Ümmileşme süreci-3;üç fütuhatı safa/mustafa
1319 Okunma, 2 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

 

Ümmîleşme süreci-3: Üç fütûhât-ı safâ /"mustafa"

Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr

27 Mayıs 2012 Pazar

Din gitti. Düşünce bitti. Sanat, kitsch'leşti. Sahne'de sadece bilim arz-ı endam ediyor şimdi: Bilim de görünüşte hayatımızı kolaylaştıran ama gerçekte hakikati, vicdanı, duyarlıklarımızı buharlaştıran, bizi -kapitalist mekanizmalarla- ayartarak hazlarımıza, fetişlerimize ve sanal dünyaya hapseden "sevimli" bir canavarın önüne itiverdi: Teknoloji tanrısı.

* * *

İnsan bu kadar ruhsuzlaşmamış; kendine, dünyaya, tabiata bu kadar yabancılaşmamış, duyarsızlaşmamıştı. İnsanın bilinci bu kadar yok olmamış, bilinçaltı, Felix Guattari'nin deyişiyle bu kadar "mekanik bir bilinçatı"na dönüşmemişti!

İnsanın yeniden insanlaşması gerekiyor: Masumiyetine ve asliyetine, hakikatine ve fıtratına, saflığına ve hayata dönmesi...

Peki, nasıl yapacağız bunu? Tıpkı Efendimiz gibi, bütün zamanları sefer edebilmemizi, bütün zamanları kendi çocuğumuz kılabilmemizi ve bütün zamanların çocuğu olabilmemizi sağlayabilecek, bizzat Efendimiz'de tahakkuk eden ve Efendimiz'in hayatta tahakkuk ettirdiği üç aşamalı bir saflaşma fütûhatına çıkarak... Önce içimize, sonra dışımıza ve bütün varlığa taze, diriltici, hayat bahşedici, derin bir ruh üfleyerek...

* * *

…………………………………………………………

"Mustafa" kelimesi, "saf/a" kelimesinden türemiştir ve "her şeyin özü, özeti ve kökeni" demektir. "Safâ" kelimesi ise tasavvuf literatüründe, cismânî, nefsanî ve beşerî kirlerden, bulanıklıklardan arınmak; saflaşmak, arı-durulaşmak, temizlenmek ve aşkınlaşmak anlamına geliyor.

* * *

Bediüzzaman Hazretleri, Efendimiz'in, bütün varlığı, bozulmamış fıtratıyla "yakalamamızı" sağlayabilecek bir hakikate sahip olduğunu ve bu hakikati, verâset-i risâlet yoluyla "bize" de armağan ettiğini hatırlatır. Bu hakikat, varlığı saf, bozulmamış hâline kavuşturma hakikatidir. Bediüzzaman, bunu, varlığı "tasaffî ettirme" / saflaştırma imkânı olarak adlandırır ve her şeyi, kirlerinden arındırmak, asliyetine, fıtrî saflığına kavuşturmak olarak izah eder.

Efendimiz'in bu nurlandırıcı, arındırıcı ve diriltici "varlığı saflaştıma" hakikatinin kâinât'ı, iç karartıcı bir mâtemhâneden "mescid-i zikir ve şükür" hâline inkılab ettirdiğine; aralarında dengesizliğin, düşmanlığın hükümfermâ olduğu mevcûdât'ı birbirine "dost" ve "kardeş" kıldığına; cenâze'yi andıran ölü cemâdât'ı "ünsiyetli" ve "hayattar" varlıklara dönüştürdüğüne dikkat çeker.

* * *

Tasavvuf deryamız, Efendimiz'de özetlenen üç tür safâ fütuhatı'ndan bahseder. Birincisi, "safâ-i ilmî"; ikincisi, "safâ-i hâlî"; üçüncüsü de, "safâ-i ittısâlî".

Fethullah Gülen Hocaefendi, daha önce de çağımızın tasavvuf klasiği olarak zikrettiğim, Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde bu üç "safâ" fütûhatını enfes bir şekilde, lezîz bir dille şöyle özetler: "Safâ, kaynakların en arı, en duru ve en bereketlisinden akıp, insanın gönül havzasına ulaştıktan sonra muhatabın, hâl ve zamanın gereklerine göre, semavî fakat arzî yeni bir dalga boyu ile yolları ve yoldakileri aydınlatarak yolcuları yürütüp, yolları da yürünür hâle getirmesi, sâlikin ruhunda hâsıl ettiği safvetle onu ulûhiyet hakikatine yönlendirip ruhunu münacatın sonsuz zevkleriyle şahlandırması ve gönlünü de sürekli aşk u şevk ve vuslat tutkusuyla coşturması..."

* * *

Birinci safâ fütûhâtı, yılmak yorulmak nedir demeden bütün zorluklara göğüs gerebilecek bir fikir, oluş ve varoluş çilesi çekebilmeyi zorunlu kılar. Bu fütûhât, Hocaefendi'nin ifadeleriyle söylersem, kişiye, "hakîkî hedefini ilham eder... basîretine nur, iradesine fer, ruhuna aşk u şevk... göklerötesi âlemlere ulaşma iştiyakı" kazandırır.

"Kalbin, Hak mehâbeti ve hakikat aşkıyla açılıp kapanmasıyla" gerçekleştirilen ikinci safâ fütûhâtı, zâhirî ve bâtınî, görünür ve görünmez, dış ve iç dünyalarda bütün insanlığın ve varlığın varoluşsal sorunlarıyla hem bilkuvve, hem de bilfiil hemhâl, hemdert ve hemdost olabilecek bir varoluş düzlemine çıkabilmeyi gerektirir.

Üçüncü safâ fütûhâtı'nda gerçekleştirilecek "varoluş" düzlemine, ancak içinde yaşanılan zamanın ve mekânın sınırlarını ve sınırlamalarını; katı, donmuş, ezber hâline getirilmiş algılama ve duyma biçimlerini, insanın önünde devâsâ duvarlar ören zihin setlerini ve zihniyet yapılarını aşabilecek ölçekte derin nefes alınabildiği, bütün insanlığa ve varlığa derin nefes üfleyebilecek bir kendinden geçme, nefsinden geçme, ayartıcı dünyevî ilgilerden el etek çekme saflığına ve aşkınlığına erişilebildiği zaman ulaşılabilir yalnızca.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32572&y=YusufKaplan

yorum;

DİN Mİ GİTTİ DÜZEN Mİ?

Mürit’siz mürşit,mürşit’siz mürit olur mu?

Din’siz düzen,düzen’siz din olur mu?

Müslüman’sız İslam,İslam’sız Müslüman olur mu?

Alim’siz ilim,ilmsiz alim olur mu?

Her şey dağılmış ve birbirine karışmış vaziyetteydi.

Kitabın şirazesi kopmuş sayfalar dağılmıştı.

Allahu Teala kullarına merhamet etti Hz.Peygamber’i göderdi.

Ve O’nunla da kitabını ve kelamını.

Her şeyi yerli yerine oturtsun diye O’da vazifesini bihakkın yerine

getirdi ve gitti.

Allahu Teala artık peygamber ve kitap göndermeyeceğini bildirdi.

1400 küsur sene geçti.

Yine her şey dağılmış ve birbirine karışmış durumda.

Müslüman’ım diyenlerin zihinleri ve kalpleri darmadağınık.

Yazarımız da bence böylebir durumda ama  bir şeyler arıyor.

 Teşhisi var tedavisi  yok.

Allahu Teala Müslümanları  insanlara ve o insanların eserlerine

takılıp kalmaktan kurtarsın.

Sadece kendisine ve Kur’an’ına  “tevhid i kıble”edenlerden

eylesin inşallah…

Akevler “adil düzen çalışanları”zaten 45 yıldır  o yolda

çalışıyorlar.

İnşallah bizlerde onlardanızdır.

Allah(cc)çalışmalarını ve çalışanlarını bereketiyle arttırsın inşallah…

 

 

 

 

 

 

 

Ali Bülent Dilek


YorumcuYorum
Mete Firidin
30.05.2012
16:22

ÇOK güzel bir yorum olmuş .Teşekkürler.

Bir de ağdalı ağdalı yazma huylarından bahsetmek gerekir. Sanki insanlara bir mesaj vermek değil de, yapmacıkca edebiyat parçalamak istiyormuş gibi yazıyorlar. Sanırım bu bir hastalık çünkü bu uslubu Kuran da görmüyoruz.

Reşat Nuri Erol
31.05.2012
06:32

Dr. Mete kardeş, bu güzelliği görmen "güzel" olmuş...

Teşekkürler, Allah razı olsun...

*

Güzelliğe sebep olanlardan da Allah razı olsun...

*

TEŞHİS elbette önemli...

TEDAVİ daha da önemli...

Bugünkü köşe yazımın başlığı şöyle:

KUR'AN EHLİ NE YAPMALI? (Makaleler kısmında okunabilir)

Bizim görevimiz "TEDAVİLERİ" dile getirmek ve gücümüz yettiği kadarını yapmak; gerisi ALLAH'IN İŞİ...

*

selam, sevgi, saygı ve dua ile...

reşad





Sayı: 154 | Tarih: 27.05.2012
Mahir Kaynak
Bu hafta yazısı yok.
Medya Tekeli
1851 Okunma
15 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Yeni Anıtkabir adabı
Kabir tapınması
1374 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Yusuf Kaplan
Ümmileşme süreci-3;üç fütuhatı safa/mustafa
din mi gitti düzen mi
1319 Okunma
2 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ahmet Altan
Ölüm Bile Eşitsiz
Garip
1201 Okunma
Vahap Alma
Hüseyin Gülerce
AB Rüzgarına Neden İhtiyaç var?
AB'ye İman
1185 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Ruşen Çakır
Diyarbakır’da Roboski’yi düşünmek
Uludere katliam değil, Testinin kaderidir!
1170 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Çocukların Anayasa İstekleri
Çocuklarla Değil, İlimle Hazırlanmalı
1093 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu