Paganlaşma,etnik'barbarlaşma' ve İslamcılık
1032 Okunma, 3 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

 

Paganlaşma, etnik 'barbarlaşma' ve İslâmcılık

Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr

24 Ağustos 2012 Cuma

Yazının sonunda söyleyeceğim şeyi, başında söylüyorum: Türkiye'de yaşanan terör hâdiseleri de, bölgemizde yaşanan pagan ve barbar nitelikler kazanan mezhebî, kabîlevî ve etnik çatışmalar da, aslında yeni bir doğum sancısının habercileridir. Yeter ki, bakmasını bilelim. Bakmasını bilemeyenler, başkalarının bakışlarına ve oyunlarına 'yem' olmaktan kurtulamazlar.

Dünyanın etnik bakımdan, kültürel bakımdan ve sosyolojik bakımdan en karmaşık bölgesini tam beş asır barış ve kardeşlik yurdu hâline getiren bir medeniyetin kurucuları, koruyucuları ve çocukları olduğumuzu yeniden hatırlayabilir ve ona göre geleceğimizi kendi ellerimize alacak güçlü ve çok boyutlu bir ittihad-ı islâm fikri üzerinden yeniden esaslı bir medeniyet yolculuğuna soyunabilirsek, bu kaos ve kargaşa ortamının, tıpkı Selçuklu döneminde olduğu gibi, yeni bir medeniyet ufkunun ve şafağının atması için önümüze konulan bir imkân ve imtihan vesilesi olduğunu kavramakta zorlanmayız.

Bu imtihanı ya kazanacağız ve yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edeceğiz; ya da kaybedeceğiz ve tarih bitecek...

* * *

Cins sosyal teorisyenlerden Peter Gay, iki ciltlik zihin açıcı Enlightenment / Aydınlanma kitabında, sekülerleşme sürecini, 'modern paganizmin yükselişi' olarak tarif eder.

Paganizm, tek kelimeyle, putperestlik demek. Meselâ kariyerin ve paranın, iktidarın ve politikanın, arzuların ve hazların, bilimin ve aklın, devletin ve etnisitenin, cinselliğin, egonun ve futbolun kutsanması, paganlaştırılması ile sonuçlanır.

* * *

Modernliğin, bir paganizm biçimi olarak görülmesinin en temel nedeni, Tanrı fikrinin yitirilmesi, giderek 'Tanrı'nın öldürülmesi' ve insanın tanrılaştırılmasıdır. İnsanın tanrılaştırılması, ontolojik güvensizlik duygusu (yön ve anlam krizi) yaşanmasına yol açmış; modern insan, bu ontolojik güvensizlik duygusunu aşabilmek için epistemolojik güvenlik alanlarını alabildiğine genişletmiştir.

Epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesi, her tür kontrol ve kolonizasyon biçimini kaçınılmaz olarak kışkırtmıştır. Modern insan, Descartes'ın 'buyruğu'na uyarak, 'doğanın efendisi ve hâkimi' olmuş; böylelikle, güç üreten araçları (bilimi, teknolojiyi) ele geçirme, dolayısıyla dünyaya, kıtalara ve kültürlere hâkim olma kavgası vermiş ve bunu başarmıştır!

Peki, sonuç ne? Sonuç, 'insanın ölümü' (Foucault), 'varlığa varoluşsal saldırı' (Heidegger), gezegenin delik deşik edilmesi ve sözümona demokrasi, özgürlükler ve hukuk çağında, dünyanın, savaşlarla, cinayetlerle, işgallerle cehenneme çevrilmesi.

* * *

Paganlaşma'nın dölyatağı sekülerleşmedir. Ernest Gellner, modernlikle birlikte iki tür sekülerleşme biçiminin geliştiğine dikkat çeker. Birinci / modern sekülerleşme süreci, 'din'in dünyadan uzaklaştırılması'yla sonuçlanmıştır.

Birinci sekülerleşme sürecinde, modern insan, önce insanı, sonra da kendi dışındakileri ve geliştirdiği her şeyi putlaştırmıştır. Doğa, insan iradesi, akıl, birey, devlet, siyaset, estetik, bilim ve teknoloji'nin putlaştırılması önlenememiştir.

Paganlaşma, kaçınılmaz olarak, her tür barbarlaşma biçiminin ve şiddetin kaynağıdır. Paganlaşma azmanlaştıkça, barbarlaşma da azar, kontrolden çıkar ve insan vahşîleşmekten kurtulamaz.

Birinci ve İkinci paylaşım savaşları, paganlaşmanın ve barbarlaşmanın azmanlaşan insanı ne tür felâketlerin eşiğine sürükleyebileceğini göstermiştir; sadece Batılılara değil, bütün insanlığa.

* * *

İkinci sekülerleşme süreci, postmodern süreçte karşımıza çıkar. Gellner, bu süreci, 'dünyevî olanın dinselleştirilmesi' olarak tarif eder.

Bu, modern paganizmin yerini, neo-paganizmin alması anlamına gelir: Medya, kültür, eğlence, spor, futbol endüstrisi vs. aracılığıyla din-dışı kutsallıkların icat edilmesi.

* * *

Şu an Türkiye, barış ve kardeşlik ortamı bayramı bile kan gölüne çeviren bir paganlaşma ve barbarlaşma sorunuyla boğuşuyor aslında.

Kürt meselesi, kültürel, sosyal ve siyasî haklar meselesini çoktan aşmış, etnik kimlik meselesine indirgenerek paganlaştırılmıştır. Kürt etnik kimliğinin paganlaşmasını sağlayan, kışkırtan, meşrûlaştıran şey, tam da pagan/laştırılan Türk kimliğidir.

Bir imparatorluk bakiyesi, 30'a yakın etnik kimliğin sıkıştırıldığı bir ülkede seküler ulus kimliği üzerinden bir toplumun bir arada yaşatılabileceğini düşünmek, tam bir entelektüel körleşme örneği ve dolayısıyla cinayettir.

Türkiye'de hayalî, bizim tarihimizde karşılığı olmayan seküler bir ulus-devlet icat edilerek, önce Türkiye'nin kimliği Türk etnisitesi üzerinden tanımlanmış ve Türkiye, etnik kimlikler üzerinden paganlaşma, barbarlaşma ve parçalanma sürecinin eşiğine fırlatılmıştır.

Eğer Türkiye, bu toplumun yegâne ortak ve üst kimliği İslâmî kimlik, kolektif hafıza, tarihî ve sosyo-kültürel tecrübe üzerinden kendisini yeniden tanımlayamaz ve inşa edemezse, önümüzdeki çeyrek asırda, Türkiye'nin etnik kimlikler balkanlaşması / parçalanması yaşamasının önlenebilmesi mümkün olabilir mi?

* * *

Sosyalizmin ve milliyetçiliklerin bittiği, globalleşmeye karşı lokal kimliklerin kışkırtıldığı postmodern bir zaman diliminde önümüzde tek seçenek var: Zaten homojen bir coğrafî nitelik arzeden bölgemizin, tarihî ve kültürel derinliğini harekete geçirerek kısa, orta ve uzun vadeli projelerle İslâmî bir bütünleşme, bir medeniyet fikri etrafında yeniden toparlanma sürecine girmesi...

150-200 yıldır yaşadığımız paganlaşma biçimleri, bu ülkenin bütün sorunlarını patlatmak üzere... İslâmî bütünleşme, kısa ve orta vadede çok zor; küresel güçler buna izin vermeyecektir. Ama uzun vadede, bölgenin, dün olduğu gibi yarın da bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyabilecek tek seçeneği, küresel güçlerin buradan her bakımdan uzaklaştırılacağı ve ortak bir geleceğin müştereken inşa edileceği, çok yönlü bütünleşme sürecidir.

