Çarpışan İki Müslüman
929 Okunma, 1 Yorum
Mehmet Şevket Eygi - Milli Gazete
Emine Hocaoğlu

19 EKİM 2012

Tam tarihini hatırlamıyorum, onbeş yirmi yıl kadar önce genç bir Müslüman subayın kendi ağzından bir macerasını dinlemiştim. Dağlık arazide PKK ile çatışıyorlarmış. Gece bastırmış, biraz ötede PKK'lı bir terörist, karşısında bahs ettiğim o subay. İkisi de pusuya yatmışlar, sürünerek sessizce hareket ediyorlar. Silahları ellerinde. Parmakları tetikte. Saatlerce süren bir bekleyiş, kıpırdanış... Birinden biri ölecek... Nihayet genç subay bir hamle ile teröristi öldürmüş. İbretlik bir husus: Bu subay beş vakit namaz kılan dindar bir kimseydi. Öldürdüğü terörist de namazlı bir dindarmış, sonradan öğrenmiş...

Onlar niçin birbirlerini öldürmek istiyorlardı?

PKK'lı Kürtlük için, bizim subay (o tarihlerde hakim ideoloji oydu) Kemalizm sistemi için...

İkisi de Müslümandı ama İslam'a zıt iki ideoloji için çarpışıyorlardı.

Memlekette İslam hakim olsaydı, Müslümanlar tek bir Ümmet yapısı içinde yaşasalardı, altkimliklerin üzerinde İslam kimliği olsaydı onlar çarpışmayacaktı.

Ah, halkı birbirine kırdıran, ülkeyi savaş alanına çeviren, kanımızı iliğimizi kurutan bu ideolojiler!

(Bütün PKK'lılar Müslüman değil, bütün TC'liler dindar değil... Bendeniz yukarıda münferit bir vak'a anlattım.)

* (İkinci yazı)

Nefislerine Uyanlar Çok Yanılır

Allah kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah hatâ yapmaz, ne emr ettiyse, neleri yasakladıysa haktır, doğrudur.

Peygamberler (Selam olsun onlara) ismet sıfatıyla sıfatlıdır, mâsumdur, günah işlemezler.

Bir de, mânevî dereceleri çok yüksek velîlerden, ehlullahtan bazısı korunmuştur.

Diğer insanlar çeşitli günahlar işleyebilir, büyük küçük hatâlar edebilir.

Nefs-i emmâresini öldürebilen, Kur'ana ve Sünnete uyan, Şeriat hükümlerini hayatına tatbik eden, yüksek İslam ahlakı ile ahlaklı olan sâlih kimseler, Allahın izniyle, büyük günahlardan, korkunç hatâlardan (büyük ölçüde) uzak kalırlar.

Müslümanın en büyük düşmanı nefs-i emmaresidir. Nefsine tâbi olan, onun isteklerini yerine getirmeye çalışan, günahtan ve hatâdan kurtulamaz.

"Ben günah işlemem, ben hatâ etmem. Ben her zaman haklıyım, hatâ hep başkalarındadır" diyen kimse dengesiz, çarpık, sapık bir Müslümandır.

Zâhirde Müslüman göründüğüne bakmayın, nefsini putlaştıran kişi gizli müşriktir.

Aklı başında, yüreğinde vicdan ve iz'an olan hiçbir Müslüman nefsini aklamaz.

Riyaset (başkanlık) şehveti, şehvetlerin en azılısıdır. Mâneviyat büyükleri, bu şehvetin, cinsel şehvetten üç yüz misli şiddetli ve tahrip edici olduğu beyan buyurmuşlardır.

Yüce İslam dini, mü'minleri hatâlardan korumak için istişâre=danışma prensibini koymuştur. Olgun, sâlih, akıllı, vicdanlı Müslümanlar ehil ve mu'temen=güvenilir müsteşarlarla=danışmanlarla istişare ederek iş görürler. Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "İstişare etmeyen, konunun ehli kişilere danışmayan nâdim ve pişman olur" buyurmuşlardır.

Din konusunda yanılmak istemeyenler, Kur'anı kendi heva ve re'yleriyle tefsir edip, heva ve re'y ile Kitabullahtan hüküm çıkartmasınlar.

Müslümanlar İslam'ı ve ilmihal bilgilerini muteber, güvenilir, icazetli, ehliyetli, liyakatli din alimlerinden, fakihlerden ve kâmil mürşidlerden öğrenirlerse teoride yanlışa düşmemiş olurlar.

Açık veya sinsi İslam düşmanları, dinimizi ve Ümmetimizi yıkmak için "Herkes Allahın Kitabını alsın ve dinini öğrensin" prensibini çıkartmışlardır. Bu prensip Farmason Afganî'nin, yine Farmason Abduh'un ve Reşid Rıza'nın fikridir. Onların açtığı çığır, bugün Türkiye Müslümanlarını Protestanlaştırmış, ortaya yüzlerce irili ufaklı fırka, hizip, sekt, cemaat, grup çıkmıştır. Bunlar birbirinden kopuktur. Bu Protestan mezhepler, ne bir federasyon, ne de bir konfederasyon çatısı altında birleşmiştir. Her biri bağımsız bir din prensliği veya baronluğudur. Ümmet teşkilatı ve mü'minlerin kendisine biat ve itaat ettiği bir İmam-ı Kebir yoktur.

Müslümanlar arasına öyle fitneler sokulmuştur ki, günümüzde dinin temelleri, usûlü, esasları bile sorumsuzca tartışılmaktadır. İslam'da kader yoktur diyenler bile zuhur etmiştir.

ABD, İsrail, AB, Evangelistler, Papalık var güçleriyle İslam Protestanlığı cereyanını teşvik etmektedir.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığını kaldırıp onun yerine Fazlurrahman Müslümanlığını getirmek isteyen çeteler vardır ve hayli yol almışlardır.

Bu kötü gidişe dur demeyen, Ehl-i Sünneti savunmayan güçlüler büyük sorumluluk ve vebal altındadır.

Onlar kendilerini lâ yuhti=hatâ etmez ve lâ yüs'el=kendilerinden hesap sorulmaz sanıyorlar. Ne büyük gaflet ve dalâlet!..

Dini konularda büyük yanlışlıklara düşmemek isteyen Müslüman kardeşlerimi Ehl-i Sünnetin ana caddesine, Sevad-ı Âzam dairesine, Osmanlının İslam anlayışına ve uygulamasına çağırıyorum.

Unutmayalım ki, Hulefa-i Râşidînden sonra Kitap ve Sünnete en sadık ve uygun İslam uygulaması, Osmanlı devleti olmuştur. İslam Protestanlığı ve İslamcılıklar bizi parçalanmaya, bölünmeye, çöküşe ve yok oluşa götürür.

Kur'an "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor. Kur'anı bilenlerden, Sünneti bilenlerden, İslam'ı bilenlerden öğrenelim. Onlar, silsileleri Resulullaha ulaşan icazetli ulema, icazetli fukaha ve icazetli mürşidlerdir.

Re'y ve heva yolunu bırakalım.

Sarıklı Farmasonları bırakalım.

Kur'anın üç yüz küsur ayeti tarihseldir, bugün geçerli değildir diyen sapıkları bırakalım.

Allahın ayetlerinin bir kısmını kabul edip bir kısmını inkar etmek küfürdür.

Dinde reform olmaz. Allah yanılmaz. İslam'ın kesin hükümleri Kıyamet'e kadar yürürlüktedir.

 

Yorum:

Hevesler Hiç Bitmez

Din konusunda yanılmak istemeyenler, Kuran'ı kendi heva ve görüşleriyle tefsir etmesin demektedir. Buna tamamen katılıyorum. Ama "herkes Allah'ın kitabını alsın ve dinini öğrensin"  prensibi İslam'ı ve dinimizi yıkmak için olduğunu düşünmüyorum.

Her insan para kazanmak için öğrenmesi gereken şeyleri öğrenebiliyorsa İslam'ı doğru öğrenmek ve uygulamak için de Kuran'ı gayet kolay öğrenebilir. Bunun için nasıl İngilizceyi, Fransızcayı anasınıfında öğretmeye başlıyorlar. Kuran'ı da bu küçük yaşta öğretmeye başlanmalıdır. (İnşallah ilerde olur.)  

Bu öğrenmeyi İslam'ı ve ilmihal bilgilerini muteber, güvenilir, icazetli, ehliyetli, liyakatli din alimlerinden, fakihlerden ve kâmil mürşidlerden öğrenirlerse teoride yanlışa düşmemiş olacağından bahsetmektedir. Bu nasıl yapılacak? ve bu şekilde öğrendiğini düşünelim günümüz sorunlarına nasıl yaklaşılacak? İnsanların çoğunun hatası yapılan bir şeye yeni bir şeylerin eklenmesinde günah kazanacağından korkmalarıdır. Halbuki o eski yapılan yorumları da yine bir kişi yapmış ve o kabul görmüş olmasıdır. Bu unutulmaktadır. O kişi zamanında çok iyiydi. Şimdi bizim sorunlarımıza cevap veremiyor.

