Çok ırklı tek millet
1955 Okunma, 11 Yorum
Ahmet Taşgetiren - Bugün
Zübeyir Erol

Bazen, aynı ırktan olup, tek millet olunamayabilir. Alın Boşnak ve Sırplar'ı... Slav ırkındandırlar ama aynı millet değildirler. Bu da en açık biçimde, son Bosna faciasında görülmüştür.

 

Bazen, aynı ırktan olup, tek millet olunamayabilir. Alın Boşnak ve Sırplar'ı... Slav ırkındandırlar ama aynı millet değildirler. Bu da en açık biçimde, son Bosna faciasında görülmüştür.

Bazen de, aynı ırktan olmayıp, tek millet olabilmek mümkündür. O da, Türk-Kürt örneğinde görülmüştür.
Bu yargıya "Acaba böyle midir? Yoksa bu bir hüsnükuruntu mudur" sorusu sorulabilir.

İtirazların tamamının farkındayım. Hatta ben dahi, "Tek"li tanımlamalarla başlayan nutuklarda "Tek millet" söylemine takılanlardanım.

Çünkü bu, soyut biçimde söylendiğinde etnik anlamda "Tek millet" algısına yol açıyor ve bir etnisite adına diğer etnisitelere ikinci sınıf muamelesini akla getiriyor.

Ne yazık ki Türkiye örneğinde, uzun süre devlet politikası böyle oluşmuştur.

Her ne kadar "Türklük" bir etnik tanımlama değil, kuşatıcı bir tanımlama" dense de...

Neyi amaçlamışız?

Diyelim, Kürtler'i Türkleştirmeyi..

Yani asimilasyonu. Bunu derin devlet bilinci haline getirmişiz.

Kürtler'in ya Türklüğü kabul etmesini ya da Türk iradesine boyun eğmesini.

Hele bunu yaparken bir de Türk'ü Kürt'ü "Tek millet" yapan ortak paydayı aşındırma gibi bir politika uygulamışsanız, kendi elinizle "Tek millet"in kuyusunu kazmışsınız.

Gelinen noktada, geniş Kürt toplumunda bir mağduriyet hissi, bir kesiminde ise öfke, isyan duyguları oluşmuşsa, bu tamamen "asimilasyonist" devlet politikalarının ürünüdür. Tam bir "Kendim ettim kendim buldum" olayıdır.
Peki Tayyip Erdoğan'ın, bir yandan "Biz asimilasyonist, inkarcı, retçi politikaları ortadan kaldırdık" derken bir yandan da "Tek millet" söylemine sahip çıkması neyin nesi oluyor?

Bence farkı anlatamıyor.

Ne yazık ki bu iş böyle.

Bence, "Tek millet" olmaya inanıyor Tayyip Erdoğan. Türkler'le Kürtler'in ve bu topraklarda yaşayan başka etnisitelerin "Tek millet ruhu"nda buluşmalarının doğru ve mümkün olduğuna inanıyor. Ama bunu, bir tek etnisite altında düşünmüyor.

Kırıkkale'de konuşurken, ilginç bir kurgu yaptı mesela. Dedi ki: "Evet tek milletiz biz. Türk'ü; Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Boşnak'ı, Arnavut'u olarak tek millet" diye devam etti.

Bu söylemdeki incelik ne?

Türk'ün de diğer etnisitelerle eşit paydada dile getirilmesi...

Demek istiyor ki Başbakan:

"Biz, bu topraklarda farklı etnisitelere ait olabiliriz ama bizi tek millet haline getiren bir ruh var!"

Evet, ruh var.

Devlet ideolojisi bu "Ruh"u devreden çıkararak, tek bir etnisiteye hakimiyet verip, diğerlerini de, bu renge boyamayı tercih etmiş...

Başbakan, bu devlet yaklaşımına cepheden karşı çıkamıyor, bir.

Bu topraklardaki farklı kavimleri birleştiren "Ruh"un adını koyamıyor, iki.

O "Ruh"un adını biliyor ama koyamıyor.

Anadolu'da Türk-Kürt birlikteliği, gerçekten çok özgün bir nitelik kazanmış.

O yüzden "Tek millet" nitelemesi çok yanlış gözükmüyor.

Meydanlarda "Kürtçü" nutuklar atan bir adayın eşi Karadenizli ise yarın çocuğu siyaset kürsüsüne çıktığında "Ben ki, Kürt baba, Türk anadan doğan bir kişi olarak melezliğin şanını savunmak istiyorum" gibi bir nutuk mu atacak? Türkiye'de böyle 10 milyon insan var. Çocukları Türk mü, Kürt mü, Arap mı, Çerkez mi, Laz mı, Gürcü mü tanımlayamayacağınız milyonlarca insan...

Belli zamana kadar, gayrimüslim unsurlar bile, en azından "kültür" planında "Tek millet" çerçevesine giriyor olmuşlar.

Şunu derim: Tırnak sökmek bir işkencedir. Çünkü etle tırnak, birbirinden kopmayacak şekilde bütünleşmiştir. Türkiye'de, kavimler üzerinden bir ayrıştırma, her kavim için etle tırnağın ayrışması gibi çok büyük acılar getirecektir. O adeta bir "Ruh" kaybıdır.

Statüko, "Türk etnisitesi" vurgusuyla Kürtler'e büyük acılar yaşatmıştır, şimdi terörle iç içe bir başka statüko yapılanması "Kürt etnisitesi" vurgusuyla, herkese büyük acılar yaşatma potansiyelini taşımaktadır. Bunu önlemek Türkiye'nin basiret sınavıdır.

 

Yorum: Kaş yapayım derken göz çıkarmak

 

Yazar konuya Boşnaklar ve Sırpların aynı ırktan farklı milletler olduğunu vurgulayarak girmiş. Evet, bu doğrudur. Sebebine gelince farklı dine mensup olmaları diyebiliriz. Sırplar Boşnakların Müslümanlığı kabul etmelerini bir türlü hazmedememiş ve yapmadıklarını bırakmamışlardır. Burada anlaşılır bir durum vardır.

 

Türkler ve Kürtlere gelecek olursak Başbakanın bahsettiği ruh Müslümanlıktır. Ve tabi Türk Kürt ayrışması dini bir etkiden uzaktır. Türkleri ve Kürtleri aynı millet yapan Müslümanlık olgusudur.

 

İnsanların mensup olduğu din, ırk ve mezhepler tarihte ayrışma maksatlı kullanılmıştır. Türkler ve Kürtler arasında ırksal bir ayrışma vardır diyemeyiz. Bunu anlamak için her iki taraf halklarının birbirleriyle kurdukları münasebetlere bakmamız yeterlidir. Bu bariz bir şekilde suni olarak oluşturulmuş bir sorundur.

 

Sanıyorum bir AB araştırma komisyonunun raporunun sonucu şu şekildeydi. Türkleri tanımlarken “Farklı ırklara mensup insanların ben Türküm diyerek huzur içinde yaşadığı bir ülke” gibi bir izah yapmışlardı. Türkler tarihin hiçbir döneminde ırksal ayrımcılık yapmamışlardır. Bu durum Kürtler için de geçerlidir. Var olduğu iddia edilen sorun daha ziyade İslami hassasiyeti nispeten az olan kesimler kullanılarak oluşturulmuş ve iki taraf halkı tarafından rağbet görmemiş durumdayken artık herkese yutturulmuş bir şekle dönüşmektedir. Burada her iki kesim halkının İslami hassasiyeti ve Müslümanlık kavramını sanki geri kalmışlık sebebiymiş gibi görmesinden ileri geliyor olabilir. Bu durumda Başbakan “Ruh” ifadesini kullanırken eksik ve hatalı bir kullanım yapmış oluyor.   

 

Türk kelimesi türeyen, çoğalan gibi manaları vardır. Başa dönecek olursak Balkanlarda Müslüman olan Hıristiyanlara Müslüman oldu değil Türk oldu ifadesi kullanılır. Buradan hareketle Türkleri ve Kürtleri aynı millet yapan ruh Müslüman olmalarıdır denilebilir. Bu nokta daha çok ön plana çıkarılmalıdır. Zira son zamanlarda yakın çevremizde İslami hassasiyeti olan Kürt kardeşlerimiz bile bu ayrışma oyununa alet olmaktadır. Çünkü ancak bu şekilde halk birbirine düşman edilir. Beni korkutan nokta sadece budur. Eğer bunu başarırlarsa iş tehlikeye girer. Bunu engellemek için Müslümanlık vurgusu hiç çekinmeden ve eğilip bükülmeden dile getirilmelidir kanaatindeyim.

 

 

Zübeyir Erol


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
30.05.2011
09:44

Evlat...

Bak, bugün ne güzel demişsin...

Kaş yapayım derken göz çıkarmak...

Neydi o geçen hafta yazdıkların...

Sen bekar adamsın, sana ne çok evlilik meselesinden...

Daha birinciyi almamışsın; çok evlilik üzerine ahkam kesiyorsun!!!

Aklını başına topla, bu konular Türk toplumunda hassas konulardır, şimdilik üzerinde durma; yoksa evde/evliliksiz kalırsın!!! Sana tavsiyem:

Kaş yapayım derken göz çıkarma...

Bir de herkese tavsiye:

Adil Düzen Çalışanları olarak her şeyi hallettiniz de bir tek bu mesele mi kaldı?!.

Sizler de "kaş yapayım derken göz çıkarmasanız" iyi olur...

Ve's-selam mea'd-dua.. dua.. dua...

Lütfi Hocaoğlu
30.05.2011
10:13

Zaten amaç budur. Öyle hale gelmeli ki bu mevzu konuşulmamalı bile.

Öyle bir psikolojik baskı yapılmalı ki bu konudan bahsedilmemeli bile.

Reşat abinin bu psikolojik baskıya yenik düşerek yaptığı bu yorumu bu konuda ne kadar başarılı olunduğunun göstergesidir.

Oysa Zübeyir olayın niçin meydana geldiğini çok güzel bir tahlilini yapmıştı. Analiz çok doğruydu. Bu tür olaylar çevremizde sürekli olmaktadır. Evli erkekler sürekli ilişki içindedirler ve hanımları tarafından bu zinaya ses çıkarılmamaktadır. Bu kaseti çıkanlardan kaç tanesinin hanımı boşandı. Çünkü ataların dini gereği gizli yapılması doğru gösterilmektedir. Helal olanı ise bu tür psikolojik baskılarla haram hale getirilmektedir.

Eğer toplumun bu psikolojik baskısına yenik düşersek (Reşat abinin yenik düşmesi gibi) hak olanı asla savunamaz hale geliriz. Hak olan ne ise o haktır. Kim ne derse desin. Helal olan ne ise helal olan odur. Haram olan ne ise haram olan da odur. Haramı defetmenin yolu helal olanının gelmesidir. Varsa başka çözümü Allah'tan iyi biliyoruz (haşa)iddiasından başka bir şey değildir.

Allah'tan daha iyi bildiğini iddia eden mümin erkekler ve mümin kadınlar müminliklerini sorgulamalıdırlar bence.

Reşat abi de hak olanın ne olduğunu gayet iyi bilmekte ama artık o kadar bunalmıştır ki sıkılmıştır ki bu konudan yani o da psikolojik baskılardan usanmıştır ki konunun açılmasını bile istememektedir.

Ne diyelim, Allah bu topluluğu helak etmezse sadece bu bile büyük bir nimettir.

Reşat Nuri Erol
30.05.2011
11:20

Lütfi Kardeş;

Meselemizin yani davamızın bir de şu yönü var...

Bazıları (bunlardan biri bizzat babamdır), hanım kardeşlerimiz ve elbette İslam düşmanı laikler ve dinsizler/düzensizler; İslam'ın, İslamiyet'in ve Adil Düzen'in bu kadar meselesi varken ve onlara her türlü saldırılar oluyorken hiçbir tepki ve reaksiyon göstermezken, her neden ve nehikmetse, "özellikle bu konu" açılınca feveran ediyorlar, canla-başla adeta kendilerini paralarcasına ilgileniyorlar(!!!), kimileri de tepinmeye başlıyorlar veya burada yazamayacağım daha başka şeyler yapıyor veya konuşuyorlar; neredeyse dinden/düzenden çıkacaklar!!!

Ya da onların zaten Allah'ın gönderdiği ve peygamberlerin yaşadığı dini/düzeni yok mu; ona zaten ihtiyaçları yok mu; kendi akılları ve anlayışları onlara yetiyor mu...!!!???

Aynen bugünkü sözde Müslümanlar gibi...

Onlara göre;

-Allah'ın Kiatabı'ndaki ayetler yanlış veya eksik...

-Çok evlenen bütün peygamberler hayatlarındaki en büyük yanlışı yapmışlar...

Öööfff...

Gerçekten sıkıldım...

Yazarken bile bu Allah ve peygamberlerden çok bilmiş/bilen sözde Müslümanlardan sıkılıyorum...

Sadece seninle yaşadıklarımızı düşünsene; ikimize o günler bile yeter...

Allah dünya ve ahiretteki sonumuzu hayreylesin...

Selam, sevgi ve dua ile; dua, dua...

Sabır, salat ve de dua, dua...

Kardeşin Reşad

Reşat Nuri Erol
30.05.2011
12:32

Gençler evlenemiyor, medya (ve müslümanlar) çok eşlilik derdinde...

Fatma K. Barbarosoğlu

Yeni Şafak, 30.05.2011 18 Mayıs tarihinde yayınlamış olduğum, Kant'ı şekerli su sanan adamla evlenilir mi yazıma çok yoğun ilgi oldu. Ne zaman gündelik hayat ile ilgili bir yazı yazsam böyle oluyor. Sanırım insanlar müdahale edemedikleri büyük hikaye yerine baskısını üzerlerinde hissettikleri kendi küçük hikayelerinin daha çok nazara verilmesini istiyorlar. Geçen haftayı dört eş yasal olsun diyen bir "evlilik danışmanının" satırları üzerinden başlatılan suni gündem ile kapattık. Niye suni gündem diyorum. Türkiye'nin gündemi çok eşlilik değil gençlerin evlenememeleri. Gençler özelikle genç kızlar neden evlenemiyor? Diyanet İşleri'nde görev yapan S.B.'nin mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü "sahada" olan birisi olarak S.B çok enteresan gözlemlerde bulunuyor. Bu gözlemlerin ortak noktası gençlerin evlenecekleri kişiyi seçerken, kriterlerin değişen sıralaması üzerinde yoğunlaşıyor. "Kant'ı şekerli su sanan adamla evlenilir mi?" yazınız önemli bir konuya değinmiş gerçekten. Yakın bir arkadaşım, bir tanışma görüşmesinde ilahiyat mezunu bir bey'i Muhammed İkbal'in kader anlayışından haberi olmadığı için eledi. Bu kızımız din felsefesinden yüksek lisans yapıyor ve ısrarla "bir ilahiyatlı Muhammed İkbal'i nasıl bilmez" diyor. Bir başkası dergi editörlüğü yaptım diyene "Keşkül dergisinde şunları beğeniyorum" deyince karşısındaki "o dergiyi bilmiyorum" demiş ve kızımız "bir dergi editörü Keşkül'ü nasıl bilmez" diye kızarak talibini ilk görüşmede eliyor. Aslında birbirlerini beğenemiyorlar ve bunlar bahane mi oluyor diye düşünmeden edemiyorum.. Fazla okuma- tahsil, kızların fıtratını bozuyor olabilir mi? Kuracağınız ailenin rızkını nasıl temin edeceksiniz sorusundan önce, ya da eş olmanın anlamı üzerine görüş birliği aramadan önce, en son hangi film, hangi dergi hangi kitabı sormak gerekli mi gerçekten? Günümüz gençliği, kitaplardan ve sanal âlemden başını kaldırıp insanı göremiyor gibi... Bir insanı okuduğu kitaplardan, seyrettiği filmler üzerinden tanımak mümkün mü? Bir öğretmen bey yüksek lisans yapan bir genç kıza "iyi yemek yapar mısın" diye sormuş, kız içinden küplere binip, önce bu "sen" ifadesine takıp dışından "evde yemekleri annem yapıyor, benim vaktim olmuyor" diye cevaplamış. İlk görüşmede yemek soran bir adamı ben ne yapayım diyor. Kim haklı? Böyle insanlar var gerçekten... Birkaç kere evlenmek durumunda kalan sahabe hanımlar, "cennette hangi eşimiz ile olacağız" diye soruyorlar Resulullah'a.. "Ahlakı en güzel olanı seçeceksiniz" yanıtı ile rahatlıyorlar. Bu olayı ilk okuduğumda önce "kadınlar ne düşünmüş" diye onları küçümserken buldum kendimi. Biraz daha düşününce baktım ki, cennette bile eş olmak-eşi olmak dışında bir yaşamı kurgulayamıyorlar. Bu çok önemliydi aslında. Erkeklerden böyle bir soru hiç gelmiyor... Günümüzün erkekleri iyi aşçılık dışında başka hangi kriterler arıyorlar? Evleneceği kızın işinin sözleşmeli mi, kadrolu mu olduğuna yoğunlaşıp tercihini buna göre yapanlar var. Yani kavvam olmak istemeyen ev mesuliyetini evleneceği kadına yüklemek isteyen "modern Müslüman erkekler!" Bir arkadaşım bu niyeti sezince "Ben işimden belki de istifa eder, evde oturabilirim" demiş muhatabının niyetini anlamak üzere. Beklenildiği gibi, talip kadrolu bir hanım istediği için bir daha görüşmeye gerek bile kalmamış. S.B.nin mektubu bu minval üzere devam ediyor. Evlenme yaşının gecikmesi ile modern hayat arasında doğru orantı olduğunu söylemek mümkün. S.B'nin de dile getirdiği gibi gençlerin evlenememesinin faturası, daha ziyade eğitim görmüş tahsilli kızlara çıkarılıyor. Tahsilli kızların, tahsil görmemiş kızlara oranla daha zor evlenebildiği doğru. Ancak bunun tahsilli kızların kariyeri ya da muhatabında çok farklı şeyler istemesi ile doğrudan alakalı olmadığını düşünüyorum. Tahsiline devam etmeyen kızlar söz konusu olduğunda bütün bir muhit o genç kızı evlendirmek için seferber oluyor. Ama tahsilli kızlar söz konusu olduğunda "kendisi bulur" anlayışı ortaya çıkıyor. Otuz kırk yıl önce gençlerin ailelerinin hilafına "severek evlenmeleri" hoş karşılanmazken bu gün gençlerin evlenecekleri kişileri kendilerinin bulması adı konmamış bir teşvik ile onaylanıyor. Aileler mesuliyetten kaçarken gençler her görüşmeden sonra "mutlu bir evlilik için kaderim olan kişi bu mu?" endişesini yaşıyor. Mektupta dile getirilen "eleme yöntemleri" doğru kişiyi bulabilme kriteri olarak değerlendirilebilecek hususlar. Peki, gençler neden doğru kişiyi bulamıyorlar? Ya da bulduklarını düşündüklerinde, bu düşüncelerinden neden emin olamıyorlar? Emin olanların evlilikleri neden yürümüyor? Bu soruların cevabını Çarşamba günü birlikte arayalım. Birlikte arayalım dedim... Öyleyse sizlere yeni asistanımızın e-posta adresini vermem gerekiyor. Adres şöyle: guntulua@yenisafak.com.tr Konu ile ilgili görüşlerinizi bu adrese yazarsanız sevgili Güntülü Hanım bana ulaştıracaktır. (Evet asistanımızın adı bir şiir dizesi gibi. Babası Nihal Atsız'ın bir romanında geçen kahramandan esinlenerek koymuş bu ismi.)

Süleyman Karagülle
30.05.2011
22:04

Bir hanım ilmi tahlil ortaya koyarak çok evlilik serbest olmalıdır diyor. Bu vesile ile ben de “Şeriata göre çok evlilik ne demektir” konusunda bir kaç söz söyleyeyim. Önce şunu belirtmem gerekir ki Peygamberlere karşı çıkan halk hep şunu demiştir. Babalarımızdan ve dedelerimizden böyle bir şey duymadık. Onlar Türk halkından daha haysiyetliydi. Çünkü babalarımız diyorlar. Bizim kardeşlerimiz ise batı ne söylüyor, yani sömürü sermayesi ne söylüyor ona bakıyorlar. Biz sermeye babalarımızdan böyle bir şey duymadık diyorlar. Tek evlilik hastalığı nereden gelmektedir. Tekel sermaye dünyayı tek sermaye devleti haline getirmek istemiş bunu başarmak için de İsrail oğulları dışındaki tüm halkı aileden, dinden milletinden, mülkiyet zevkinden yoksun hayvan gibi bir ırgat üretmek istemiştir. Din düşmanlığı ile aile düşmanlığı yapmaya başlamıştır. Çok zeki olan bu ırk halkı tuzağa düşürmeyi çok iyi bilmiştir. Önce boşanmayı yasaklamıştır. Sonra çok evliliği de haram etmiştir. Evlilik dışı ilişkileri de zina saymamıştır. Kadına da iş vererek kendi başına yaşama imkanı sağlamıştır. Bununla ne yapmıştır. Önce evlenmekten vazgeçmişlerdir, erkekler. Böylece kocasız kadınlar evlilik dışı ilişkilere girişmiş buda onları dinden etmiştir. Çünkü Hazreti İsa diyor ki gözün zina yapacaksa onu oy da cehennemden kurtul diyor. Boşanmanın imkansız olması, evliliğin yasaklanması anlamına gelmektedir. Bir kadın kocasız kalınca on kadar erkeği tatmin edebilir. Böylece on erek evlenmekten vazgeçer. Tüm aile yıkılıp gider. Reşat Erol bunu basit mesele+ olarak görür. Oysa hadislerde zina ile faiz eşit görünüyor ve biri ekonomik hayatı yıkar, biri de sosyal yapıyı mahveder. Allah’a inandıklarını iddia edip başlarını örten kızlarımıza şaşıyorum. Laiklerde evli kadınların ve erkeklerin başkalarıyla eğlenememeleri sadece eş hakkı olarak ele alınmaktadır. Evlilik ise sadece ekonomik bir ilişki kabul edilmektedir. Oysa biz de zina eş hakkı olarak değil sosyal düzeni temelinden ateşe verdiği insanlık hakkı olarak yasaklanmış bulunmaktadır. Tevrat’ta rejimle cezalandırılmış, Kuranda hadım yapma gibi ağır cezalar getirilmiştir. Elifi görse mertek zanneder derler, birde bakıyorum bunlar müçtehit kesilmiş fetvalar yağdırmaktadır. Önce şunu belirtmek isterim ki biz çok evliliği dini duygularımıza dayanarak savunmuyoruz. İnsanlığın yapısını dinamitlemekte oldukları için savunuyoruz. İslamiyet’te çok evlilik erkek hakkı değil, kadın hakkı ve o erkeğin görevi olarak teşri edilmiştir. Bu bütün usul kitaplarında yazılıdır. Kocasız kadın bırakmamak amacıyla teşri edilmiştir. Kadın erkek sayısı eşit olduğu zamanlarda, parası olanlar iki kadın alınca bazı erkeklere kadın kalmamaktadır. Zina da yasak olduğu için bazı erkekler karısız bırakılarak onlara zülüm yapılmaktadır. Önce şunu belirtelim ki tek erkek isteyen kadın evleneceği zaman çok büyük şartlar koyar. Mesela bir milyar mihir koyabilir. Kocası onu boşarsa onun akilesi bir milyar TL’yi ödemek zorunda kalır. O kadar kıymetli hanım varsa erkeği kendisine esir etsin. Koca bulamayan kadın kocasına asgari mihirle evlenir. Bunun anlamı sen ikinci kadın alabilirsin denmektedir. Sözleşme değil mi. Evlenecek erkek, kız bulursa ucuz mihirle evlenir. O halde çok evliliğin manası nedir bilir misiniz, kocasız kadın kalmayacak, evli kadının zinası da çok ağır cezası vardır. Dolayısıyla herkes ancak bir kadın bulacaktır. Sonuç olarak çok evliği yasaklamak demek fuhşu ve zinayı teşvik ederek aile müessesesini yok eder. Çok eşlilik azalır ama çok metreslik dünyası doğar. Oysa çok eşliliği serbest bıraktığınız zaman fiiliyatta tek evliliğe geçilir. Boşanma yasağı nasıl boşamayı, rüşvet yasağı rüşveti, uyuşturucu yasağı uyuşturucuyu artırıyor. Bu çok basit ilmi gerçektir. Ama tekel sermaye bütün bunları insanlığa koyunlar gibi yaptırmaktadır. Şunu söyleyerek sözlerimi bitireyim. Kuranda dört kadınla evlenebilirsiniz demiyor. Gerekli hallerde erkeklerin dört kadına kadar evlenmeleri farz kılınmıştır.

Reşat Nuri Erol
31.05.2011
19:19

Peki bugün istisna bir kesime hitap edebilecek çok eşlilik ihtimaliyle, kadınların çoğu neden kâbus görsün?

Ferhat Güneş'in yazısı

Çokeşlilik efsanesi

Çokeşlilik meselesi gündemimize periyodik olarak gelen hususlardan biri. Türkiye’de meseleler çözülmek için değil de laf olsun diye gündeme geldiği için sürekli aynı şeyleri dönem dönem konuşup duruyoruz. Bu meselenin son olarak bir hanım danışmanın sözleriyle gündeme gelmesi aynı şekilde, hiçbir ortak sonuç üretmeden geldiği gibi gitti. Bu konu gündeme geldiğinde genelde Müslüman camiada ikili bir tavır geliştiriliyor: Birinci durumda kişiler, meseleyi hiç aklına yatıramadığı, hiç kabullenemediği için hemen savunma psikolojisine giriyor ve anlamsız argümanlar geliştirerek köşesine çekiliyor. Bu tipin bir diğer türü, iş bizzat dine laf etmeye kadar gideceği için, Müslüman erkeklerin ahlâksızlığından dem vurarak meseleyi savuşturmayı tercih edebiliyor (bkz. NBK, Habertürk). İkinci tip ise tam tersine, günümüzün şartlarında zinaya düşmemek adına çokeşliliğin zaruri olduğunu düşünüyor ve bunun çare olarak görüyor. İlkinde kadınlar, ikincisinde erkekler ağırlıkta. Çokeşlilik konusu gündeme geldiğinde her iki gurubun yaptığı önemli bir hata, sanki bu meselenin genel uygulanabilir bir yöntem olduğunun sanılmasıdır. Oysa basit dört işlem matematiği bunun böyle olmadığını söyler bize. Çok basit bir hesap var çünkü: Genelde ülkelerde, kadın erkek sayısı birbirine eşittir, demek ki özel bir savaş vs. olmadığı müddetçe normal olan, 1 kadınla 1 erkeğin eşleşmesinin beklenmesidir. Hatta tam şöyledir: Doğumda erkekler biraz daha fazla doğarlar (105 erkek çocuğa, 100 kız çocuk gibi bir oran). Fakat doğumdaki bu erkek nüfus fazlalığı, erkek nüfusun her yaştaki daha fazla ölümü ve kadınların daha uzun yaşamasıyla dengelenerek, kadın erkek sayısı birbirine yaklaşır. Yani isteseniz de istemeseniz de açık bir sınır var, herkes çokeşli evlenemez, insanların geneli çokeşli olamaz, tekeşliliğe normalde zaten mecbursunuzdur. Genelde erkeklerin hemen her yaşta daha fazla evlenebilir nitelikte olduğu, kadınların ise özellikle yaşlılıkla birlikte evlenme ihtimallerinin daha da azaldığı düşünüldüğünde fark iyice açılır. Türkiye gibi, “ille de genç olsun” anlayışının hepten köklü olduğu bir ülkede bu fark muazzamdır. Yeterince kadın yok ki yahu, insanların büyük kısmı nasıl çokeşli olabilir ki? Hadi Rusya’ya sefer düzenleyelim deseniz, bu sefer Rus erkekleri ne yapacak, hepten votkaya mı dalacak? Basit iktisat bilgisi herhalde şöyle derdi: Eğer arz sabitse, denge noktasını geçtikten sonra istediğiniz kadar talebi arttırın, ticaret hacmi değişmez. Fakat talebin fazlalığı şuna yarar: Fiyat artar. 18-30 yaş arasında bekar kadın arzı sabitken, erkekler istediği kadar çokeşlilik hayali kursun, ne değişir ki? Bu hayali sadece ve sadece çok az, çok istisna bir kesim gerçekleştirebilir, o da muhtemelen zengindir. Gerisi sadece züğürt çenesidir, o kadar. Fakat dikkat: Tek bir şartla; nüfusta ciddi bir dengesizlik olmadığı müddetçe. Nitekim bu denge, özellikle büyük savaş ve felaket dönemlerinde erkekler aleyhine bozulma eğilimindedir. Bunu bir insanın Türkiye’de yaşayıp bilmemesi tuhaftır; çünkü Osmanlı’nın son döneminde peş peşe gelen savaşlarla, erkek nüfusun kırıldığı malumdur. Erkek nüfusun öldüğü, sakat kaldığı, kalanların işsiz güçsüz olduğu bir devirde; evlenebilir erkek sayısının evlenebilir kadına oranla azaldığı, tarihçiye sorulmasa bile, dede hikâyeleriyle bile öğrenilebilir. Anadolu’da bir yüzyıl öncesine gittiğinizde bütün evliliklerin çokeşli olduğu kasabalar görürsünüz. Ne yapacaksınız, hem o insanların sağlıklı bir aile ortamına kavuşması, hem de nüfusun çabuk toparlanması adına çokeşliliğe mecbursunuz. Çokeşlilik böyle bir vasatta kadını ve gelecek nesilleri koruyan bir kimliktedir. Peki bugün için savaş yok, çokeşliliğe neden izin verilsin, zaten istisna bir kesime hitap edebilecek çokeşlilik ihtimaliyle, kadınların çoğu neden kâbus görsün? Açıkçası bu bir tercihtir ve dinî hususunda uzman olmamakla birlikte, tekeşliliği zorunlu kılan bir yasanın, hele ki ayetin de tekeşliliğe tavsiye etmesi sebebiyle, büyük ölçüde İslâmî çerçeveye uygun olduğu da bilinmektedir. Pekâlâ, “tekrar evlenmek isteyen kişi boşansın, işi karıştırmasın” da denilebilir (bu örneğin en bilineni, Efendimiz’in, kızı istemediği halde evlenmek isteyen damadına, “o zaman boşan” demesidir). İslâm’ın çokeşlilik noktasındaki tavrı son derece dengelidir. Tekeşliliği teşvik etmiş ama istisnaî durumlarda işe yarayabilecek bu durumu da reddetmeyip, insanların kendisine bırakmıştır. Tekeşliliği de yasalaştırabilirsiniz, çokeşliliği de, her ikisi de belirli kriterlerle meşru olur. Demek ki “bu devirde bu tartışma olur mu canım?” ukalalığı anlamsız; bir şey bilen varsa söylesin. Dolayısıyla soruyu tersten de sorabiliriz; neden belli kriterlere uyduğu durumda, çokeşliliğe izin verilmesin? Bugünkü durumda, problemler büyük ölçüde kriterlere uyulmadığı için çıkıyor aslında; mesela önceki eşinin rızası olmadan, hatta ona haber vermeden evleniyor adam. Oysa, böyle bir amelin meşru olması, ancak ilk eşin ve yeni gelenin tam rızasıyla mümkündür, habersiz yapamazsınız. Bu işten en çok zarar gördüğü düşünülen ilk eş de kabul ediyorsa, rıza gösteriyorsa niye engellensin ki? Sonuçta Katolik nikâhı yapılıyor değil, “evlenmekten sonra boşanmak” yasaktır demiyorsanız, yani boşanmayı kabul ediyorsanız, ki ediyorsunuz, aynısı bugün de oluyor. Bugün de öyle değil mi zaten, kafası başka yerde ve ikinci evliliğini yapmayı düşünen erkek, boşanmayı göze almışsa boşanıyor, göze alamazsa vazgeçiyor. Çokeşlilik, bu durumda sadece ilk kadına sunulan bir fırsat gibi de düşünülebilir, istiyorsa reddeder ve boşanır. Eğer bütün kadınlar reddediyorsa, bugünkü gibi olur. Kadınlar ya da erkekler neden çokeşliliğe rıza göstersin? Olabilir bu; çocuk olmuyordur, kadın yalnız kalmak istemeyebilir, boşanıp nafaka almak daha az cazip gelebilir ve işe yaramaz biriyle evlenmektense, çokeşliliği tercih edebilir. Duygusal gerekçeler de olabilir. Çokeşlilik isteyen bir erkek de büyük ihtimalle zengindir ve zinaya düşmek istemiyordur, çünkü tekeşli gibi davranıp 40 eşli yaşaması, bugün ikinci bir kadının sorumluluğunu almaktan çok daha kolay, neden kendini yorsun ki? Tabi hayal kuruyor da olabilir. Bir de bu var: Kendisi 40 eşli yaşayıp ahlâk bekçiliği yaptığını zanneden adamlardan bu mevzuda öğrenebilecek hiçbir şey yok. Otel odalarında karşısındakinin adını bile sormadan hayatını geçiren adamlardan, yıllarca evlenme ihtimaliyle metres oyalayıp, iş en ufak ciddileştiğinde hemen kapı önüne koymayı adet haline getirmiş bir zihniyetten bu mevzuda öğrenebilecek tek kelime yok. O kadınlar insan değil mi yahu, neden onları tartışmıyoruz? Özetle böyle yani: Çokeşlilik istisnaî zamanlarda yaygınlaşabilir ve işe yarar. Normal zamanlarda ise yaygınlaşamaz ve istisnaî olarak işe yarayabilir. Fakat bugün için her durumda genel kitlenin dertlerini çözmez, yani bugünkü zina ve türevleri, evlenme sıkıntıları, aile meselelerini çözecek bir araç değildir, bunun için başka yollar lazım. Çokeşlilik bugün için, belki erkeğin çok zengin olduğu durumda işe yarayabilir, o kadar. Yasalaşması ya da yasalaşmaması hiçbir şey değiştirmez, sadece bugün var olan ama yasal olarak tanınmayan ikinci kadınların mağduriyetini giderir. Yasalaştığı durumda da, öyle insanların akın akın başvurabileceği bir araç değildir, bugün ne kadarsa o zaman da o kadar olur, hatta daha az olur, çünkü daha tekellüflü hale gelir. Bugün bile yaygın değil ve mümkünlüğü, büyük ölçüde gizlilikten kaynaklanıyor. Moralhaber.Net

Mete Firidin
01.06.2011
15:04

Reşat Nuri Erol hocaya çok teşekkürler.

Belkide çözümün başlangıcı bütün bekarları bir eşli yapmak sonra fazladan artan kadınları da 2. ,3.,4. eş olmaya davet etmek olmalıdır. Bu ekonomik ve sosyal ortamda yerse.

İşim itibarı ile hep genç kızlar ve bayanlar arasındayım. Bir gün bir genç kıza Hz. Nuh tan bahsettim. Ne dedi biliyormusunuz? "ben o nu tanımıyorum" herhalde meşhur bir şarkıcı veya sineme oyuncusu sandı!

Şimdi Bu bayanlara siz 2. eş olurmusun teklifini yapacaksınız???????????

Mete Firidin
02.06.2011
08:04

Aynası iş tir kişinin lafa bakılmaz.

sayın arkadaşım kaç evlisin ? Bir değilmi? Neden 2 değil, üç değil......

Ya inandığınız gibi olun yada yapabildiğiniz gibi konuşun.

Aksi halde yalancı, palavracı olursunuz.

İmansız hiçbir şey yapılamaz sistem ne olursa olsun.

Herşey teoride kalır.

Gerçekci ol "Hak" dan yana ol.

Bir paranoyak gibi atıp tutma.

Çok evlilik zorunluluk değildir. Müsadedir.

İslam tarihini iyi oku.

Mete Firidin
02.06.2011
08:17

Bırakın bu işleri ve aklınızı mevcut yerden başınıza Toplayın..

Mete Firidin
02.06.2011
09:25

Saff 2. Ayet :Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Saff 3.ayet: Allah katında en nefret edilen şey, yapmayacağınız şeyi söylemenizdir.

Mete Firidin
02.06.2011
13:31

sn cengiz bey eleştimin tamamı size değildir.





Sayı: 102 | Tarih: 29.05.2011
Ahmet Taşgetiren
Çok ırklı tek millet
Kaş yapayım derken göz çıkarmak
1955 Okunma
11 Yorum
Zübeyir Erol
Ahmet Hakan
The İmam
The namaz kıldırma memuru
1334 Okunma
7 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ebubekir Sifil
Seçim, Toplumsal Mutabakat ve Dinin Yaşanması
Dinle Alakası Olmayan Dindarlar
1276 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas
Zülfü Livaneli
siyasetçi kasetlerinden kime ne
laik değil layık imam
1060 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ruhat Mengi
‘Kadın Bakanlığı’ da kaldırılıyor!
‘Kadın’daki çözümsüzlük
1050 Okunma
Vahap Alma
Mehmet Şevket Eygi
Günahkar, Kusurlu, Hatalı Müslümanlar
Tekrar çok, çözüm yok!
1040 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Kim yapmış olursa olsun sorumlu PKK’dır
Barışın adı 'Doğu'
1029 Okunma
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
Kim olacak?
Terörü Önlemek
1002 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle


© 2024 - Akevler