Türkiye’yi komşulara saldırtarak, komşuları tarafından parçalanmasını sağlamak.

 

-Eksiğimiz; olayları değerlendirmeden bu oyunların farkına varmadan alet etmedir, bilenlere danışmamaktır.

-İktidarda kalabilmek için danışmadan, anlamadan iktiar olmak gerekir. Yoksa indirirler. Erbakan kaç başbakanlık yaptı. Mümtaz Soysal kaç ay dış işleri bakanı oldu. Mahir Kaynak’a Kamuran İnan’a dış işleri bakanlığı nasip oldu mu?

 

Tamamı için Not supported field expression!

 

Yeni Yapı Ve Almanya

02/03/2013

 

 - Yeni dünya oluşuyor. Birden oluşmaz. Almanya nerde?

 - Miladi 1000 yılda bir yeni dünya oluşur. Biz bunu 1980’lerde tattık. Arif Ersoy doçentlik tezini bunun üzerine yaptı. Süleyman Akdemir doçentlik tezinde uzun uzun anlattı. Ergun Özbudun ile Zafer Püskül bıraktı. Erbakan tüm dünyaya anlattı. Şimdi değişmekte olduğunu Mahir Bey ortaya koyuyor.  Biz ezbere konuşmadık. Tarih ve Kuran’a dayanarak konuştuk.

 

- Almanya Avrupa Birliğini Süper hâkim güç yapmak istiyor. Oysa petrol ve Afrika’ya sahip değil. Oysa ABD ve Rusya birleştiklerinde ikisini kontrol altına alırlar.

- Almanya petrole sahip değildir ama Avrupa Birliği Afrika’ya hakimdir.  Avrupa Birliği silah zoru ile birleşmiyor, demokratik yoldan şeriat yolundan birliğe gidiyor. Gelecek dünya AB’nin istikametinde gelişecektir. Merkezin baskısı ile oluşan süper güçler dağılacaktır. Sovyetler dağıldı. Rusya onun hâkimiyet politikasını izlerse o da dağılır. Putin izlemiyor.

 

- AB’ye alınmadık. Şimdi davet ediliyoruz. İç yapımızdan çok, stratejik durumumuzu değerlendirmemiz gerekirdi.

- Rusya, İran, Arabistan AB’ye katılmadığı taktirde tek başına biz AB’ye girsek bile AB baskın güç olmaz. AB III. bin yılın uygarlığını kurmak istiyorsa Papa’nın etrafında kenetlenmeli, Ortodokslar da, AB de yer almalıdır. Müslümanlar Şii’siyle Sünni’siyle yer almalıdırlar. Dört mezhebin dayanışması, AB’yi büyük güç yapar.

 

- Sovyetler yıkılacak, yerine AB kutbu getirilecekti. Kennedy bunun için öldürüldü. Komplo teorisi diyenlerin olayı komplosuz izah etmeleri gerekir

- Mahir Bey dünya siyasetinin ABD devleti tarafından yapılandığını itiraf ediyor. Bunun tekel sömürü sermayesi olduğunu söyleyemiyor.  Kendisi de ABD derin gücünü ortaya koyamıyor. Bize komplodur diyemez.  

 

- Almanlar Ruslara yaklaşabilirler. Böylece AB ve Rusya güçlü olur. Türkiye de bundan yararlanır.

- Eskiden AB ve Sovyetler bir blok idi, Çin ve Hint bir blok idi. Şimdi ABD Çin’e yaklaştırılıyor.

 

- AB’ye ya Türkiye katılacak ya da dağılacaktır, demiştim.  AB Türkiye’ye kapılarını açıyor.

- Bu işe Sermaye razı olmaz, ABD olmaz, Rusya olmaz, Çin olmaz. Bu ancak Rusya, İran ve Arabistan’ın da AB’ye katılmasıyla gerçekleşir.

 

Tamamı için Not supported field expression!

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

 

Yorum:  

YENİ DÜNYA OLUŞUYOR

Uygarlıklar milattan önce 3000 yıllarında Nuh ile doğdu. 2000 yıllarında İbrahim’le yenilendi. 1000’lerde Tevrat’la yenilendi. 000’larda İncille yenilendi. Milattan Sonra 1000  yıllarında  Birinci Kuran uygarlığı doğdu. Bu uygarlıkların beş yüz sene gecikmesi ile yeni 1000 yılda bir batı uygarlığı gelişti.  MÖ 2500’de birinci Mısır uygarlığı 1500’de ikinci Mısır uygarlığı, 500’de Grek uygarlığı, MS 500’de Bizans imparatorluğu, 1500’de Avrupa uygarlığı oluştu. Peygamberlerin Hak uygarlıkları insanlığa Hukuk şeriatını,  yani hukuku sunarlar. Buna dayanan Batı bu yeni hukuk sayesinde yeni kuvvet uygarlığını oluşturur. Bu teknoloji uygarlığıdır. Doğunun Hak uygarlıkları hukuk, batının kuvvet uygarlığı teknik uygarlığıdır.

Uygarlıklardan biri maksimumda iken, diğeri minimumda olur. Bugün batının teknoloji uygarlığı en yüksek durumdadır, çökmeye başlamıştır. Doğunu şeriat uygarlığı Adil Düzen ile doğmaktadır. İkinci Kuran uygarlığı olacaktır. Akevler’de bunlar grafiklerle izah edilmiştir. Erbakan bu grafikleri tüm dünyaya otuz sene önce anlattı.

 

O halde bizim tezimiz, Kuran’a ve müspet ilme dayanmaktadır. Evet, 2000 yılları yeni dünyanın oluşmasıdır. İşte o yeni dünyanın ne olacağı hususunda insanlığa bilgileri on yıllarca önce sunduk.

 

Yeni dünya onluk sisteme girerek teşkilatlanacaktır. Dünya yedi, sekiz kıtaya ayrılacak İnsanlık tarafından merkezi yönetimlerle yönetilecek. Bölgeler arası savaş olmayacaktır.

Her kıta ona yakın devlete bölünecek, ulus devletler kurulacak. Ulus devlet, toprağa ve ortak dile dayanacaktır. Her devlet bağımsız olacak. Kendi topraklarında uluslararası hukuk değil, kendi milli hukuku geçerli olacaktır. Her devlet ona yakın bölgeye ayrılacak. Bölgelerde ulusun orduları bölünerek bölgeler yerinden yönetilecek.  Bölgelerde iller oluşacak. Her ilin kendi dili, parası, toprağı, bağımsız yönetimi olacaktır.  İller ona yakın ilçeye ayrılacaktır. İlçeler merkeze bağlı olacaklardır. Her ilçenin içinde ona yakın bucak olacak ve bucaklar bağımsız olacaklardır. Toprakları, dilleri, paraları ve hukukları olacaktır.

 

Her bucak bağımsız bir birim olacaktır. Bucak içinde semtler ve ocaklar olacak sosyal ekonomik hücreleri oluşturacaktır. Merkezi yönetimle yerinden yönetim dengesini oluşturacaktır.

 

III. Bin yılın ikinci özelliği,  Hakemlerden oluşan yargılama sisteminin olmasıdır. Taraflar birer hakem seçecek. Başhakemi hakemler seçecek. Hakemlerin kararları kesin olacaktır. Hakemlerin kararları tüm sosyal kurumların üstünde olacaktır. Devletler, iller ve bucaklar ikiye ayrılacak;  barışçı Müslim kuruluşlar ve Kâfir kuruluşlar diye. Bunlar hakem kararlarına uyan ve uymayanlara karşı cihat yapan kuruluşlardır. Savaş hakemlerin kararından sonra meşru olacaktır.  Hakem kararlarına uymayan devlet, il ve bucaklar ise kâfir kuruluşlar olacaktır.

 

Üçüncü bin yıl uygarlığının üçüncü özelliği ihtiyaçların yeni para sistemi ile karşılanmasıdır. Mallar ortak ambarlara konacak,  mal senetleri verilecektir. Piyasada mal değil, senedi dolaşacaktır.  Para mal karşılığı olan senedin karşılığı çıkarılacaktır. Her yeni uygarlık yeni para kullanır.  İnsanlığın altın karşılığı, ülkelerin toprak karşılığı, illerin demir karşılığı, bucakların buğday karşılığı paraları olacaktır. Faiz olmayacaktır.  Karşılıksız para olmayacaktır.

 

Üçüncü bin yılın dördüncü özelliği ise ekseriyet demokrasisi yerine hicret demokrasisinin olmasıdır.  Bucaklarda, illerde, ülkelerde, insanlıkta siyasi partiler gibi ilmi, ahlaki, mesleki ve siyasi gruplar dayanışma ortaklıkları olacak,  kişiler bunlardan istediklerini seçerek gerektiğinde değiştirerek demokratik haklarını kullanacaklardır. Herkes bucağını, ilini ve devletini her zaman değiştirebilecektir. Devlet taşınmazları cari değerleriyle satın alarak hicretleri kolaylaştıracaktır.

 

İnsanlığa sunduğumuz Adil Düzen bunları anlatmaktadır.  Mahir Bey’in Adil Düzen yayınlarını tetkik ederek insanlığa sunması gerekir. Adil Düzen çalışanlarının ne kadar ağır ve önemli görevlerinin olduklarını hatırlamaları da gerekir.     

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
04.03.2013
04:01

http://yenisafak.com.tr/pazar-haber/namazla-aklimizin-k%C3%A2besi-ayri-03.03.2013-495319?ref=manset-11

Namazla aklımızın Kâbe'si ayrı Yazar Ali Bulaç, dünyanın içine düştüğü postmodern kaosta Müslümanların kıblelerini kaybettiklerini söylüyor. Bulaç'a göre Kâbe'ye dönüp namaz kılıyoruz fakat hayat tarzımızın, düşünce dünyamızın kıblesi ayrı. EMETİ SARUHAN | 02 MART 2013, 17:04 Ali Bulaç'ın Postmodern Kaosta Kıble Arayışı kitabı İnkılap yayınlarından çıktı. Bulaç 'Türkiye Müslümanlığı' adını verdiği, fıkıhsız ve şeriatsız bir İslam anlayışının ortaya konmaya çalışıldığını söylüyor ve bunu da siyaseten Batı'ya satmaya çalıştığımızı ifade ediyor. Kitabınızın adı 'Postmodern Kaosta Kıble Arayışı'. Postmodern kaos deyince ne anlamalıyız? Kitabın iki bölümü var: Biri postmodern kaos, diğeri kıble arayışı. Mesele şu: Batı'da Fransız ihtilali ve sanayi devrimiyle beraber dogma önemini yitirdi, bunun yerine bilim ortaya çıktı. Hakikatin bilgisini ve ahlaki olanın ne olduğunu, hayatımızdaki anlamını, varoluşumuzun anlamını öğretecek olan dogma değil tabiat olacaktı. Burada bir parantez açıp Batı'daki 'dogma' ile bizdeki 'nass'ın farklı olduğunu ifade edeyim. Pozitivizm bunun üzerine kuruldu. Fakat 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu da çöktü. Bilimin de kesinlik ve hakikat ifade etmediği ortaya çıkınca hakikatin kendisi parçalandı, bireyin tercihleri öne çıktı. Artık bütüncül, aşkın bir hakikat yok. Herkesin kendine ait bir hakikati var. Dolayısıyla en çok kullandığımız kelimeler 'sana göre, bana göre, böyle düşünüyorum' oldu. Birden fazla hakikat söz konusu olduğu için de kaos var çünkü aslında tek bir hakikat vardır. Aydınlanma İncil'i ve dogmayı ortadan kaldırdı, yerine akıl ve bilimle kesinliğin bilgisini aradığı tabiatı koydu. Pozitivizmle tabiat da çökünce şimdi öne çıkan hakikati olmayan belirsiz-kaotik bir dünyada beden, bedensel hazlar, iştah ve şehvettir. Biz Müslümanlar olarak kıblemizi bu kaosta nasıl ve ne zaman kaybettik? Müslüman dünya kendi varoluşunu, epistomolojisini, tarihini, alem tasavvurunu kendi akidesinden hareketle kuramadığı için bu kaostan etkileniyor, boşlukta sürükleniyor. Batı kaosu aşmak için sürekli savaş çıkarıyor. Kendi krizini Ortadoğu'ya, İslam ülkelerine ihraç edip bunu bir şekilde önlemeye veya ömrünü uzatmaya çalışıyor. HAYAT KIBLEMİZ KÂBE DEĞİL Müslümanlar Kâbe'ye yönelip namaz kılıyorlar fakat aslında Kâbe'yi hayat tarzları, düşünce dünyaları itibariyle kendi kıbleleri olarak kullanmıyorlar. Müslümanların kıblelerini kaybetmelerinin iki aşaması var. Birincisi 19. Yüzyıldan bu yana Batı'nın entelektüel, bilimsel etkisinin altına girmiş olmaları, ki sonra bunu sömürgecilik takip etti. İkincisi 1960'lara gelinceye kadar Batı eğitiminden geçmiş Müslüman aydınların gönüllü olarak Batı paradigması içinden İslam'ı yeniden yorumlamaya kalkışmaları. Bu da Türkiye'de Özal'la birlikte başladı. Bunu 3. Nesil İslamcıların döneminin başlangıcı olarak görüyorum. İslam'ın içinde liberal bir paradigma inşa ediyorlar. Bu Müslümanların da kıblelerini kaybettikleri ve bir kaosun içine sürüklendiklerinin belirtisidir. Müslümanlar böyle bir sapmanın, kaybın farkında mı? Sıradan insan bunun farkında değil. Farkında olması gereken en başta bizim alimlerimiz. Fakat ulema geleneğimiz kalmadı. Fetva verme durumunda olan bir iki hocamız var. Bazı fakihlerimiz ve hocalarımız da Müslüman insanın gündelik hayatındaki sorunları fetva veya vaazla çözmeye çalışırlarken genel bağlamı göz önünde bulundurmuyorlar. Örnek verebilir misiniz? Mesela Müslüman bir hanım 'Kuaföre gidebilir miyim' diye sorduğunda kuaförün, güzelliğin tanımlandığı, ambalajlandığı ve piyasa ekonomisi içinde bir