Kuran'ı herkes okusun, uğraşsın ve kendi ilmi derecesine göre yorumlasın. Bunu yaparken Kuran'a, sünnete ve icma ve kıyasa  göre yorum yapması gerekir.

İşte Kuran'ı günümüz için rehber kabul ediyorsak günümüz teknolojisiyle daha güzel halde öğrenmek için çalışmalıyız. Yapılan her yenilik Kuran'a ters düşmeyecek şekilde olmalıdır. Ama bunu bazı insanlar gerçekten kendi heveslerine göre yorumluyorlar. Bunun önüne geçilemez fakat doğru belli bir zaman sonra kabul görür.

 

 

 

 

Emine Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
21.10.2012
16:57

Kapitalist dindar gençler nasıl eş arıyor?! Dindar görünümlü, muhafazakâr bir kısım gençler hesap kitap kaygısıyla hesap gününü unutarak eş arıyor kendilerine.. Gelin adayı: -Şu beğendiğim gelinlikten başkasını almam! -Damat adayı: Fiyatı daha uygun bir gelinlik seçsen canım, 3 bin biraz fazla değil mi? Suratı düşer gelin adayının. “Zaten istediğim semtte tutmadınız evi, ben altı çift bileziği otuz gramdan isterken siz yirmi gramdan aldınız.” “Getirdiğiniz çikolata tepsisi bile gümüş değildi.” “Düğünümüzü ucuz bir salonda yapıp beni arkadaş çevremin diline düşürmeye niyetin yoktur umarım…” “Aysel’e bir düğün yaptılar ki görmeliydin, herkes iki ay o düğünü konuştu. Olacaksa öyle olsun. Ne yani canım insan ömründe bir kez evleniyor! İğneden ipliğe eksiksiz ve en kalitelisinden olmalı her şey…” diye uzayıp giden konuşmalara son zamanlarda daha çok şahit oluyorum. Bu şekilde dile getirmeyenler de aşağı yukarı karşı tarafı aynı maddi harcamayı yapmaya sürüklemeyi iyi biliyor. Aile kavramı dinimizde böylesine önemliyken… Bunları Müslüman kimliğiyle ön plana çıkan cemaat ve toplulukların genç mensuplarını muhatap alarak yazıyorum. Gelişiyor, modern oluyor, çağdaşlığın zirvesinde cebimize göre voltalar da atıyoruz. Yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayacak şekilde klavye mücahidiyiz, cemaatin ön saflarında yer tutuyoruz, söyleyecek çok sözümüz var İslam’a dair. Ama gelin görün ki aile kurmaya gelince tespih taneleri gibi dağılıyoruz. Kimilerimizin içinde yatan kapitalist canavar diriliveriyor. “Tutabilene aşk olsun” türünden abartılı bir hal alıyor harcamalar ve kriterlerimiz. Dramatiktir ki dindar gençlerimizin huzur bulmak için kurmaya çalıştığı yuvalarda huzursuzluk daha önce mekân buluyor kendine. Aile kavramı dinimizde böylesine önemliyken indirgediğimiz mana inancımızı karşılıyor mu? Elbette istisnalar kaideyi bozmaz ama ekseri karşılaştığımız tablo üzülmemiz için ciddi bir sebep. Dinî hassasiyetlerin dışına çıkmayı bir anda normal karşılayan dindarlar görmek zor olmuyor artık düğün dernek dönemlerinde. Milyarları bir geceye saçmak sıradanlaşıyor ve artık gözlerimiz aydın olsun ki “modern dindarların düğünü” diye bir düğün tipimiz de var. Mutluluk gecesini bunalımların başlangıcı mı yapıyoruz paranın güzelleştireceği zannıyla… Bunları demeye başlamadan önce “ipin ucunu neresinden tutayım” diye düşündüm; eş adayı seçmek, nişan alışverişleri, ev dizmek ve nihayetinde düğün… Kıyaslayarak eş, eşya seçip yuvalar mı kuruyoruz? Allah’ın rızasını gözetmeyi bir kenara bıraktık, iç hesaplarımızın sesi vicdanımızın sesini de kısar oldu. Diploma geldi mertlik bozuldu! Her işin ucu paraya dokunur oldu. Artık arz talep meselesi haline gelip farklı bir sektörleşme var yuva kurmada. Eş seçimi hassas bir mevzudur hepimiz için. İnce eleyip sık dokunacak konuya kapitalistlerin çözümü hazır. Diploman var mı? Atanma ihtimalin nedir? Maddi seviyen nasıl? Bu soruların cevabını bulduğunda eş adayını gözüne kestirmiş olursun. İş böyleyken kız beğenmeye giden annelerin, “hangi okuldan mezunusun? Kadrolu musun? KPSS’den kaç puan aldın?” sorularına muhatap olan kızların yanaklarının pembemsi bir hal alması nasıl berbat bir duygudur bilirim. Bu muameleyi Müslümanca hassasiyetleri olmayanlar yaptığında bir yere kadar hoş karşılanabilir belki ama bunu bizim adı dindara çıkmış gençlerimiz ve aileleri yapar oldu. Ye kürküm ye devri daha bir baskın mı ne? Üniversite mezunu olmamak eş adayı görülmemek için yeterli ve önemli bir nedendir mesela! Güzel ahlakı, inancı ve merhameti için değil de okuduğu yılların, maaşının, konumunun hatrına karşısındakini eş adayı olarak gören muhafazakâr gençler. Müslüman Genç bu değil! İslamcı genç bu değil! Bunlar olsa olsa muhafazakâr, sağcı gençler. Efendimizin “eşlerinizi ahlakı için seçin” mealindeki hadisini elbette unutmuş olmalılar. Çift maaşların çoğaldığı günümüzde paraya göre hayatını tanzim eden gençlerin uzun soluklu muhabbetlerini bölen nedir diye sormak gerekirken, çocuklarını kırk günlükken yabancı kucaklara emanet eden taze annelerin evlat sevgisini nasıl içselleştireceğini hangi devlet düşünür ki? Moda toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerlediğimiz aşikâr Güzel ülkemin muhafazakâr, dindar gençlerinin istekleri envai çeşit; “diplomalı olsun ama çalışmasın”, “çalışan olsun ama öğretmen tercihimdir”, “evi olsun, son modelinden bir de araba” gibi istekler... Ne yapmalı bilmiyorum doğrusu. Şaşırıp kalıyorsunuz öylece. Tüketim toplumu olurken, insanları, hassasiyetlerimizi ve değerlerimizi de tüketmeye ayarlanmışız. Kapitalist, liberal, materyalist dindarlar, muhafazakârlar üretiyor toplum. Moda toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerlediğimiz aşikâr. İnsanlık erdemi arka plana itilirken “paradan haber ver” diyen kızlar-oğullar boşanmak için neden sıraya giriyor diye sorsak cevabını vermeye çekindiğimiz sonuçlar dökülür önümüze. Mutlu olmak için ne gelinliğin üç bin lira olması, ne masallar gibi düğün yapıp bol bol para harcamak, ne de üniversitenin en çok atama alan bölümünü bitirmek gerekiyor. Arka plana attığımız saygı, hoşgörü ve sevgi bu umutsuz tablonun gölgede kalmış yanı. Öyle bir çark ki bu, bizim olmayan düşüncelerin köleliğini yapıyoruz. Vicdan muhasebesi yapmak yerine üstünlük terazisinde ahretlik umutları yok pahasına heba ediyoruz. Bu çarktan nasibini almayan kaldı mı? Cevap sizin ama ben diyorum ki naçizane: “Eşlerinin elini bugünün hesabıyla değil, hesap gününün hesabını düşünerek sevgiyle tutmayı bilenler, İslam’ın en güzel temsilcileridir.” Zeynep Sayılır yazdı

DÜNYABİZİM.COM





Sayı: 175 | Tarih: 21.10.2012
Emre Kongar
Medyadaki ‘Parti Komiserleri’
Partiler
1210 Okunma
6 Yorum
Süleyman Karagülle
Hüseyin Gülerce
Ankara'da yeni şeyler oluyor mu, gerçekten...
Hep Aynı Şeyler
1104 Okunma
Zafer Kafkas
Yusuf Kaplan
Tehlike çanlarına dikkat!
Tehlike salâ'sı
1085 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Erdoğan–Kılıçdaroğlu: Ekranda kapışırlar mı?
Liderler birlikte ekrana çıkamaz
1050 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Çarpışan İki Müslüman
Hevesler Hiç Bitmez
929 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Washington'daki siyaset Ankara'daki kadar önemli
Horoz Dövüşü ve Siyasilerimiz
915 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler