Soru ve cevaplarla ‘Cemaat’ meselesi
1332 Okunma, 2 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

17.02.2012

SORU: Sen daha önceki yazılarında “Cemaat” ile “hükümet” arasında bir kavganın yaşanmayacağını yazmıştın. Ama bak kavga ettiler...

Ne diyorsun?

CEVAP: Doğrudur: Daha önceki yazılarımda “Hükümet ile ‘Cemaat’ etle tırnak gibidir” demiştim. Doğrudur: Etle tırnak kapıştı. Doğrudur: Ortada ciddi bir çelişki var gibi görünüyor. Oysa yok. Çünkü benim iddiam, bu iki yapının “iktidar gücü” ellerinde olduğu müddetçe esaslı bir kapışma içine girip ayrışmayacakları yönünde... İşte bakın: Kapıştılar ama hemen de silahları gömüverdiler. Ayrışmadılar. Birbirlerine girmediler. Karşılıklı meydan okumayı uzatmadılar. Sonuç? İktidar gücü ellerinde olduğu müddetçe ayrışmayacaklar. Yani iddiamın arkasındayım.

SORU: Yazılarında “Cemaat’i bırakalım, hükümete bakalım” diyorsun. Oysa “Cemaat”, Türkiye’de hükümete bile meydan okuyan bir güce erişti. Bu durumda niye “Cemaat”i bırakıp hükümete bakalım ki?

CEVAP: Şundan dolayı: “Cemaat”e muhalefet ederek bir yere varılamaz. Muhatap bulamazsınız. Çünkü “Cemaat”in bir genel başkanı yok, yönetim kurulu yok, örgütlenme şeması yok... “Bürokrasideki ‘Cemaatçi’ yapılanma” falan diyerek de bir yere varılamaz, çünkü bunun da kanıtlanabilir bir tarafı yok. Ancak bazı kuşkulardan hareketle analizler yaparsın, o kadar... Bu analizlerle de bir sonuç alamazsın... Oysa bizim yurttaşlar olarak tek muhatabımız etiyle kanıyla karşımızda somut olarak duran hükümettir.

SORU: “Cemaat”i bırakıp hükümete bakmanın ne faydası olacak?

CEVAP: Çok fazla faydası olur. Mesela sen “özel yetkili mahkemeler”den mi şikâyetçisin? “Özel yetkili mahkemelerin arkasında cemaat var” diye sabahtan akşama kadar ağlasan ne olacak? Ne sonuç alacaksın? Hiç. Hatta “arkada ‘Cemaat’ var” diyerek, bu konunun esas muhatabı olan hükümeti de inceden mazur

göstermiş olacaksın. Oysa bunun yerine “Cemaat”i falan unutup sorunun doğrudan muhatabıyla baş başa kalman gerekmez mi?

SORU: Peki ya kavga? Ortada müthiş bir gerginlik ve gerilim var. Tarafların da “hükümet” ile “Cemaat” olduğu söyleniyor. Bu konuya kayıtsız mı kalınacak?

CEVAP: Meraklıysan kayıtsız kalma... Komplo teorisi üzerine komplo teorisi üret... Elindeki bilgileri bir araya getir. “Şu cemaatin adamı / bu hükümetin adamı” falan diye çetele tut... Şifreli yazılardan kavganın boyutlarını öğrenmeye çalış... Bütün bunların kimseye bir zararı yok... Eğleniyorsan devam et... Benim söylediğim şu: Bundan bir fayda elde edemezsin. Buna kapılıp gitmenin sana bir yararı olmaz. Ayrıca görmüyor musun, adamların kavgaya başlamaları ile barışmaları bir oluyor... Sen de kendini kavgaya kaptırdığınla kalıveriyorsun.

SORU: “Cemaat” ile “hükümet” bir gün esaslı bir kavgaya girişir mi?

CEVAP: 4 Aralık tarihinde şunları yazdım: “Cemaat ile AK Parti büyük bir ittifak yaptı. Beraber risk aldılar, beraber mücadele ettiler, beraber atıldılar kavgaya. Zaten ortak duyarlılıkları bulunan bu iki yapı kısa sürede kaynaştı, iç içe geçtiler. Neredeyse birbirlerinin içinde eriyecek hale geldiler. Bu iş “Cemaat”in DSP’ye verdiği desteğe ya da Ecevit’in cemaati koruyup kollamasına benzemiyor. “Cemaat”in daha önceki siyasal ittifaklarıyla alakası olmayan bir durum söz konusu...” Evet, 4 Aralık tarihinde bunları yazdım. Ardından da ekledim: “Bu büyük ittifak, ancak AK Parti’nin çok esaslı tökezlemesi sonucu bozulabilir”. MİT olayına rağmen hâlâ böyle düşünüyorum.

Yazının tamamı için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19936674.asp

 

 

Yorum:

Zalim düzende kavgalar

Geçen hafta yazmıştım Ak Partinin kendisinde oluşturulan allerji ile cemaate mensup bazı üst düzey bürokratları pasifize ettiğini. Bu pasifize etme olayının arkasından Fethullah Gülen Herkul.org sitesine bir görüntülü röportaj veriyor ve bu röportaj yayınlanıyor. http://www.youtube.com/watch?v=kF5STP6Igik adresinden izleyebileceğiniz bu konuşmada isim vermeden Ak Parti hükümeti için öyle şeyler söyleniyor ki sonunda eğer bu dünyada Allah tokatlamazsa öbür dünyada sonunun cehennem olduğunu söyledikten sonra büyük bir kızgınlıkla “Vallahi öyle olur, billahi öyle olur, tallahi öyle olur, öyle olmazsa Allah beni kahretsin” diyerek sözünü bitiriyor. İşte bu dönem allerji oluşturulup çatışmanın başladığından sonraki dönem. Ancak daha sonra başbakan ameliyat oluyor ve Fethullah Gülen son derece saygı ve sevgi sözcükleri içeren bir geçmiş olsun mesajı yayınlıyor. Tekrar her şey eski haline dönmüş gibi görünüyor.

Bu yaşanan olaylar ne cemaatin ne Ak Partinin kendilerinden kaynaklanıyor. Bu olaylar zalim düzenin kötü mekanizmaları içinde her zaman gerçekleşecek olaylar. Kim olursa olsun, ne kadar iyi olursa olsun bu bozuk düzende her zaman bu tür olaylar yaşanacaktır. Taraflar kendi menfaatlerini güdecekler, kavgalar olacak, tartışmalar olacak, tehlikeler yaşanacaktır. İktidarı ele geçiren taraf karşı tarafı ezmek için, muhalefettekiler iktidarı devirmek için kendilerine müttefikler bulacak, müttefikler menfaat birliği içinde hareket ederken karşı taraf onların arasını açma oyunları deneyecek, bazen başaracak, bazen kısmen başaracak, bazen başarısız olacak ve bu böyle devam edecektir. Tabi bu olaylarda organizasyonu gerçekleştiren asıl fitne başı sürekli olarak müdahil olacak ve siyasetin istediği yönde gitmesi için tüm gayretini gösterecek ve büyük oranda da başarılı olacaktır. Çünkü düzen zulüm düzenidir. Zulüm düzeni içinde zalim başarılı olma yolunda her zaman büyük bir avantaja sahiptir.

Zulüm düzeninin yerine Adil Düzen ikame ettirilmedikçe herkes tedirgin yaşayacak, herkes mutsuz olacak, herkes korku içinde olacak ve yarınından emin olmayacaktır. Değer mi bu kadar strese kısa dünya hayatı için?

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
19.02.2012
07:50

sabah erkenden bilgisayarımı ve öncelikle www.akevler.org'u açtım...

sonra Lütfi kardeşimizin yazdıklarını okudum...

"SOSYAL TUFAN"ı hatırladım...

düşündüm...

*

okumalarıma devam ettim...

*

1

Yağmur ATSIZ'ın yazı başlığı bile dikkat çekici... Tûfân’a dâir

Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un Cumâ günü istîfâ etdiğini biliyorsunuz. Oturup tekrar anlatacak değilim. Zâten bizler için pek önemli bir mesele değil. Ben sâdece bu olayla ilgili olarak savcılığın “orada” oynadığı rolle buna benzeyen bir başka olaydan ötürü “burada” oynadığı, yâhut oynamaya yeltendiği, heveslendiği rol mevzûuna değinmek istiyorum. Almanya’da ilgili savcılık, Christian Wulff’un; elindeki politik kudreti kötüye kullandığı şübhesi üzerine, hakkında soruşturma yapılabilmesi için parlamenter dokunulmazlığının kaldırılması talebinde bulunmak istedi ve bunun için de önce izin istedi. Kimden? Yürütmenin başından istedi, yâni başbakandan, Şansölye Bayan Angela Merkel’den! Cumhurbaşkanı ise, hem onu zor durumda bırakmamak ve hem de soruşturmanın sür’atle ve sıhhatle yürümesini sağlamak amacıyla basdı istîfâyı! Aslında pek istediğinden veyâ (muhtemelen!) kendine aşırı güveninden değil, siyâseten bundan böyle de insan içine çıkmaya yüzü olsun diye tabii! Bunlar ayrı konular. Bizde ise savcı, MİT Müsteşarı Hakkı Fidan’ı, yâni Türk Bürokrasisi’nin en önemli mevkıylerineden birinde oturan zâtı, Başbakan’ın direktifleri dâiresinde ve tamâmen “meşrû” olarak yerine getirdiği bir görev “yüzünden” (!) tutuklamaya kalkışıyor! İki devlet arasındaki kalite farkını, klas farkını bundan daha iyi gözler önüne serebilecek örnek az bulunur! Gözlerini öylesine kin bürümüş ki şu gemi batarsa içinde bulunan ben ve “benimkiler” de boğulur düşüncesi zihninin kenarından dahî geçmiyor! Yâhut daha da fecîsi, bunu sîneye çekecek kadar kendini kaybetmiş! “Après moi le déluge!” (Benden sonra Tûfan!) Hani hâkim ikinci dereceden sanığa sormuş: “Sana vereceğim cezânın iki mislini, başını bu belâya sokan suç ortağına vereceğim. Söyle, ne cezâ istersin?” “Bir gözümü oyun!” Bu nasıl bir kindir, nasıl bir menfaat hırsıdır, yâ Rabbim! 250 senedir ıslahat mıslahat diye tepiniyoruz ya, hepsi palavra! Bu kumaş artık dikiş tutmuyor! Bundan bize yeni elbîse çıkmaz! Tek çâre bir şekilde yenisini ayarlamak! Yoksa poposu delik pantolonla daha çok dolanırız ara sokaklarda!

***

bir de "TUFAN"dan sonrası, "SOSYAL TUFAN"dan sonrası var...

"TUFAN"dan sonra kurulacak yeni düzen...

yani "ADİL DÜZEN"...

*

bunun habercisi olabilecek yorum kırıntıları da;

Elif ÇAKIR'ın

Bu ‘bebek’ doğacak!

yazısı...

Elbette ki bu çocuğun dünyaya sağlıklı, eli ayağı tamam, kaşı gözü yerinde ve gürbüz bir şekilde dünyaya gelmesini istemeyenler var. Artık “düşük yapma” ihtimali ve imkanı ortadan kalkmış ve muhtemeldir ki, kendince bir mücadeleyle büyümek üzere bırakıldığı “rahme” sıkıca yapışan o cenin, onu düşürmek için yapılan her türlü darp girişimlerine rağmen, bulunduğu yerde kendini korumaya alarak büyümeye devam ediyor. Bir gün ne olursa olsun doğacağı ve dünya ile temastaki o ilk ağlama çığlığını atacağı günü bekliyor. Bilinsin ki, bizler de (Kürdüyle Türküyle bu toplum) o bebeği, aldığı darbelere rağmen kısmi sakat doğma ihtimaline karşın “tevekkülle” bekliyoruz, her anne babanın son ana kadar olduğu gibi “sağlıklı olsun” temennileriyle. *** Bu “bebek” hikayesi de nedir, anası babası kimdir, diye merak edebilir, bu satırları neden yazdığımı sorabilirsiniz. Hatırlayacaksınız. Kasım ayında konuştuğum dört Kürt aydınından Tahsin Sever, neredeyse kökleri impartorluğa kadar uzanan Kürt sorununda, cumhuriyetten bu yana ilk kez hükümetin sorunun çözümüne ilişkin attığı ciddi adımları değerlendirirken “devlet ilk kez çocuk yapmaya karar verdi ve o çocuğun tohumu atılmıştır” benzetmesini yapmıştı. Kürt sorununda tutulmadık rapor, önerilmedik çözüm ve aslında gökkubbe altında söylenmedik bir söz kalmadı. Onca raporlara rağmen eksik olan ve aslında en önemli şey, siyasi irade ve karar mekanizmalarının inisiyatif alıp devreye girmesiydi. Günden güne kronikleşerek geçen yüz yılın ardından, aranan “siyasi irade” de, lazım olan “karar mekanizmaları” da bulundu ve devreye girdi. Bu bebek doğacak. Bu “bebeğin” düşük tehlikesini aştığı gibi, prematüre olarak da doğmayacağı kesin. Ancak sorunsuz doğmayacağı garantisini taşımıyor. Geç doğmaktan kaynaklı ve aldığı darbelerden ne tür hasarları olduğunu bilmediğimiz sorunlarıyla birlikte gelecek dünyaya. *** Olan bitene bakıp da, son günlerde yaşadığımız olayları “münferitmiş canım” saflığında değerlendirmek sarışınlığın ötesine geçer!.. Siz inanıyor musunuz ki bütün mesele, “suçluyu yakaladığını” sanan savcı Sadrettin Sarıkaya ve “vatan sevdalısı” iki emniyet müdüründen oluşan üçlünün ortaya çıkarttığı MİT’in kirli çamaşırlarından ibarettir? Bu kadar basit ise, niye peki aklıselim düşünen herkes ısrarla “sorun Oslo görüşmeleri değilse nedir peki” sualinden geri adım atmıyor? Bu krizi çıkartanların, “Madem ki hedef Hakan Fidan da değil, Başbakan da değil, peki o zaman hedefte kim var” sorusunun cevabını vermeleri gerekiyor. Köşeye sıkışınca buna buldukları cevap da “Efendim bu MİT mensupları var ya, ortalıkta vızır vızır dolaşıyorlar, bilseniz ne kötülükler yapıyorlar da sizin haberiniz yok” oldu. Bakmayın siz “generalleri yargılarken iyiydi de, MİT müsteşarını yargılarken mi kötü” söylemleriyle meseleyi sulandıranlara... Savcılık odalarında “ikna olanlara” sormak isterim, savcı “Suçlu MİT de olsa yakasına yapışırım” dediğinde, “Peki MİT hangi suçu işledi” diye sormak gelmedi mi aklınıza. Ya da görüp de ikna oldukları ne var ki, “Ben ikna oldum” diyerek, siyasete müdahale eden yargının pr’nı yapmakta bir beis görmüyorlar. Pardon, demek gerekiyor. Bugüne kadar biz zaten ne MİT’in geçmiş kirli tarihini, ne de işlediği suçları biliyorduk!.. MİT zaten pirüpak bir kurumdu da, yüce yargımız şimdi MİT’in suça bulaştığını farketmiş ve içindeki çürükleri temizlemeye ahdetmiş!.. O yüzden, yargının hala sivil siyasete müdahale girişimine rağmen, bu resti görüp de, sağlam bir irade ile Oslo görüşmeleri için “Gerekirse yine görüşmeye devam ederiz” diyen Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in kararlılığını önemsiyorum. En hassas dönemde MİT, Emniyet ve Yargı’yı birbirine düşürmekle kalmayıp, en önemlisi, Kürt meselesinin çözümü yönünde kararlılığını ortaya koyan siyasi iradeyi “olan bitenden bihaber” olmakla suçlayanların, oturup bir düşünmesi gerekiyor. Cenine bir darbe de siz vurdunuz. Ne geçti elinize?

***

ne diyelim...

VE MEKERUUU..

VEMEKERALLAH...

VALLAHU HAYRU'L-MAKİRİİİN...

*

selam ve dua ile..

reşad

Reşat Nuri Erol
21.02.2012
06:47

Hakan'ın söylediği çok doğru.

Biz de bundan dolayı yani "Adil Düzen"i öğrenelim, anlayalım, uygulayalım vesaire diye gece gündüz çalışıyoruz...

Lütfi de yorumunun sonunda diyor k: "Zulüm düzeninin yerine Adil Düzen ikame ettirilmedikçe herkes tedirgin yaşayacak, herkes mutsuz olacak, herkes korku içinde olacak ve yarınından emin olmayacaktır. Değer mi bu kadar strese kısa dünya hayatı için?"

selam ve dua ile..

reşad





Sayı: 140 | Tarih: 19.02.2012
Ruşen Çakır
Kökleri derinlerde olan bir rekabet...
Erbakan-Gülen buluşması
2550 Okunma
16 Yorum
Tayibet Erzen
Ruhat Mengi
İslamcı Yazar’ın tepkisi!
Yorum Yok
1855 Okunma
19 Yorum
Vahap Alma
Ahmet Hakan
Soru ve cevaplarla ‘Cemaat’ meselesi
Zalim düzende kavgalar
1332 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Allah ile Barışık Olmak
Maun Suresini Unutmayalım
1233 Okunma
2 Yorum
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Yanlış Teşhis
Çözümler
1194 Okunma
8 Yorum
Süleyman Karagülle
Hüseyin Gülerce
Devlete Sızanlar
Hak Anlayışı
1137 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Zülfü Livaneli
Hayatımızı değiştiren moda kavramlar
Bizim imparatorluk hangi modelle yıkılacak?
1072 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler