Arşimet noktasını yitirmiş bir eğitim sistemiyle
1103 Okunma, 1 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

 

Arşimet noktasını yitirmiş bir eğitim sistemiyle nereye gidebiliriz ki?

 

Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr

30 Mart 2012 Cuma

 

Türk entelijansiyası ve elitokrasisi, eğitim sorununu, 'kademeli eğitim' veya 'zorunlu eğitim' yapay karşıtlığı ekseninde tartışmakla, eğitimin bütün yönleriyle tartışılması imkânını kaçırdığını göremeyecek kadar acınası bir tavır ve entelektüel bir sefalet örneği sergiliyor.

Oysa asıl yapılması gereken tartışma, mevcut eğitim sistemini, yani seküler eğitim anlayışını, dayandığı felsefî temelleri silbaştan tartışmaya açmakla başlamalı/ydı. Ama burası Türkiye ve burada seküler eğitim sistemini tartışmaya kalkışmak, putlaştırılan ve aslâ sorgulanamaz dogma katına yükseltilen tabulara karşı savaşmayı göze almak, her şeyi dışarıdan bekleyen 'asalak' sol-seküler-liberal çevreleri çağ körleşmesinin eşiğine fırlatan seküler hurafelerle ve ne olup bittiğini kavrayacak entelektüel derinlikten yoksun 'salak' sığ-sağcı maslahatçılarla adeta yeldeğirmenlerine karşı savaşmak demek!

Seküler Eğitim Sistemi, Batı'da Bile Kıyasıya Tartışılırken...

Biz, burada, seküler / kapitalist Batı uygarlığının değerlerini yüceltmeye, hatta dogmalaştırarak tabulaştırmaya devam ededuralım; bizim putlaştırdığımız ve tabulaştırdığımız bu seküler / modern değerler, en az bir yüzyıldan bu yana Batı'da düşüncede, sanatın bütün alanlarında ve bizatihî akademide kıyasıya tartışılıyor.

…………………………………………………………………

Nietzsche'nin 'ahlâkımız, felsefemiz dekadansın (çözülmenin, çürümenin, bayağılaşmanın) formları hâline geldi' diyerek isyan bayrağı çektiği ve Batı uygarlığının neredeyse anaakım bütün düşünürleri ve sanatçıları, bu seküler uygarlığın, insanı büyük bir 'anlam krizi'nin ve 'özgürlük kaybı'nın eğişine fırlatmaktan; varlıkla ve tabiatla irtibatını kopararak insanın hem varlığa ve tabiata yabancılaşmasına yol açmaktan, hem de varlığı, tabiatı ve bizatihî kendi beşerî tabiatını ve ruhunu yokolmanın eşiğine sürüklemekten başka bir şey yapamadığını tartışırlarken; bizde, bizim metamorfoz yemiş entelijansiyamız, ne kadar çağdışı ve ne kadar zihin-körleşmesi malulü olduğunu gösteren bir Batı-perestlikle ve seküler hurafeleri tabulaştırma paganizmiyle gerçekten acınası bir hâl ve bu acınası hâlini farkedemeyecek kadar da hem Garp-zâde, hem de Garp-zede bir şizofrenik görünüm sergilemeye devam ediyor!

Garpzâde ve Garpzede Şizofrenlerin Cinayetleri!

Bizatihî insanın kendisinin 'yokolduğu', türlü izafileşme ve hiçleşme biçimlerinin eşiğine sürüklendiği, yalnızca arzularını, araçları, fetişlerini, medyaokratik / medya-politik ikonları ve söylemleri putlaştırarak yaşayabildiği neo-seküler ve neo-pagan bir uygarlığın eğitim anlayışını burada tartışmasız ve tabulaştırarak dayatmaya kalkışmak, tam anlamıyla entelektüel kölelik veya çağ körleşmesi değilse, nedir?

(Benim gibi uzunca bir süre Batı'da yaşamış olanların çok iyi bilebilecekleri gibi) sınıflarda öğretmenlere ve akranlarına karşı terör havası estiren, yalnızca 'küçük canavarlar', insanaltı tuhaf yaratıklar yetiştiren, tefessüh etmiş Batılı seküler eğitim anlayışını, (Garp-zâdelik ve Garp-zedelik şizofrenisiyle yaşadıklarını bile göremeyenlerin) 'çağdaş pedagoji, bunu gerektiriyor!' diyerek, bu toplumun kültürel zekâsıyla ve tarihî derinliğiyle dalga geçen Sabancı, Koç, Boğaziçi vesaire gibi üniversitelerin 'seküler havariler'i, bu ülkede nasıl bir cinayet işlediklerini görebiliyorlar mı acaba?

Lenin ve Mao, 'Salak' Mıydı Peki?

Lenin bile, Sovyet devriminin toplumda köksalabilmesi için, Sovyet toplumunun tarihî gelişimini, sosyal dinamiklerini ve kültürel farklılıklarını dikkate alarak ve Marksizm'in temel öncüllerini tepe taklak ederek (işçi sınıfına değil, köylü sınıfına dayalı) Marksist bir devrim gerçekleştirirken; yine Mao, -bütün taşkınlıklarına ve aşırılıklarına rağmen- Çin kültür devriminin, Batılı ekonomi ve politika disiplinlerinin, insanı bir nesne'ye indirgeyen 'ruhsuzluğunun' ancak Konfüçyüs'ün güçlü iradecilik geleneğini harekete geçirerek aşılabileceği ve bu Batılı bilimlerin ancak Çin ahlâk geleneği ve değerleri ekseninde benimsenebileceği kaygısıyla hareket ederken; bizim seküler Garpzâdelerimiz ve Garpzedelerimiz neden Batıdaki her şeyi olduğu gibi alıp aktarma ilkelliğine, kolaycılığına ve asalaklığına başvurmayı bir marifet sanıyorlar acaba? Bu nasıl bir yenilgi psikolojisidir; bu nasıl bir Arşimet noktasını yitirme ve pergelini şaşırma hâlidir, ben anlamakta zorlanıyorum gerçekten!

Pedagoji Dediğiniz Şey Nedir Ki?

Sahi, 'pedagoji' denen bilim dalı, nasıl bir şeydir ve hangi temeller ve ilkeler üzerinde/n işliyor acaba? İnsanı, bir bütün olarak kavrayamayan, yalnızca bedensel ve duygusal özellikleri açısından anlamaya çalışan, insanın varlık'la ve bilgi'yle irtibatını koparan, esrarengiz rûhî dünyasını kavrayabilecek derûnîlikten yoksun ve varoluşsal 'niçin?' sorusunu yoksayarak, yalnızca daha fazla üretmeyi, daha fazla tüketmeyi, amaçları hiçe sayarak araçları daha fazla etkin kullanmayı eksene alan, böylelikle esas itibariyle yalnızca 'nasıl?' sorusunu sormakla yetinen ve insanı, 'mekanik bir nesne'ye indirgeyen bir bilim dalını dogmalaştırmakla ve tabulaştırmakla kendi zihnimizi dondurduğumuzu ve kendi geleceğimizi kendi ellerimizle durdurduğumuzu görebiliyor muyuz acaba?

Bitiş'e Doğru Gidiş Mi?

Sinema tartışmasında sorduğum o hayatî soru burada da geçerli: Türkiye'deki eğitim sisteminin bir Arşimet noktası var mı? Eğitim sistemimiz, bizim medeniyet ilkelerimize, dinamiklerimize, iddialarımıza ve ruhumuza dayanan bir eğitim sistemi midir; yoksa, seküler Batı uygarlığının kötü bir taklidine ve karikatürüne dayalı bir eğitim sistemi mi?

İyi de, biz, Arşimet noktasını yitirmiş, pergelini şaşırmış bir eğitim sistemiyle ne tür kuşaklar yetiştireceğimizi ve nereye doğru sürüklendiğimizi görebiliyor muyuz acaba?

Bu gidiş, gidiş midir; bitiş mi? Başka bir ifadeyle, bu gidiş, bitişe doğru bir gidiş mi?

 

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=31726&y=YusufKaplan

 

YORUM;

Gazete yazarlarıyla “eğitim”buraya kadar.

Emekli bir gazete çalışanı olarak 14 yıl düşündüm.

Tabii ki o yazarların  verdiği  bakış açısıyla toplumumuzun geldiği nokta.

tam da Nasrettin Hoca’nın leyleği misali.

Her şey bitiyor.

Avaba bitişten sonra ne olacak yaşarsak göreceğiz

Kafa gözüyle görenlerin ülkesinde kalp gözüyle gören eğitimcilere

ne kadar da çok ihtiyacımızın olduğunu anlayacağız.

Bitişten sonra.

Acaba iş işten geçmiş mi olacak?

Bence olmayacak.

Bu sefer de yeniden bir eğitim kurtuluş savaşı vereceğiz

Ve başaracağız inşallah…

 

Ali Bülent Dilek


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
01.04.2012
14:25

İlmi, ahlaki, mesleki ve avunma eğitimleri birlikte düzenlenmelidir. Eğitimi halk istediği eğitimcide yapmalı, eğitimcinin maaşını devlet vermeli. İmtihanı ise kamu yapmalıdır diplomayı kamu vermelidir. On beş yaşına kadar, öğretmenini velisi seçecek sonra da kendisi seçecek. Çocuğunu okutmayan veli sorumlu olacaktır. Ondan sonra insanın özgürlüğüne devlet karışamaz. Kişi isterse okur, isterse okumaz. Sen sadece diploma vermezsin kamu imkanlarından ona göre yararlandırırsın





Sayı: 146 | Tarih: 1.04.2012
Mehmet Şevket Eygi
Halkımızın Bir Kısmı Çok Saf
Canım Naki Amcama...
1268 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Yerim neden KESK’in yanıdır?
4+4+4’e karşı çıkmak
1192 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Medyada devşirmeler ve iliştirilmişler
Basın özgürlüğe, iyice ezilsin!
1145 Okunma
4 Yorum
Tayibet Erzen
Yusuf Kaplan
Arşimet noktasını yitirmiş bir eğitim sistemiyle
Gazete yazarlarıyla"eğitim"buraya kadar
1103 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ahmet Altan
Barış ve BDP
Barış, Ak Parti ve BDP
1056 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Mahir Kaynak
Kürt sorunu
Kürt Sorunu ve Çözümü
1048 Okunma
Süleyman Karagülle