Medyadaki ‘Parti Komiserleri’
1207 Okunma, 6 Yorum
Emre Kongar - Cumhuriyet
Süleyman Karagülle

20 Ekim 2012 - Cumhuriyet

 

AKP iktidarının, medyaya uyguladığı büyük ve sürekli baskı dört sonuç verdi:

1) İktidar yanlıları doğrudan doğruya gazete ve televizyon patronu yapıldı.

Kimine hukuk yolları eğilip bükülerek, kredi kanalları kullanılarak gazeteler, televizyonlar verildi, kimilerine doğrudan gazete ve televizyonlar kurduruldu.

2) İktidarın istemediği kişilere, tartışılacak konulara ve gündemdeki olaylara, sansür ve otosansür uygulandı.

Zaten kimi yazarlar ve gazeteciler içerde ya da içeri atılıp sonra serbest bırakıldı…

Başbakan, bazı patronları, gazeteleri, gazetecileri ve yazarları ismen hedef aldı, her vesileyle medyayı suçladı, terör gibi bazı konuların gündemden düşürülmesini istedi…

Yargı tehdidine ek olarak, patronlara büyük mali cezalar kesildi…

Bir zamanlar iktidara destek veren ve bütün ekranlarda görünen, gazetelerde başyazarlık yapan Mehmet Altan gibi isimler medyadan ayıklandı…

3) AKP iktidarı tarafından desteklenen kişilere yazı yazdırılmaya ve programlar yaptırılmaya başlandı.

Bir bölümü eski solcu, bir bölümü zaten din üzerinden siyaset yapan, bir bölümü liberal olduğunu iddia eden kişiler, tam birer militan olarak medyanın kritik yerlerine getirildi.

4) Bütün bunlara ek olarak, sanki bunlar yetmiyormuş gibi, gazetelere ve televizyonlara, her tarafsız veya muhalif kişinin karşısına veya haber programının içine, iktidar yanlısı, adeta komünist rejimlerdeki “Parti komiserini” andıran, daha doğrusu onun denetim işlevini yapan kişiler yerleştirildi.

Bunlar, izleyici ve okur kitlesini tümüyle yitirmek istemediği için gündeme ilişkin düzgün yayınlar da yapmak isteyen gazetelerin ve kanalların sayfalarına, tartışma ve haber programlarına sokuldu…

Tabir caizse “parti komiserliği” işlevi yapıyorlar.

Yalçın Doğan salı günü, Hürriyet’te, bunların televizyonlardaki durumu ve işlevi hakkında şöyle yazıyordu:

“Gazeteci mi, militan mı?

SON on gün içinde TV’lerde katıldığım tartışma programlarında yeni gazeteci tipi ile karşılaşıyorum. Daha önce görmediğim gazeteci tipi.

Tartışmalarda iktidarı savunan arkadaşlar var. Elbette savunabilirler, herkes her fikri, her partiyi savunabilir. Buna kimsenin itirazı olmaz.

Ancak bazı arkadaşlar iktidarı öyle savunuyor ki, canhıraş halde, AKP’yi savunan gazeteci değil de, sanki AKP militanı gibi. Sanırsınız ki, fiilen AKP milletvekili ya da parti yönetiminden birileri.

Bu durumda inandırıcılıkları kayboluyor, farkında değiller.”

 

Devamı için http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=372868

 

 

Yorum:

Partiler

AK Partililer gazete ve televizyon sahibi yapıldı.

Muhalif Partiler hapse atıldı. Muhalif gazeteler cezalandırıldı.

Yazarlar ya satın alındı veya korkutuldu lehine yazı yazdırılmaya zorlandı.

Partizan gazeteciler yetiştirildi.

Baskı ile yandaş basın edinen iktidarlar giderler.

 

Milli Görüş, siyasetinde iki görüş başlangıçtan beri çatışma içindedir. İstanbul ekolü “Düzen değiştireceğimize biz iktidar olalım.” diyor. Şimdi onların bize yaptıklarını biz onlara yapalım. İzmir ekolu ise “Baskı yapmayan adil bir düzen kuralım.” diyor. Şimdi onlar bize yapıyor diye biz de onlara yaparsak farkımız ne olur.

 

Sermaye hak ehlini doğrudan mağlup edemeyince yeni metot geliştirdi. Afganistan’daki Taliban grubu gibilerini iktidar ederek, İslamiyet’i bozmaya yöneltme yolunu tutmuştur. İnanmışların iktidar olmasını önleyemeyince Akevler ekolünü değiştirerek İstanbul ekolünün iktidarını sağlamışlar.

 

Ak partili olma gazete ve televizyon sahibi olma anlamındadır.

Müslümanlar hapsedildi, gazetelerin dağıtımı bir el tarafından yapıldı. Kaos meşru değildir.

CHP partizanı gazeteciler meşru da AKP’nin partizanı neden gayrimeşru?

Baskı ile yandaş edinme hukuk içinde kalma şartı ile meşru değildir.

 

Görülüyor ki onların mantığı ile AK Parti haklı. İslam mantığı ile yanlış. Ne yapılması gerekir.

1- Halkın oyunu alan siyasi partiler, aldıkları oy nispetinde yazarlar belirleyecekler. Bunlara devlet maaş verecek, istediği medyada yazacaklar ve konuşacaklar. Bunlara baskıyı partileri yapacak. Partililere de halk baskı yapacak. Demokrasi böyle ortaya çıkacak.

2- Basın ve yayın organlarının ulaşımını devlet ücretsiz sağlayacaktır. Nasıl karayollarını yapıyorsa yayın yollarını da karşılıksız açacaktır. Dağıtımı devlet yapacaktır.

3- Basın yayın vergiden muaf olacak, buna karşılık basın ve yayın yer ve zamanlarının beşte birini siyasi partilere ayıracak. Halkı temsil eden siyasi partiler halk adına yayın yapacaklardır. Zıt anlayışlar aynı yerde yayınlanacaktır.

4- Basın yayının sermaye etkisinden kurtarılması için basın yayın işletmeleri, kooperatifler tarafından işletilmeli, yazarlar yönetici, okuyucular da üye olmalıdır.

 

Adil Düzen’in önerdiği basın sistemi halkın kendi gazetesine kendisinin sahip olmasıdır. Basın özgürlüğü değil, yazar özgürlüğü gerçekleştirilmelidir. Sayın Kongar, geçmişte Adil Düzen’e karşı olmuştur. Savunduğu şey; ne siz bize baskı yapın ne de biz size baskı yapalım anlayışıdır. Açıkça diyor ki, savaşalım sağ kalan yaşasın, kaybeden de ölsün. Biz diyoruz ki, savaşmayalım, hakemlerin denetiminde adalet içinde birlikte yaşayalım.

Biz de AK Partinin yaptıklarına karşıyız ama sizin bize hakim olmanız için değil Adil Düzenin gelmesi için karşıyız.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
21.10.2012
07:06

YUSUF KAPLAN

Medresetüzzehra üniversiteleşirse, dağ fare doğurur (1) BUGÜN BU KONUYU YAZMIŞ...

YARIN DA YAZMAYA DEVAM EDECEK... Son yıllarda, Risale Akademi ve Risale Haber, Bediüzzaman'ın ve risâlelerin entelektüel çevrelerde hak ettiği yeri alması konusunda takdir edilecek çalışmalara imza atıyor. Bu çalışmalardan biri, Van Valiliği ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin de katkılarıyla geçtiğimiz günlerde Van'da gerçekleştirildi: 'Medresetüzzehrâ ve Said Nursî'nin Eğitim Felsefesi' sempozyumu.

****

SONRA...

ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... PARÇALI DEĞİL, BÜTÜNCÜL BAKIŞ Bu hadisi, üstad'ın, 'hangi ev'e, 'nasıl bir kapı'dan giriş yaptığını göstermek için hatırlattım. Bediüzzaman'ın 'ev'i, 'durduğu yer', 'referans noktası', insanı tanrılaştıran insan-merkezci / antroposantrik, dolayısıyla bölmeli / seküler zihin yapısının ürünü araçsallaştırıcı akıl'ın (akl-ı meâş'ın, cüz'î akıl'ın) değil, Yaratıcı inancını eksene alan ve insanın varoluş yolculuğunu, öte'yle irtibatlandıran akl-ı meâd'in, küllî akıl'ın ürünü ve yansıması, çağ aşan ve çağ açan nebevî bakış açısıdır. KISACA MEDRESETÜZZEHRA Bediüzzaman, Münâzarât'ın son bölümünü Medresetüzzehrâ meselesine ayırmıştır. Orada mektep, medrese ve zâviye üçlüsünden oluşan, Medresetüzzehra olarak adlandırılan bir üniversite projesinin gerekçelerini, dayanaklarını ve işleyiş mantığını anlatır ayrıntılı olarak. Sözkonusu metinde, bu projenin, özelde Kürtlerle-Türkler arasındaki irtibatı, ünsiyeti ve kardeşlik bağlarını pekiştirmeyi; genelde ise bir ilim geleneğinin kurulmasını amaçladığı sarahatle vurgulanır; ama bunun bir medeniyet fikri olduğundan sözedilmez. (Medresetüzzehrâ'nın, bir medeniyet projeksiyonu olduğunu göstermeye çalışan ilk kişi bendeniz oldu âcizâne. Ki, bu yazılar, -6 ciltlik Fütûhât-ı Medeniyye çalışmasının bir uzantısı olarak- kapsamlı bir kitaba dönüşmek üzere). DAĞIN FARE DOĞURMASI... Gelmek istediğim nokta hayatî: Bediüzzaman'ın düşünce dünyasını ve şifrelerini henüz çözebilmiş değiliz. Bediüzzaman'ın geliştirdiği kavramlaştırma üzerinden söylemem gerekirse, Bediüzzaman'ın fikriyâtına, 'mânâ-yı ismî' yani dış görünüşü, zâhir'i, kabuğu üzerinden yaklaşabiliyoruz henüz. 'Mânâ-yı harfî' yani hakikati, özü, ruhu, hakîkî boyutları açısından bakabilecek düzlemde değiliz. Bediüzzaman'ın fikriyâtını İslâm düşünce geleneğinin bir uzantısı olarak görüp, İslâm düşünce geleneğine ne kattığını, müceddidliğinin temellerinin nerede yattığını idrak edebilmekten çok uzağız. Nedeni şu bunun: Şu ân çağın ağları ve bağları ile bağlı olduğumuz bir çağ körleşmesi yaşıyoruz: Batı uygarlığının modernlikle birlikte geliştirdiği zeitgeist (zamanın ruhu) algısı, bütün insanlığın idrak, düşünme, yaşama ve varolma biçimlerini belirleyen tek zeitgeist şu ân. İnsanlık tarihinde yaşanmamış bir felâket ve helâket, bir semantik intihar hâli bu. Medresetüzzehrâ projesinden bir üniversite projesi çıkarmaya çalışan arkadaşlar, bu projenin 'bilim-din çatışmasını sona erdirecek, bilim-din buluşmasına zemin hazırlayacak' bir proje olduğunu söylüyorlar. İslâm'ın, dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu dünyaya söyleyeceği şey, bilim-din uzlaşması gibi sığ bir şey olabilir mi? Buradaki çağ körleşmesinin, risaleleri de, İslâm'ın bu dünyaya söyleyebileceklerini de, daha işin başındayken bitirebileceğini, bu idrak kırılması ve çağ körleşmesiyle vahyin ürünü 'kendi evi'mizi, seküler / pozitivist bir anahtarla açma yanlışlığı sergilediğimizi, bunun dağın fare doğurmasından başka bir yıkıma yol açamayacağını, özetle kendi ayağımıza kurşun sıktığımızı yarınki yazıda göstermeye çalışacağım.

DEVAMINA DA BAKARIZ...

DİKKAT ÇEKEN DURUM ŞU:

BİZ

"MÜÇTEHİT YETİŞTİRME PROJESİ"

DİYORKEN...

BİRİLERİ DE:

"MEDRESETÜ'Z-ZEHRA"

DİYOR...

Reşat Nuri Erol
21.10.2012
07:12

YENİ ŞAFAK'TAN CEM KÜÇÜK

Rockefeller Ailesi! MESELESİNİ YAZMIŞ...

OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM...

Komplo teorilerinde adı en çok telaffuz edilen aile herhalde Rockefeller'dir. Forbes dergisinin açıkladığı en zenginler listesinde Rockefeller ailesinden tek bir isim bile görmek mümkün değil. Genelde Steve Jobs'lar, Bill Gates'ler hep ön planda ve en zenginmiş gibi görünürler. İşin iç yüzünü bilenler realitenin böyle olmadığının farkındalar. Kağıt üzerinde görünmeseler de ABD'nin ve dünyanın en zengin ailesi Rockefeller'lar. Kontrol ettikleri para 5 trilyon dolarla 15 trilyon arasında değişiyor. Sadece parayı kontrol etseler iyi, bir de siyasetle olan bağları var. New York'taki okumuş yazmış takımı ABD ve siyaset deyince akla ilk gelen ismin Rockefeller olduğunu söylüyor. Mesela geçtiğimiz 12 Ekim'de New York'un önde gelen siyasetçilerini kendi ofislerinde bir araya getirmişler. Rockefeller ailesinin kimlerin New York senatörü olması gerektiğini, ekonomiyle ilgili alınacak kararları dikte ettirdiği bile açıktan konuşuluyor. Sadece New York'ta bu ailenin 1 trilyon dolarlık gayrimenkulü olduğu biliniyor. Peki Rockefeller'lar hangi alanlarda iş yapıyorlar ve bu seviyelere kadar hangi yollardan geçtiler? New York Times gazetesinden Richard D. Hylton 16 Şubat 1992'de Rockefeller ailesinin servetinin bölünme riskini taşıdığını belirten bir haber yayınladı.* Aynı haberde ailenin hangi işleri yaptığını detaylı bir şekilde yazdı. Ailenin kurucusu John D. Rockefeller. Petrol işiyle birlikte iş dünyasına hızlı bir giriş yapıyor. Amerika'nın ilk milyarderi oluyor. Asya'dan Latin Amerika'ya, Avrupa'dan Avustralya'ya hemen her yere yatırım yapıyorlar. Standart Oil Company ile petrol alanında neredeyse rakipsiz hale geliyorlar. Bu şirket daha sonra Exxon, Mobil ve Chevron olarak birçok başka şirketi de bünyesinden çıkarıyor. Amerika'nın en büyük bankalarından biri olan Chase Manhattan Bank Rockefeller'ların en büyük yatırımlarından biri. Bu bankanın bugünkü piyasa değeri neredeyse 3 trilyon dolar. Manhattan'ın göbeğindeki Rockefeller Center'ın ederiyle herhalde Türkiye'nin dış borcu ödenir. Amerika'nın etkili ailelerinden Dulles'larla Rockefeller'lar kuzenler. Mesela bir dönemin CIA başkanı Allen Dulles'ı bu göreve getiren kuzen Rockefeller oluyor. Latin Amerika'da CIA'in yaptığı bazı operasyonların finansmanını Rockefeller sağlıyor. ABD Başkanların Richard Nixon Hazine Bakanı olması için John Rockefeller Jr'ya tam yetki veriyor. Ama ailenin baskısı sonucu John Rockefeller bunu kabul etmiyor. Parasının gücüyle daha çok şey yapacağını biliyor aile. ABD'ye resmi geziyle gelen Rusya, Çin gibi ülkelerin önde gelen siyasileri off the record olarak mutlaka Rockefeller'a uğruyor. Bu toplantılara ABD'yi yöneten ziyaretçiler de katılmıyor değil. Ancak bu görüşmelerin içeriği asla basına yansımıyor. İran Contra skandalı, Vietnam Savaşı'nın finansmanı, Avrupa'nın dizaynı Chase Manhattan Bank tarafından sağlanıyor. Uluslararası ilişkilerde daha rahat nüfuz sağlamak ve operasyonlara kılıf hazırlamak için CFR'ler, Bilderbergler organize ediliyor. Buralara itinayla üyeler seçiliyor.

..............

VE DAHA NELER DE NELER...

MAKALENİN DEVAMINI GAZETEDEN OKURSUNUZ...

...........

MAKALE ŞÖYLE BİTİYOR... Bağımsız medya, basın özgürlüğü derler dururlar. Siz hiç bu ailenin yaptığı, karıştığı bir yolsuzluk duydunuz mu? Soruşturmaya tâbi tutulduğuna dair bir haber okudunuz mu? Bankalar 2008 yılında sapır sapır dökülürken Chase Manhattan Bank nasıl oldu da dimdik ayakta kaldı? Yoksa biz mi çok komplocuyuz? Sahi ya Irak ve Afganistan işgallerinden sonra bu ülkelerin enerji ihalelerini kim aldı? Irak petrollerini kim kontrol ediyor? 2003'de İngiltere Başbakanı Tony Blair'i savaşa kolayca ikna eden kimdi? Berlusconi kiminle ortaklık yapıyor? Çin'deki en büyük firmalar kimin? Çin finans kurumları kimle ortak? NOT: Rockefeller ailesi hakkında daha detaylı bilgi isterseniz Ron Chernow'un Titan: The Life of John Rockefeller kitabı ilgi çekici olabilir. *htttp://www.nytimes.com/1992/02/16/us/ rockefeller-family-tries-to-keep-a-vast-fortune-from-dissipating.html?pagewanted=all&src=pm

Reşat Nuri Erol
21.10.2012
07:53

KURBAN BAYRAMINIZ

-ŞİMDİDEN-

MÜBAREK OLSUN...

SELAM VE DUA İLE..

REŞAD

BİR DE

HAYRETTİN KARAMAN'DAN

KURBAN YAZISI...

*

Vekalet usulüyle kurban ibadeti Mezheb farklılıklarına göre vacib veya birinci dereceden sünnet olan 'bayrama ait kurban' ibadetinden başka nafile, adak, yeni doğuma şükran (akika), bazı hac şekillerindeki gereklilik, ceza için yapılan kurban ibadetleri de vardır. Peygamberimiz (s.a.) in uygulamasına bakılınca en makbul olanı yükümlünün kurbanı kendinin kesmesidir. Ancak günümüz şartları hem yükümlülerin kendilerinin kesmesine hem de istedikleri yerde kesmelerine imkan vermiyor. Bu yüzden kurban ibadeti genellikle kesene vekalet vermek suretiyle yapılıyor. Bazen bu vekalet zincirleme de oluyor; mesela yükümlü bir vakfa veya derneğe parasını vererek kurban alıp kesmeleri için vekalet veriyor, dernek/vakıf temsilcisi, kurbanın kesileceği yerdeki temsilciye, o da kesen kasaba vekalet veriyor, kurban böyle kesiliyor. Dinimizde güçlük olmadığını, şekil ve maksat yerine geldikten sonra yapılanın meşru olduğunu biliyoruz. Eğer her yükümlünün kurbanı kendinin alıp kesmesi şart olsaydı bugün büyük güçlük çıkar ve bu ibadeti yapmak çok kimse için mümkün olmazdı. Bir vakfa veya derneğe kurbanı alıp kesmesi için vekalet ve bedeli verildiğinde vakfın/derneğin belli bir paraya herkes için ayrı ayrı kurban satın alması, böylece sahipleri önceden belirlenmiş kurbanları kasaba vekaleti aktararak kestirmesi de mümkün değildir. Caiz olan bir uygulama örneği verelim: Kuruluşlar kurbanlık hayvanları, kuruluş adına ?kendi paralarıyla veya borçlanarak? toptan satın alırlar. Yükümlüler vekalet ve bedeli vermiş olduklarından bunların yazılı olduğu liste ele alınır, hayvanlar sürüden teker teker ayrılıp isimler teker teker okunur, işte bu sırada kuruluş hayvanı yükümlüye satar, artık onun olan kurbanı kesmesi için kasaba vekalet verir (teamül, niyet ve sözleşme gereği bu işlem saniyeler içinde gerçekleşir ve kurban kesilir. Yine vekalet sözleşmesinin içeriği gereğince ya kesilen hayvanın tamamı kuruluşa bağışlanır ve kuruluş artık malı olan bu kurbanları istediği gibi harcar, ya belli bir yerin yoksullarına dağıtmaları sağlanır, ya bir kısmı şöyle bir kısmı böyle işlem görür... 'Kurban eti satılamaz' deniyor. Bundan maksat, 'kurban yükümlüsü, kurbanın herhangi bir parçasını satamaz' demektir. Kurban kesilip de eti, derisi, sakatatı... uygun yere verilince o yer (hakiki veya hükmi şahıs) artık kendi malı olan kurbanı ister yer, ister satar, ister saklar, ister başkasına bağışlar... 'Kurban yükümlünün kendi ülkesinin muhtaçlarına dağıtılmalıdır, harice değil' deniyor. Bu ifade de mutlak manada doğru/uygun değildir. Ümmet bir bütündür, müminler kardeştir, kardeşlerin hangisi daha muhtaç ise onun tercih edilmesi gerekir. Yükümlünün yoksul yakınları, komşuları kendi imkanlarıyla veya başka yardımlarla yılda yüz kere et yiyor, uzakta (mesela Afrika'da) olan bir yoksul ise yılda bir kere, o da kurban bayramında Türkiye'den giden kurban sayesinde et yiyorsa elbette hariçteki tercih edilecektir. Sözün özü: Dileyen kendi kessin, dileyen yakın çevresine dağıtsın, ama meşru ve caiz olmak şartıyla başka şekillerde veren ve dağıtanlara da sataşılmasın.

Reşat Nuri Erol
21.10.2012
08:18

HÜSNÜ MAHALLİ'NİN

YAZISINA DİKKAT !!!

Sıra Lübnan'da (mı)? 21 Ekim 2012 Pazar

Suriye'deki gelişmeler açısından iki ülke önemli. Biri Türkiye diğeri Lübnan. Suriye Ulusal Konseyi, İstanbul'da kuruldu ama Özgür Suriye Ordusu denilen silahlı örgütlenmenin komutanları Antakya'da. Bir çok silahlı militan ise Lübnan sınırından Suriye'ye sızıyor. Suriye'deki çatışmalar ağırlıklı olarak Türkiye ve Lübnan sınırlarına yakın bölgelerde sürüyor. Durum böyle olunca her iki ülke Suriye'deki gelişmeler açısından çok önem kazanıyor. Ama Lübnan biraz daha önemli, sonuçta orası bir Arap ülkesi ve orada herkesin ilgilendiği Hizbullah var. Yani Lübnan'daki tüm gelişmeler yalnızca Suriye'yi değil Batı'nın coğrafyamıza yönelik tüm tehlikeli planlarını ilgilendirmektedir. Nitekim Suriye'de daha olaylar başlamadan Lübnan hep Batı'nın hedefindeydi.

...........

GERİSİNİ MAKALEDEN OKUYUN...

Özetle kısa vadede sonuç ne olursa olsun Lübnan, Suriye'deki savaşın sonucu belli olmadan asla rahat bırakılmayacaktır. Bundan sonra Esad'ın geleceği biraz da Lübnan'da netlik kazanacktır. Yani Esad, Lübnan'dan daha fazla sıkıştırılacaktır.

Bu da işe yaramaz ise 'Büyük Oyun'un kurallarına göre Suriye'den sonra Lübnan karıştırılacaktır.

Peşinden sıra benzer suikast ya da provokasyonlarla Irak, İran ve Türkiye'ye gelecektir.

Reşat Nuri Erol
21.10.2012
16:47

Dönüşüm kredisi alacaklara (FAİZ)müjde Güçlendirme, konut ve iş yeri yapım kredisi şartları belirlendi. Hak Sahiplerince Bankalardan Kullanılacak Kredilere Sağlanacak Faiz Desteğine İlişkin Karara göre, güçlendirme, konut ve iş yeri yapım kredisinin şartları belirlendi. Buna göre, güçlendirme kredisi kullanacak vatandaşlar 50 bin, konut ve iş yerini yeniden yapmak isteyen vatandaşlar 100 bin lira kredi çekebilecek. Güçlendirme ve konut yapım kredisinin yüzde 4'ünü, iş yeri yapım kredisinin de yüzde 3'lük kısmı devlet tarafından karşılanacak. Kentsel dönüşüm kredilerinde, sözleşme, noter, tapu ve belediye harçları, damga ve veraset intikal vergileriyle döner sermaye gibi ücretleri vatandaş ödemeyecek Vatandaş, bankadan 10 yıllık planlama doğrultusunda, 100 bin lira çekmesi halinde Bakanlık'tan yaklaşık 25 bin lira faiz desteği alacak. Kaynak: TRTHaber.com

Reşat Nuri Erol
22.10.2012
07:33

Prof. İBRAHİM ÖZTÜRK ile dün yazısını yazarken bu konuyu telefonda konuşmuştuk...

