Silivri'de yitirilen
1102 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

Silivri'de yürütülen ve adına yanlış...
Silivri'de yürütülen ve adına yanlış bir biçimde "Ergenekon" denilen dava ile ilgili olarak pek bir şeyler yazmak istemediğimi bilirsiniz. Zira hem hazırlık aşamasındaki kimi uygulamalardan rahatsız olmuştum hem de sürdürülmekte olan bir davayla ilgili olarak bir şeyler yazmanın doğru olmadığını düşünürüm.
Hazırlık aşamasındaki kimi uygulamalardan rahatsız olmuştum. Zira suçluluğuna dair pek kanıt bulunmayan ve (en azından bence) suçlu olma olasılıkları düşük kimi isimlerin; bu aşamada neredeyse "suçlu" gibi görülmesi ve gösterilmesinin haksız bir tutum olduğunu düşünüyorum. Elbette yasalar önünde herkes eşittir ve hazırlık soruşturmasını yürütenlerin ellerindeki kanıtlardan bazılarını bilmemiz mümkün değildir. Ancak rahmetli Türkan Saylan hocamıza reva görülen muamelenin içimi çok acıttığını dile getirmek isterim.
O Türkan Saylan ki; "Cumhuriyet mitinginde" kürsüden "ne şeriat ne cunta" diye haykırdığı için daha sonraki mitinglerde konuşması engellenmişti. O Türkan Saylan ki; kendi ideolojik mücadelesini asla silahlı kuvvetler üzerinden değil salt eğitim üzerinden yürütmeye çabalamıştı. Ne işi vardı bir "cunta soruşturmasında?.."
Neyse benim bugün ele almak istediğim konu başka.
Zaman zaman dile getirdiğim üzere; Türkiye'de kendini "Atatürkçü" ve "laik" olarak tanımlayan insanların çok büyük bir bölümünün kafasının bir köşesinde; silahlı kuvvetlerin bir "İslam şeriatı düzenine" izin vermeyeceği, eğer böyle bir gelişme olursa ordunun müdahale edeceği düşüncesi vardır. Demokratik bir ülkede rejimin güvencesinin ordu değil halk olması gerektiğini düşünmeme karşın; benim kafamın bir köşesinde de böyle bir yaklaşım vardır. Bu halkımıza olan bir güvensizlik değil; demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işleyememesinden doğan bir endişedir. Zira demokrasi içinde "demokrasiyi yok etme özgürlüğü" olmamasına karşın yakın tarihte gördüğümüz diktatörlerin çoğu kendilerine iktidar yolunu demokrasinin kuralları içinde açmışlardır. Önce demokratik yollardan (biraz zorlamayla da olsa) iktidara gelmişler ve daha sonra demokrasinin bir lüks olduğunu dile getirerek totaliter yönetimlerini kurmuşlardır. Bunun tipik örnekleri Hitler ve Mussolini'dir.
 
Her ne kadar Hitler "Kavgam" adlı kitabında; neler yapmak istediğini açık bir biçimde anlatmışsa da; Alman halkı herhalde bunun bir "şaka" olduğunu" (!) düşünmüş ve oylarını esirgememişlerdir. Ve tarihin gördüğü en zalim diktatörlük kurulup inanılmaz şeyler yapıldıktan sonra "Vallahi bizim haberimiz yoktu" gibisinden gülünç mazeretlerin ardına sığınmak istemişler ve "Biz yapmadık Naziler yaptı" gibi açıklamalar yapmışlardı.
 
Sık sık dile getirmekten pek hoşlandığım; Winston Churchill'in bir lafı vardır. "Demokrasi" der "berbat bir rejimdir." Ve devam eder "ancak rejimlerin en az berbat olanıdır." Çok doğru bir deyiş. Gerçekten iş demokrasiyi eleştirmeye kalsa saatlerce konuşabiliriz. Fakat "demokrasinin yerine ne koyalım?"sorusunu sorduğunuz zaman verilebilecek hiçbir sağlıklı yanıt yoktur. Gene Churchill'in vurguladığı gibi "Demokrasinin uygulamalarından çıkan sorunlar gene demokrasinin kurum ve kurallarıyla çözümlenmelidir."
Peki ya o kurallar işlemiyor ve o kurumlar çalıştırılmıyorsa ne yapılacaktır? İşte bu sorunun yanıtı yoktur.
Türkiye'de silahlı kuvvetlere duyulan güvenin ve silahlı kuvvetlerle ilgili beklentilerin; son dönemde ciddi bir buhran geçirdiğini düşünüyorum.
Bunun temel nedeni; ordu içindeki kimi unsurların AK Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte; kimi kesimlerde başlayan "İslam Şeriatı" korkusunu kullanarak kendilerine bir iktidar yolu açmak istemeleridir. Defalarca yazdığım üzere; AK Parti bence şeriatçı bir parti değil "İslami duyarlılıkları yüksek ve liberal olmaya çabalayan" bir partidir. Arkadaşlarım arasında; bu düşüncemden ötürü beni "saf" bulan ve aymazlıkla suçlayanlar oldu. Ancak ben böyle düşünüyorum ve Türkiye'de görünürde bir İslam şeriatı tehlikesi olmadığına inanıyorum.
Fakat Silivri'deki duruşmalarda ortaya çıkan kimi hususlar beni cidden endişelendiriyor. Bir şeriat tehdidine karşı güvencemiz olan Silahlı Kuvvetlerimiz; belli bir ölçüde "güvenilirliğini" yitiriyor. Bazı kesimlerde "Bunlar devrimleri değil kendilerini düşünüyorlar" gibisinden tehlikeli düşünceler baş gösteriyor. Hele sahte Atatürkçü 12 Eylül yönetiminin Atatürkçülüğe verdiği zararları gördükten sonra...
Ve ülkemizdeki "İslam şeriatçılarıyla" bir kısmı kendini yıllarca solcu olarak yutturan (veya buna inanan ) "liberallerin" koalisyonu ve garip coşkusu gerçekten rahatsız ediyor.Bakalım bu işin sonu ne olacak?..

 

Yorum:

SİLİVRİ’DE YİTİRİLEN Mİ YOKSA KAZANILAN MI?
 
Hani adalet mülkün temeliydi? Hani hukuk toplumun esasıydı? Bu ülkenin aydınları, okumuşları, önde gelenleri ve de Atatürkçüleri Mustafa Kemal’in  “Adalet mülkün temelidir”, dediğine inanıyor ve hep söyleyip duruyorlardı. Silivri’de olduğu gibi dün Yassıada’da yitirilen bir şey var mıydı acaba? Yoksa orada da bir şeyler yitirilmiş miydi? Yoksa bir şeyler kazanılmış mıydı? Yoksa hem kazandık, hem de kayıp mı ettik? Evet, bir tarafta kazandık diyenler, diğer tarafta ise kaybettik diyorlar. Biz ise buna hayır, hayır diyoruz. Bugün yeryüzünde yönetim, devlet ve toplum adına oynanan tiyatro oyunlarına hayır, diyoruz.
Bir toplumda din, ilim, ekonomi, idare ve bunları temsil eden kurumlar yerli yerinde bulunmazsa ve yeteri kadar doğru ve güzel çalışmazsa o toplum rahatsız, daha doğrusu hasta demektir. Kaldı ki, artık bugün hiçbir toplum ve hiçbir devlet yalnız başına değildir. Az önce kurumlarını saydığım iç dengeler yanında bir de dış etkiler ve dış dengeler vardır. Bu iç ve dış dengelere tam dikkat edilip toplum, toplum gibi olursa, ne Yassıada’ya ve ne de Silivri’ye ihtiyaç hâsıl olur.
Fakat her şeyden önce gücün doğal-ilahi olanda olduğunu anlayamayanlar, iç ve dışın tiyatro oyunlarına kanarak hareket ettiklerinden başları ağrıyıp hastaneye kaldırılıyorlar. Evet, bizce Yassıada ve Silivri adalet sarayının değil, hastanelerin çalıştığı yerlerdir.
Dün sen ülkeyi neden bu kadar ilerletip kalkındırdın, sen güçlü olmayacaksın, sen sulandıkça büyüyen ve budandıkça küçülen bir ağaçsın ve öyle olmalısın diyenler, ülkemizde bu hastanelerin kurulmasına sebep oldular.
Orduyu bölme ve belki daha ileriye doğru gitme ihalelerini zengin ülkelerden ve sermaye babalarından satın alanlar, bu ihalenin gereklerini yerine getiremeyip mallarını mahzenlerde çürüttüler. Belki bu çürük malzemeleri kendileri kullanıp hasta oldular ve neticede hastaneye kaldırıldılar.
Dünyadaki oynanan tiyatro oyunlarını görmeden, iç ve dış oyunları fark etmeden ülkedeki cereyan eden olayları doğru yorumlamak mümkün değildir. Onun için biz hem kendimize ve hem de dünyadaki herkese gelin bu oyun ve eğlenceyi bırakın diyoruz. Hem kendimiz ve hem de başkalarını aldatmayınız diyoruz. Demokrasi, demokrasi diyenler, yasama, yürütme ve yargı ayrılığı diyenler size söylüyorum. Bugün yasamayı da yürütmeyi de ve yargıyı da idare eden aynı parti değil mi? Bize göre toplumu meydana getiren ilim, ekonomi ve idare bilimseldir ve sebeplere dayanır. İdare de hukukla olur, hukukun dışında bir yönetim olmaz. Yasma görevini üstlenmek için seçilen ve böylece kanun yapanlar acaba hukuku biliyorlar mı? Yoksa bu dünya hayatı veya ülke yönetimi bir oyun ve eğlenceden mi ibaret. Evet, parti başkanlarının kral veya padişah olduğu, yasa yapanlarında figüranlık seviyesine ve başkanın uydusu haline getirildiği bu tiyatro oyunlarını halkın hiç olmazsa yüzde onu tam görmedikçe, Yassıada ve Silivri hastaneleri daha çok çalışır.
Onun için ben bu işin sonu ne olacak diye bakmıyorum ve hiç bir şey de beklemiyorum. Benim beklediğim bir tek şey var: O da herkesin ama herkesin hak ve hukuka ilim ve adalet çizgisine gelmesidir. Bir ülkede adalet zayıf ve kuvvetli olanlara göre değişiyorsa, içe göre başka dışa göre ise başka oluyorsa o ülkede sadece yöneticilerin değil halkın da başı ağrır. Onun için ben ülkeye ve dünyaya hak ve hukukun, ilim ve adaletin gelmesini bekliyorum.

 

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 19 | Tarih: 18.10.2009
Hayrettin Karaman
Domuz gribi aşısı
1563 Okunma
Hilmi Altın
Ahmet Hakan
Rahat uyu Hrant
1534 Okunma
9 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Türkiye FDM sistemiyle yönetiliyor
1332 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Fatma K. Barbarosoğlu
Fatma K. Barbarosoğlu'ndan 'Cumhuriyet Kadınları'
1262 Okunma
Fatma Zafer
Mahir Kaynak
Psikolojik savaş
1191 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Oktay Ekşi
Açılım Hikayesi
1174 Okunma
Vahap Alma
Fikret Bila
Ermenistan'la ilişkiler Suriye gibi olur mu?
1163 Okunma
2 Yorum
Harun Özdemir
Ruşen Çakır
İsrail ile ilişkiler iyiye gidiyor
1156 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Bekir Berat Özipek
Nişanyan’ı kimler affetmez?
1132 Okunma
2 Yorum
Bünyamin Demir
Nazlı Ilıcak
Baykal'ın niyeti ne?
1125 Okunma
Fatma Karuç
Can Ataklı
AKP yalan söylemiş ama MHP ayıp etmiş
1123 Okunma
Mesut Karaaytu
Mehmet Şevket Eygi
Niçin büyük ve etkili dergimiz yok!
1102 Okunma
2 Yorum
Emine Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Silivri'de yitirilen
1102 Okunma
Osman Eskicioğlu
Yılmaz Özdil
Domuz, kuş, kene: DKK terör örgütü!
1098 Okunma
1 Yorum
Leyla Okta
Mehmet Niyazi
Kültür ve mekân
1097 Okunma
Abdurrahman Erol
Reşat Nuri Erol
Açılım değil, açlık sorunu
1085 Okunma
Ilker Ardic
Mehmet Altan
Medyadaki gizli Ergenekoncular
1080 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Fehmi Koru
Değişimin ilk kaybedeni: israil
1076 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ali Bulaç
İki bayram arası vize bayramı
1030 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Ahmet Taşgetiren
İsrail utansa daha iyi eder
1022 Okunma
1 Yorum
Zübeyir Erol


© 2024 - Akevler