* * *

Bölge halklarının kendi geleceklerini dün olduğu gibi yarın da kendilerinin belirleyebilmeleri için, modernleşme ve sömürgecilik süreçlerinde içine sürüklendikleri siyasî yıkımları, zihnî savrulmaları, kültürel çözülmeleri, mezhebî, etnik ve kabîlevî paganlaşma biçimlerini aşmalarını mümkün kılacak çok yönlü, herkese, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan, ittihad-ı İslâm fikrini epistemolojik ve ontolojik olarak her alanda hayata geçirmeyi mümkün kılacak, esaslı bir medeniyet fikri etrafında toplanmalarından başka çıkar yol gözükmüyor.

* * *

Salt siyasî çözümler, salt ekonomik çözümler, salt ulus ve kabîle devletleri cenderesinden önerilen çözümler, çözüm değil, ölüm getirecek, kan getirecek, kaos getirecek, bölgenin sömürgeciler tarafından yeniden paramparça edilmesiyle sonuçlanacaktır.

* * *

Biraz derin nefes alarak, esaslı bir tarh felsefesi yapmaya, bölgenin sorunlarını bir bütün olarak ve en dibine, köküne, kökenine giderek mercek altına almaya ihtiyacımız var.

Önce, şu tespiti yapmak zorundayız: Bölge, 200 yıldır, büyük bir medeniyet buhranı yaşıyor: Batı modernliğinin seküler-kapitalist meydan okuması, bölgenin Osmanlı medeniyet tecrübesi ile inşa edilen temel yapılarını çökertti; siyasî, kültürel ve zihnî sömürgeleşme biçimlerini kışkırttı ve meşrûlaştırdı; bölge halklarını birbirine düşman kılacak kadar absürt ve yapay sorunlar icat etti. Sonuçta, bölge halkları, kendilerine olan güvenlerini yitirdiler.

* * *

İkinci olarak, bugünkü sorunlar, tarihten gelen sorunlardan ziyade, sömürgecilerin icat ettiği ve ne yazık ki, gerçeğe dönüştürdüğü yapay, sahte sorunlardır. Bölge ülkelerinin kaderleri, bölge halklarının elinde değil hâlâ. İpler başkalarının elinde ve biz kuklaları, palyaçoları ve figüranları oynuyoruz hâlâ! Sömürgeciler, yapay coğrafî sınırları çizmekle yetinmediler; aynı zamanda, önceden siyasî olarak sömürgeleştirdikleri bölgenin insanlarını, bu kez kültürel olarak, zihnî olarak sömürgeleştirdiler: Sömürgeciler gittiler ama yerlerine, hem diktatörleri, hem de sosyalizm gibi, milliyetçilik gibi seküler ideolojileri diktiler.

* * *

Üçüncü olarak, şu ân, yeni bir evreye giriyor bölge: Bölgeden sömürgeciler, önümüzdeki çeyrek asırda çekilip gidecekler ve bölge ilk kez bağımsızlığına kavuşma imkânına kavuşacak. Batılıların, diktatörlüklerle, güdümlü-kabîle devletçikleriyle kontrol altında tuttukları dünyanın son ve tek bölgesi burası. Ama artık sona gelindi. Sona gelindi gelinmesine de, Batılılar, bölgeyi kendi istedikleri şekilde dizayn etmeden bölgeden çekilmek istemiyorlar, istemeyecekler de.

Onun için, etnik, mezhebî, kabîlevî kimlikler kışkırtılacak, bölge tam anlamıyla içinden çıkılması zor bir kaosun ve felâketin eşiğine sürüklenecek. Ayrıca çok yönlü bir sekülerleşme süreci başlatılacak; İslâm'ın Protestanlaştırılması süreci hızlandırılacak...

Bu etnik, mezhebî ve kabîlevî kimlikleri, paganlaşma biçimlerini önleyebilecek tek imkân, bölgeyi kısa, orta ve uzun vadeli projelerle yeniden her anlamda İttihad-ı İslâm etrafında bütünleştirecek bir medeniyet fikridir.

* * *

Siyasî, kültürel, ekonomik ve entelektüel anlamda ittihad-ı İslâm fikrinin hayata geçirilmesini mümkün kılacak ortam da, fikrî birikim de mevcut aslında. Bu kaos ortamının bölgeyi daha fazla parçalamaktan ve küresel kapitalist güçlere peşkeş çekmekten başka bir işe yaramadığı bölgenin bütün halkları, entelektüelleri, siyasetçileri tarafından net bir şekilde görülmüştür ve bu görüş, yüksek bir sesle, daha geleceğe dönük ufuklar çizerek yeniden dillendirilmelidir.

* * *

İslâmcılığın en güçlü, en köklü ve en kalıcı projesi, ittihad-ı İslâm projesidir. Afgânî'den Akif'e, Said Halim Paşa'dan Cevdet Paşa'ya kadar bu konuda geliştirilen külliyat ve fikriyat yenilenmeli ve bölgenin gündemine yeniden getirilmelidir.

Sadece Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'si, bölgenin ittihad-ı İslâm fikri etrafında yeni bir medeniyet sıçramasının hayata geçirilmesini mümkün kılacak teorik ve pratik bir yol haritası sunmaya tek başına yetecek bir metindir.

………………………………………………..

* * *

Özetle... Yaşanan kaos, yeni bir doğum sancısının habercisi, sömürgecilerin korkulu rüyası olacak müşterek bir geleceğin işaret fişeğidir. Bunu görelim.

Süreç, çok zor ve zorlu geçecek elbette. Ama kolay elde edilen bir şeyin, elden kolay kayıp gideceğini gözardı edemeyiz. Zora talip olmalıyız; uzun bir yolculuğa, insanlığa barış, kardeşlik ve adalet ruhu ve nefesi üflşeyebilecek kadar uzun muhkem bir yolculuğa soyunmalıyız.

İşte o zaman, zor'un oyunu nasıl bozacağını, bu bölgede/n yeni bir dünyanın nasıl kurulabileceğini görebileceğiz. Yeter ki biz soğuk kanlılığımızı yitirmeyelim ve ipleri artık kendi elimize alabilelim... Sosyalizm gibi, milliyetçilik gibi Batılı seküler ve pagan ideolojiler, bölgenin tarihini ve gelişini durdurmaktan ve bölgeyi Batılılara peşkeş çekmekten başka bir işe yaramamıştır.

Kudüs Kriterlerini, Şam Kriterlerini, Saraybosna Kriterlerini, İstanbul Kriterlerini yeniden yol haritamız olarak belirlediğimiz zaman yeni bir dünyanın kurulması 'ân meselesi' olacaktır.

Yaşadığımız modern ve postmodern sürecin paganizmin türlü versiyonlarıyla insanlığı nasıl bir tıkanmanın, barbarlaşma biçimlerinin eşiğini gösteren ürpertici ama o ölçüde de öğretici bir süreç oldu.

İşte bugün (yaklaşık 200 yıldır) yaşadıklarımız, bugün bizi bir yol ayırımın eşiğine getirip bıraktı.

Ya 'yola çıkmaya hüküm giyeceğiz'; ya da yolumuzu kesenlere boyun eğmeye devam ederek ölümümüzü ve insanlığın ölümünü bekleyeceğiz! Unutmayalım: Dün olduğu gibi, yarın da insanlığın ölümü de, yeniden-doğumu da bizim elimizde, bize bağlı!

* * *

Eğer biz 'yola çıkmaya hüküm giymezsek', Kürt meselesinin kardeş kavgasına dönüşmesi de, küresel güçlerin bölgemizdeki güçlerini kullanarak bölgeyi lime lime etnik, mezhebî, kabîlevî dilimlere bölerek cehenneme çevirmeleri de kolay kolay önlenemez.

Bu nedenle, İslâmcılık meselesi üzerinde soğukkanlı, öz-eleştirel ve önümüzü görecek, zihnimizi ve ufkumuzu açacak şekilde yeniden ve ciddiyetle düşünmek zorundayız vesselam.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=33737&y=YusufKaplan

yorum:

Abdurrahman Dilipak ve Bahri  ZENGİN(r.ah)nerede?

“Erbakan hoca(r.ah)Bahri Zengin’den –islami bir DEVLET SİSTEMİ-oluşturmasını

istedi Bahri bey hazırlayamadı,1988 milletvekili genel seçimleri de 1 yıl önceye

alınınca Erbakan hoca 1987 seçimleri öncesi Akevler ekibinin

oluşturduğu(PEYGAMBERLER SİSTEMİ’ni)düzeni “ADİL DÜZEN”adını vererek

ilan etti.”

Bana yukardaki açıklamayı 1990 yılında  özel bir ev sohbetinde Adil Düzeni

sorduğumda  bizzat söyledi.

Sene 2012 yani üzerinden 22 yıl geçmiş.

Hoca!lar , anlı şanlı!İslamcı yazarlar , entelektüeller,Müslüman kanaat

Önderleri (Hayrettin Karaman hoca dahil),Cemaatler(100 yıldır)-İslami bir-DEVLET  SİSTEMİ-oluşturamamışlar.

İş yine ERBAKAN hocanın(r.ah)-ADİL DÜZENİ’ne(AKEVLERİN-PEYGAMBERLER

SİSTEMİNE)kalmış.

Pes doğrusu”GÜNEŞ GİBİ PARLIYOR/DOĞUYOR”inşallah…

Ne mutlu O’nun uğruda çalışanlara…

 

 

 

Ali Bülent Dilek


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
26.08.2012
10:33

M.Kemal'den, Erbakan'a hepsi kitabında var! Roger Garaudy Batıl itikatların içinden çıkmış fıtratını asıl yurduna iade etmek için yola sürülmüş ilginç bir serüven: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum… Güncelleme: 11:00, 30 Temmuz 2012 Pazartesi Cesur fıtrat: Roger Garaudy. Bir insanın “onlara” rağmen neler yapabileceğinin fevkalade hikâyesi. Batıl itikatların içinden çıkmış fıtratını asıl yurduna iade etmek için yola sürülmüş ilginç bir serüven: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum. 1913-2012 yılları arasında ömür sürdüğü 99 yılda, hayatıyla birbirine zıt mecralardan geçmiştir Garaudy, ama sonunda hakikati bulmuştur. Denilebilir ki, yaşadığı her bir yılda Allah’ın bir ismi azam-ı tecelli etmiştir. Cesaretiyle, dürüstlüğüyle, açık yürekliliğiyle her bir ismin hakkını verip saadete erenlerden olmuştur Garaudy. Hakikat arayışında hiçbir kulunu yalnız bırakmaz Rahman Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum kitabında tek bir mesaj verilmiştir: Hakikat arayışında hiçbir kulunu yalnız bırakmaz Rahman. Cesur ve azimli bir hakikat arayışçısı olan Garaudy, uzun hayatı boyunca insanın her veçhesinden geçmesine karşın, hak boyasıyla boyanmasını bilmiştir. Hıristiyan olarak Fransa Komünist Partisi’ne girmiştir. Sonra bir elinde İncil, bir elinde Kapital, Müslüman olmuştur. Aynı hakikatin gölgesinde hem de: Yönünü değiştirmeden ama cemaatini değiştirerek. Aslında şunu demeye getiriyor Garaudy: Hep İslam fıtratı üzerindeydim, yanlış yerlerde ömür sürmüş olsam da bir süreliğine. Yanlış yerler, böyle bir hayat hikâyesinde nasıl bir anlam ifade eder? Ya da böylesine cesur ve dürüst bir fıtrat neden nasıl ‘yanlış yerlerde’ durmuştur? Bu soruların cevabını almak için Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum kitabına bakmak gerekir. Nereden nereye gelmiştir Garaudy? Görülecektir, apaçık, aşikâr, sansürsüz. İlk konferans başlığının, “İslam Peygamberi Hz. İsa” olduğuna şaşırmamak gerekir Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Çıraklık Yılları’nda nasıl bir çevrede yetiştiğini anlatır Garaudy. İkinci bölümde, komünizmle geçen yıllarını, komünizm için yaptıklarını anlatır. Hep sıra dışıdır, hep bir adım dışarıdadır, hep sorguluyordur Garaudy. Üçüncü bölümde, yeni bir proje ile ortaya çıkar Garaudy. Hayatı değiştirmek, seçerek, yaşayanlara uyarı niteliğinde… Aslında Garaudy, Fransız sömürgesi Cezayir’de üstlerine itaat etmeyen Müslüman askerler sayesinde son anda kurşuna dizilmekten kurtulmayı hiç unutmamıştır. Ve görülür ki bütün bir Garaudy ve hayatı hep bu hadisesinin etrafında dönmüştür, bu hadiseyle şekillenmiştir. Dahası, ‘Batılı’ bütün cesur ve dürüst fıtratlar gibi. Hayatının bütün gereklerini yerine getirmekte tereddüt etmez Garaudy. Japonya ve Çin’e gider, bilgisayarinsan’a savaş açar, siyasi Siyonistler tarafından ablukaya alınır, kitaplarının yayımlanmasına müsaade edilmez. O ise ne istediğini biliyordur, hakikat arayışının gölgesinde, hırçın ve ısrarlı. Dördüncü bölümde, hep nasıl İslam fıtratı üzerinde olduğunu, aslında bütün bir hayat hikâyesinin fıtratının üzerindeki batıl araçları kaldırmaktan ibaret olduğunu anlatır. Bu açıdan ilk konferans başlığının, “İslam Peygamberi Hz. İsa” olduğuna şaşırmamak gerekir. Hz. İsa’nın hakiki yerini ve gerçek değerini görmüştür Kur’an’da, Garaudy. Bu yüzden Müslüman olmuştur, İslamiyet’e dönmüştür bütün batıl araçlardan sıyrılarak. Selamete erenlerden olmuştur. 99 yıllık hayatının her bir senesinin her bir ismi azma karşılık geldiğini gösterircesine. Ümmet coğrafyasından sahneler, figürler, çarpıcı tespitler Sonra ümmet coğrafyasından sahneler, figürler, çarpıcı tespitler: Ürdün’de, Yermük Üniversitesi ve Kral Hasan; Lübnan’da, Sabra ve Şatilla kampları, Şeyh Subhi Salih ve televizyonda “İslam, Hürriyet Dini” konuşması; Irak’ta, Bağdat’ta, İslam’a Batı’nın tipik ihraç maddesi Arap milliyetçiliğin resmi partisi Baas’ın teorisyeni Mişel Eflak ve hempası Saddam Hüseyin; Türkiye’de Süleymaniye Cami, Ayasofya, Mustafa Kemal, Necmettin Erbakan ve Mevlana; Hindistan’da, Cochin, Madras, Kozhikode, Delhi, Bombay gezileri; Malezya’da, Kuala Lampur’da Enver İbrahim, Sarawak Üniversitesi’nde Mahmud Ebu Suud; Mısır’da, Kahire’de Ezher şeyhleri ve Hüsnü Mübarek; Libya’da, Trablusgarp’ta Muammer Kaddafi; Fas Akademisi’nde konuşmalar; Fildişi Sahili’nde, Abidjan’da Siyahî İslam ve Kara Afrika Hıristiyan İlahiyatçıları Konferansı; Cezayir’de, Mascara’da Raşid bin İsa, Abdülvehhab Hamuda ve Katar’a ökçeleri üzerinde gerisin geri dönen “köleci İslam anlayışının” savunucusu Şeyh Kardavi; İran’da, Tahran’da İslam Devrimi ve Humeyni; Suudi Arabistan’da, Mekke’de evvela Hac farizası, sonra İslam’ı Suudileştiren Suudi krallar; Batı’daki İslam’ın soylu ve kadim temsilcisi Kurtuba ve Kurtuba Cami Garaudy’nin denizini duy… Bütün bir hayatı “varlık felsefesinden eylem felsefesine geçmek” olan Roger Garaudy’nin denizini duymak demek; hayata, dünyaya, insana ve İslam’a yepyeni bir bakış açısıyla bakıp, cesur ve dürüst bir fıtratın neler yapabileceğini görmek demektir. Faik Öcal yazdı www.dünyabizim.com sitesinden…

Ali Bülent Dilek
26.08.2012
11:36

darısı bizim cesaretsizlerin başına...

Reşat Nuri Erol
31.08.2012
08:38

önemli bir "İSLAMCILIK" yazısı...

***

Yusuf Kaplan ykaplan@yenisafak.com.tr

31 Ağustos 2012 Cuma

İslâm'ı bertaraf etmenin yolu, İslâmcılığı bertaraf etmek (2)

Soru şu: Müslüman toplumların, hem İslâm'la, hem dünya'yla, hem de Batı'yla kurdukları ilişkiler nasıl bir nitelik arzediyor acaba? Kısaca söylemek gerekirse, son derece çarpık, 'sahte' ve sığ bir nitelik arzediyor, maalesef. Sadece İslâm'la değil, dünyayla ve (modernliğin meydan okumasından itibaren üç asırdır dünyaya yön veren) Batı'yla kurdukları ilişkiler, Müslüman toplumların, İslâm'ı da, dünyayı da, Batı'yı da 'neyse o olarak' anlamaktan son derece uzak, etken değil edilgen, 'özneleştirici' değil nesneleştirici, hayatın ve tarihin akışına müdahale edilmesini imkânsızlaştırıcı problemli ilişkilerdir. Müslüman toplumlar, İslâm'ı da, dünyayı da, Batı'yı da, neyse o olarak kavrayamadıkları sürece, kendi kaderlerini kendi ellerine alamayacaklarını da, tarihin akışının şekillendirilmesinde yeniden belirleyici roller oynayamayacaklarını da, insanlığın varoluş macera'sına müslümanca katkılarda bulunamayacaklarını da, -bu yüzden mecrâ'larını yitirdiklerini de- ne yazık ki fark edebilmiş değiller hâlâ. * * * İşte İslâmcılığın önemi, âciliyeti ve hayatiyeti, tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. İslâmcılık, bize, Müslüman toplumların öncelikle İslâm'la kurdukları ilişkilerin, İslâm üzerinden, İslâmî idrak, hayat ve hakikat tasavvuru ve kaynakları üzerinden değil, dünyada hâkim kılınan tek algılama, düşünme, yaşama ve varoluş biçimi olan seküler Batılı zihin kalıpları ve anlam haritaları üzerinden kurulduğunu hatırlatıyor. Başka bir ifadeyle, İslâm'la kurulan ilişkilerin doğrudan olmadığı için doğurgan olamadığını, dolaylı ve arızî olduğu -seküler Batılı algılama biçimleri üzerinden kurulduğu- için sürekli arıza ürettiğini hatırlatıyor... * * * Burada asıl can alıcı noktalardan biri şu: İslâmcılık, sadece İslâm'la değil, dünyayla ve Batı'yla kurulan ilişkilerin de çarpık olduğunu, dünyayı ve Batı'yı 'neyse o olarak' anlamayı da zorlaştıran bir algı kırılması, zihin körleşmesi ve yön yitimi yaşandığını da hatırlatan en güçlü küresel bakış açılarından biri. İslâmcılığın dışındaki hiçbir söylem, İslâm'ı da, dünyayı da, Batı'yı da çarpıtmadan, neyse o olarak idrak etmeyi mümkün kılabilecek bir dil, bir 'yer', bir perspektif sunmuyor bize. Sunmuyor ve sunamaz da. Çünkü İslâmcılığın dışındaki bütün mevcut söylemler -liberalizm, sosyalizm, ulusçuluk vesaire- zaten hâkim seküler Batı uygarlığının ürünü olan söylemler. * * * İşte tam bu noktada, yalnızca İslâmcılık, üçüncü bir alan sunabiliyor bize (Burada 'üçüncü bir alternatif' sığlığından filan sözetmediğimi -nedense?- hatırlatma ihtiyacı hissediyorum). Peki, nedir üçüncü alan? Herkesin, bütün inanç ve düşünce sahiplerinin, neyse o olarak 'görülmesini' mümkün kılan varoluşsal alandır: Hem varedici, hem de herkesin kendince varoluş yolculuğunu tetikleyici bir düzlem. * * * Birinci alan, içinde yaşadığımız -ya da sürüklendiğimiz ama idrak kapılarımız kapandığı için sürüklendiğimizi bile göremediğimiz- dünyadır: İçinde yaşadığımız dünya, varoluşuna bizim hiçbir katkımızın olmadığı, yalnızca Batılı seküler-kapitalist hegemonya tarafından tanımlanan, belirlenen, içeriklendirilen ve biçimlendirilen bir dünya... İkinci alan, İslâm'ın kendisidir. Bir İslâm dünyasının varlığından iyi-kötü sözediyor olsak da, bu dünyanın 'İslâm'ın dünyası', İslâm'ın her bakımdan varolduğu ve varettiği, yaşadığı ve yaşattığı bir dünya olduğunu maalesef söyleyebilecek durumda değiliz, iki asırdır yaşadığımız, tarihimizdeki ilk fetret döneminden, ikinci büyük medeniyet buhranından bu yana. * * * İşte üçüncü alan, İslâmcılığın açtığı (Foucault'nun deyişiyle, 'paradigma dışı') taze bir koridor, yepyeni bir düzlem, kanatlandırıcı bir yer ve perspektiftir. Üçüncü alan olarak İslâmcılık, öncelikle, İslâm'ın olmaktan çoktan çıkan İslâm dünyasını, yeniden 'İslâm'ın dünyası' hâline getirebilecek zihin ve ufuk açıcı bir idrak ve hayat, hakikat ve varoluş alanı sunuyor bize. Batı-merkezciliği deşifre etmeyi başaran, 'paradigma dışı' bir yer ve dil sunduğu için de, yalnızca Müslümanların değil, bütün dünyanın çocuklarının 'dünyalarının, hayatlarının, tasavvurlarının' kendi dünyaları, kendi hayatları ve kendi tasavvurları olmasını mümkün kılacak öz-ü-gürleştirici yegâne 'yer' ve 'dil' bu. * * * Peki, seküler Batılı paradigmanın dışında bir yer'in ve dil'in varlığı, ne demektir küresel sistem için, hiç düşündünüz mü? Elbette ki, insanı ve hayatı, Tanrı fikrini ve hakikati bitiren, hükümranlığını artık ayartıcı, estetize yöntemlerle idame ettirmeye çalışan, haksız, zorba, seküler-kapitalist Batı uygarlığının büyük bir sarsıntı geçirmesi demektir. İslâmcılığın, çeyrek asırdan bu yana hedef tahtasına yatırılmasının nedeni, -kaçınılmaz olarak seküler-kapitalist küresel sistemin sonunu haber verecek- İslâm'ın İslâmcılık üzerinden kendi dünyasına kavuşma yolculuğunu, baştan bertaraf etmek amacıyla şeytanlaştırılmasıdır; sadece İslâm dünyasında değil, bütün dünyanın gözünde...





Sayı: 167 | Tarih: 26.08.2012
Mahir Kaynak
Bölgenin geleceği
Geleceğin Düzeni, Adil Düzen
2535 Okunma
42 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Peygamber’e ‘en büyük devrimci’ demenin tarihi
İslamiyet - Sosyalizm
1146 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
İhtiyacımız akıllı telefonlar değil akıllı insanl
Sanal Nesiller
1126 Okunma
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Paganlaşma,etnik'barbarlaşma' ve İslamcılık
Abdurrahman Dilipak ve Bahri Zengin(r.ah)nerede?
1032 Okunma
3 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Allah'ı Puta Benzeten İslamcı
Görünmeyene İnanamamak
945 Okunma
Emine Hocaoğlu