Bugünkü yazısında kısaca AKEVLER çalışmalarımızdan söz etmiş...

Bilginize ve ilginize...

***

İbrahim Öztürk Bölüşümde adalet arayışları Okurlarımız ‘adil bölüşüm’ için ‘zekâtın hakkıyla ödendiği, faizsiz bir düzen’ önerisiyle katkıda bulundu. Tarihten altın çağ, sayfaları açıp, en güzel uygulamaları seçerek haklılıklarına delil gösteriyorlar. Bunlar artık adeta ‘laboratuvar koşullarında yapılan deneyler gibi’ kaldı. Daha yaygın olan kötü örnekler ise bir imtihan dünyasında devam ettiğimizi gösteriyor. Günümüzde şehir devletlerinde, yüz yüze ilişkiler ağında yaşamıyoruz. Yaşanılabilir bir düzen için bir yandan kişisel tavırlarla mukayyet olmayan kurumlar ve kurallar ihdas edilirken, öte yandan kaçınılmaz olarak ahlaki kaygıların devrede olduğu bir sentez peşindeyiz. Yaya geçidi tanımlayıp, kırmızı ışık koymak. Kırmızıda geçmeyi suç haline getiren kuralı ikame etmek. Ancak kırmızı ışıkta geçti diye kişiyi ezmeyecek kadar ‘insan yüzlü’ birey yetiştirmek. İhlal edene ceza keserken, polisi, bunu bir rüşvetle örtbas etmeyecek kadar da Allah korkusu, ahlaki kaygısı olacak bir vicdan ile yetiştirmek. İşte bütün bunların hepsini birden optimize edecek bir düzen peşindeyiz. Hayatın gerçek meydan okumalarına karşı başlangıçta küçük de olsa uygulanabilir, gerçekçi çözümler aramak lazım. Örneğin kamuoyunun da duyduğu Akevler Projesi gibi somut çabalar bağlamında bir ‘Adil Ekonomik Düzen’ kurmak arayışları muteberdir. Çünkü burada salt bir romantik altın çağ özlemi yok. Eksiği ve gediği ile somut uygulanabilir proje var. Örneğin diyorlar ki, ‘Bizler somut mal üretip bunu paydaşlar olarak adil paylaşmaktan yanayız. Emeğe %40, İstanbul gibi yerlerde çok önem arz ettiğinden bina sahibine %40, tesis sahibine (sermayedara) %10, girişimciye de %5’lik pay teklif ediyoruz.’ Bu bölüşüm dahi aslında pazarlığa tabidir. Demek burada bir rekabet, bir pazarlık, bir piyasa koşullarından bahsediyoruz. Benim bahsettiğim adil bölüşüm arayışları bu türden. Kuşkusuz sadaka-zekat ya da sosyal devlet eliyle yapılan diğer işler de önemli. Ancak işin esası üretim sürecindeki mekanizmada saklı. Büyük resim bu.

devamo ZAMAN gazetesinde

http://www.zaman.com.tr/bolusumde-adalet-arayislari/2005574.html

i.ozturk@zaman.com.tr 22 Ekim 2012, Pazartesi





Sayı: 175 | Tarih: 21.10.2012
Emre Kongar
Medyadaki ‘Parti Komiserleri’
Partiler
1207 Okunma
6 Yorum
Süleyman Karagülle
Hüseyin Gülerce
Ankara'da yeni şeyler oluyor mu, gerçekten...
Hep Aynı Şeyler
1099 Okunma
Zafer Kafkas
Yusuf Kaplan
Tehlike çanlarına dikkat!
Tehlike salâ'sı
1081 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Erdoğan–Kılıçdaroğlu: Ekranda kapışırlar mı?
Liderler birlikte ekrana çıkamaz
1046 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Çarpışan İki Müslüman
Hevesler Hiç Bitmez
924 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Washington'daki siyaset Ankara'daki kadar önemli
Horoz Dövüşü ve Siyasilerimiz
911 Okunma
Tayibet Erzen