Emek en yüce değerdir
1102 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

12.09.2009

Bir zamanlar; bu söylem dilimizden düşmezdi. Son zamanlarda fazlaca iktisat kitabı okuyunca;

bu deyiş ve bunun çağrıştırdığı geçmiş hem tüm renkliliğiyle gözümde canlandı hem de iktisatla ilgili bir şeyler yazma gereksinimi hissettim.

Gençliğimde; "yaşlandığım zaman geçmişin özlemi kokan yazılar yazmayacağım" derdim. Fakat; galiba büyük konuşmuşum. Zira; geçmiş tüm ağırlığıyla üzerime çöktüğü zaman dayanamıyor ve bir şeyler yazmaya başlıyorum.

Çok genç yaşta aramızdan ayrılan bir arkadaşım vardı. Bizler; kendimizce ideallerimizin peşinde emeklerken; o nasıl para kazanabileceğini düşünürdü. Ve gerçekten büyük paralar kazandı ve acı veren kimi gelişmeler sonrasında her şeyini kaybetti. Bu arkadaşım; parayı ararken işin "künhüne" ulaşmıştı. "Hoca" derdi "Bir elin devletin hazinesine girmezse para falan kazanılmaz. Etrafımızdaki zenginlere bir bak. Tümünün sermayesi devletten..."

Tabii devlet üzerinden para kazanmanın farklı yolları ve dereceleri var. Fakat çoğunlukla gözler devletin hazinesinde. Bu oluşumun nedeni; Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan ve Cumhuriyet'te de devam eden "ekonomi anlayışı" ve buna uygun olarak sürdürülen ekonomi politikalarıdır.

Osmanlı'nın son döneminde; "Batı"da neler olup bittiğini anlayabilmek ve "Batı gibi" olabilmek için; bir yandan Batı'ya öğrenci gönderilirken; bir yandan da ülke içinde Batı tipi askeri ve sivil okullar açılmaya başlamıştı. Gerek Batı'ya gönderilen öğrenciler gerekse ülke içindeki Batı tipi okulları bitirenler; Batı'nın ekonomik "giz"ini anlayamamışlar ve Batılı gibi yaşarsak ve Batı tipi bir siyasal yapı oluşturabilirsek; Batı gibi kalkınabileceğimizi zannetmişlerdi. Oysaki işin bambaşka nedenleri vardı. Osmanlı aydını maalesef bunu göremedi.

Batılı ülkeler kapitalizmle kalkınmışlardı. Ancak kapitalizmle kalkınabilmek için "kapital" ve "kapitalist" gerekiyordu. Avrupa'da yaşanan toplumsal ve ekonomik süreç içinde bir "burjuvazi" oluşmuştu. Bu burjuvazi Batı'daki kapitalist sınıfın omurgasını oluşturdu.

Osmanlı'da bu da yoktu.

İşte bu koşullar altında Osmanlı'nın son döneminde ve özellikle 2. Meşrutiyet sonrasında; devlet eliyle bir kapitalist sınıf oluşturma politikası başladı. Hiç kuşkusuz; Avrupa ülkelerinde de devlet kapitalist sınıfın oluşmasına yardımcı oluyordu. Ama bizde "yoktan var etme" çabası başladı.

Cumhuriyet bu ekonomi zihniyet ve politikasını devraldı. 1929 buhranına kadar yaşanan süreç içinde; Cumhuriyet'in ekonomi politikası "piyasa ekonomisi"ne dayanan "liberal" bir politika idi.

Fakat kapitalist buhran ve buna karşılık; Sovyetler Birliği'nde planlı ekonominin ulaştığı başarılı sonuçlar; bizde de planlı ekonomi ve devletçiliğe geçilmesine neden oldu.

Türkiye; planlı ekonomi ve devletçiliğe geçmişti ama bunun sosyalizmle hiçbir ilgisi yoktu. Devlet ekonomik yaşama bilfiil giriyor ve "emekçi sınıfları" örgütlenme açısından baskı altında tutuyordu. Ayrıca; devlet eliyle kapitalist oluşturma politikasından da vazgeçilmemişti.

İşte bu aşamadaki ekonominin sanayileşme modeli; "ithal ikameci sanayileşme" idi. Amaç; gereksinimi duyulan malları ithal etmektense yurtiçinde üretmekti. Ve gene bu politika doğrultusunda; inanılmaz bir "korumacılık" uygulanmaya başlandı. Yüksek gümrük duvarlarıyla ülke içinde üretilen mallar korunuyordu. Hatta iş öyle bir noktaya geldi ki; ülke içinde üretilen malların ithalatı yasaklandı. Ülke içinde üretilen malın kalite ve fiyatı ne olursa olsun...

İthal ikameci sanayileşme modeli "24 Ocak istikrar politikasına" kadar devam etti. "24 Ocak"; sözde geçici bir politika idi ama 12 Eylül Darbesi'yle birlikte kalıcı bir politika oldu ve süngü zoruyla uygulamaya sokuldu.

İthal ikameci model; çok rahat rekabet koşulları içinde işlediği için emekçi sınıfı da bir ölçüde tatmin ediyordu. Fakat ithal ikameci modelde; "kalite ve fiyat" olarak dış dünyayla rekabet zorunluluğu olduğu için maliyetleri minimumda tutma gereği vardı. Ve maliyetler içinde en kolay düşürülen şey emeğin ücreti oldu.

"İhracata yönelik sanayileşme modelini"; özetle şöyle tanımlayabiliriz. "Uluslararası piyasada; fiyat ve kalite açılarından rekabet edecek malları üretecek ve ihraç edeceksiniz. Buradan kazandığınız parayla; gereksinimini duyduğunuz malları ithal edebilirsiniz." Doğrusu ilk bakışta mantıklı geliyor ama yüzyıllardır bilinen bir başka gerçek var. "Uluslararası ekonomik ilişkilerde ileri teknoloji uygulayan ülkeler; daha geri teknolojiyle üretim yapan ülkelerin ekonomilerini sömürürler..."

Türk halkı; ithal ikameci model uygulanırken çok özveride bulunmuştu. Kalitesiz ve pahalı ürünlere yüksek fiyatlar ödemişti. Fakat özellikle sanayi "bir yerlere" gelmişti. Şimdi görünürde bir "bolluk" var. Parasını verdikten sonra aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz. Ama ne pahasına...

Git gide artan dış borç ciddi bir işsizlik ve emek kesiminin git gide azalan ulusal gelir payı.

Bakalım deniz ne zaman tükenecek?..

YORUM

İNSAN İÇİN MÜLKİYETİN KAYNAĞI ANCAK EMEKTİR.

 Her medeniyet, her kültür ve hatta her din kendine mahsus bir takım terimler üretir ve her sistem de ancak kendi bünyesi içersinde geçerlidir. İşçi, patron, emek, sermaye ve bu gibi kelimeler, kapitalist sistemin yeni ve eskisinden farklı anlamlar yüklediği terimlerdir, diyebiliriz. Sermaye ve sermaye babaları sistemin merkezine oturunca bu ağalara ve kapital babalarına hizmet eden işçi-hizmetçiler üretmek de bir zaruret idi. Nitekim öyle de oldu; işçi-köleler, karın tokluğuna çalışan bir kesim meydana getirildi.   

 “Emek en yüce değerdir”, derken bu söz kapitalist anlayışa gelinceye kadar tarihte bu kadar gündeme getirilmiş değildir, diyebiliriz.  Çünkü tarihte Rönesans medeniyeti kadar emeğin alınıp satıldığı, mal gibi pazarlandığı bir dönem hemen, hemen yok gibidir. Bu yönüyle batı medeniyeti tam bir modern köleliğin yaşandığı bir dönem olmaktadır. Çünkü ücretin tunç kanunu terimi bu medeniyette üretilmiştir. Sözde kanun olan bu anlayışa göre kapitalist sistemde işçi ücretlerinin geçim düzeyi üzerine çıkma ihtimalinin bulunmadığı ve işçiler, sürekli olarak ancak geçimlerini sağlayacak yaşam koşullarına razı olmak zorundadır. İşçilerin asgari geçimlerini sağlayacak düzeyin üzerine çıkmaları halinde, bunun nüfus artışını teşvik edeceği ve buna bağlı olarak artan emek arzının ücretleri tekrar asgari geçim düzeyine indireceği ileri sürülür.

Görüldüğü gibi insan emeğini sömürüden başka bir şey olmayan bu matı medeniyeti, insan emeğini böylece bir mal gibi ve bir eşya gibi arz talep kanunlarına tabi tutmaktadır. Hâlbuki mal başka şey emek de başka bir şeydir. Ayrıca işçiler de kendi emekleri üzerinde bir söz sahibi olamayıp onları sendika ağaları pazarlayıp satmaktadır. Bizim insan anlayışımız açısından baktığımız bugünkü dünyada bu memurluk ve işçilik sistemleri tam bir köle düzenidir.

Emek bir üretim aracı ise, sermaye de bir üretim aracı ise ve bunlar aynı fonksiyonu oynuyorlarsa neden farklı algılansınlar? Sermaye üretilen malın % 70 veya %80 ini ya da daha fazlasını götürürken emeğe neden geçim kadar bir miktar verilsin? Bunlar beraber ürettikleri malı aralarında neden yarı yarıya paylaşamıyorlar? Bu bir zulüm değil mi?

Bize göre dünya sanki bir ikizler veya simetriler ya da eşleşmeler dünyasıdır. Bunlardan biri olmadan diğeri de olmaz. Yani birisi diğeri bulunmadan bir iş yapamaz.  Biyolojik olarak kadın erkek veya karı koca sosyal hayatta da birey toplum, fert devlet, ekonomide de sermaye emek hep birbirlerini fonksiyonel olarak tamamlayan unsurlardır. Devletin birey ve bireylere karşı bir üstünlüğü olmadığı gibi, sermayenin de emekten bir üstünlüğü ve ayrıcalığı olmaz.   

İnsanın kendisi kutsal olduğu için onun emeği de kutsaldır, yücedir ve değerlidir. Ama onun sömürülmesi, yanlış ekonomi anlayışından kaynaklanmaktadır. Yapılan yanlışlar ekonomik krizlere sebep olur. Bugün ekonomik hayatta yaşanan olaylar bundan başka bir şey değildir. Onun için önümüzdeki dönemde ve Müslümanların kuracakları yeni medeniyette sermaye ile emek yeniden yerlerini alarak ve krediler zenginlere torpillilere değil, işçilere verilmek suretiyle emek sömürüsüne son verilecektir. Ayrıca tasarruf-yatırım, ithalat ve ihracat, üretim ile tüketim arasında dengeler sağlanarak ve tabii ki, sermaye ile emek arasında da eşitlik ve adalet sağlanarak hasta ekonomi anlayışından sağlıklı bir ekonomik hayata kavuşularak işçilerin ve zenginlerin, emek ve para sahiplerinin birlikte mutlulukları sağlanacaktır.    

 

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 14 | Tarih: 13.09.2009
Hayrettin Karaman
Dinden dönen öldürülür mü?
1290 Okunma
Hilmi Altın
Reşat Nuri Erol
Kriz nasıl çözülür?
1202 Okunma
Ilker Ardic
Ahmet Altan
Güçlü Devlet, Öyle mi?
1121 Okunma
Özer Ataç
Nazlı Ilıcak
Kahpe felek! Peki kul hatası yok mu?
1111 Okunma
Fatma Karuç
Toktamış Ateş
Emek en yüce değerdir
1102 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ahmet Hakan
Umreden mahrem notlar
1094 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Üç seçenek
1066 Okunma
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Cumhurbaşkanının Küçük Oğlu
1065 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Taşgetiren
Bu uyarıyı dinleseydik...
1047 Okunma
Zübeyir Erol
Ruşen Çakır
PKK ne yapmak istiyor?
1039 Okunma
Tayibet Erzen
Mümtazer Türköne
Baykal 'açılım'a karşı mı?
1021 Okunma
Arif Ersoy
Fikret Bila
Bir Veli Göçer buldun mu, tamamdır!
1017 Okunma
Harun Özdemir
Fehmi Koru
Günahsız olan ilk taşı atsın
1017 Okunma
Ahmet Kirtekin
Oktay Ekşi
Susturamazsınız
1011 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Can Ataklı
Haydi yolcular tamire
993 Okunma
Mesut Karaaytu
Murat Bardakçı
'Aziz Allah' dedirten ezanlar dinleyene artık 'Lâh
983 Okunma
Recep Yıldırım
Zülfü Livaneli
12 Eylül’ün attığı taş
982 Okunma
Ali Bülent Dilek
Yılmaz Özdil
Küre'selleşme...
967 Okunma
1 Yorum
Leyla Okta