Aman 90'lara dönmeyelim
1192 Okunma, 1 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

16.07.2011

90'larda olaylar şöyle cereyan ederdi:

- PKK köy bastıkça, güvenlik politikalarına abanılırdı.
- PKK şiddeti tırmandırdıkça, özel harekât timleri harekete geçirilirdi.
- Hafif bir sessizlik oluştuğunda, Güneydoğu'da köyler boşaltılırdı.
- Şehit haberleri geldikçe, siyasiler “Bunlar teröristlerin son çırpınışları” türünde açıklamalar yaparlardı.
- Şehitler verildikçe, hiç kimsenin aklının ucundan bile “komutanların hataları” falan diye bir konu geçmezdi, geçemezdi.
- Şehitler için cenaze törenleri düzenlendiğinde, sadece ve sadece intikam sesleri yükselirdi.
- Şehitler verildikçe, şehit anneleri “Bir evladımı verdim, ikincisini de vermeye hazırım” derlerdi.
- Türkler yaşanan kıyımlar karşısında öfkelendikçe, devlet Kürtlerin ifade özgürlüğünü kısıtlayarak yükselen öfkeyi dindirmeye çalışırdı.
- PKK ile mücadelede başarı sağlanamayınca, Meclis'teki birkaç Kürt milletvekili kafalarından bastırılarak Meclis'ten atılırdı.
* * *
90'ları anlatmaya devam ediyorum:
- “Teröristi ininde vuracağız / Askerimizin kanı yerde kalmayacak / Bir avuç çapulcuya göz açtırmayacağız / Hepsini haklayacağız / Akıttıkları kanda boğacağız” türü cümleler, o günlerin en çok işitilen cümleleriydi.
- “Farklı bir yöntem izlense daha iyi mi olur acaba?” gibi cümleler kuranlara “hain” denirdi.
- “Bu iş güvenlik politikalarıyla çözülmez” diyenlere “PKK yardakçısı” sıfatı yapıştırıldı.
- “Terörist ile vatandaşı birbirine karıştırmayalım” cümlesini sarf etmek bile başlı başına önemli sayılırdı.
- “Faili meçhul cinayetler”, “köy boşaltmalar”, “hukuk dışına çıkan güvenlik görevlileri” gibi konulara ucundan kıyısından dalmak bile olağanüstü risk almak anlamına gelirdi.
* * *
Kısacası 90'ların şöyle bir kısırdöngüsü vardı:
BİR: Terörün azması...
İKİ: Öfkenin patlaması...
ÜÇ: Azan terörü durdurmak, patlayan öfkeyi dindirmek maksadıyla askerin demir yumruğunu tüm bölgenin üzerine indirmesi...
DÖRT: Demir yumruğun bölgenin üzerine inmesiyle birlikte dağa çıkış trafiğinin de hız kazanması.
BEŞ: En sonunda en başa dönülerek terörün yeniden azması, öfkenin yeniden patlaması...
* * *
2000'lerde bu “kısırdöngü”yü ortadan kaldıracak bir ortam doğdu.
“İyi-kötü” adımlar atıldı.
“İki ileri, bir geri” de olsa açılımlar yapıldı.
Ama sonunda geldiğimiz nokta maalesef, “Kalleş pusu: 13 askerimiz şehit” noktası oldu.
Şimdi bakıyorum etrafımdakilere...
Şimdi bakıyorum siyasilerin ağızlarına...
Şimdi bakıyorum ülkenin Batı taraflarındaki gözlere...
Hepsinde bir “90'lara dönüş özlemi” görüyorum.
Şimdi herkes...
PKK şiddetinin beslenmesinde, artmasında, kökleşmesinde 90'larda izlenen politikaların şahane katkılarını unutmuş görünüyor.
* * *
13 askerimizin şehit edilmesi karşısında...
- Tabii ki yüreklerimiz dağlanacak.
- Tabii ki öfkeleneceğiz.
- Tabii ki isyan edeceğiz.
- Tabii ki çok üzüleceğiz.
- Tabii ki sabrımızın taştığını hissedeceğiz.
- Tabii ki kendimizi ölen gençlerin ailelerinin yerine koyarak feryat edeceğiz.
Bunlar insanlığımızın gereğidir.
Ama yapmamamız gereken şeyler var:
Mesela... Galeyana kapılıp mantığı savuşturmamamız gerekir.
Mesela... Kendimizi hezeyanın avutucu kollarına bırakmamamız gerekir.
Mesela... 90'ların bugünlerden bin beter kâbus günlerine dönme özlemi içinde olmamamız gerekir.
* * *
Kısacası...
Bir şeyler yapmamız gerekiyor.
Bugüne kadar yapılmamış ve denenmemiş bir şeyler.
Yeter ki o şeyler kıyıcı olmasın, dökücü olmasın, yürek yakıcı olmasın.

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

Fesattan beslenenler

Bazı insanlar ve bazı gruplar vardır. Varlıklarını sürdürebilmeleri için kargaşaya ihtiyaçları vardır. Barış ve sükunet ortamı oluşursa onların varlık sebebi sorgulanmaya başlar ve neticede ortadan kalkarlar.

İşte PKK ve BDP'nin varoluşunun temel sebebi budur. Düşünün, anarşi ortadan kalkmış, herkes huzurlu. Bu ortamda zaten PKK var olamaz. Peki ya BDP. Böyle bir ortamda BDP neyi savunacak? Zaten şu anda savunacak bir şeyi yok. Ne istediği de belirsiz gibi görünüyor ama aslında belirsiz değil, tek istediği fesat. Son olayda bu daha da belirginleşti. 13 asker şehit oldu, BDP ne dedi: 'Demokratik özerkliğimizi ilen ediyoruz.' Ne kadar komik. Eğer Kürtçe yasak olsaydı Kürtçenin yasak olması nedeniyle cihat (!) ettiklerini söyleyeceklerdi. Siz ne yaparsanız yapın, ne kadar çabalarsanız çabalayın onlar mutlaka bir şey bulacaklardır. Çünkü ana amaç insanların mutlu ve huzurlu yaşamaları değil, insanların iyiliği değil. Ana amaç kendi varoluşlarının sürdürülebilmesi için sürekli bir fesat halinin var olması. Bunun için o kadar komik şeyler ortaya çıkarabilirler ki şaşırırsınız. Kısa süre önce şahit olduk. Kendi diyanet işleri olacakmış. Bunun için Sultanahmet meydanında kıldıkları komik cuma namazı izleyenlerin şaşkınlık dolu bakışları altında gerçekleşti. Bu mümin (!) BDP'lilerin çoğu ayakkabılarıyla, kıbleyi şaşırarak, 3 yaşındaki çocuğun namaz kılması gibi namaz kıldılar. Arkasından bir de baktık ki Kürtçe ezan istiyorlar.

Gün geldi önderliğe bağlı olan bu mümin (!) BDP'liler önderlerinin barış çağrısına da kulak vermediler ve 13 askeri şehit ettikten sonra demokratik özerklik (o da ne oluyorsa) ilan ettiler. Çünkü önderleri kendi varoluş sebebini sürdürmek istiyordu ve barış görüşmelerinde muhatap kabul edilmek önderlerinin varoluşunu sürdürebilmesinin yegane yolu idi. Ama önderleri yanılgı içindeydi. Çünkü bu durumda BDP'nin varoluşunu anlamsızlaşıyordu. Bu nedenle fesat devam etmeliydi. Askerler ölmeliydi.

Temel kural şudur: 'Teröristle anlaşma yapılmaz.' Teröristin Kuran'daki terminolojik karşılığı müşriktir. Müşrikler necistir. Ne zaman tövbe ederler ve müslim olurlar, o zaman onlarla konuşulur.

Peki PKK kamplarının nerde olunduğu bilinmiyor mu? Kandil dağında değiller mi? Gazeteciler oraya gidip röportaj yapabiliyor. O zaman niye asker gidip kendi röportajını yapmıyor. O dağı neden yerle bir etmiyor? İşte ben bu soruyu sorarım. Gidersin, o dağı yerle bir edersin, teröristle de her zaman savaşırsın. Ancak terörizm savaşla bitmez. İnsanların terörist olma sebebini ortadan kaldırırsın. Onlara Adil Düzeni getirirsin ve terörizm son bulur. Ancak şu çok açık ve net olmalıdır. Devlet teröristle anlaşmaz. Teröre bulaşmanın sonunun ölüm olduğunu insanlar bilmelidir. Onlarla anlaşmak ona meşrutiyet kazandırmaktır.

Kandil dağının niye bombalanamadığına gelince, bunun tek sebebi vardır: dış müfsidler. İşte o dış müfsidler bugün devlet tarafından açıkça belirtilmeli, bütün insanlara anlatılmalıdır. İnsanlar dost görünen dış güçlerin ne oyunlar oynadığını açıkça görmelidirler ki PKK'nın ne tür pis oyunlarla meydana getirildiğini ve sürdürüldüğünü öğrensinler. Olayların iç yüzü açığa çıkmadıkça terör sonlandırılamaz. 90'lı yıllarda sürekli fail-i meçhul cinayetler olurdu. Birisi öldürülür ve öldüren asla bulunamazdı. Bugün neden olmuyor? Çünkü cinayetler fail-i meçhul değil artık. Suçlu bulunuyor. PKK'nın içyüzü de artık çekinilmeden devlet tarafından açıklanmalı, belgelerle halka anlatılmalı. İşte o zaman ne PKK kalır, ne bugünkü BDP. Niçin bugünkü BDP dedim? Çünkü onlar da akıllanacak ve gerçekten yaşadıkları bölgenin refahını isteyeceklerdir. Çünkü hak olan budur. Hak olanı istemedikleri sürece onlar da batıl olarak sönüp gideceklerdir.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
21.07.2011
13:30

Lütfi Kardeş;

Aşağıdaki bu önerilere ne dersin?..

*

MEB için öneriler

Düşünüyorum da, mesela beden eğitimi diye bir ders mi olur.. Bırakın çocuklar istedikleri yerde istedikleri alanda spor yapsınlar.. Antrenörler pedagojik formasyona sahip olsunlar, tamam, teorik bilgi de verilsin, sağlık, tarih, teknik, o da tamam. Ama 19 Mayıs için gösteriye çıkacak çocuklara kültürfizik eğitimi ile sınırlı bir spor dersi için bu kadar insan kaynağı, fiziki mekan ve donanım israf.. Bu para spor kulüplerine verin ve onları denetleyin. Bizim çocuklarımız da haftada bir gün adamakıllı spor yapsınlar. İsteyen futbol oynasın, isteyen basketbol, isteyen atletizm yapsın. Aldıkları notları da karnelerine işleyin.. Kim ne kadar öğrenci yetiştiriyorsa o kadar kaynak aktarın onlara.. Belediyeler, vakıflar, dernekler, sendikalar, spor kulüpleri bu işe bir el atsınlar, okulların spor salonları da bu kuruluşlara devredilsin.. Din dersi de öyle.. Bu işi cemaatlere bırakın, siz denetleyin.. Vakıflar, mabedler bu ihtiyacı karşılasınlar. Müfredatı birlikte belirlersiniz.. Herkes dinini ve ana dilini de mesela, 20 kişilik bir sınıf oluşturuyorsa, okul binasında, değilse vakıf, dernek, sendika, belediye ve dil okullarının oluşturacakları sınıflarda isteyen Kürtçe’nin istediği lehçesini, Gürcüce, Boşnakça, Arnavutça, Süryanice, Keldanice, Aramice, Asurice, Ermenice, Rumca, Boşnakça, Arapça, İbranice hangi dili istiyorsa onu öğrensin ve devlet öğrenci başına bu kuruluşlara bir para ödesin. Müfredatı belirlesin ve notlarını karnelerine işlesin.. Bu proje ile Lüksemburg’da aslen Konyalı, orada yaşayan bir bankacı arkadaşın kızı lisede iken 7 dil öğrenmişti.. İsteyen elçilik ve konsolosluklarda açılan kurslara gider, büyük şehirlerde.. Ve kesinlikle öğrenim süresi içinde, mesela İSMEK gibi sertifika programlarına katılan kişilerin, mesela ebru, fotografçılık, tiyatro gibi kurs sertifikaları da diplomalarında yer alabilmeli. Ben 7 senelik İmam-Hatip okulunu 9 senede bitirdim, 2 sene de Arap filolojisinde Arapça, Farsça ve Urduca okudum, İmam Hatibe başlamadan Kur’an-ı Kerim okumasını da biliyordum, buna rağmen ne Osmanlıcam doğru düzgün ne Arapçam.. 7 yaşındaki torunum Dubai’de yaşayor, Arapça, İngilizce Türkçe konuşuyor ya hu! “Ey Türk gençliği”nin Arapça’sını ezberletmekle olmuyor bu iş. “Ya eyyüheşşebabittürki” diyip kalıyorsunuz.. Dubai’deki akıl hastanesindeki 9 yaşındaki zeka özürlü çocuklar da Arapça konuşuyor.. Hiç olmazsa din ve etnik köken itibarı ile seçmeli dil derslerini okul dışına çıkartalım.. Devlet düzenleyici ve denetleyici olsun. İsteyen Zazaca, isteyen Gurmanço, isteyen Soranice öğrensin.. Kitap ve kültür piyasasını canlandırmak için de bir önerim var.. Talim terbiyenin belirleyeceği kitapları ders dışında okumak isteyen öğrenciler, okudukları kitabı özetleyen ve tanımlayan ev ödevleri yapsınlar, sınıf öğretmeni buna not versin.. Ayda bir kitap için, aldığı nota orantılı olarak devlet kitap parasını geri ödesin. 10 liralık bir kitabı okuyup özetleyen öğrenci 6 almışsa 6 lira alsın. 4’den aşağı almışsa, yeni bir kitap almadan önce o kitabla ilgili notunu yükseltsin. Aynı şey, sinemaya, tiyatroya giden, fuara giden, müzeye giden öğrenci için de geçerli.. Bilet ya da fişini ödevine ekleyip sınıf öğretmenine verecek.. Arkası arkasına 3 etkinlikten iyi alan bir öğrenci, ayrıca bir yıllık dergi aboneliği kazansın mesela.. Buna benzer bir uygulama bazı Avrupa ülkelerinde deneniyor. Belediyeler, vakıflar, firmalar da bu kampanyaya destek veriyor.. Resim-müzik gibi sanat dersi bu sisteme entegre edilebilir.. İsteyen fotoğrafçılık, isteyen sinema ya da tiyatro dersi alsın.. Sayın bakan arzu ederse projeye ilişkin daha ayrıntılı bilgi verebilirim.. Bana kalırsa başbakanın açıkladığı şu e-kitap konusu da son derece hayati. Ancak bu konu sadece donanım sorunu değil, veri madenciliği gerekiyor.. Bunun için akademik envanter, beyin envanteri, işletim sistemi, sanal referans kütüphaneleri konusu var.. Tabii eğer bu konu ile ilgili karar vericiler için de arzu ederlerse düşüncelerimi aktarabilirim.. Bilgilerin spetial bir veri tabanı üzerinden zaman, mekan, tema birey koordinatlarında taranabilmesi, bilgilerin coğrafya ile ilişkilendirilebilmesi, asimetrik sorgulama yapılabilmesi, geriye dönük sorgulama yapılabilmesi gerek. Bu konuda okulların altyapılarını korumaları için modeller geliştirilip, bu alanda yerli üretim için zaman tanınması belki Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve TOBB ile işbirliği yapılarak, bu konuda teknoloji ve proje desteği sağlanmalı ve bu dev yatırımın yerli yazılım ve üretimi için teşvik ve muafiyet sistemi geliştirilmelidir.. Eğer iyi bir model üretebilirsek bu sistem bölgeye de ihraç edilebilir. Yeni bakan Ömer Dinçer’e yeni görevinde başarılar diliyorum. Bakanın şahsı ile ilgili beklentilerimin yüksek olduğunu belirtmeliyim, normal bir başarı başarı sayılmayacaktır. Selâm ve dua ile..

*

20.07.2011

Abdurrahman DİLİPAK

***

Yine MEB

Dün kaldığımız yerden devam edeyim. Şu üniversiteye hazırlık kursları kalkmalı artık.. Ne gerek var bu kurslara. Çünki öğrenciler okulda yeteri kadar hazırlanamıyor. Niçin? Çünki bir sınıfta 40 kişi var, zeka seviyeleri farklı ve öğretmen hepsi ile baş edemiyor. Bu Üni.’ye hazırlama kursları okul olsun o zaman, öğrenci sayısı normale iner. Kursların fiziki mekanı var, donanımı var, insan kaynakları da var. O parayı verecek öğrenci de var, o zaman niye bunlar okul olmuyor? Hem okula git, hem kursa, bu kadar para, zaman. Çocuklar aynı şeyleri okumaktan bıkıyor. Kitap allerjisi oluşuyor gençlerde.. Üni.’ye hazırlanma için interaktif eğitim programları oluşturulabilir. Açık lise değil IP lise, ister realtime izlesin, ister download etsin ve aynı zamanda anlamadığı yeri VOIP’den sorsun. Arkadaşları ile özelleştirilmiş bir MSN platformu üzerinden haberleşebilsin. Her okula sanal kütüphane kurmak çok zor değil. Her yerden, her zaman erişim imkanı olmalı.. Dahası ilköğretimden başlayarak, hayat boyu, mesleki, kültürel, sanatsal, her türlü teorik eğitim internet üzerinden verilebilir. Anlaşmalı, akredite uygulama merkezleri de kurulabilir.. Yüzlerce dal, sinema, fotoğraf, 40 dil ve lehçe ya da 100 dil.. İlk yardım, gitar, tiyatro, kanun, had, ebru, Osmanlıca.. Örgün eğitime bu sanal eğitim entegre edilebilir. Sınavla sertifika verilebilir ve bunlar eğitim gördüğü dönem içinde seviyesine göre karnelerine işlenebilir. Hepsi de öğrencinin toplam kredisini etkiler.. İsteyen Kur’an-ı Kerim okur, isteyen İncil, isteyen Tevrat.. Hatta tüm dünyadan öğrenci kaydı alınabilir. Bugün bir Türk öğrenci British Council üzerinden mesela Cambridge Üni.’ye kaydolup oradan tek ders temelinde, lise seviyesinde ya da bağımsız sertifika için kayıt olabiliyor, ders alabiliyor, realtime izleyebilir. Buradaki BC’de sınava girip kağıdınız İngiltere’de okunup sertifikanız size aynı yolla gönderilebiliyor.. Bu sertifikalar Türkiye’de de geçerli. Peki biz niye aynı şeyi yapmıyoruz. Biz daha İSMEK’i örgün eğitime entegre edemedik.. Japonya’da Hat, Ebru, Minyatür eğitimi. Sınavlar anlaşmalı eğitim kurumları ve kültür sanat merkezleri ve eğitim ataşelikleri üzerinden de yapılabilir.. Kayıt parası, sınav harcı, eğitim danışmanlık ücreti derken sistem kendini oto finansman yoluyla sürdürür hale gelir.. Bizde de lise yıllarında gece ya da yaz aylarında bu sertifika programlarına katılanlar, akademik branşlarını seçerken kendilerine şans getirir.. Tercih sebebi olur.. Ana dil yanında her türlü teorik eğitim için IP Okul destek görevi verebilir.. Dün yazmıştık, gençlerin okudukları kitapların parasını devletin karşılamasını. E-Kitapta kitap maliyetleri beşte birden daha az. Hatta bütün zaman için değil, dar bir zaman aralığı için kiralarsanız bu maliyet onda bire kadar düşer.. Burada isteyen yemek tarifi öğrensin, ister bahçe kültürü, isteyen ikebana dersi alsın.. Her meslek için sağlık, pratik mevzuat, meslek etiği, çevre, kalite ve verimlilik dersi de alabilir.. Açık lise var da niye IP Lise yok. Neden bazı okullarda dersler realtime, internet üzerinden yayınlanarak IPTV üzerinden eğitim desteği sağlanmıyor.. Özel kurumların sanat ve diğer eğitim programları da MEB’in oluşturacağı veri madeni databasesine entegre edilebilir. Belki bakanlık bu anlamda elektronik eğitim için bir şûra da düzenleyebilir. Ya da bu konuda kapsamlı bir stratejik plana ihtiyaç var. Yani konu sadece e-kitapla başlayıp bitmiyor.. YÖK’ün de bu sürece katılması gerek. Bütün doktora çalışmaları E-BOOK olarak yayınlanabilir. Bunun için de bir beyin envanteri ve akademik envanter çalışması yapıp bu verileri özel, kamu, yerel yönetim ve uluslararası markete açacak bir ajans kurulabilir.. Belki TÜBİTAK ve TUBA’nın asıl yapması gereken bu. Bu konuda bir master plan gerekiyor.. Mesela, Bizans üzerine İngiltere’de sertifikasyon programından ön lisans, lisans, yüksek lisans ya da doktora seviyesinde 43 yıl eğitim almak mümkün. Bu kadar Vakıf Üni. var, Açık Üniversiteden daha ileri bir Üni. sistemi olan IP Üni. konusunda neden Vakıf Üni.’lerin bir girişimi yok. Bu Üni.’lerin derslerini internetten yayınlamasından ibaret değil bu konu.. IP Üni., Ekonomi hocasını Japonya’dan, Tıb hocasını İngiltere’den, Siyaset hocasını ABD’den klasik sistem bir üniversitenin derslerini internet üzerinden aktarabilmeli, bazı dersleri de bağımsız bir şekilde bu isimlere ABD’den bağlanarak alabilmeli ve yine destek dersleri de stüdyoda download sistemi yanında live desteği ile sürdürebilmeli.. Bu konuda yeni ve kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç var. Bu sertifikasyon programı hayata geçirilecek olursa, Üni. giriş sınavı filan da artık anlamsız hale gelir. Madem herkes Üni.’li olacak, çalışırken eğitim için de bu şekilde ömür boyu sürecek yeni bir eğitim altyapısı oluşturulmuş olur. Selâm ve dua ile.

21.7.2011

Abdurrahman DİLİPAK





Sayı: 109 | Tarih: 17.07.2011
Mahir Kaynak
Yeni Osmanlıcılık
Allah’ı kimse yenemez.
1656 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Bir Medeniyet Değiştirme Mâcerası...
Yeni Medeniyet Gelecek
1385 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Aman 90'lara dönmeyelim
Fesattan beslenenler
1192 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Taha Kıvanç
Tamil Kaplanları mı? Ağzından yel alsın...
Erbakan, Erdoğan ve barış
1060 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Ruşen Çakır
BDP boykotu fazla uzatamaz
SAĞDUYUYA DAVET
1037 Okunma
3 Yorum
Tayibet Erzen