anlam ifade ettiğini ele almadan, 'Beyin için süsleneceksen, israf olmayacaksa, sağlığına zarar vermeyecekse gidebilirsin' diyor. Bu bağlamından koparılmış bir fetvadır. Bundan dolayı bir sadre şifa olmuyor. Ya da yoksulluğu ancak yardımlaşmayla aşabiliriz diyorlar ve birden mantar gibi yardımlaşma kuruluşları ortaya çıkıyor. Sorunun temelindeki, küresel ölçekte bütün dünyayı içine alan piyasa ekonomisinin büyüme hedefinin sebep olduğu eşitsizlikler hiç ele alınmıyor. Gelir bölüşümündeki adalet kavramına gelmiyorlar. Çünkü o bağlamdan bakmıyorlar, onlar da bu küresel sürece katılıyorlar. BAŞÖRTÜSÜ TERCİH OLDU Batı paradigması içinden İslam'ı yeniden yorumlama diye bahsettiğiniz süreç yani… Bugüne kadar Batı'dan gelenler empoze ediliyordu. Şimdi dindar insanlar gönüllü olarak bunu savunuyor. Başörtüsü dini bir vecibe olmaktan çıktı, bireysel bir tercih, insan hakkı olarak tanımlandı. Halbuki 'Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman mümin erkeklerin ve mü'min kadınların seçme hakkı yoktur.' Bu bir vecibedir. Başı açmak bir özgürlüktür fakat bir hak değildir. Özgürlük ve hak birbirine iliştirildi, din ve vicdan özgürlüğü alanına alındı. Birey öne çıktığında hakikat aşkın olmaktan çıkar. Kimse otorite kabul etmez, hocayı da, fakihi de dinlemez. Biz bunu içselleştirdik ve bir kültür olarak da tüketmeye başladık. Siz bu tespiti yapıp sorunu ortaya koyuyorsunuz. Peki çözüm noktasında ne yapılabilir? Teşhis ettiğimiz bir hastalığı doğru tedavi etmemiz için buna yol açan sorunların bilinmesi gerekir. Biz daha yeni yeni tespit aşamasına geldik. Benim kanaatim modern dünyanın bilimini, iktidarını, devlet modelini, medeniyet telakkisini, teknolojisini, tarih anlayışını, ilerlemesini ve aklını sorgulamadan, kendi İslami perspektifimizin süzgecinden geçirmeden, olduğu gibi kabul ettiğimiz için bu hastalığa düçar olduk. Bu hastalık en çok Müslümanları rahatsız edecek. AYDINLARIN DİLİ SEKÜLER Hastalığın semptomları neler? Bunun semptomlarını açık bir şekilde müşahade ediyoruz. Boşanmaların artması, ailenin dağılması, evliliğin itibardan düşmesi, ev hanımlığının utanılacak bir konum haline gelmesi, insanların yoksulluğa, eşitsizliğe karşı duyarsızlaşması, muhafazakarlarda gözlenen gösteriş, kibir, mağrur tavırlar. Ortadoğu'da ortaya çıkan bir soruna bakarken militarist, devletçi, milliyetçi ve mezhepçi bir gözle bakıp ona göre pozisyon alınması bu hastalığın ne kadar sari olduğunu gösteriyor. O zaman? O zaman bunun kaynağına dönmek gerekecek. Modernitenin üzerinde oturduğu birey, sekülarizasyon ve ulus devlet üzerinde yoğunlaşmamız lazım. Bunu sorgularken yine bilimsel yöntemi ve aklı temel alırsak Batı'yı tekrar ederiz. Şu anda Müslümanlık adına konuşmak durumunda olanlar farkında olmadan rasyonalisttirler. Bu İslam'ın dışından bir kaynaktan gelen, İslamiyet'i de sorgulamakta olan bir rasyonalizmdir. İlahiyatçılar ve aydınların da düşünce dünyalarına baktığımızda, üst dillerinin seküler bir dil olduğunu, bilgiyi elde ederken bilimsel yöntemi ve akademizmi kullandıklarını görüyoruz. Umrenin artma sebebi muhafazakar burjuva kültürü Mevlana'yı terapi olarak kullandığımızı söylüyorsunuz. Nasıl? Müslüman camianın dışındaki insanlar açısından düşündüğümüz zaman 'Ben hayat tarzımı değiştirmeyeceğim. Modern kültürü tüketip Mevlana'dan da yararlanacağım. Sıkıldığım zaman beni iyileştirecek.' Bunların aradığı sufi, arif Mevlana değil, psikiyatr Mevlana'dır. Muhafazakar kesimler bundan sonra daha çok Mevlana'yla ilgilenecek. İslam dünyasında muhafazakar dindarlar iktidar oluyor. Bütün ülkelerde olacaklar. 22 ülkede iktidara en yakın parti Müslüman partileridir. Er veya geç iktidar olacaklar. Fakat modern iktidarı sorgulamadıkları, adil bir bölüşüm getirmedikleri, adaleti temsil etmedikleri için sermaye ve statü sadece el değiştirecek. Bugüne kadar bu iktidarı adaletsizce kullananlardan alıp, kendileri adaletsizce kullanmaya başlayacaklar. Bu sefer de kendilerini rahatlatmak için 'muhafazakar burjuva kültürü'nü ve sanatını keşfetmeye çalışacaklar. Tasavvufu da bu şekilde araçsallaştıracaklar. Şu anki artan umre seyahatlerinin önemli motivasyonu bu. 51 hafta kapitalist gibi kazan, piyasanın kurallarına sıkı sıkı sarıl, onlardan ödün verme. Gerekirse ez, rekabet et ama bir hafta da umreye git. Rahatla tövbe istiğfar et. Sonra dön kaldığın yerden devam et. Bu 'gel ne olursan gel' yaşam tarzına, ihtiyaca denk düşmektedir. Bu söz zaten Mevlana'ya ait değil. Şeriatsız İslam İslamsız tasavvuf Tasavvuf zenginlerin ruhsal terapisi seviyesine mi indi? Tasavvuf İslam irfanının, düşüncesinin esaslı üç unsurundan biridir. Modern dünyada ve Türkiye'de tasavvufu şeriattan ayırma eğilimi var. 'Şeriatsız bir İslam ve İslamsız bir tasavvuf' çıkarmaya çalışıyorlar. Muteber kabul ettiğimiz tasavvuf erbabı hakikate ulaşmanın menzillerini sayarken ilk kapı şeriat kapısıdır derler. Şeriat kapısından tarikat ve oradan marifet kapısına ve hakikate gidilir. Tasavvuf şeriattan kopamaz. Dünyada yaygın bir hümanizm var. Bizim büyük sufilerimizi birer hümanist olarak gösterip, hümanizmin bizim bilgi ve irfan kaynaklarımızda da karşılığı var demeye getiriyorlar. Mevlana ve Yunus'ta olduğu gibi… Mevlana ve Yunus'u özellikle örnek gösteriyorlar. Bu biraz politiktir. 'Türk Müslümanlığı İran ve Arap Müslümanlığından çok daha insancıldır, daha ılımlıdır. Onlarınki kaba şeriata ve fıkha dayanır, bizim Müslümanlığımız hümanisttir' demeye getiriyorlar. Bu fıkıhsız ve şeriatsız bir Müslümanlık inşaa etme çabasıdır. Laikliği Batı tarafından kendisine empoze edilmiş bir ülke tabii ki şeraite vurgu yapamaz, şeriatı iyi kötü uygulamaya çalışan İran ve Suudi Arabistan'ı itibarsızlaştırmak ister. Sonuçta hem tasavvufu şeraitten koparıyorlar, hem tasavvuftaki ritüellerin, zikirlerin, ibadetlerin, evradın içini boşaltıyorlar ve gösteriye çeviriyorlar. Buradan hareketle Türkiye'nin tanıtımına bir pay çıkarmaya çalışıyorlar. Halbuki Mevlana şeriata sıkı sıkı bağlıdır. Batı'ya 'Kalbim temiz Müslümanlığı' satıyoruz 'Türk Müslümanlığı' nasıl oluyor. Kalp temizliğine dayanıyor demişsiniz kitabınızda? Doğrusu muhataralı bir konu bu. Üç unsuru bir araya getirip bir Türkiye Müslümanlığı üretiyorlar; birincisi Balkan Bektaşiliği, ikincisi Anadolu Aleviliği, üçüncüsü şeriatsız tasavvuf. Ilımlı, herkesi irkiltmeyen, hayat tarzını değiştirmeye zorlamayan hatta onu bile önermeyen bir Müslümanlık. Halbuki Müslümanlıkta emri bil maruf nehy-i anil münker esastır. Kötülüklere elinle, dilinle müdahale etmek, hiç olmasa kalbinle buğz etmek zorundasın. Liberal felsefe herkesi eşitliyor. Çünkü herkesin hakikati eşit. Dolayısıyla münker işleyen bir adam diğerleriyle aynı düzeydedir, eleştiremezsin. Türkiye Müslümanlığı buna son derece uygun düşüyor ve Türkiye bunu satmaya çalışıyor. Kime satıyoruz? Dünyaya, özellikle Batı'ya şu mesajı veriyoruz:'Ortadoğu'yu bu Müslümanlıkla biz yapılandıralım çünkü bizimle rekabet halinde olan İran Şii'dir ve İslamiyet'i katı uygulamaktadır. Suud Müslümanlığı da şeriata dayanmaktadır. Biz öyle değiliz. O halde bizi destekleyin.' Bu siyasi bir tanımlamadır. Türkiye Müslümanlığı, Suud Müslümanlığı yoktur. Müslümanlık Müslümanlıktır.

Reşat Nuri Erol
07.03.2013
07:23

'Bir kitap okudum hayatım değişti'

Levent Gültekin

Muhteşem bir kitap okudum.

Bugün bu kitapta gördüklerimi, hissettiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Müslüman bir liderin, başkomutanın, devlet adamının, bir babanın; hem özgürlükçü, hem dindar, hem saygılı, hem dirayetli, hem de dürüstlükten asla taviz vermeden işleri nasıl yürüttüğünü gördüm. Kitabı okuyunca içimi bir ferahlık kapladı. Çünkü dürüstlüğün her zaman, her şartta korunabilecek yüksek bir değer olduğunu ve onunla kat edilen mesafeyi gördüm. Bosna’nın bilge lideri Aliya İzzetbegoviç’in konuşmalarının, gazete röportajlarının ve önemli şahsiyetlere gönderdiği mektupların yer aldığı ‘Konuşmalar’ adlı kitabından bahsediyorum. Aliya'nın savaş sürerken yönettiği halkın ve ordunun büyük sıkıntılar çektiği bir ortamda dürüstlükle, asaletle, adaletle, merhametle sorunların üstesinden nasıl geldiğinin gerçek öyküsü bu kitap. Bu kitap bana sakinliğin, efendiliğin, adaletin, dürüstlüğün, dirayetle bir araya geldiğinde neler yapılabileceğini gösterdi. “Savaş ortamındayız”, “çok sıkıntılıyız”, “biraz güçlenene kadar” demeden, her daim, düşmana karşı bile adil olmanın, kendi halkına asla yalan söylememenin uygulanabilirliğini görmenin verdiği olağanüstü hazzı tattım. Bugün tam da ‘barış’ı konuştuğumuz bir dönemde Başbakan Erdoğan’ın, danışmanlarının, AK Parti’ye yakın duran gazeteci ve aydınların bu kitabı okumalarını canı gönülden arzuluyorum. Daha fazla uzatmak istemiyorum ve sizi “Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım” diyen bilge liderin kitaptan alıntıladığım bazı cümleleri ile baş başa bırakıyorum. Askerlere yaptığı bir konuşmadan. * Ne yazık ki işiniz yaşamla ve ölümle alakalı. Ölmek ve öldürmek kaçınılmaz. Ancak önemli olan bu oranı mümkün olduğunca azaltmaktır. * Katil olmakla kurban olmak arasında seçim yapmak gerektiğinde biz kurban olmayı seçeceğiz. * Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın. * Ben Avrupa’ya giderken başım önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik, hiçbir kutsal yere saldırmadık. * Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor Bosna’nın özünü de zedeliyor. Parti toplantısında kendi parti mensuplarına yaptığı konuşmadan. * Bir başkan eğer dürüstse askerleriyle aynı yemeği yemelidir. Farklı bir şey daha yerse yanlış yapmış olur. Başkan olarak askerler ne yiyorsa ben de onu yiyorum. Maaş almıyorum, almamalıyım. * Görüyorsunuz, Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor. Kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor, camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onları ne de kadınlarını ve çocuklarını öldürmek, kiliselerini yıkmak istiyoruz. * Kazanacağız: Çünkü öteki dine, öteki ulusa ve öteki politik duruşa saygılıyız. (..) Çünkü aklı başında dürüst insanlarız. * Halkımız, bütün vaktini camilerde geçirmiyor olmasına rağmen dindardır. Onlar için kutsal sayılan şeylerde kusur bulmaya çalışmayın. (..) Bizler subaylarımızdan oruç tutmalarını, ya da camiye gitmelerini istemiyoruz. Onlardan tüm istediğimiz iyi savaşmalarıdır ve neye isterlerse ona inanmaları konusunda onları serbest bırakırız. Bir gazeteciye verdiği röportajdan. * Bizim insanlarımız ve kendimize ait ahlakımız vardır. Düşmanın ise teknikleri ve maddi üstünlükleri vardır. Burada gerçekten ruh ve madde mukayesesi sözkonusudur ve bu savaşta ruh galip gelecektir. Parti kongresinde yaptığı konuşmadan.. * Bir şeyler söylemeden önce duvarlarda resimlerimin olduğunu ve resimlerimin oraya benim onayım alınmaksızın asıldığını zikretmek istiyorum ve verilecek ilk arada, duvarlardan kaldırılmalarını rica ediyorum. Bu bir sahte tevazu sorunu değil, basitçe söylemek gerekirse, - bu bizim adetimiz değil. * Olumsuzluklarımızla birlikte benim için asıl önemli olan şunu söyleyebilmek: Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Halka yaptığı konuşmadan.. * Başaramadıklarımızı da aynı şekilde söylemek dürüstlük gereğidir. Tüm çabalarımıza rağmen üretimi artıramadık. Dolayısı ile yapabileceğimizden daha azını başardığımızı düşünüyorum.

TV’de dinlediği bir devlet yetkilisinin yaptığı konuşmaya itiraz. * Halka gerçeği söylemek zorundasınız yalan söylemek olmaz. O ise beni bağışlasın o akşam halkı kandırıyordu. Zira her sorulan soruya olumlu ve iyimser cevaplar verdi.

Bir röportajda “Hiç karamsarlığa düşüyor musunuz” sorusuna verdiği cevapta. * Ben görev duygusuyla çalışıyorum ve elbette ki başarmayı arzuluyorum. Ancak kaybedeceğimi bilsem bile yine doğru olanı yaparım. Bir gazeteye verdiği röportajdan soru ve cevabı: * Sayın cumhurbaşkanı sizin Bosna halkı üzerindeki karizmanız tartışılmaz. Artık sadece bir politik parti veya en yüksek devlet organının başı değil, Boşnak halkının sembolü ve halkın tarihindeki ilk büyük siyasi önderi de oldunuz. (..) Bu sorumla ne size yaranmak ne de sizi incitmek arzusundayım. Şu soruyu sormak istiyorum. Sizden sonra ne olacak? Etrafınızda Boşnak halkının tarihi olarak en nazik anında yerinizi alabilecek kişiler görebiliyor musunuz? Size hayranlık duyanlardan tavır alanlara dek, sizin, savunmanın çok önemli faktörlerinden birini hatta Boşnak halkının var olup olmamasını temsil ettiğinizde birleşen çok farklı insanlar biliyorum. * Cevap: Sorunuzun içeriğinden sonra kendimi şöyle bir toparlamak zorundayım. Her şeyden önce abarttığınızı düşünüyorum. Ben sadece hür seçimlerde başkan seçildim ve bunun da ne anlama geldiğini biliyorum. O bana söylediklerinizde yaranma hissettim. Biraz daha düşünürsem hem üzüntü, hem endişe belki de kızgınlık duymam için sebeplerim var. Savunma için ve Boşnak halının var olma mücadelesi için benim o derece önemli olduğuma dair düşüncenize izninizle katılmıyorum. Öyle olsaydı kötü olurdu ama Allah’a çok şükür öyle değil. Binlerce insan mücadele ediyor. (…) ancak onlar ben olmadan da savaşırlardı ben gittikten sonra da mücadeleyi sürdüreceklerdir. Ve son olarak başka bir kitabından okuduğum görevi devrettiği siyasilere öğüdü * İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah'ın önünde hesap verecektir..





Sayı: 194 | Tarih: 3.03.2013
Yusuf Kaplan
Gelecek,Osmanlı modeli'nin
Hangi Osmanlı?
1277 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Gerçek Nedir?
YENİ DÜNYA OLUŞUYOR
1134 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
'Hayal fabrikası'mı yoksa 'yalan fabrikası' mı?
Çıkış Yolu Var Mı?
1097 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
Kim sızdırdı?
Allah’tan akıllı zannetmek
1063 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Hüseyin Gülerce
Süreci bulandırma oyunları başladı.
Boş Beklentiler
967 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Kemalist Eğitimle İslamî Kurtuluş Olmaz
Katoliklere Evet, İslam'a Hayır
956 Okunma
Emine Hocaoğlu